Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Zor Zamanlar», sayfa 2

Yazı tipi:

Hikâyeler

ZOR ZAMANLAR

I

Birbiri ardınca sıralanmış ekin taşıyan at arabaları yavaş yavaş ilerliyordu. Kabıl öndeki at arabasını kullanan kişinin yanındaydı. Zaman Rus çiftçilerinin güç işlerinin kızıştığı, harman dövüldüğü, ekinlerin taşındığı yani işin had safhada olduğu zamandı. Gece gündüz yolu hiç boş bırakmayan, karşılıklı gidip gelen at arabalarının sayısı belli değildi.

Bugün şafağa doğru Çon-Taş’tan çıkıp öğleye doğru Taldı-Suu’ya yakınlaşırken büyük bir köy kenti gördüklerinde, Kabıl:

– Bazake, bu kent eskiden var mıydı? diye şaşkınlıkla sordu.

Bazarbay “deh” diye bağırıp uzun dizginleri silkerek ve atları kamçılayarak hızlandı. Acelesiz bir sesle cevap verdi:

– Buralara hep Ruslar yerleşti.

– Ne zaman?

– Halk buralardan göçüp gittikten sonra…

– Bunun dışında daha nerelere yerleştiler?

– Kürmöntü, Sarı- Bulak, İçke-Suu, Çon-Taş! Daha bir sürü.

– Oralarda da kentler kuruldu mu?

– Evet, hâlâ kuruluyor.

Bu sırada ard arda sıralanmış kağnılar karşılarına çıktı. Taşınan yüke ve kanuna göre kağnıların at arabalarına yol vermesi gerekiyordu. Fakat tam tersine, onlara doğru hiç yol vermeden geldikleri için çaresiz kalan Bazarbay dizginleri çekip atları yolun bir kenarına çekti. Bazar-bay, Çin’den daha yeni dönen Kabıl’ı Tüp’de bir Rus’un evinde çalıştırmak amacıyla götürüyordu. Kabıl’ın kendisine yardım edebilecek kimi kimsesi yoktu. Bu yıl on yedi yaşına basmıştı. Bazı şeyleri fark etmeyecek kadar akılsız bir çocuk da değildi. Bu yüzden biraz önceki konuşmalarından Bazarbay için “Bunun başından çok şey geçmiştir,” diye düşündü.

Halk göç ettikten sonra Tüp’lü Ruslar Kırgız topraklarına gelip ekin ekip biçmeye başlamıştı. Kabıl Çin’den geldiği sıralarda, Bazar-bay ve daha iki Kırgız aile Gavril’in Çon-Taş’taki ekinlerini biçiyorlardı. Taşıdıkları ekin onundu.

İçke-Suu’dan biraz geçtiklerinde bütün ihtişamıyla Isık Göl göründü.

– Ta şu ilerde görünen yer Tüp. Akşama doğru ulaşırız, dedi Bazarbay, Isık- Göl’ün doğusundaki belli belirsiz görünen şehri gösterip. Tüp’ün kenarından akan büyük bir ırmak da bütün güzelliğiyle ortaya çıkmıştı.

Tüp’e gün batarken ulaşmışlardı. Tüp’e girerken büyük bir köprüden geçtiler ve bir tepeliğe çıkıp batı taraftaki büyük bir sokaktan aşağıya doğru ilerlemeye başladılar. Gördüklerinin hepsi de Kabıl için yeniydi. Mallarını ıslıklar çalarak süren adamlar, tarladan henüz gelmiş at arabasını durdurup kapısını gıcırdatarak açmakta olan çiftçiler, dirgenleriyle ot toplayanlar, her bir avluda birbirleriyle yarışırcasına gıdaklayan tavuklar, sokaklarda oraya buraya koşuşan kaz ve ördekler, arıktaki çamurun içinde ağnanan iri domuzlar…

Bu şekilde yol aldılar. Bir süre sonra sokağın ortalarındaki kocaman bir kapının önünde durdular. At arabaları kapıdan geçip ahırın yanındaki büyük ambarların önünde durdu. Bu esnada yamrı yumru görünüşlü şişman bir kadın çıkıp berikilere biraz baktıktan sonra yerden bir şey alıp içeri girdi. Bu kadın Gavril’in hanımıydı. “Benim hakkımda ne düşündü acaba” diye geçirdi içinden Kabıl. Gavril’in birkaç kızı vardı. En büyüğü dik bakışlı, yaklaşık on yedi yaşlarında. Tek erkek çocuğu Aleşa bir atın çektiği arabayla onların arkasından gelmişti.

Ekinleri hep birlikte taşımaya başladılar. Ambarın içindeki çok sayıdaki ayrı ayrı çukurların hepsi de ağzına kadar doluydu. “Bunların hepsini nereye sığdıracak?” dedi içinden Kabıl bir ara, kovayla taşıdığı ekini çukura dökerken. Atlar doyduktan sonra Kabıl haricindekiler hiç duraklamadan gece vakti yine yola çıktılar. Artık Çon-Taş’ta Gavril’in son ekinleri kalmıştı. Yarın veya ertesi gün bu at arabalarıyla Bazarbay da tamamen buraya taşınacaktı. Karısı Asılkan harmanda kalmıştı. Gavril de oradaydı.

Gavril’in yeri gerçekten de çok büyüktü. Pencerelerinin çoğu sokağa bakan beş altı odalı kocaman bir evi vardı. Kabıl yeni mekanına hâlâ alışamamıştı. Biraz önce büyük avlu kapısının yanındaki küçük kapıdan dışarıya gizlice bakarken, sokakta sendeleye sendeleye yürümeye çalışan bir sarhoş gördü. Bu sırada Bazarbay’ın giderken “Sokağa pek çıkma!” dediği aklına geldi.

İlk gece Gavril’in evinin biraz ötesindeki avlu kapısının sol tarafında tavanı basık bir evde geceledi. Bu evi görünce geçen yıl Çin’e kaçıp kışı geçirdiği bir Uygur’un evini hatırladı. Duvara gömme şeklinde yapılmış ocağa bakarak bir zamanlar Özbekler’in yaşadığını düşündü. Eşik yerle eşit olduğundan kapı zor kapanıyordu. Evin bütün duvarları isten kararmıştı. Köşelerin hepsi de örümcek ağlarıyla doluydu. Tek bir penceresi vardı. Bunları görünce Kabıl burada epeydir kimsenin yaşamadığını anladı. Bir ara köşenin birindeki delikten bir sıçan gizlice çıkıp biraz durakladı, evdeki yeni kişiyi görünce gözlerden kayboluverdi. Akşamın alaca karanlığı çökmüştü. Kabıl yatıp karanlık iyice çöktükten sonra sıçanlar evin içinde cirit atmaya başladılar.

Ertesi gün Gavril’in hanımı Nastya, Kabıl’ı çağırıp avlunun içinde iş buyurmaya başladı. Kabıl ev sahiplerinin hoşuna gidebilmek için oraya buraya koşuşturuyordu. Öbür gün de su getirmeye gönderildi. Kapının önünde duran arabada en az yirmi kova suyun sığabileceği büyük bir fıçı duruyordu. Ahıra girip bir ata gem vurdu, ambarın önünden geçerek ata hamut geçirdi, fıçıya doğru atı çekerek ilerledi. Arabayı ata bağlayıp bağlayamayacağını merak eden Gavril’in büyük kızı ona bakıyordu. Kabıl atın bel kayışını sıkıca bağlamamıştı. Bu sefer sokağa çıktığında her zamanki gibi çok korkmamıştı. Ancak yine de dikkatli davranması gerekirdi, çünkü Tüp’teki Ruslar atlı Kırgızlar’ı gördüklerinde besledikleri kinden ötürü diş biliyor, hiddetleniyorlardı. Sokakta yalnız birilerini gördüklerinde taş atıyor, ıslıklar çalıyor, küfürler savurarak öldüresiye dövüyorlardı.

Kabıl yukarıya doğru biraz yol aldıktan sonra sokağın sol tarafına düşen tepeliğin kenarı boyunca süzülen patikaya yöneldi. Bu patikanın sonundaki çukurluktan nehir akıyordu. Yol boyunca hiçbir serseriye rastlamamıştı. Sadece geri dönerken uzaktaki bir bahçeden taş atıldı. Taş vınlayarak gelirken atın yelesine eğildi, taş ise başının üzerinden geçip gitti. Bunun dışında herhangi bir şey olmadı. Aradan üç gün geçtikten sonra ekin taşıyan at arabalarıyla Bazarbay ve Asılkan gelip Kabıl’ın yaşadığı eve yerleştiler. Geçen sene de bu evde kışlamıştı Bazarbaylar.

Asılkan’ın güçlü kuvvetli gençlerden aşağı kalır bir yanı yoktu. Geniş omuzları, uzun boyu, koca gövdesi, kocaman ayaklarıyla Bazarbay’la neredeyse eşitti. İkisi yan yana yürürken omuzları aynı seviyedeydi. Sarışın, çenesi bir karış, dudakları kalın, gayretli biriydi. Sadece ot kesme işinin dışında yaptığı diğer bütün işlerde Bazarbay’a neredeyse üstün gelirdi. Bu yüzden ikisine yöredekiler “İki pehlivan” diye nam vermişti. Asılkan orakla ot keserken arkasından birinin kesilen otları bağlamaya yetişemediği zamanlar olurdu. Beş altı pud gelen teskereleri hiç zorlanmadan kaldırıverirdi.

Bununla birlikte bir şeye sinirlendiği zaman karşısındaki evliya bile olsa kendini durduramaz ve sonuna kadar kavga ederdi. Çok çabuk sinirlenen hırçın bir kadındı. Hayatın böylesi zor zamanlarında bile bazen Gavril’in karısıyla da tartışır, ağzına geleni hiç çekinmeden söylerdi. Bir gün “Kazan bayramı” denilen bayram günü gelip çatmış, kutlamalar üç gün sürmüştü. Bu bayram, güz işlerinin bittiği, kışa girildiği zaman olurdu.

– Bugün Ruslar azacak, dedi Bazarbay sabahleyin.

Gavriller bayramdan üç dört gün önceden, samogon21 yapmış, evi temizlemiş, domuz kesmiş, türlü türlü yemekler hazırlayarak büyük bir hazırlık içine girmişti. Asılkan ile Kabıl bu hazırlıkların hepsine tüm güçleriyle katılmışlardı.

Bayramın üçüncü günü Gavril’in evine allı güllü giyinmiş kadın erkek karışık birçok misafir gelip gün boyunca eğlendiler. Öğleye doğru genç yaşlı demeden hepsi birlikte coştukça coşuyorlardı. Daha sonra kalkıp sokağa çıktılar ve avlu kapısının sağ tarafına düşen açık bir yerde toplandılar. Evden çıkarken siyah gocuklu, uzun sakallı, uzun boylu biri kalabalığa katılamayıp orada bir yere yığılıp sızdı. Düşünce kalpağı da yere düşmüştü, ancak bunu hiç kimse fark etmedi. Kalabalık biraz önceki yere toplanmış, halka oluşturup ortada şarkılar söyleyerek dans etmeye başlamıştı. Yaşlıca zayıf bir kadın bir eliyle eteğini sallıyor, öbür elindeki içkiyi çalkalayarak birinin etrafında dans ederek dolanıyordu “Heyy, matuşkaaa!..” sesleri kulakları çınlatıyordu.

Kalabalık bu halde eğlenirken yanlarından akordeon çalan, ıslıklar, bağırtılar arasında tüm sokağı ayağı kaldıran gençler geçti.

II

Kara kış kapıya dayanmıştı. Zemherinin en şiddetli zamanıydı… Kabıl’ın Tüp’e, Gavril’in evine geleli beri üç ay geçmişti. Yaptığı şey, her gün sabah tanla kalkıp malları gürültü patırtı içinde sürerek sulayıp geri getirmekti. Geri geldikten sonra da yılkıları ayrı, inekleri ayrı kapatarak yemlemesi gerekiyordu. Bu sırada sanki o hiçbir şey yapmıyormuş gibi:

–Kab-ı-l! – diye adının sonunu uzatarak bağırırdı Nataşa. Kabıl dirgeni bırakıp onun yanına gittiğinde, -Ne? der, o ise, -Su getir! diye emrederdi.

At arabasını hemen hazır hale getirip büyük fıçıyı yüklenerek yola koyulurdu. Geri geldikten sonra odun kesip semaveri yakma işi beklerdi onu. Semaveri yakıp onlar yemek yiyecekleri sırada “Şimdi bunlar yemek yiyene kadar biraz dinleneyim” düşüncesiyle Bazarbay’ın kaldığı odaya gelip göğermiş ellerini ateşe uzatarak ısınmaya çalışırdı. Bir müddet sonra kazanda demlenmiş bir bardak kara çayı tam ağzına götüreceği sırada adının sonunu uzatarak onu çağıran ses yine yankılanırdı.

– Eyvah, çabuk git!, derdi evdekiler. Gittiğinde yine o kız. Kabıl’ı her çağırdığında her ne kadar uzakta olsa da kapı eşiğinden bir kere bile inmezdi.

Bu defa gelip ne için kendisini çağırdığını sorduğunda:

– Domuzlara yem versene, dedi sonra dönüp gitti.

“Domuza yem” dediği yemek artıkları, ekmeğin yanmış kısımları, patates kabukları gibi yiyecek artıklarından oluşan, dünden beri birike birike iki kova kadar toplanan bir şeydi. Hepsini birden götürmek imkansızdı. Ağzına kadar dolu kovaların önce birini kaldırıp yolda çalkalayarak götürürken ağılın içindeki domuzlar ta uzaktan bunu hissedip tepiniyorlar, hırıldanıyorlardı. Ağır kovayı zor bela taşıyıp çitle çevrilmiş domuz ağılına girerek yemeği vereceği sırada aç domuzlar bazen yukarıya doğru ön ayaklarıyla kalkarak burunlarını Kabıl’ın ellerine sürtüyorlardı.

Akşamları da yanan sobaya tezek yetiştirir, hiç yorulmadan çalışırdı. Tezekler ise ahırın arkasında yığılı duruyordu. Oraya günde beş altı defa giderdi. Buradan öbür eve her tezek getirdiğinde sobanın yanında bir ihtiyar nine kederli kederli söylenerek otururdu. Bu nine Gavril’in annesiydi. Yaşı 80’i geçmiş kendisine birkaç yıl önce inme inmişti, bu yüzden yürüyemiyordu. Çok zayıfladığından kemikleri sayılıyordu. Son günleri sobanın yanında geçiyordu. Yemeği de aynı yerde yiyordu. Yaşlı ninenin her akşamüstü böyle sessizce kederli kederli oturuyor olması Kabıl’ı derinden etkiliyor, belirsiz düşüncelere salıyordu. “Her gün böyle… Neden böyle yapıyor? Veya Allah beni bu yaşa gelene kadar almıyor da eziyet mi ediyor diye mi düşünüyor acaba? Ne kadar tuhaf?” diye geçirirdi içinden

Bazen Kabıl içeri tezek getirdiğinde gelini orada yoksa yaşlı nine yediklerinin kalanlarını gömgök veterli elleriyle alelacele Kabıl’a sunardı. Kendisine verilen eti Kabıl kapıp alan bir tazı gibi birileri görmeden hemencecik midesine indiriverirdi. Gerçi, yaşlı ninenin bu iyiliğini kendisine acıdığından mı, yoksa bir ayağı çukurda olduğundan mı yaptığını anlamakta zorluk çekiyordu.

Yaşlı ninenin dünyaya getirdiği üç çocuğu da hâlâ hayattaydı. Üçü de bu mahallede yaşıyordu. En küçük oğlu Gavril de artık orta yaşlı biriydi.

Kabıl afyon tohumlarının bulunduğu eski ve küçük bir evde tek başına kalıyordu artık. Hem yorgan olarak hem de yatak olarak kullandığı uzun bir şiltesi vardı. Bu şiltenin içine ne kadar sığmaya çalışsa da vücudunun büyük bir kısmı açıkta kalıyordu ve kapı aralığından giren soğuk Kabıl’ı oldukça üşütüyordu. Her sabah ahırdaki zifiri karanlığın içinde atlara kızakları bağladıktan sonra Bazarbayla birlikte arka arkaya oturup yola çıkıyorlardı. Bir seferinde ürkek bir atı Kabıl tutup hamutunu takarken at tıksırıp Kabıl’ı bir köşeye savurdu. At sürekli böyle yaptığından hamutu Bazarbay takmaya başladı. Bir de otuz yıl kadar araba çekmiş ve işin ehli olmuş kurnaz bir doru at vardı. Gayet sakindi, hiçbir şeyi umursamazdı. Bu at Kabıl’ın elinde değişiyordu. Gemi şıkırdatarak kendisine doğru gelenin kim olduğunu öğrenmek için hemen kulaklarını dikerdi. Kapıyı açan kişinin Kabıl olduğunu anladıktan sonra tıksırıp Kabıl’ın üstüne doğru giderek arka ayaklarıyla çifte atar, biraz uzaklaşıp tekrar Kabıl’a bakardı. Kabıl oraya gidip atı tutmak istediğinde at yine aynısını yapardı. Daha sonraları Kabıl atı yakalayabilmek için yeni teknikler geliştirdi. Önceki gibi at kendisinden kaçtığında ısrarla atın üzerine gidip Rusça küfrederek elindeki gemi atın ağzına takmaya başlamıştı.

Ot almaya gittiklerinde ise en öndeki kızağa Bazarbay, en arkadaki kızağa ise Kurmaş otururdu. Şehrin dışına çıkıp tarlalara ulaştıklarında gece ayazına dayanamayan Kabıl titremeye başlar, adeta eli ayağı donardı. Sırtında Aleşka’nın haki gocuğu, içinde ise incecik bir kazak olurdu. Artık soğuğa dayanacak gücünün kalmadığı anlarda kızaktan inerek koşmaya başlardı. İyice yorulunca tekrar kızağa binerdi. Tekrar üşüyünce yine kızaktan iner ve koşardı. Bu şekilde, tanın ilk ışıkları ortaya çıkmaya başladığı sıralarda Aral’daki otluğa ulaşırlardı. Burada beş kızağa tıka basa ot yükleyene kadar vakit öğleyi bulurdu. Eve döndüklerinde de bu otları ahıra koymak gerekiyordu. Kabıl küme küme sıralanmış ot yığınlarının üstüne çıkar, bazen güçlü kuvvetli Bazarbay’ın dirgenle verdiği otları alamayıp yere düşürünce bozulan Bazarbay “Hiç yemek yemiyor musun?”diye bağırır, öfkelenirdi.

Ot almaya gitmediği günlerde Kabıl’ı kamış toplamaya gönderirlerdi. Kamışları, Tüp’ün doğu tarafında bulunan bir gölün buz gibi soğuk sularından geçerek topluyorlardı.

Bu mahallede Kabıl’dan başka daha birçok uşaklık yapan Kırgız vardı. Fakat o zamanlarda birbirine yakın evlerde yaşayan Kırgızların dahi birbirleriyle ilişki kurması çok zordu. Gündüzleri değil, iş bitip akşamları herkes uyuduktan sonra bile birbirlerine gidip gelmeleri çok nadiren olurdu. Bu gençlerin hayatta yaptıkları tek şey ağır işlerdi. Bazen fırsat buldukça geceleri bir evin avlusunda toplanırlardı. Fakat o zaman bile rahat hareket edemeyip “Geliyorlar, bir şey demesinler.” diyerek çekinirlerdi konuşmaktan.

Bir gece herkes uyuduktan sonra bir grup uşak Gavril’in sokağa bakan avlu kapısının önünde toplandı. Toplananlar arasında Bazarbay’ın dışında Colaman, Ismayıl, Beki adlı uşaklar da vardı. Bunları görünce Kabıl da onlara katıldı. Bazıları kapı eşiğinin tahtalarına yaslanmış, iki üçü ayakta, diğerleri ise eşiğin merdivenine oturup sessiz sessiz konuşuyorlardı. Hepsinin de anlattığı şey başına gelenlerdi. Hepsinin de başlarından çok şey geçtiğinden her şeyi anlatabilmeleri için zaman yoktu. Gece gündüz hiç durmadan çalışıp konuşmaya fırsat bulamadıklarından bu buluşmalarda konuşmak, içlerini dökmek istiyorlardı. Söyledikleri her söz canı gönülden söylenilen bir sır gibiydi.

– Mal mülk denen insanı uyutmazmış, dedi bir ara yuvarlak yüzlü, kısa boylu Colaman. – Benim sahip yorulup yorulmayacağına hiç bakmaz, acımadan sürekli emirler yağdırır. Daha önceden hiçbir yerde bu kadar zorlanmamıştım.

– Of, boş versene sen onu, dedi biri Colaman’a. Bu hepimizin çektiği azaptan başka bir şey değil. Hiç rahatlık içinde yaşayan bir uşak gördün mü?

Gittikçe koyulaşan sohbetin içeriği değişti.

–Buraların tamamını Ruslar satın aldı, bizim geleceğimiz ne olacak? Kırgızların kaderini neden böyle çizdin Allah’ım?

Uşaklar aynı yerde başka bir akşam yine toplanmışlardı. Fakat bu sefer önceki gibi rahat rahat oturamadılar. Her biri kısa kısa yeni haberlerden bahsetmiş, çok geçmeden de dağılmıştı.

– Padişah tahttan indirilmiş, onun yerine ise geçici bir hükumet kurulmuş diyorlar, gerçi ondan da bir hayır yok ya. – dedi büyük burunlu olanı. Hatta eskisinden de beter binecekler sırtımıza.

– Bütün topraklarımızı ele geçirdiler. Biz böyle ömür boyu uşak olarak kalacak değiliz ya. Devran değişip halk barış içinde yaşamaya başlarsa kendi hayatımızı kurmamız gerekir. Çiftçilik de yapsak kendi işimizi yapmış olacağız. Bu müstemlekeciler bütün topraklarımızı aldı elimizden, bize adım atacak bir yer bile bırakmadılar.

– Bolşevikler yönetime geçecekmiş haberi var. Söylediklerine göre herkese eşit davranacaklarmış, kim bilir…”

– Belli olmaz. Onlar da kendi emirlerinin yağdırır, ne olacak! dedi deminden beri konuşmaya katılmayan büyük kaftanlı kişi.

Coloy olmasaydı daha çok şey konuşacaklardı. Coloy yukarı taraftan gelen bir gölgeyi fark edip:

– Şimdi bırakın konuşmayı. Biri geliyor. Dağılalım, dedi.

Bir gün sabahleyin Bazarbay ve Kabıl evde oturuyorlardı. Bir ara sokaktan uğultular duyulmaya başladı. Bayramdı. Çatacak yer arayan sarhoşlar bağırıp çağırıyordu…Bazarbay endişelenip sokağa çıktığında yaralı bir geyik gibi canını kurtarmaya çalışan kalpaklı bir Kırgız gencinin deli gibi kaçtığını gördü. Arkasından ise bir grup Rus genç ıslıklar çalarak, ellerine geçen şeyi ona fırlatarak kovalıyordu. Kırgızın yüzünde sağlam yer kalmamış, her tarafı kan revan içindeydi. Her şeye rağmen bu zavallı hayattan ümidi kesmemişti. Canını kurtarmak için kaçıyordu. Eğer Stepan adlı kişi gelip araya girmeseydi bu zavallının sağ kalacağını şüpheliydi. Nereden çıkıp geldiği belli olmayan bu kişi birden kalabalığa karışıp:

– Arkadaşlar, bunu bana verin, dercesine gencin üstüne kapaklandı. Berikiler Stepan’ı pek kâle almadı. Stepan “İtler, yıkılın karşımdan” diye bütün gücüyle bağırdı. Gençler, Stepan’ın gerçekten de çok sinirlendiğini anlayıp karnı doyup da daha fazla yemek istemeyen itler gibi dağılmaya başladılar. Bu kişiye Zavallı Stepan derlerdi. Bu adı ona sadece fakir olduğu için değil, sırf onu aşağılamak için takmışlar gibiydi. Kırk yaşlarında, kısa boylu biriydi. Sigarayla adamakıllı islenmiş, bakır gibi sararmış bıyıkları vardı. Üzerinde boyuna göre küçük kolsuz sarı kaftanı vardı. Kırgız uşaklar onu severlerdi. O da Kırgızları sever, Kırgızcayı da iyi bilirdi.

– Allah müstahakkını versin, derdi Kırgız uşaklarıyla karşılaştığı yerde. Çoktandır tanıyormuş gibi samimî konuşur, şakalaşırdı. Fakat, Rusların çoğu ondan nefret ederlerdi. “Hain Stepan, kahrolası. Yediği yemeğe tükürüyor” diye kötülerlerdi hep. Karısı ve çoluk çocuğu olmadığından tek başına yaşıyordu. Önüne gelenin evinde çalışırdı. Hemen her işten de anlardı. Kırgız uşaklarına yardım edeceğim diye bir gün başını belaya sokmuştu: O mahallede Cakıp adlı bir uşak, açlıktan ölmek üzere olan bir kaçağa gece yarısı bir kova buğday verir ve kovayı geri aldığı zaman temizlemeden yerine koyar. Sulu kovanın içinde buğday taneleri kaldığından ertesi gün sahibi bunun farkına varır ve Cakıp’ı ormana götürüp öldürmek ister. Stepan olayın üzerine gelir. “Allah bunları da insan olarak yaratmış. Aynı şeyi sana yapsalar ne yapardın?” diye birçok şey söyler. Berikiler Stepan’ı öldürmek isteyip ona saldırırlar. Stepan ise kaçıp kurtulur. Stepan bu olayı uşakların toplandığı bir akşam anlatmıştı.

III

Bazarbay ile Asılkan bu sene yaza doğru Gavril’in yanından ayrılmayı düşünüyorlardı. Bir gece bununla ilgili konuşmuşlardı. O gece onların yanında Kabıl da vardı.

– Daha şimdiden haber vermezsek olmaz. Gavril’in kendisine söyledim. O da karısıyla bunu konuşmaya gitti galiba. Daha önceleri bir şey dediğimde hiç umursamazdı, ancak bu sefer biraz düşündü gibi geldi bana.

– Ondan para pul istemiyoruz ki. Bizi serbest bıraksın yeter. Bir tıyın bile almadan iki yıl boyunca çalıştık. Bütün gücümüzle karın tokluğuna çalıştığımız yeter de artar bile. Ona çalışacağımıza kendimize çalışsak hiç de fena olmaz aslında, dedi Asılkan.

– O zaman şimdi alıp başımızı gideceğiz yani. Bütün mesele şu boz evde22. Bir gün beş teşe23 toprağının otlarını biçeyim, karşılığında boz evini ver deyince suratını asmıştı.

– Vermese bile ölecek değiliz ya. Hayat devam eder bir çukur kazıp içinde yaşasak bile. – dedi Asılkan ocağa bakıp düşünceli bir hal alarak. Sonra, – Buna razı olur mu peki?– diye sordu.

– Beş teşeyi arttırsam mı diye düşünüyorum. O zaman verir galiba. O ne yapacak Kırgız’ın boz evini. Önceden belki bir şey için lazım olur diye alsa gerek.

– Verirse bir konuş. Başka bir şekilde halledemesek bile ot keserek istediğimizi alırız.

İşte yazı da gördük. Çiftçiler atlarını semirtiyor, bugün yarın bir şeyler ekmeye çıkacaklar.

Tüp’deki uşakların çoğu baharla birlikte birer birer ortadan yok oldular. Bazarbay da gideli yaklaşık bir ay olmuştu. Bu mahallede uşaklardan esmer bir çocuk ve Kabıl kalmıştı sadece. Tilekmat adındaki bu esmer uşak Tüp’e Kabıl’dan bir yıl önce, kan gövdeyi götürdüğü bir zamanda gelmişti. Gözleri kömür gibi kara, güçlü kuvvetli, yetimliğin acısını yıllardır çeken biriydi. Avuçlarının içinde fındık büyüklüğünde nasırlar… Diğerleri gibi çekip gitmemiş bütün zorluklara dayanmıştı.

Bazı zamanlar hapiste kalan kişi ile ona gelen görücü gibi kısa süreli konuşur, bazen de gece vakitleri gizli gizli görüşür, sohbet ederlerdi. Bir gün Kabıl Tilekmat’ı avlu kapısının önünde domuzları toplamaya çalışırken gördü.

– Suya gidecek misin? diye seslendi.

– Gideceğim.

– Haydi öyleyse, birlikte gidelim.

İkisi birlikte yola koyuldular.

– Dün ölümden döndüm. Sarı Bulak’a ot toplamaya gitmiştim. Yalnızdım. Değirmenin önündeki sırttan geçerken tekerleğin biri kırıldı. Az daha yere yuvarlanıp arabanın altında kalacaktım. Neyse ki atım çevik davrandı.

Bir süre sessiz devam ettiler yola. Tilekmat “Senin anne ve baban ne zaman öldü?” diye sordu.

– Ürkün’den üç yıl önce.

– Benim gibiymişsin. Gavril nasıl bir adam peki?

– Biraz gaddar. Bir de kimse kalmadığından bütün iş benim başıma kaldı. Her işe ben koşturuyorum.

Su alacakları yere varmışlardı. Suları doldurdular kovalara. Tekrar sohbet ederek eve döndüler. Kabıl bir şeyler yapmak, kaderini değiştirmek istiyordu. Ancak elinden bir şey gelmiyor, her geçen gün yalnızlığı daha da büyüyordu.

21.Rusların elde yaptığı votkaya benzeyen bir tür alkollü içecek. (Akt.)
22.Boz ev: Konar göçer hayatın ayrılmaz parçası çadır ev. Burada bahsedilen Kırgız çadırı. a.n.
23.Teşe: Bir tür arazi ölçüsü (1,09 hektar kadar). (akt.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺17,29

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
02 ağustos 2023
Hacim:
120 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6981-83-6
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin PDF
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 4 на основе 1 оценок
Metin PDF
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin PDF
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 4,3 на основе 3 оценок
Metin PDF
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 3 на основе 1 оценок