Kitabı oku: «Abay Yolu 1. Cilt», sayfa 7
– Böyle yapacağına, zavallı durumuna düşen bu Bökenşileri, Borsakları yersiz yurtsuz bırakıp kovsa ya, diye sesini yükselterek hareketlenmeye ve tekrar öfkelerini sergilemeye başladılar. Tam o sırada Kunanbay’ın yanına iki grup atlı geldi. Önce gelen yaklaşık on kişinin başında Baysal vardı. Onun yanında da Kötibak boyunun en seçkin kodamanları. Bunların yöneticisi durumundaki Baysal, Kunanbay’la samimi bir şekilde selamlaştı:
– Yerleşiminiz hayırlı olsun, Mırza, dedi. Onunla birlikte gelenler de:
– Hayrı uzun sürsün!
– Mekânın hayırlı olsun, diyerek peş peşe kutladılar. Bu grubun hemen arkasından bir başka grup daha geldi. Bunlar beş altı kişiydi. Bunların başındaki kişi Torğay boyunun en güçlüsü ihtiyar Kulınşak’tı. Kulınşak’ın yanında beş evladı vardı. Meşhur “beş kesici” diye adlandırılan bu oğulların hepsi cengâver, mızrakçı ve savaşçıydı.
Kulınşak da Kunanbay’a iyice yaklaşarak:
– Gözbebeğim, Kunancan, aman mısın? Yerleşimin hayırlı olsun, dedi…
Bökenşi ile Borsak şimdi anlıyordu. Irğızbay boyu bu zorbalığı yalnız Irğızbaylar olarak yapmıyordu. Kötibak, Torğay, Topay boylarının da bütün güçlü kuvvetlileri ile ele avuca sığmayan yiğitleri Kunanbay’ın yaptığını uygun buluyor ve onaylıyordu.
Süyindik’in ümidi Kötibaklar idi. Bütünüyle olmasa da “sağlam karakter sahibi Baysal, Kunanbay’ın bu işinin dışındadır” diye düşünüyordu.
Kimseye hissettirmeden ne konuşulmuştu? Ne sırlar vardı? Belli değildi. Şu samimiyetine bakılırsa Kunanbay ganimet sahibi bütün güçlü kuvvetlileri tamamıyla arkasına takmış gibi görünüyordu.
Hâl hatır sormaya gelen, “hayırlı olsun” demeye gelen Baysal ve Kulınşak boşu boşuna tam da bugün gelmiş değildi. Bökenşi ve Borsak’a gözdağı vermek için gelmişlerdi. Kunanbay bunu özellikle yaptırıyor gibiydi.
Bunu yalnızca Süyindik değil, Jeksen de sezmişti:
– Yazık! Kaç göbek atalarımdan beri yerleşimimdi. Bu bir yana! Yahu hepinizin gözünün önünde daha dünkü baharda Borsakların bir yiğidinin kanının döküldüğü yer bu taşların bağrı değil mi, dedi. Bu laf, oradakilerin beklemediği bir laftı. Süyindik içinden “bunun beyni iltihaplanmış” diye düşündü. Söyledikleri hiç hoşuna gitmedi, ama “bunu niye söyledi ki” diye de meraka girdi.
Bu, Kunanbay için de beklenmedik bir konuşmaydı. Bu olayı “davada delil gösterenler, bahane edenler olur” diye düşünmemişti. Bu yüzden cevabını düşünmeden söyledi. Bundan, buraları Bökenşi ve Borsakların elinden almasını icap ettiren bir sebep olarak faydalanacak oldu:
– Ne diyorsun? Bunadın mı? “Erim, yiğidim” mi diyorsun? Erin, yiğidin o ise senin halkında ne haysiyet kalır? O er değil, Borsak ervahının sadakası, kurbanı! Aynen Tobıktı ervahının da sadakası, kurbanı! O, iğrenç alçağın biriydi. Ben özellikle o iğrenç alçak yok olsun, “izi tozu kalmasın” diye burayı, bu bölgeyi başkalarına yurt ediyorum. Bu boş konuşma da neyin nesi, dedi.
Bu konuşma, Bökenşi ve Borsakların kalabalık topluluğuna taşla vurulmuş gibi ağır geldi. Bir anda hepsine Kodar’ın ölümünün arkasındaki sır Bökenşi arazisinin ellerinden alınmasına bahane ediliyormuş gibi geldi.
Bu konuşmadan önce Süyindik’in takati tükenmişti:
– Vay canına, ne diyorsun! Ağzına kurban olayım Böjey efendim! Kodar öldüğünde “bu kemendi yalnız Kodar’ın boynuna geçirmiş değilsiniz. Yazgı buyurmuşsa, onunla birlikte kendi boynunuza da takmış olabilirsiniz” demeseydin keşke! Heyhat, Kodar efendim! Bir hayal uğruna gitmişsin ya, dedi ve sustu. Atının yelesine sarıldı, bükülmüş vaziyette öylece kaldı.
Bunun üzerine Jeksen:
– Vay arlanmaz başım! Felaketleri çeken yalnızlığım! Ben ne biçim bir itmişim, evladımdan vazgeçmişim? Oy vay kardeşim! Kardeşim Kodar, diyerek hüngür hüngür ağladı, atını ardı ardına kamçılayıp bağıra çığıra Kodar kışlağına doğru koşturmaya başladı. Oradaki Bökenşi ve Borsakların tümü sanki bekledikleri buymuş gibi “oy vay kardeşimleyerek” Jeksen’in arkasından at koşturmaya yöneldi. Süyindik de onlarla birlikte gitti…
Baysal ile Kunanbay da artık burada duramadı, bet benizleri atmış vaziyette sessizce arkalarına dönüp oradan ayrıldı. Kunanbay içinden “hay Allah, deminki sözleri söylemekle hata ettim galiba” diye düşünüyordu. Fakat bunu Baysal’a dahi belli etmiyordu. Bökenşilerin bu tavrına yeni bir mazeret aradı, kendi kendine “buldum onu” dedi. Baysal’a gözlerini dikerek:
– Bunları kudurtanın kim olduğunu gördün ya! Kendisini küçük düşürdükten sonra uçurumda yatan sırrını ifşa edişini görüyorsun ya! Yatağına su püskürten, kuytularda çiseleyen Böjey’miş. Açık açık Böjey! Tobıktılar içinde benim önümü kesen kanlı kapan oymuş demek! “Birlik, beraberlik” diyorsun. Günah kimde? Gördün mü? Fakat biricik Allah ta görüyor ya, yenerim onu da, dedi. Bir müddet sonra yalnızca Baysal’a gizli bir sır veriyormuş gibi “sen Süyindik, Sügir ve Jeksen’e söyle. Halkı ayaklandırmasınlar! Bastırsınlar! Şınğıs’ın hangi yakasına yerleştirirsem yerleştireyim, bu üçünün hissesi az değil. Üzülmesinler! Pişman etmem. Bu sözüme güvensinler” dedi.
Maybasar ise öylece kala kalan topluluğun ortasında, az önce yaşanan olayların olduğu yerde duruyordu. O, ağlayarak at koşturup tepelerle tümsekleri aşa aşa giden Bökenşilere bakarak:
– Vay yarenler! Bunları “öğleden sonra meleşen topal koyunlar” mı sanıyorsunuz. Hiç te değil! Bökenşi yahu bunlar, öğleden sonra meleyen kuzular. Baharda ölen biri için hasat zamanı mezar kazanları gördünüz mü? “Bunu gören kim” desenize, dedi ve “kark kurk” ede ede güldü…
Kodar’ın cenazesine ilkbaharda kimse yaklaşmamıştı. Sadece koyun çobanı Aytimbet ile Jempeyis gelerek yasçı olmuştu. O gün Jeksen kendi obasının çoluğunu çocuğunu ve kadınını kısrağını “niye ağlıyorsunuz, gözünüz kör olsun” diyerek dövmüş, kartal çarpmış gibi her birini bir yana savurmuş, Kodar’ın cenazesine de evine de uğratmamıştı. Jempeyis ve Aytimbet’in yanına yalnızca kendileri gibi çoban olanlar ve canı acıyan yoksullar katılmıştı. Bu insanlar iki meyyiti yıkayıp kefenlemiş, dert yanarak ağlaşmış, yas tutmuş, Kutcan’ın mezarı başına götürüp gömmüşlerdi.
Şimdi Kutcan’ın mezarının iki yanında bulunan yeni kabirler Kodar ile Kamka’nın mezarlarıydı…
Bökenşilerin bütün üyeleri ad koyarak kamçılayıp gelmiş, ağlayarak bu mezarların üstüne düşüvermiş, ağıt yakmaya girişmişti. Süyindikler gelmeden önce kabirlerin yanında sadece üç dört kişi vardı. Bunlar Jempeyis ve Aytimbet ile başka bir iki koyun çobanıydı.
Yaz boyunca gelemedikleri için bugün göçle birlikte gelir gelmez ilk önce onları hatırlayan ve kabirleri başında Kur’an okuyan kişiler bunlardı.
Yaslı çobanlar uğultuyla mezarların üstüne dökülen kalabalığı görünce çok şaşırdılar. Ağlaşanlardan biri de Süyindik idi. Bu nasıl bir muamma, bu nasıl bir bulmacaydı?
Bunları özellikle şaşkın bırakan Jeksen ile Jetpis idi… İkisi de üç kabri sırayla kucaklayarak:
– Bağışla, asilim, bağışla!
– Ağabeyim, bağışla, diyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Gözlerinden akan içtenlikli üzüntü yaşları sular seller gibi çağlıyordu.
Fakat Jempeyis’in yüreği yumuşamadı. Bu yaz Kodar ile Kamka’nın kederinden beli tamamen bükülmüş, iyice sararıp solmuştu.
Jempeyis, göğsüne vurarak Kamka’nın kabrini kucaklarken hüngür hüngür ağlayan Jeksen’e:
– Oy, gözün aksın, gözün kör olsun, dedi…
Yalnızca erkekler değil, bütün göçlerdeki kadınlar da kısa bir süre içinde üç kabrin başına toplaşmıştı.
Kalabalık halk gözyaşı dökerek uğuldadı, yaygara kopararak ağlaştı…
3
Bökenşi ve Borsaklar eski kışlaklarından yüz geri edip uzaklaşmakla birlikte Kunanbay’ın belirttiği yeni kışlaklara varmadılar. Kızılşokı, Kıdır ve Kölkaynar’a çardak kurup kondularsa da göçlerini sonlandırmadılar…
Bu dönemde diğer halkların tamamı kendi kışlaklarına gelmiş, yerleşmişti. Biçilen yemlerin çiftliklerin yakınına taşınması, kışlık giyimlerin hazırlanması, kışın yakılacak tezeklerin seçilip toplanması, hayvan barınaklarındaki yırtık ve deliklerin yamanması, evlerin bakımının yapılması ve sobaların tamir edilmesi gibi işler kışlık mekânı olan halkların tamamı için hep birlikte yumuldukları mevsimlik yoğun işlerdendi.
Böyle işlerin uzağında kalan ve gideceği yer belli olmayan Bökenşi ve Borsaklar kısa bir süre içinde akarak sürüklenen bir halka dönüştü…
Kunanbay yorga Cumabay’ı Süyindik ve Sügir’e göndermiş, “şu Karavıl, Balpan, Talşokı civarından seçtikleri yerleşimleri alsınlar! Yine otlak olarak boylu boyunca bütün Şalkar’ı alsınlar. Fakat halka ön ayak olmasınlar, tez gidip konsunlar” diye mesaj iletmişti. Süyindik ve Sügir “Şınğıs’tan her birimiz bir kışlak alacaksak, Karavıl ve Balpan da elimize geçecekse, yine özellikle yayladaki iki nehir özel mülkümüze dönüşecekse, bizim için üzülecek bir şey yok” diye düşünüyorlardı.
Süyindik ve Sügir, kendi hesaplarınca utulmadıklarını anlayınca göçme yerleşme işini düşünüp kıpırdanmaya başlamışlardı. Süyindik, Sügir ve Jeksen obaları, bugün, diğer Bökenşilere söylemeden tan atışıyla birlikte urganını ipini önceden hazırlattıkları develerini yakalatmışlar ve çardaklarını da toplatmaya başlamışlardı. Bunların, bu şekilde, diğer Bökenşi ve Borsaklardan uyuşmazlık hâlinde ayrıştığını ve göçeceğini anlayan halk içinden yirmi otuz kişi at binerek bunların obasına yöneldi.
Bu topluluk, sıradan çiftçi topluluğuydu. Aralarında iri yapılı ve orta yaşlı Darkembay da vardı. Bunlar önce Kızılşokı sınırında konaklayan Jeksen’in yanına geldiler. Jeksen ve Jetpis’i dışarıya çağıran Darkembay:
– Halkı bırakıp da canını kurtarmak ister gibi nereye böyle? Kal kaldığın yerde! Göçme! Ne göreceksen, birlikte göreceksin bizimle! Çardağını devirme, dedi.
Jeksen mukavemet gösteremedi. Sadece yılan gibi kıvrılarak:
– Canım efendim, bir bildiğiniz mi var, diyebildi. Darkembay:
– Şimdi ikiniz de at binin! Erişin bize! Süyindik ve Sügir’e gideceğiz, dedi.
Jeksen ve Jetpis at bindi, gayri iradi diğer atlıların peşine takılıverdi…
Bu topluluk Süyindik ile Sügir’e de çok şey söylemedi. Buyruklarını kısaca dile getirdi, göçlerini durduruverdi. Bunların sözlerine çaresizce boyun eğen Süyindik:
– Peki, ama bulduğunuz fikri söylesene! Kış geliyor kılıcını sürükleye sürükleye! İhtiyarı, yaşlıyı öksürte öksürte! Çoluk çocuk içinden delikanlılarını alıp ne zamana kadar oturacağız böyle? Nereye gideceğiz, nereye, diye sordu.
Darkembay’ın cevabı hazırdı:
– Süyindik, Jeksen, Sügir, üçünüz de düşün önümüze! Haydi, yürüyün, Böjey’e! Halktan yırtılır gibi ayrılmakla onmazsınız bütünüyle! Böjey’e gideceğiz, ağırlığımızı hissettireceğiz akraba kimselere. Dayanak destek olan olmazsa hiçbir şekilde, sonra düşünürüz gerisini de, dedi…
Jeksen ile Jetpis’i, Süyindik ile Sügir’i de aralarına alan bu topluluk aynı gün öğle vakitlerinde Şınğıs’daki Böjey obasına geldi. Onun kışlağı, Tokpambet denen gür çayırlı, bol çalılı, çok duldalı bir kışlak idi. Burası Böjey’e öz büyükbabası Kengirbay’dan ata yerleşimi olarak miras kalan araziydi.
Bökenşi topluluğu geldikten sonra Böjey alelacele birilerini gönderdi ve yakın yerdeki Baydalı ile Tüsip’i çağırdı. Hiç olmazsa “Jigiteklerin düşüncesi aynı yerden, birlikte çıkmış olsun” diye düşünmüştü.
Süyindik bu topluluk içinde açık seçik konuşmuyor, sözlerini ağır ağır hareket ederek ve boğazındaki bir şey onu boğacakmış gibi yutkunarak sıralıyordu. Nihayet:
– Akrabaların geliyor. Aklına fikrine sığınıyor. Ne diyorsun? Yol gösteren bir söz söyle, dedi.
Böjey onun içinde sakladığı sırrı bilmiyordu. “Alıştığı korkaklığı, Kunanbay’a karşı duramayan ezeli paytaklığı” diye düşündü, “hıh” etti, bıyık altından güldü. Süyindik alabildiğine solgun olmakla birlikte çoğunluk öyle değildi. Onun keyifli hâlinden hoşlanmadığı için boynunu dışarıya doğru döndürüp kanı çekilmişçesine oturan Darkembay, Böjey’in gülücüğünü hissederek:
– Böjike, irkile irkile bir hâl olduk ya! Çalık ayak doğru düzgün basmaz olunca, it de çıkıyor, kuş ta sıçıyor omzuna! “Çök, çömel, otur” demeden yalnızca, bizi de halk kılıp devlet yapacak ve erkek edecek aklı bulsana! Ne duruyorsun daha, dedi.
Baydalı böyle külhanbeyi erkek mizacını beğenirdi. Açık seçik konuşup doğru söyleyeni severdi. Kendisi de cesarete ve harekete değer veren biriydi. Jigiteklerin askerî gücü çoğunlukla bu Baydalı’nın çevresinde görünürdü:
– O-o Süyindik! Sen aklı bu semiz Darkembay’dan sorsaydın ya. Erkeklik sözü bu fukarada! Bu er fukarada, deyip gövdesini dikleştirdi ve hayranlıkla Darkembay’a baktı…
Böjey bu mücadeleye, askerle değil, önce kendi yolu ve yöntemiyle başlamayı makul görüyordu. Bu defa Kunanbay’ı diline dolayıp elinden geldiğince ifşa edecek ve halkın önünde rezilliğini ortaya dökecekti. Şu gelen Bökenşilere yarın başlarına gelebilecek belaları söyleyecek, önlerinde duran meselelerin üstünü açıp haber verecekti… Önce bundan başlamak münasipti:
– Böben, Borsak! Kardeşimsiniz. Size dokunması, bana dokunması! Sizden uzakta kalarak esenlik ve huzur bulamam. Fakat Kunanbay’ın dediği olursa sizinle beni de iyi geçim içinde ve akraba olarak bırakmaz efendim. Talşokı, Karavıl, Balpan denen yerleri söylediğini işittim. Bunun altında yatanı anlıyor musunuz, dedi, kolaçan eder gibi bütün topluluğa baktı, biraz sessiz kaldıktan sonra:
– Bu, “Kişeken ile Böben’in arazi sınırı aynı olsun” demesi: “iki atadan töreyen nesiller birbirine komşu olursa iyi geçimlilikten uzaklaşırlar. Birbirlerine yakın otursunlar. Beş dal kuru ot ile bir yudum su için bile en küçük hareketlerinde çatışsınlar” demesi… “Bugünkülerden gelecek nesillere iflah olmaz ayrılık kalsın” demesi ya… Fakat onun düşüncelerinin hepsi arzu ettiği gibi ilerlemez. Akrabalığım akrabalık! Günlerden bir gün ihtiyaç duyup Talşokı ile Karavıl’a gelecek olursanız yeriniz hazır. Bütün varlığımı ortaya salarım, tartışıp çekişmeden paylaşırım. Bir yol bu… Fakat bundan önce konuşup görelim. Ara akrabamız Kişeken ya. Biz teşebbüs etmezsek kim teşebbüs eder, dedi ve Tüsip’e bakarak:
– Akrabaların önünde “bu yaptığın rezillik, bu yaptığın zorbalık” deyip görelim. İşin kalanı ile konuşmayı sonra bitirelim… Olur mu, diye sordu. Bökenşi topluluğu da Baydalı da Tüsip de “olur” dedi. Böjey konuşmasını:
– O hâlde, Tüsip, sen at bin! Bu konuşmayı Kunanbay’a ilet, cevabını bugün getir, diyerek tamamladı.
Tüsip’in ulak olarak gitmesi karara bağlandıktan sonra Baydalı da öfkeyle konuştu. Tüsip’e:
– Yalnız, serbestçe konuş! Söyleyeceklerinin hepsini söyleyip gel. İçimize ata ata, tasalana tasalana, boğazımıza kadar dolduk. Bozuşsan bile kati söyle, halkın hiddetini yetiştir bütünüyle, diyerek tam cesaret verdi.
Tüsip aynı gün akşamüstü Kunanbay’ın yanına yetişti, bu söylenenleri aynen yerine getirdi…
Kunanbay büyük baybişesi Künke’yi Karaşokı’ya yerleştirecekti. Kendisi de oradaydı. Tüsip ikindi vakti geldi ve Kunanbay’ı uygun bir yere çağırdı. Küçük bir tepenin başına çıkıp oturdular. Tüsip uzun süre konuştu. Sözü uzaktan başlattı, “bereket ve birlik” gerektiğini söyledi, en sonunda:
– Bu işine sadece Böben değil, bütün Kişeken de dâhil, hiç kimse razı değil, deyiverdi. Kunanbay korkusuzca Tüsip’in yüzüne baktı ve büyük bir öfkeyle:
– Razı olmayanın hamisi Kişeken mi olacak? O hâlde bu Kerey, Uvak, şu Sıbanlar da bütünüyle rızasız ve memnuniyetsiz. Sağlı sollu hepsi öfkeli! Kime öfkeli? “Soydu, yağmaladı, helal malımızın hissesini vermedi” diyerek tam da Kişeken’den şikâyetçi, Kişeken’den memnuniyetsiz. Baydalı’dan, Böjey’den ve senden… Tam da Sizden razı değil… Bökenşileri konuşacağına, kendi başının çaresine baksana! Hırsızına, yağmacına sahip çıksana, dedi.
Tüsip bu yaklaşıma çok sinirlendi, sesi de yükseliverdi:
– Hayta ile haşarı her yerde var, Kunanbay! Böjey ve Tüsip hırsız mı ki! “İki arada bir derede kalan akrabaların laflarını söyledin, kız kardeşlerin gözyaşını dile getirdin” diyerek daha da mı azarlayıp suçlayacaksın? Ak da olsam, olmayacak ithamlarla daha da mı kışkırtacaksın? Böjey ile Tüsip kötü niyetli olsa söylersin! İyi niyetli olsa, günahsız olsa, ne dersin?
– Dediğim dedik! Suçlusun, kötü niyetlisin…
– Peki, öyleyse, suçu ufalayıp dök ortaya… Kabahatimi yükle boynuma, diyen Tüsip, tir tir titreyerek diz çöktü.
– Suçunuz şu: Böjey bana tuzak kurmayı bıraksın! Birinin arkasına saklanarak bana ok atmaktan caysın! Artık bunları terk etmezse varını yoğunu ortaya salsın, bütün oklarını atsın! Fakat “ne zaman uyardın” demesin! Sıradaki yas bağını, başkası değil, tam da kendisi görür ecelin hasını! Kerey’in, Uvak’ın malını vereceksiniz! Verdirtirim! Yarın üstünüze kurultay toplatırım. Bu birincisi… İkincisi, Bökenşilerin dedikodularından uzak dursun. Ayağını denk alsın. Sen de ayağını denk al! Aradaki akraba sen değilsin. Sana sınatacak sözüm yok benim. Bela aramıyorsan müdahil olma! Müdahil olursan “çarpışmak için özel olarak karıştın” diye düşünürüm. Git! Söyle tavrımı! Bütünüyle ilet Böjey’ine, Baydalı’na, dedi.
Konuşma bununla bitti, ikisi iki tarafa ayrılıp gitti!
4
Maybasar’ın iki ulağı, Kamısbay ve Cumağul, ertesi gün öğleye doğru at koşuşturarak Jigitek içlerine geldi. Sorgusuz sualsiz peş peşe dalıp dalıp çıktılar bazı evlerden içeri…
Ürkimbay’ın kışlağındaki altı evin etrafında duran bütün itler çitlerinden çıkmış idi. Ulaklar haykırıp kamçı sallayarak üstlerine gitti, hepsini bezdirip geri çevirdi.
Her bir kiyiz evin kapı örtüsüne sarınarak gizlice izleyen çocuklar da bu haşarı konuklardan korkmuş, deliklerine kaçan fareler gibi evlerinden içeriye dalıp saklanmışlardı.
Bazı erkekler, Ürkimbay’ın oturmaya elverişli büyük kiyiz evinde toplanmıştı. Ev sahibi yanı sıra Kaumen ve Karaşa da oradaydı. Bu ikisi Böjey’in yakın akrabalarıydı. Ürkimbay’ın perçemli küçük kızı kapı önünden kaçarak gelip babasının koltuk altına tıkıldı ve sesi titreyerek:
– Ulak, ulak, dedi.
Ulak gelince ardından kavga getireceğini çocuklara kadar herkes çok iyi biliyordu.
Boyunlarına deri çanta asmış, döşlerine kapak gibi büyük bakır göğüslük takmış olan iki ulak eve girince perçemli kız:
– İşte! İşte ya, baba, diyerek sülük gibi yapışırcasına babasının koynuna girdi. Bu durumdan hoşlanmayan Ürkimbay:
– Oy, canlarım! Niçin bağıra çığıra geliyorsunuz, diyerek karşıladı.
– İş çok, buyruk daha da çok… Acele ediyoruz, diyen Kamısbay başköşeye kuruldu. Cumağul ise ateşin başına geldi, bir dizinin üstüne çöktü ve oturdu.
Orada bulunan Karaşa:
– E-e, buyruk ne? Daha ne var? Halk göçtü kendiliğinden, istilacı yağmur yetti hariçten, dedi ve öfkeyle kaşlarını çatarak Kamısbay’a baktı. Fakat aksi ulak oralı olmadı.
– Buyruk şu: “Konukevleri kuracaksınız!” Karaşa, Kaumen sizi de arıyorduk. “Ürkimbay, Karaşa, Kaumen… Üçünüzün obalarınızda kurultay olacak. Halk toplanacak. Kerey ve Uvak’ın davacıları gelecek. Halkla halkı konuşturup tartıştıracağız, malı hırsızdan alıp sahibine vereceğiz” diyor…
Bu durumdan hoşlanmayan Kaumen, tiksintiyle:
– Kim diyor, diye sordu. Karaşa yeniden gözlerini dikti:
– Alıp verecek olan kim, dedi. Ürkimbay da korkusuzca bakarak:
– Hırsızdan mı alıp verecek, yoksa “hırsız olmayan da yükü paylaşsın” mı diyor, diye sordu…
Kurultay’ın gideri çok olurdu! Bu, “pek çok halkın kalabalık davacıları gelip yerleşecek” demekti. Bu, “halkın kuvvetli, besili ve doyumsuz yöneticileri gündüzleri öğle yemeği yiyecek, akşamları konuk ziyafeti çekecek ve hiç acele etmeden obalarında aylarca yatacak” demekti.
Ezelden bilinirdi. Hangi oba üstünde kurultay olursa o obanın ziyanı bol olur, halktan ayrışıp huzursuzluğa boğulurdu. Büyük yönetici hangi obayı hedefine almışsa o obaya kurultay kurdururdu.
Kamısbay, burada oturanların kurultay kararına kolaylıkla baş eğmeyeceğini önceden biliyordu. Bunlar başçavuş ile Ağa Sultana bir şey söylemeseler de ulakla çok çatışırlardı. Fakat Maybasar’ın buyruğu sertti. Tereddüt etmek olmazdı:
– Buyruk büyüğün buyruğu: Kunanbay ile Maybasar’ın buyruğu. Benim çıkardığımı mı zannettin, dedi. Böbürlenerek Karaşa’ya baktı ve
– Hadi! Hadi bakalım! Aranızda konuşun da evleri kurmaya başlayın. Üçünüzün obalarınızdaki bütün kiyiz evleri getirip buraya kurun. Kesimlik konusunda da anlaşın. “Jigitekler öncelikle kesimlik elli koyunu arasında paylaşsın” dedi. Bunları hangi obalara yükleyeceğiz. Şimdi bu hususta fikir yürütelim, diyerek konuşmasını tamamladı…
Kaumen, ulakla konuşarak kimseyi ikna edemeyeceğini ve yola getiremeyeceğini iyi biliyordu. Dolayısıyla o, münakaşayı çoğaltmadan, yakındaki Baydalı ile görüşmek istedi. Ürkimbay ile Karaşa’ya:
– İkiniz bana baksanıza, dedi. Biraz sessiz kaldıktan sonra “bu, yalnızca bize değil, bütün Jigiteklere düşen bir afet yahu. Burada Baydalı var. Ne zamandır Böjey ile müşavere ediyorlar… Karaşa! Sen tez at bin de varıp Baydalı’ya danış, şu ulakların beklediği cevabı getir” dedi. Ürkimbay da:
– Doğru, öyle yap, diyerek Kaumen’in sözüne katıldı. Ulaklar da buna karşı çıkmadı.
Karaşa hemen kalktı, başka bir şey demeden çıktı…
Bundan sonra ulaklar öylesine oturdular, ikram edilen çayı içtiler. Ürkimbay onlarla tartışmasa da içten içe Maybasar’ın buyruğuna çok öfkelenmişti. Bütün Tobıktılar içinde “kazanına haram lokma salmayan evler” diye bir liste yapılacak olsa, o listeye, en önce Ürkimbay’ın evi yazılırdı…
Ulaklar çok beklemedi.
Birkaç atlı kişi atlarını kişneterek evin yanına kadar gelmiş, çabucak inmiş, yularlarını hızlı hızlı bağlamaya başlamıştı.
Gelen Karaşa idi. Onun yanında da Baydalı ve Karaşa’nın yürekliliğiyle tanınan eşkıya yıkıcı yiğitleri vardı. Ulak Cumağul uyanıkça idi. Bunların gelişi içine sinmemiş, bundan hoşlanmamıştı:
– E-e! Bu ne? Ayaklanmış gibisiniz hep birlikte, deyiverdi. Kojakan adlı uzun boylu kara yağız delikanlı:
– “Düşman deveni kesiyorsa, beraber tutsana” demişler. Jigiteklerin bütün malını elinden alıp Size vermeye geldik, dedi. Buna öfkelenen Kamısbay:
– Bütün malı değil, sadece elli koyunu gerekli. Kalan malın çoksa sahibi geldiğinde yanına katar gönderirsin… Acelen ne, diyerek zehrini döktü.
– Onları alıp verecek olan sen misin, diyen Karaşa, çömelerek Kamısbay’ın tam yanına oturdu ve Kamısbay’la tartışmaya başladı.
– Ben olsam ne yapmak isterdin?
– Seni kana susamış cani! Bütün halkı ağlattın yahu! Bu yalakalığı bırakmayacak mısın?
– Hey, boş konuşma! Çekil şöyle! Şu Baydalı’nın cevabını söyle.
– Cevabı mı? Öyleyse, cevabı şu, diyen Karaşa, elindeki kızılcık saplı kalın kamçıyı savurarak vurup onu yere yıktıktan sonra yekinip ayağa kalktı, Kamısbay’ın kafasına gözüne vurmaya başladı…
Kamısbay yediği kamçılara rağmen çarçabuk ayağa kalkıvermişti… Ürkimbay, evdeki yiğitlerine haykırarak buyruk verdi:
– Tutun! Yıkın itleri, dedi.
Cumağul ve Kamısbay üzerlerine çullanan yiğitlerle mücadele etmeye ve bağırarak küfretmeye başladı. Fakat yiğitler boyun eğmedi. Ses çıkarmadan üstlerine atılan on yiğit ikisini de vura vura yıktı ve dizüstü çökertti.
Hiddetinden nefes nefese kalan Karaşa:
– Baydalı’nın cevabı şu: “İki iti düreye34 yatır, kıpkızıl kızartarak Maybasar’a geri gönder” dedi… Pekâlâ! Başımın belası, dedi ve gelerek Kamısbay’ın omuzlarına oturdu. Kuyruğu ile sırtından at sürer gibi kırbaçlayıverdi. Ürkimbay ile diğer yiğitler de aynı şekilde Cumağul’u kırbaçlayıverdi…
İki ulak Jigiteklerden olabildiğince dayak yedikten sonra yüzlerindeki kırış kırış kuruyan kararmış kızıl kanları temizlemeden at koşturarak Karaşokı’ya gelip Kunanbay’ın huzuruna çıktı.
Baysal ve Maybasar da Kunanbay’ın yanındaydı. Kulınşak’ın batır oğullarından Nadanbay ve Manas da onlarla birlikteydi. Ev, Irğızbaylardan Juman, Tölepberdi gibi daha pek çok yiğitle dolup taşıyordu…
Kunanbay evvela ses çıkarmadan donup kaldı, biraz sonra iki ulağın yüzünü işaret ederek Baysal’a:
– İşte, gördün mü? Nasıl akrabalık yapayım? Böjey’in bu kamçısı, bunlara değil, bana vurulmadı mı? Kalkın, diye sertçe haykırarak bütün yiğitlere buyruk verdi: “Şimdi gidin! Kendi evinde dövdüren Ürkimbay’ı, elini ayağını bağlayıp sürükleyerek önüme getirin” dedi.
Başka hiç kimse bir cümle dahi söylemedi. Kunanbay da bundan başka bir söz demedi. On yiğit at biner binmez kamçılayıp gitti. Kulınşak yiğitleri de onların içindeydi…
Akşam loşluğu başlarken Ürkimbay’ın obasına yetiştiler. Bütün oba erkeklerini kartal çarpmış gibi dövdükten sonra Ürkimbay’ı kendi evinden sürükleyerek çıkardılar.
Ürkimbay ev içinde karşılık verse de dayak yiyeceğini anladıktan sonra mücadeleyi bırakmış ve ses çıkarmamıştı. Yüzündeki kan son damlasına kadar çekilmiş gibiydi. Öfkeden yemyeşil olmuş, nefesi kesilmişti. Dudağını ısırıp yüzünü taş gibi kaskatı katılaştırarak kendini tutmuştu.
Ürkimbay’ı dışarı çıkarınca ellerini arkadan bağlayıp semiz bir sarı kula ata bindirdiler. Tölepberdi de sıçrayarak onun arkasına bindi. Hiddetli topluluk atlarını çatlatırcasına Karaşokı’ya yöneldi.
Artık her yan kararmaya başlamış, bütünüyle alaca karanlık çökmüştü…
Bunlar Şınğıs’ın epey içlerindeki Ürkimbay tavlasından aşağıya doğru yönelmiş, nehir boyunca at koşturarak gidiyordu.
Kısa süre sonra nehri kesen yamaç yoluna geldiler. Buradan batı tarafındaki Karaşokı’ya doğru döneceklerdi.
Önlerinde alabildiğine uzamış olan bir grup yüksek ağaç vardı. Bir anda bunların arasından kalabalık bir insan topluluğu çıktı:
– Çevir, çevir!
– Giriş, giriş!
– Öldür itleri, öldür, şeklindeki bağrış çığrışla ve hızla, birçok atlı üstlerine geliyordu. Sayıları otuz kırktan az değildi. Hepsinin ellerinde topuz ile sopa vardı. Bunları gören Kunanbay yiğitleri de haykırdı:
– Geleceksen gel!
– Gel de geber!
– Girişeceksen giriş, diyerek düzensiz bir şekilde dağıldılar ve üstlerine gelen kalabalığın arasına karıştılar. Bunların da sopaları ve topuzları hazırdı.
Uzun uzun sopalar sıra sıra savruldu, tak tuk birbirine vuruldu…
Karanlıkta pusuya yatıp hücum eden Karaşa idi. Baydalı gündüz ona buyruk vermişti:
– Ettin edeceğini, ama artık koru kendini, demişti.
Karaşa, bu konuşmadan beri, akşam karanlığı basıncaya kadar at üstündeydi… Akşamüstü gölgeler uzamaya başladığında Ürkimbay obasına doğru at koşturan kalabalık topluluğu tam vaktinde görmüştü. Bunların boşuna gitmediği de belliydi. Onları görür görmez atını topuklamış, dağdan inip kendi obasındaki beş altı yiğidini atlandırmış, yol üstündeki Kaumen yiğitlerini de toplamış, böylece gününü bu vakte kadar at üstünde geçirmişti.
Hasımlarını Ürkimbay obasında bastıramayacağını bildiğinden bu dönüş yoluna gelmiş, burada beklemeye başlamıştı.
Karaşa sopa kavgasında çok iyiydi. Kendi obasının genç yiğitleri de at üstünde yapılan kavgalarda cesaretini kaybetmezdi. Kojakan gibi “arayan belasını bulur” denen cinstendi…
Olur olmaz yerde iyi rast gelmişti. Kunanbay kuvvetleri içinde bu çatışmaya ilk başlayan Kulınşak’ın batır oğlu Manas oldu. O, önlerinde pusu kurulmuş olabileceğini düşünen biri gibiydi. Jigitekler kendilerinin etrafını çevirmeye başladığında hiç şaşırmamıştı.
Eyerindeki kara topuzu hızla sıyırıp alırken bütün yiğitlerine buyruk vermiş:
– Şaşırmayın! Çok da olsalar korkmadan vuruşun! Çekinmeden vurun, deyip gelenlerin arasına dalmıştı. Kalabalık toplulukla önüne geleni devire devire, eze eze bir süre çarpıştı. Manas, iki Jigitekleri yere indirmişti bile…
Ürkimbay’ı aldıklarından beri Tölepberdi’nin aklında bir şey vardı. Yolda büyük bir tehlike olursa, o, en azından Ürkimbay’ı yıkıp öyle gidecekti. Ancak karşılaştıkları pusuyla başlayan kargaşa anında bu düşüncesini gerçekleştirinceye kadar Karaşa yetişti, ona bu fırsatı vermedi…
Elleri bağlı olan Ürkimbay, çatışmanın bir anında Karaşa’nın atını tanıdı ve hemen:
– Karaşa! Buradayım, beni kurtar, diye bağırdı. Ürkimbay’ın sesini duyan Karaşa, hemen iki kişinin bindiği ve ay ışığında beyazımsı görünen sarı kula atın peşine düştü. Karaşa’nın peşinden gelen Jakıp’ın yüğrük sarı atı ne kadar uğraşsa da ona yetişemedi.
Karaşa geride kalmamış, kalabalığın arasından yırtar gibi çıkıvermişti. Tölepberdi şaşkın şaşkın arkasına bakarken önünü görmeden gidiyordu. Ürkimbay bu sıkıntılı andan faydalandı, kendini kolayca attan sıyırdı, yere düşüp yıkıldı.
Jigitekler bu şekilde Ürkimbay’ı Kunanbay kuvvetlerinin elinden almış oldu.
Jigitekler çarpışırken dağları yıkarcasına nara atıyorlardı. Onların sesini duyan yeni kişilerin de gelmesiyle toplulukları kalabalıklaşmaya başlamıştı. Her taraftan:
– Nerede? Neredeler, diye sağa sola at koşuşturarak Kunanbay kuvvetlerini kuşatan atlıların uğultusu iyice çoğalmaya başlamıştı. Bu durumu fark eden Manas kendi yiğitlerine:
– Şimdi dönün! Kaçarak vuruşmak gerek! Kaçarak vuruşmaya başlayın! Haydi çekilin, dedi ve önce kendisi çekilmeye başladı…
Ürkimbay ellerinden alındıktan sonra hep birlikte dağı aşıp gittiler. Kunanbay yiğitleri, Jigiteklerin eline geçmeseler de Jigitek kuvvetlerinden korkup kaçmıştı. Ürkimbay’ı alıp götürememiş, geride bırakmışlardı.
Gündüz vakti Kunanbay’ın iki ulağını dövmeleri gibi bu gece Ürkimbay’ı kurtarmış olmaları da bütün Jigiteklere moral vermiş, onları cesaretlendiren bir iş olmuştu…
5
Bu olaydan sonra havalar iyice bozuldu, kış soğukları etrafı kasıp kavurdu…
Şınğıs’tan aşarak esen sert bir rüzgâr vardı. Baharda “iyilik” için esen yel, bu defa kar döken ve yamaçlardaki otlarla su kenarlarındaki sazlıkları dimdik diken bir yel oluvermişti. Esasında kış günü esen Şınğıs yeli çiftçilerin dostuydu. Dağlık arazi ile yamaçlarda bir hafta on gün kadar fasılasız estiğinde kış zorluklarını dağıtır, hayvan yayılımını çoğaltır, faaliyetin kalanını tamamlatırdı.
Bu, değişerek esen bir yeldi. Bu yüzden o kadar da çok soğuk getirmezdi. Fakat yamaçlardaki taşı kumu uçurarak esen karayelin esişindeki sertliğin kendine özgü bir yanı vardı.
Bu rüzgârın, koyunların yediği kısa pelinlerle bodur çayırlar dışındaki otları, boyu uzunca olan gövdesi boş bitkileri de yolup uçurma âdeti vardı.
Esasında Şınğıs’ın asil otu, koyunların nimeti, kısa pelinlerdir. Bu sebeple kışlak seçimi, seçilen yerin koyunlar için elverişliliği bakımından değerlendirilir. Bu yüzden, koyunların serveti pelin olduğundan, iyi bir kışlak arayan pek çok halkın sığındığı yer işte bu Şınğıs olur.
Şınğıs’ın karayeli diğer zamanlarda iyi olmakla birlikte tam da güz günlerinde uygunsuz eser. Havayı soğutur, gökyüzünü karıştırarak gelir. Şınğıs’ın etekleri ile kuytularındaki obalar bu dönemde kışlık damlarına yakınlaşıp konar ve hava durumunu takip eder…
Bugün, güz karayelinin başlamasıyla birlikte kar da serpiştirerek düşmeye başlamıştı. Yılın ilk karıydı bu. Yılın ilk karını düşüren soğuk rüzgâr kiyiz evde yaşayan obaları bütünüyle büzüştürdü. Halkın tamamına yakını kiyiz evlerini alelacele söktü, yüklerini çiftliğe taşıdı ve sıcak kerpiç evlerine girdi…
Halkın büyük çoğunluğu bu telaşta olsa da Kunanbay’ın Karaşokı’daki obası kendi gailesiyle yas yemeği veren bir oba gibi kendi kendine alt üst oluyordu. Ürkimbay’ı alamayışlarıyla ilgili yaşadıkları karşı koyuşu bütünüyle anlatan Manaslar geldiğinden beri Kunanbay obasından her yöne doğru üstü üstüne ulaklar gönderiliyordu.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.