Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Halis Öğretmen», sayfa 2

Yazı tipi:

1973 yılınınŞubat ayının başlarında güneşli bir gününde muhtar, ihtiyar heyeti ve köy halkı caminin önünde toplandı. Cami hocası dualar okuduktan sonra Halis Öğretmen herkesle kucaklaşıp helalleştiği sırada gözyaşları sel olmuştu. Köy halkı, “Bizi unutma hocam!” diyerek uğurluyorlardı. Öğrencilerin üzüntüsünü ve gözyaşlarını dindirmek imkânsızdı. Siyah önlükleriyle ve beyaz yakalıklarıyla caminin duvar dibine dizilmiş vaziyetteyken her birinin yanaklarından öperek vedalaştı… Yolu olmayan köyden şehre gitmek için binek hayvanları en iyi araçtı. Eşinin önceden hazırladığı tahta bavulu eşeğe yükledikten sonra Dada istasyonuna ulaştı. Buradaki dostlarla ve tanıdıklarla da vedalaştıktan sonra uzun yolculuk başlıyordu.

Halis Öğretmen’in babası Tayyar amca memleketten gelerek gelinini, torunlarını ve köydeki eşyasını toparlayıp trenle Turhal`a götürdü. Kendisi de diğer madencilerle birlikte ertesi günkü otobüsle İstanbul’a hareket etti. Yola çıkan bütün işçiler gibi İstanbul`daki Alman İrtibat Bürosunun kapısına bakıyordu. 6Şubat 1973 tarihinde güneşli ama soğuk bir kış gününde kalkan bir otobüsle İstanbul-Yeşilköy havalimanına ulaşmışlardı. İlk kez uçağa binecek olan bütün işçilerin heyecanı gözlerinden okunuyordu.

7Şubat 1973 tarihinde gece yarısı Münih havalimanına indiklerinde soğuk iliklerine işlemişti herkesin. Almanya’nın bu kadar soğuk olduğunu hiç kimse söylememişti onlara. Daha ilk günde kar, yağmur, rüzgâr ve soğukla karşılaşan işçilerin kıyafeti de kış şartlarına uygun sayılmazdı. İlk andan itibaren Almanların hep bağırdığını ve emir verdiğini fark etmişti Halis Öğretmen. İnsanlık denen şey birdenbire yok olmuştu âdeta. Münih havalimanından tren istasyonuna geldiklerinde yine çok soğuktu ve herkes çok üşüyordu. Münih tren istasyonunun altındaki sığınaklara işçileri doldurduklarında sıcak bir yer olmasına rağmen çok pis kokuyordu. Oturulacak yerler vardı ama herkesin gözlerinden de uyku akıyordu. Çünkü günlerdir uykusuz, yorgun ve perişan vaziyetteyken uyumak istiyordu gariban işçiler… Onları anlayacak kimse yoktu maalesef. “Sıraya girin!” diye bir sesle irkildi bütün işçiler. Bağıran tercümandı; çok kaba birisiydi. Halis Öğretmen’in içindeki fırtınalar erken esmeye başlamıştı. “Nedir bu bizim başımıza gelenler Allah’ım?” diyordu. Gruplara ayrılan işçilerin Köln-Aachen Grubunda yer alan Halis Öğretmen’in ekibine “Bekleyin! Bu trene bineceksiniz!” denildi… Orta yaşlı bir Almanı grubun başına vermişler ve durmadan bağırıp çağırıyor, el kol hareketleriyle konuşuyordu. Halis’in trene binince birdenbire aklı başına gelir ve “Nerede kaldı benim köyüm şimdi?… Nerede kaldı, öğrencilerim? Nerede dostlarım, arkadaşlarım? Yahu sahi ben neredeyim? Nerede çocuklarım, eşim? Onlara bir şey olursa kim bakacak? Bensiz ilk geceyi nasıl geçirdiler acaba? Oğullarım sabah uyandıklarında, beni göremeyecekler ve hep ağlayacaklar… Yavuz’um, Ahmet’im daha küçükler onlar… Ahmet yeni yeni gülücükler dağıtmaya başlamıştı. Ben niçin geldim Almanya`ya…? Şu an bin pişman oldum. Ben köklerimden kopmak istemiyordum… Ben bir öğretmendim! Şimdi olacağım kömür madencisi… Kalem tutan ellerim kazma tutacak! Kolay mı öyle kazmayı vurmak? Bazen kalem ağır gelir kazmadan… ” diyordu. O Alman’ın hakaret ihtiva eden hareketlerinden dolayı geri dönmeyi düşünmeye başlamıştı. O andaki çaresizlik içinde, Almanya’da bir trendeydi öğretmen Halis. Hızlı tren Münih istasyonundan ayrılmıştı. Artık ağlamak da fayda etmeyecekti. Halis Öğretmen elindeki ekmek paketini gözyaşlarıyla birlikte açtı. Ekmek vardı, su yoktu trende. Tren bütün hızıyla gidiyordu, ama nereye? Kimse bir şey söylemiyor, sadece Alman’ın bağırtılarından başka bir şey duymuyorlardı. Yolculuk ne kadar sürecek ve geceyi nerede geçireceklerdi? Kimse bilmiyordu.

Halis Öğretmen’in treni 16.30 da Köln tren istasyonuna geldiğinde mahşeri kalabalık vardı. Hemen bir bardak su bulup içmek için sağa sola bakınırken Alman Kızılhaç görevlisi yaşlı bir kadın “Gelin kahve için!” diye yanına çağırdı. Kocaman çay kazanında koyu renkli bir suyu naylon bardağa koyuyor ve bunu kahve diye dağıtıyordu, Halis Öğretmen’in görmediği bir şeydi bu. Çok sıcaktı ve üzerinde köpüğü de yoktu. Bu nasıl kahveydi? Bir yudum çekip ağzına almasıyla yere püskürtmesi bir oldu. “Bu da nedir be kadın?” diyordu. Elinde sigarasıyla yakası bağrı açık, kapı gibi bir Türk geliyordu. İşçilerin kahveyi içmediğini görünce, etrafa seslenerek; “Aha bizim kuşlar gelmiş!” dedi. Halis Öğretmen, “Beyefendi susuzluktan yandık, su nerede?” dediğinde aldığı cevap ilginçti. “Ne suyu yahu! Burası Köln, cola için kana kana! Burada su içilmez!” dedi. Herkesi bir büfenin önüne doğru çekti. Büfeciye “Cola, cola!,“ diye bağırdı. Herkese ısmarlamıştı, parasını da kendisi ödedi. Kendine güveni ileri derecede olup biraz da kalender görümlü bu adam Halis Öğretmen’e dönerek:

– Sen nerelisin?

– Amasyalıyım ama Tokatlı da sayılırım. Balıkesir’den geldim.

– Birader sen de karar ver artık nereli olduğuna. Artık Almanyalısın, Almancısın hatta bizimkilere göre Alamancısın sen ulan!

– Bize yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.

– Durun daha yardımlarım devam edecek. Hadi bakalım, Aachen’a bu perondan binersiniz. Yanınıza bir de Türk vereceğim. Her derdinize derman olacak. Sakin olun, hiçbir şeyden endişe etmeyin, korkmayın!

– Sağ olun!

– Hadi yolunuz açık olsun! Güle güle gidin!

“İşte Türk dediğin böyle olur birader!”, diye yol arkadaşıyla konuşan Halis Öğretmen bir yandan da hayallerini birbirlerine anlatıyorlardı. Kendilerine rehberlik eden adam sürekli nasihat ediyor; aman dikkat edin, memleketi unutmayın, paranızı birahanelere, kadınlara, dolandırıcılara kaptırmayın, diyordu. Nasihatler dizisi devam ederken yolda tren durdukça inenler, binenler oluyor ama Halis Öğretmen’in yolu bitmemişti.

İşçilere yardımcı olan Türk vatandaşıyla Aachen´a geldiklerinde veda zamanı da gelmişti. Kısa sürede ne insanlar varmış dünyada demek geldi içinden. Trenden indiklerinde EBV´dan gelen suratsız bir tercüman:

– Haydi, binin şu otobüse! Kaz gibi sağa sola bakacağınıza binin hadi!

İşçiler çaresizce diyecek bir sözleri yoktu. Bu ruh hâlinde güler bir yüz beklemek, hoş bir tarzda karşılanmayı arzu etmek hayalcilik olurdu.

Tercümanın yüzü gülmüyor, söylediği de anlaşılmıyordu. Adeta sarhoş gibi bir hâli vardı. İşçilerin otobüse bindiğini gördükten sonra bir arabaya binip geçip gitti. Halis Öğretmen de sanıyordu ki otobüs içinde bize açıklama yapacak, kalacağımız ve çalışacağımız yer hakkında bilgi verecek diye… Ama nafileydi beklentileri. Tercüman bindi arabasına çekip gitti. Kendisi ise otobüsün en ön koltuğuna oturdu. Otobüs, işçileri Alsdorf -Mariadorf`ta işçi pavyonuna saat 21.00 civarında Heim (İşçi evleri) kapısına ulaştırdı. Otobüsten indikten sonra içeriye alınan işçilerin adları okundu ve odaları gösterildi. Ellerine birer paket de yiyecek verdiler. Herkes odasına çekildikten sonra hüznün zirveye ulaştığı saatler çoktan başlamıştı. Böylece 08Şubat 1973’te EBV´da resmen işe başlamış oluyordu.

İlk iş gününün sabahında erkenden kaldırdılar Halis Öğretmen’i ve bütün işçileri. Uykudan uyandırırken bile hiç insanî üslup yoktu. Moral bozukluğu içinde dışarı çıktığında karşılaştığı manzara da pek hoş değildi. Yağmurla soğuk bir arada ve gökyüzü kapkaraydı, sıkıcı bir hava vardı. Fabrika otobüsüyle EBV, eğitim merkezine, – Alsdorf’ta Herzogenratherstr.– Ausbildungszentrum- denen yere götürdü işçileri. Halis Öğretmen madenci elbisesiyle hayatında ilk defa burada tanışıyordu. Yıkanma yerlerini gösterdiklerinde büyük bir şaşkınlık içinde kaldılar. Herkesin aklından geçen ve demek istedikleri tek söz: Olamaz! Almanlar meydanda, çırılçıplak yıkanıyordu. “Bizim edebimize, ahlakımıza uyacak bir hâl değil. Bizim için ayrı yıkanma yerleri yapsalar olmaz mı diyeceğim ama diyemiyorum! Kime diyeceğim ki zaten?” diyordu madenci Halis. O gün Türk madencilerin hiçbiri yıkanmaya yanaşmamıştı. Burada davar gibi, mal gibi, hayvan gibi hisseder insan kendini. Böyle bir ortamda her şeyin meydanda olduğundan ar damarı olmayanların ya da kendi değerlerini kaybetmiş olanların rıza gösterebileceği bir yerdi. Herkesin ortak düşüncesine göre insanlığın bu hâlini Türk insanı yaşamamıştır. İlk gün tamam ama ikinci gün çalıştıkları yerde kömürün tozu vücutlarının her kısmına işlemişti ve mecburen duş almaları gerekiyordu. Peştamal kullanarak duş almaya alışacaklarına kanaat getirdikten sonra her şey normale dönecekti. Bunca işçi arasında her türlü anlaşmazlık çıkabilirdi ama sükûnet içinde herkes çalışırken ilk kavga duş sırasında çıkmıştı. Bir madencinin “Yıkanan adama bakılır mı kardeşim?!” diyerek bağırmasıyla ilk kavga başlamıştı.

Alsdorf´taki – ALSDORF Herzogenratherstr.– Ausbildungszentrum´daki işyerinden eve gelince madencilere 50’şer Alman Markı cep harçlığı para verdiler. Tencere tabak alasınız diye. Madenci Halis “ Bu para, neye yetecek ki?” diye itiraz ettiğinde Balıkesirli bir arkadaşı koluna girerek dışarı çıkardı ve “Aman ha, dikkat et! Buradan hemen kovarlar seni. Bunca zahmet boşa gider. Dikkatli ol!” diyerek sakinleştirdi. Zonguldaklı madenci bir arkadaşı Alsdorf-Mariadorf tren istasyonunu gösterdi ve tren biletini verdi Halis ve arkadaşına. Artık trene bu istasyonda binip Alsdorf-Busch Wilhemschacht`ta ineceklerini öğrenmişlerdi. Eğitim merkezine de buradan gittiklerinden çok iyi bilmeleri gerekiyordu. Eğitim merkezine geç kalanları veya eğitim esnasında beğenilmeyenlerin Türkiye’ye gönderilme tehlikesi olduğunu herkes biliyordu. Yavaş yavaş Almanca öğretiliyordu. İlk öğrendikleri ise kazmanın Almancasıydı. Elbiseleri giyecekleri ve nasıl soyunacakları öğretiliyor, niçin yeraltında kesinlikle sigara içilmeyeceği öğretiliyordu. Eski madencilerin derslerdeki tercümanlığı aracılığıyla anlamaya çalışıyorlardı yeni madenciler.

Öğretmen Halis’in madenci Halis olması pek kolay değildi. Azap içinde geçen bir ayın sonunda ilk maaşını almak üzere Mariadorf’taki bankaya gittiğinde maaşının 420 Alman Markı olduğunu öğrendi. Halis itiraz ederek:

– Olamaz böyle bir şey! Bu resmen haksızlık! Bana paramın tamamını verin!

– Sizin maaşınız bu kadar! Yapacağım bir şey yok.

Kızgın ve üzgün hâlde bankadan ayrılırken “Hafta da bin mark verileceğini ben daha köydeyken Uzun Ağa’dan duymuştum. Bu adam benimle dalga mı geçiyordu yoksa?” diyordu madenci Halis.

Bir aydan fazla süren kursun sonunda Siersdorf Emil Mayrisch adlı kömür ocağında yeraltına indiklerinde madenci Halis, “Bu maden ocağı denen şey insan aklının kabul edebileceği gibi bir yer değil. Kocaman makineler çalışıyor, birkaç katlı dev asansörle yeraltına, 710 metre derinliğe iniyoruz. Vay be! Ardından da yeraltı trenine biniyoruz ve çalışacağımız yere ulaşıyoruz. Bu nasıl bir dünya Allah’ım!” demeye başladı. Halis’in asıl sıkıntısı bundan sonra başlıyordu. Kazma küreği eline verince çok zoruna gitti. Madenciler hep yeni gelenlere bakıyorlar, başlarında da Demokles’in kılıcı gibi postabaşı ustalar duruyordu. “Öğretmenliği bırakıp buralara ne diye geldim ben? Yok muydu bunun başka yolu?” diyordu kendi kendine…

Madenci Halis yavaş yavaş işe ısınmıştı daha doğrusu çaresizlik sebebiyle alışmak zorunda olduğunu da biliyordu. Yeni arkadaş edindiği kişilerle her cumartesi akşamı restorana gidiyordu. Uzun Ağa´nın anlattığı sarışınları da görmek mümkün değildi. Uzun Ağa’ya göre haftada bin mark para kazanacağız diye düşünüyordu. Sonunda anladı ki; ne ocağın önünde bekleyen sarışın ve kırmızı arabalı Marialar vardı, ne de Almanya´da haftada bin mark para veren maden ocağı… Bu adam tek kelimeyle yalan makinesiymiş. Meğer köye geldiğinde cebinden çıkarıp gösterdiği paralar da köydeki zavallılara hava atmak için arkadaşlarından ve akrabası olan köylülerden borç alarak topladığı ve cebinde gezdirdiği emanet paralarmış. Borç batağında yüzen zavallı bir Uzun Ağa’ymış…

Uzun Ağa, yüzlerce yalanla bütün yörenin köylülerini uyutuyormuş. Halis’in öğretmenken madenci olduğunu bilen yoktu çevresinde. Kendisi bu tür zavallı işçilerin kaldıkları barakalara gidip onlara adam akıllı sözlerle yardımcı olmaya çalışıyor, nasihatlerle daha düzenli yaşamalarını, iyi çalışmalarını, alın terlerini har vurup harman savurmamalarını öğütlüyordu. Pazar günlerini arkadaş ziyaretleriyle geçiriyor, çay içip memleket hasreti gideriyordu.

Artık madenci oluyor gibiydi Halis Öğretmen. Memlekete mektup yazıyor, aileye para gönderiyor, çocukların fotoğraflarını istiyordu. Gün geçtikçe memleket hasreti çoğalıyordu. Akşam yastığa başını koyduğunda “Oğullarım; Yavuz’um, Ahmet’im, hayat yoldaşım Medine, babam, kardeşlerim ve bütün akrabalarım… Gözü yaşlı bıraktığım Kumluköy’deki öğrencilerim… O sümüğünü bile silemeyecek kadar çelimsiz ama okuma azmiyle dolu zavallı köylü çocuğu Sami’yi, çakır çakmak gözleriyle cevval bakışlarıyla her işe koşan İbrahim’i unutamıyorum… Şimdi ne yapıyorlar acaba?” diyordu.

Maden ocağında kaza haberleri herkesi ciğerinden vuruyordu. Kaza geçiren madencilerin hastane ziyaretine çok önem veriliyordu. Hasta odalarının birinden çıkıp diğerine gidiyorlardı. Hastanın ilaçtan çok morale ihtiyacı olduğunu onların sözlerinden daha çok bakışlarından bile anlamıştı Halis Öğretmen. Kimilerinin ailesine mektuplarını da Halis Öğretmen yazıyor, böylece hayatta görmediği ve belki de ebediyen göremeyeceği insanlara selamlar gönderiyor ve güzel haberler vererek onların sevinmesine sebep oluyordu.

İyiden iyiye madenci gibi davransa da “Sen madencilik yapamazsın Halis.” dediklerinde Halis de şunun şurası beş altı ay daha çalışıp biraz da Almanca öğrenirim, sonra da memlekete dönerim.” diye cevap veriyordu.

Bir gün madende işe giderken tünelin başında durup düşündü ve kararını verdi. Mühendis Steiger Debus Hoffmann’ın yanına gitti ve:

– Ben sabah vardiyasında çalışmak istiyorum.

Hoffmann, sert ve kaba üslubuyla yüzüne bakarak:

– Neden?

– Almanca kurslarına katılmak istiyorum. Aachen’da Almanca kursu var. Lütfen bana izin verin de akşamüzeri kurslara katılayım.

Staiger Debus’un cevabı hazırmış zaten. Yine sert ve kaba üslubuyla, hatta Halis’in yüzüne bakmadan:

– Esel braucht kein Deutsch! (Eşeğin Almancaya ihtiyacı yoktur!)

Halis bir şey diyemeden doğruca iş elbiselerini giyip uzaklaştı oradan. Ocağa giderken “Adam bizi resmen eşek yerine koydu. Bu ne alçak adammış? Hayır, dayanamayacağım bu kadar aşağılanmaya!” diyerek indi ocağa. Biraz sonra Steiger Debus Hoffmann gelip madencilere iş taksimatını yaptı. Ağır adımlarla ileri geri dönüp dururken düşünceli bir hâle bürünmüştü. Aslında Steiger Debus Hoffmann’In aklı Halis’in isteğinde kalmıştır. İç muhasebesi yapıp vicdanının sesini dinlemeye karar verdiğinde Halis’le daha iyi bir diyalog kurmaya karar verdiği anlaşılıyordu. Yanına yaklaşıp sorular soruyor ve kısa cevaplar alıyordu. Almancayı öğreneceğine kanaat getirdiğini fark edince bir hafta sonra Halis’i sabah vardiyasına verdi ve böylece sürekli sabah vardiyasında çalışmaya devam etti. Steiger Debus Hoffmann’ın bu kadar anlık değişik davranışlarına anlam verememişti.

Halis, Aachen´a gidip VHS ´de kurslara yazıldığını anlatmaya çalışırken çok zorluk çekiyordu, Hoffmann’la konuşurken… Adam çok sert biriydi. Steiger Debus, tuttuğunu koparan, aynı zamanda kafası çalışan bir mühendisti. Daima bağırarak konuşarak disiplinli bir adam rolünü oynuyordu; işçileri paydos ettikten sonra Halis’in yanına uğruyor ve ona fiil çekimi yaptırıyordu. Değişik sorular sorup Almanca konuşturmaya çalışıyordu. Birkaç ay zaman geçtikten sonra Halis’i usta sınıfına dâhil etti. Çalıştığı Almanca kitabını alıp her gün fiil çekimlerinden başlayarak âdeta kök söktürüyordu. Giresunlu Osman ve diğer oda arkadaşlarına anlattığında “Olmaz öyle şey, yahu! Steiger Debus’u görünce diğer işçi çavuşu Betriebsführer bile kaçacak delik arıyor! Kaldı ki seninle konuşsun! Mümkün değil. O ceberut Alman seninle ilgilenir mi hiç?” diyorlardı.

Steiger Debus Hoffmann’ın sürekli ilgisi Halis’i daha dinamik tutuyordu. Almanca dışında değişik alanda sorular soruyor ve cevaplar alıyordu. Bir gün Fizik alanıyla ilgili olarak “Kuvvet yönleri ve Moment kuvvetini” konuşurken, Pisagor Bağıntısı nedir?” diye sordu. Halis, tebeşirle çizerek anlattığında Debus’un hayret dolu bakışları ve ses tonu değişmeye başlamıştı.

Sürekli Debus soru sorarken bu defa da madenci Halis ona Cebirden bir soru sordu. Cebinden tebeşiri çıkardı ve duvarların kenarlarını sağlamlaştıran geniş metal levhaların üzerine yazarak problemi çözmeye çalışırken Betriebsführer’in çalışma ekibiyle kalabalık bir ustabaşı ekibi şaşkınlık içinde seyrediyordu. O sırada Betriebsführer yani İşletme müdürü de geldi “-Ne yapıyorsunuz?” dedi ve lambayı üzerlerine çevirdiğinde Debus, bağıra bağıra anlatmaya devam ediyordu konuyu ve Halis’i işaret ederek “Bu adam bana soru sordu ve ben de cevaplamaya çalışıyorum. Galiba bu defa cevabı zor verdim.” dedi Steiger Debus Hoffmann, Halis’le diyaloğunu devam ettirirken bazı şüpheleri de zihninin bir kenarında taşıyordu. “Zavallı bir kömür madeni işçisi benim gibi üniversite mezunu mühendisi sıkıntıya düşürecek kadar sorular soruyor ve benim bile bilmediğim Fizik, Cebir ve Matematik alanıyla ilgili bilgilere sahip bir adam bu Halis. Bu adamda bir farklılık var, diğer işçiler ‘Günaydın!’ demeyi beceremiyor, bu şimdiden Almancayı halletti. Ders verecek kadar geliştirdi. En iyisi yarın bunu sıkıştırayım da sıradan bir işçi olmadığını, aslında özel gönderilmiş birisi olduğunu ima edeceğim. Bakalım ne diyecek?” diye içinden geçiriyordu.

***

– Halis Gümüş, gel de biraz konuşalım!

– Peki efendim.

– Sen kimsin? Çocukluğundan bugüne kadarki hayatını anlatır mısın?

– Anlatırım sayın Hoffmann… Ama neden bunu öğrenmek istediğinizi merak ediyorum.

– Ben işçileri pek sevmem, onlara her zaman sert ve kaba davranırım. Yumuşak davranınca başıma neler geldiğini çok iyi yaşadım geçmişte. Ben sana yardımcı olmayı düşünüyorum. Hadi anlat!

– Ben küçük yaşta annemi kaybettim. Şu anda sekiz çocuklu bir ailenin evladıyım. İki oğlum var. Yoksul bir ailenin içinden çıktım, çalıştım ve buraya madenci olarak geldim.

– Hayır, hayır… Pek inanamıyorum. Üniversitede okumadın mı?

– Üniversitede değil ama yüksekokulda okudum efendim.

– Seni yer üstünde bir göreve vermek için yardım edeceğim ama tek şartla…

– Nedir efendim şartınız?

– Gerçekten kim olduğunu söylemen yeterlidir.

– Efendim… Yalan söylemedim size…

Ertesi gün akademiye giriş sınavı sorusu gibi sorular sordu mühendis… Halis yine cevapladı. Hoffmann çıldıracaktı…

– Nerden biliyorsun bu kadarını?!!!

– Ben öğretmendim Bay Hoffmann…7 yıl ilkokullarda öğretmenlik yapıp geldim buraya. Büyük ailemin geçimini sağlamak için geldim. Şimdi öğretmen Halis değil, madenci Halis’im ben!

Bay Staiger Debus’un hayret dolu sözleri:

– Ben bunu anlamalıydım. Ne kadar mankafaymışım yahu!

– Estağfurullah efendim. Ben söylemeyince sizin anlamanız mümkün olmazdı.

– Şüpheleniyordum senden ama öğretmen olabileceğin aklıma gelmemişti. Keşke biraz daha eğitimli insan gelse ne kadar iyi olur. Bu işçiler hemen dönecek değiller. Çocuklarını ve ailesini buraya getirenlerin topluma uyum sağlaması pek zor olacak. Sen de öğretmenliğe devam edersin bir iki yıl sonra… İşçi çocuklarını okutursun, asıl işine dönersin böylece…

– Teşekkür ederim beyefendi. Zaman her şeyin ilacıdır.

Halis ile Debus arasında yavaş yavaş bir dostluğun temelleri atılmaya başlanmıştı böylece. Steiger Debus’un arada bir kahve içmeye davet etmesi de pek hoş idi. Yer üstündeki odasında kahve içerken baba nasihatleri veriyor ve “Eğer bir gün yeniden öğretmenliğe başlarsan çok iyi çalış, kendini geliştir, başkalarından geri kalma, eksiğin olmasın.” dedi.

Halis’le Debus arasındaki samimiyet bütün işçileri dikkatini çekiyor ve pek de anlam veremeyenler de yok değildi. Zaman su gibi akarken bir gün Debus, Halis’i karşısına aldı.

– Beni iyi dinle lütfen.

– Sizi dinliyorum sayın Hoffmann.

– Sana bir iyilik yapacağım, lâkin bunu bana minnettar olman için değil, tamamen samimi duygularla yapacağım.

– Sağ olun!

– Yarın işe gelme! En güzel kıyafetlerini giy, kravatını tak ve tıraşını ol. Tamam mı?

– Tamam da bu resmî kıyafetle beni nereye götüreceksiniz?

– Aachen Eğitim Müdürlüğüne gideceğiz. Seni müdürle tanıştıracağım.

– Neden? Ben artık öğretmen değilim ki…

– Yeniden öğretmen olman için sana bazı imkânlar ve fırsatlar bulmamız lâzım. Ömrün madenlerde geçmesin. Kolay olmadığını ve sana göre bir iş olmadığını zaten ilk gün kazmayı eline aldığın anda anlamıştım. Ne kadar da istemeyerek kazma sallıyordun, hâlâ hatırlıyorum. Yarın sabah 09:30’da beraber gideceğiz.

– Peki efendim. Teşekkür ederim.

Akşam konteynır kente girdiğinde kimseyle konuşmadan dinlenmeye çekildi, mesleğinden ayrıldıktan sonra bir kez giydiği takım elbisesini ütüleyip hazırladı. Yatağa uzandıktan sonra gözüne uyku girmiyordu Halis’in. Yeniden mesleğe dönmek için bulunmaz bir fırsat doğacak mıydı? Yoksa hayaller bir başka bahara mı kalacaktı? Eşi Medine ile oğulları Yavuz ve Ahmet’i de yanına alıp doğru düzgün insanî şartlar altında bir evde yaşamak, babasına, kardeşlerine daha çok yardımcı olabilmek için de güzel günlerin hayalini kurmaya başlamıştı.

Sabaha karşı biraz uyumuş olsa da Steiger Debus’la buluşmaya gecikmemeliydi. Kahvaltı bile yapmak aklına gelmedi. Yola çıkarken karşılaştığı iş arkadaşları şaşkın gözlerle bakarak içlerinden her birinin “Yahu bu bizim Halis değil mi? Kravatla işe mi gidiyor bu adam?” der gibiydiler…Halis ise kimseyle göz göze gelmemeye çalışıyor, Debus’la buluşacağı kavşağa kadar hızlı adımlarla yürüyordu. Alman dakikliği Japonlar kadar olmasa da fena sayılmazdı. Debus’un arabasını görünce yüzü güldü. Halis:

– Günaydın Bay Hoffmann. Sizi bekletmedim değil mi?

– Senin diğerlerinden farkın olduğunu söylemiştim. Zamanı doğru değerlendirmedikçe gelişmiş ülke insanı olmaya da layık olamayız. Tam zamanında geldiğine göre sorun yok.

– Ben öğretmenlik mesleğimden dolayı her şeyi zamanında yapmaya alışkınım.

– Her şeye zamanında yapabilmek için her şeye zamanında başlamak daha doğru olur Halis.

– Doğru söylüyorsunuz efendim. Yatılı okulda okuduğum için küçük yaşlarda buna alıştık.

– Sana bazı tavsiyelerim olacak Halis. Aachen Eğitim Müdürüyle konuşurken çekinmeden konuş. Öğretmen olduğunu hissettir. Çekingen ve pısırık davranma. Kendine güvenen ve düşüncelerini rahatlıkla ifade edebilen birisi olduğunu göster ki amacımıza daha kolay ulaşalım. Maden işçiliğinden öğretmenliğe dönüş için gerekli şartları taşıyıp taşımadığını göreceğiz. Almanya’da öğretmen olmak için Türkiye’den daha farklı kriterleri vardır. Bakalım Müdür ne diyecek? Kendisiyle daha önce yüz yüze hiç görüşmedim. Telefonla senin kısa hayat hikâyeni anlatınca “Kısa zaman içinde gelin, görüşelim.” dedi.

– Sağ olun sayın Hoffmann. Görüşmenin sonucu ne olursa olsun size teşekkür ederim.

– Maksadımıza kavuşalım da ondan sonra teşekkür edersin. Arabayı uygun yere park edip yavaş yavaş gidelim. Daha on on beş dakika vaktimiz var. Erken gitmek de görgüsüzlük sayılır. İstersen şuradaki boş bankta biraz oturup konuşalım…

– Bizde âdâb-ı muâşeret denir buna Bay Hoffmann. Almanca olarak bu sözü tam olarak size anlatamam ama toplumda uyulması gereken yazılı olmayan kurallar gibi bir şey yani… Etiket diyorsunuz galiba… Farklı kültürlere sahip olsak da insanların ortak değerleri vardır. Davet eden kişinin davetliye hazırlığı için fırsat vermek lâzımdır. Belki bizden önce de görüşmesi vardır, değil mi Bay Hoffmann?

– Haklısın… Etiket, bir toplumun kültürel kodlarını yansıtır. Kültür ise bir toplumun eski zamanlardan bugüne kadar oluşturup kuşaktan kuşağa aktardığı maddi manevi birikimlerinin bütünüdür. Maddi ve manevi kültür ürünleri vardır. Bunlardan ilki, insanların oluşturduğu ve bir toplumu toplum yapan maddi unsurlardır. Meselâ; mimarî yapılar, folklorik ürünler, yazdıkları eserler, çocuk oyunları, gelenek ve görenekleri maddi kültüre girer. Manevi kültür ürünleri ise toplumun inançları, hayat tarzları, meydana gelen olaylara bakışı ve o olaylara karşı tutumları gibi şeylerdir.

– İki farklı milletin iki farklı dünyanın insanlarıyla karşı karşıyayız. Almanya’da bunca yabancı çalışıyor. Onların bu ülkeye uyum sağlaması için ciddi stratejik politikalar ve eğitim programları uygulanmalıdır. Kültür farklılıklarından kaynaklanan sıkıntılar çok dikkatlice çözülmelidir. Okul yüzü görmeden buralara gelen işçilerin neler yaşadıklarını çok iyi gözlemledim.

– İşte benim senden istediğim ve bize yardımcı olman gereken en önemli konu budur. Bu insanlara Türkiye’de döviz makinesi, burada da yabancı ve cahil işçi gözüyle bakılması, beyaz köle muamelesi yapılması hiç de hoşuma gitmiyor. Öğretmen olursan okullardaki Türk çocuklarının uyum sağlamasına, onları da ailelerini etkilemesi söz konusu olabilir.

– Elimden geleni yaparım efendim. Vaktimiz de azaldı. Birkaç dakika kaldı Müdürün odasına çıkmaya… Heyecanlıyım… Çok heyecanlıyım efendim.

– Sakin ol evlat! Azıcık heyecan iyidir, fakat aşırı rehavet de fenadır.

Halis, Debus’un yanında Eğitim Müdürlüğünün kapısından makam özel kalemine çıkana kadar karşılaştığı memurlara selam verirken herkesin güler yüzlü olması dikkatini çekti. Asık suratlı işçi çavuşları ve maden mühendislerinden eser yoktu orada. Kendilerini ayakta ve güler yüzle karşılayan sekreterin makama buyurun girin demesiyle birlikte Halis’in kalp atışları bebek kalbi gibiydi. Askerlik dönüşü Balıkesir’deki müdürün odasına girerken karşılaştığı ve azarlandığı anları hatırladı bir anda… Devlet kapısında ciddiyetle katı ritüellerin birbirine karıştırıldığını anlamaya başlamıştı. Kapıdan ilk olarak Debus girdi, ardından Halis… Müdür Edmund Heinz Haller’in davudi sesiyle:

– Hoş geldiniz Bay Steiger Debus Hoffmann! Sevgili Türk konuğumuz Halis Gümüş, siz de hoş geldiniz. Aachen Eğitim Müdürlüğünü onurlandığınız için teşekkür ederim. Lütfen şöyle koltuklara rahatça oturun da meseleyi konuşmaya başlayalım. Halis Bey Almanca biliyor galiba… Henüz selamlaşma dışında bir sözünü duymadık ama gözlerinden beni çok iyi anladığını hissettim.

– Evet biliyor… Benim işçi grubumda başka Almanca bilen yok. Onların Almanca öğreneceği yerde ben Türkçe öğrenir hâle geldim. Neyse… Bizi makamınıza kabul ettiğiniz için teşekkür ederim Bay Haller. Halis Bey, işçim olsa da aslında dünyanın en kıymetli mesleklerinden biri olan öğretmenlik mesleğinin yüz akı olacak idealist bir insan. Yedi yıl öğretmenlik yaptıktan sonra buraya büyük ailesine daha iyi bakabilmek için, daha iyi kazanç sağlamaya, madende işçi olmaya gelmiş. Benim vicdanım müsaade etmiyor bu insanın madende kazma sallamasına. Alman yasalarına ve eğitim kanununa aykırı olmaksızın gerekli şartları taşıyorsa açılan okullardaki Türk çocuklarına öğretmenlik yapması mümkün müdür? Bu hususta bizim yapmamız ve sizin yardımcı olabileceğiniz bir şey var mıdır? Dilediğiniz soruyu Halis beye de sorabilirsiniz. Kendisinin Almancasını da sınamış olursunuz böylece.

– Hay hay sayın Hoffmann… Sizin madencilikte ne kadar kıymetli bir mühendis olduğunuzu biliyoruz. Madende işçi çalıştıran bir kişi olarak değil, bu sektörün sorunları hakkında gazetelerdeki demeçlerinizi, köşe yazılarınızı da dikkatle okuyorum. Sizin görüşleriniz bizim için de değerlidir. Madende yalnızca kara taşkömürü çıkarmıyorsunuz Halis Bey gibi kıymetlileri de madenden çıkarıp getiriyorsunuz bize.

– Ama henüz konuşup kim olduğunu bile sormadınız beyefendi… Otuz yıllık tecrübemle kapıdan içeri adım atan insanların gözlerinden atılan bakışların şekli, yüzündeki tavrı, ağzından çıkan ilk hitabet ve selamlaşma sözlerini söylerken duyduğum ses tonu bana çok sayıda ip ucu verir. Bugün ilk aşama sınavı geçti Halis Bey. Ben de Bonn’daki Büyükelçiliğine telefon edip bir öğretmene Türk kültürüne uygun olarak nasıl hitap edilmesi gerektiğini sorup öğrendim. Türkçe Halis “Bey” diye hitap edileceğini söylediler. Beyefendi, hanımefendi gibi sözleri öğrendim. Amca, dayı, hala teyze, abi, abla gibi bir sürü akrabalık adları var… Ben de Türkçe öğrenmeye karar verdim efendim!

– Ben de bundan sonra Halis Bey diyeceğim! Şimdi gelelim asıl konumuza… Bay Haller! Ne yapmamız gerekiyor? Ben mühendis olarak hep sonuç odaklı çalışırım. Duyduğum kadarıyla siz Alman edebiyatı uzmanısınız.

– Halis Beyin diploması telefonda söylediğinize göre Yüksek Öğretmen Okulu diploması. Bizim Eğitim Enstitüsü düzeyindedir. Bu diplomayla ancak ilkokul dördüncü sınıfa kadarki çocuklara eğitim verebilir. Henüz yaşı gençken ekstern eğitimle Eğitim Fakültesine kayıt ettirelim. Açık öğretim sistemimiz çerçevesinde başarılı olursa diploması Eğitim Fakültesi diploması olur ve böylece biz ilkokuldan üniversiteye kadarki okullarda öğretmenlik yapmasının yolu açılır.

Bay Haller’den bunları duyan Halis’in yüreği iman tahtasından fırlayacakmışçasına içinden şunları söylüyordu:

– Allahım…Kadere bak yahu! Öğretmenken işçi, işçiyken öğrenciliğe… Hayatım tenzil-i rütbe baş aşağı gidiyor galiba… Okurken para kazanmak, çalışmak ve ailenin geçimini sağlamak kolay mı? Hep bu açık öğretim dedikleri nedir ki? Önce bunu anlamalıyım.

Staiger Debus’la Müdür Haller’in konuşması devam ederken birden sessizlik oluştu. Haller, sessizliği bozarak Halis’e döndü ve:

– Dediklerimizi anladınız. Siz dört yıllık fakülte diploması alacaksınız. İki yılınızı geçti sayacağız eşdeğerlik işlemlerinden sonra üçüncü ve dördüncü sınıf derslerini okuyup diploma alacaksınız. Siz bunu başaracak azimli bir insansınız. Bu diplomayla dünyanın her yerinde öğretmenlik yapabilirsiniz.

– Sayın Müdürüm… Açık öğretim sistemi nedir? Ben bunu bilmiyorum. Ülkemde böyle bir şey duymadım. Okula gitmeden sadece ders çalışıp belli zamanlarda sınava girmek biçiminde sürdürülen bir eğitim mi? Böyle bir şeyi başmühendis Eddy yani Edmund Goarenz anlatmıştı bana. Madende çalışmadan sadece öğrenci olacaksam nasıl olacak? Maaşım olmadan geçinemem. En az iki yıl değil, iki ay dayanacak hâlimiz olmaz bizim.

Halis’in bu sözleri üzerine Steiger Debus Hoffmann’la Haller’in gülüşmeleri şaşırtmıştı, ama bilmediği veya kavrayamadığı konularda gülünç duruma da düşmek istemiyordu. Haller, söze girerek:

– Madende çalışmaya devam edeceksin. Sabah mesaisinde Bay Hoffmann sana kolaylık gösterir. Akşamüzeri iki saat zaman ayırırsanız televizyondan açık öğretim derslerinizi seyredersiniz. Kitaplardan da çalışacaksınız. Dönem sonlarında öğretmenlik uygulamaları olacaktır. O durumda da ben yardımcı olacağım size. Zaten tecrübelisiniz. Değil mi Bay Hoffmann? Siz de Halis Bey’in asıl mesleğine dönmesi için, onun kas gücünden değil akıl ve bilgi gücünden yararlanmaya çalışacağız.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺27,66

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
3 s. 6 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6853-08-9
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre