Kitabı oku: «Çolpan», sayfa 8
Muhtariyet
Muvakkat hükûmet, kendi adı gibi muvakkat idi. Tarih, Türkistan ahalisine kendi kaderini kendisi tayin etmesi için yaklaşık sekiz ay müddetle imkânlar vеrdi. Ceditçiler, işte bu devirde türlü gruplar arasındaki kavgayı bitirmek ve birleşmek için mücadele ettiler. Onlar hattâ zengin ve fakir sözlerini şimdilik unutalım, biz bir halkız, şeklindeki bir gaye ile ortaya çıktılar.
1 Hazirandan itibaren Hokand’da “Yurt” adı ile “siyasî, ictimaî, tarihî ve edebî haftalık bir mecmua” çıkmaya başladı. Bu mecmuanın temel şiarı, “Yaşasın muhtariyetli halk cumhuriyeti!” sözü oldu. Biz bu şiara itibarı edecek olursak, o dönemde Hokand’da Türkistan Muhhtariyet hükûmetini kurmak niyeti doğmuş, diye düşünüyoruz. Gerçekten de “Şurâ-yı İslâm” cemiyeti tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte önüne Rusya fеdеrasyonu terkibinde muhtariyet devletini kurma vazifesini koydu. Müstemlekeciler, İşçi ve Sоldat şûrâlarına girip, Taşkent’te kudetli bir kale vücuda getirdikleri için bu cemiyetin Münevver Kaari gibi büyük rehberleri ve tedbirli üyeleri nezdinde muhtariyet gayesini hayata tatbik etmenin yegâne mekânı, bolşeviklerin henüz tam olarak ele geçirmeye muvaffak olamadıkları Hokand idi.
Hayat, türlü sosyal grupların birleşmesini gerektirdi. Merkezî Müslüman şûrâsı kurulduktan sonra, İşçi ve Sоldat şûrâları ile rekabet etme vazifesini kendi üzerine aldı. Her iki Şûrâ vekilleri, şehir belediye meclisinden daha çok yer almak için mücadeleye başladılar.
“Rusya’daki birinci inkılâbın ilk ayları çok iyi geçti. Birbirimize gönülden inanıp, samimi ve değerli dostlarımızın sayısını artırdık, – diye yazıyor Z. Velidî kendi hatıralarında. Sonra devam ediyor: – Çeşitli zamanlarda söylediğim fikirlerim, arkadaşlarım tarafından makale ve şiir hâlinde ortaya çıkmaya başladı. Şair Çolpan, seçim kanunu meseleleri hakkındaki mücadelemizi çok güzel bir destan hâlinde yazdı… Hokand’da dostum Aşurali Zâhirî ile beraber ‘Yurt’ adlı bir dergi çıkarmaya başladık. Dergide Türk milletinin ruhî (iç dünyası) medeniyeti mevzularına ithafen makaleler yayımladım. Bunun tesirinin nasıl olduğunu 1920 yılında anladım. Buhara cumhuriyeti reisi olan Mirza Abdülkâdir Muhiddinоv, bu makaleyi dostlarının huzurunda ezberinden okumuş.”
Z.Velidî bu döneme ait hatıralarını devam ettirip, “seçim kanunu mesele”leriyle alâkalı ilginç bir malûmat vermiş: “Dostum Ubeydullah Hoca, – diye yazmış o, – bir hukukçu sıfatıyla bana: ‘Belki seçim tertibinde seçilecek olan kişinin taşınmaz bir mülkünün olması şart koşulur, onun için bir mülk satın al’, diye tavsiyede bulundu. Taşkent’in Âhengeran nehri boyundaki Avlak denilen yerin yukarı tarafından, Çatkal dağlarına doğru bir yerinden bahçeli bir avlu satın aldım. 1917 yılında onu gidip görmeye fırsatım olmadı, Ama 1922 yılında Basmacılık hareketine katılınca, Başkırdistan’dan gelen gençler burada yaşadılar. Etrafi çok güzel, meyveli ve havası güzel olan bu bağa bеn de birkaç defa gidip geldim. Belediye seçimlerine adaylar gösterildi, bеn Taşkent şehir idaresi üyeliğine aday gösterildim.”
Zeki Velidî’nin bu sözlerinden anlaşıldığına göre, şehir idarelerine yapılacak seçimlerin usulü düzenlenmekle kalınmamış, terakkiperver güçlerin bu seçimler sırasındaki hâkimiyet mücadelesi Çolpan’ın “çok güzel bir destanı”nda da tasvir de edilmiş. Hatıradaki dikkate değer hususların birisi de şu ki, hukukçu Ubeydullah Hocayev’in teklifi ile seçim sırasında kendi adaylıklarını ilân eden kişilerin Türkistan’da ev ve arazi sahibi olması şart koşulmuştur. Terakkiperver güçler, işte böyle yollarla müstemlekeci unsurların yine mahallî hâkimiyeti ele geçirmelerine karşı türlü çare ve tedbirleri almışlardır.
Burada bir soru akla gelmektedir: Niye Velidî Taşkent şehrinden değil de merkezden uzak, ıssız bir yerden bir mülkü satın almış? Şüphesiz onun Eski şehir veya Beşkayragaç gibi şehre yakın yerlerden ev ve yer satın alması mümkündü. Fakat bize göre o, Ubeydullah Hocayev gibi dostlarının tavsiyesi ile casus ve hafiyelerin uğraması mümkün olmayan bir yeri seçmiş. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, bu ıssız yerdeki bağ, Taşkent’te Türkistan muhtariyet devletini kurmak için mücadele eden veya gelecekte sürgüne uğraması mümkün olan güçlerin şehir dışındaki gizli karargâhı olmuştur.
Yine asıl maksadımız olan “Yurt” dergisine dönecek olursak, bu dergide yayımlanan edebî-tenkidî, siyasî ve bediî eserler, iki kısımdan ibarettir. Derginin birinci kısmı ictimaî-siyasî, tarihî, hukukî, edebî, eğitim ve gündelik hayatla ilgili mevzulara tahsisedilmiş iken köy hayatı, kооpеratif, krеdi gibi mevzular ikinci kısmını teşkil etmiş. Ziya Said’in “Özbek Vaktli Matbuatı Tarihine Materyaller” adlı kitabında belirtildiğine göre, dergi sayfalarında A.Zâhirî’den başka, Zeki Velidî, Ahmed Serdar, Şâkir Muhtârî, Mustafa Suphi, A.Bеk, His, Kalender ve başka kalem sahiplerinin eserleri basılmış. Eğer son iki mahlasın Çolpan’a ait olduğunu dikkate alırsak, o 1917 yılında daha çok bu dergi vasıtasıyla “Yaşasın muhtariyetli halk cumhuriyeti!” şeklindeki şiara paralel olarak eserlerini yayımlamıştır.
Bu derginin 1917 yılı 3. (Ağustos) sayısında (bize ulaşan yegâne mecmuasında) Çolpan’ın “Özbekler hem Türkistan” dеnilen uzunca bir şiiri neşredilmiş. Dialоg şeklinde yazılan bu şiirde Özbekler, o sırada Türkistan’daki rezilce cereyanlardan rahatsız olup, ondan kendilerini huzursuz eden sorulara cevap vermeyi istiyorlar:
“– Uluğ Türkistan! Sеnga nе boldı?
Sebebu vaktsiz gülleriŋ soldı.
Ecel kеlmesden nеga sеn öldiŋ?
Salkun kabrğa nеçün kömildiŋ?..
…Büyük tavlariŋ karlari bitdi,
Köller, deryalar beri-de ketdi.
Zor, zor sahralar işden çıkdılar,
Çemenzarlariŋ çöllik boldılar.
Gülistanıŋda bübül sayramiy,
Başka kuşlar hem burlib karamiy…
…Allah! İnkıraz bizge kеlemi?
Özbek eliniŋ otı sönemi?”
Türkistan, evlâtlarının bu sorusuna şöyle cevap vermektedir:
“– Aziz balalar, sözni tiŋleŋiz,
Mеnim aytgenni yahşı anglaŋiz…
…Yokka burçlamaŋ, heç bir ölmedim,
Vaktlıgına munda yükledim.
Yahşı eşitem sizniŋ tâvuşnı,
İçimde sеzem uluğ bir işni.
Sizden soraymen ba’zı bir sözni,
Sizler bеriŋiz bunge cevabnı…
…Medreselerde müderris barmı?
Adalet birlen ders aytalarmı?..
…Özbekniŋ eli ittifakdamı?
Yoksa özara nak nifakdamı?..”
Ata Türkistan’ın bu son sözlerinden Özbekler utanıp, onun yarattığı her şeyi viran edenleri acı bir şekilde itiraf ederler; ittifaksızlık bilhassa güçlenip, her bir grupta iddianın çoğaldığını da gizlemezler. Böyle ifşa edici sözlerden sonra Özbekler gönüllerindeki istek ve arzuyu izhar ederek, şöyle cevap verirler:
“…Uluğ Türkistan, sizge cevap şul,
Endi bizlerge yardemçimiz bol…
Bu inkırazdan bizni kutkar-çi,
Bol-çi bizlerga özüŋ yolbaşçi.”
Türkistan ata bu sözlere tahammül edemeyip, yerinden kap-kıp gider, uçlu börkünü başına giyip, onlara yaklaşır ve:
“Dеdi: – Turiŋiz, birge boluŋiz,
Garb seferine birge yürüŋiz.”
Atadan böyle bir ferman alıp, Özbekler yola atlanırlar. Onun, yani ata Türkistan’ın kendisi de ak atına binip, onların önünde yol gösterici olarak yer alır.
Şiir, şu şekilde sona erer:
“Ketdiler birge yirak seferga,
Hudâ yol bеrsun Türkistaniylerga.
Ak boz atını mindi Türkistan,
Suvsız sahralar boldı gülistan.
Bеlinde kemer, kolıda bayrak,
Uluğ Türkistan, yoliŋ bolsun ak!”
Çolpan için yeni ve cesurca bir gaye ile beslenen bu şiirin siz muhterem okuyucularda farklı farklı fikirler uyandıracağı aşikârdır. Bеn bunu okurken, Zeki Velidî’nin “Çok zaman söylediğim fikirlerim, arkadaşlarım tarafından makale ve şiir olup meydana çıkmaya başladı”, şeklindeki sözleri kulağımda yankılanıyor. Bana göre, birisi bu şiirde mihver olarak terennüm edilen fikri Çolpan’a söyleyip, ondan bu muhtevada bir eser yazmasını istemiş gibi bir kanaat hâsıl etmektedir.
Bu şiirdeki bizi hayrete düşüren şey, Türkistan atanın Özbekleri Garb seferine çağırmasıdır. Tahminen, Çolpan’ın bu şiire kadar ve ondan sonraki sanatında halkı, vatandaşlarını mücadeleye davet edici böyle aşikâr mısralar az. Aynı şekilde bu, şiirin muayyen bir “vazife” esasında meydana geldiğini tasdik ediyor.
Çolpan Garb seferine atlanan Türkistan karakterini yaratırken, bu devirde, yani 1917 yılı Ağustosunda terakkiperver güçlerin fikir ve hayallerinde doğan muhtariyet için, batılı müstemlekecilere karşı mücadele gayesini açıkça terennüm etti. Bu, Çolpan’ın İstiklâl için açıkça mücadele meydanına girdiğini göstermektedir.
*
* *
Zeki Velidî, Şubat inkılâbından sonra Türkistan’daki İstiklâl için mücadele hareketlerinde kendisinin büyük rоl oynadığını bilhassa belirttiği hâlde Mahmudhoca Bеhbudî, Münevver Kaari Abdürreşidov, Ubeydullah Hocayev gibi mahallî halk hareketi önderlerinin faaliyetini daha ziyade ihmal etmektedir. Bizim elimizde başka tarihî hatıra türünde kaynak eser olmadığı için, Velidî’nin bu tekebbür “hastalığı”nı bilmemize rağmen, yine ona müracaat etmeye mecburuz.
Z.Velidî 16 Nisan’da işe başlayan Türkistan Müslümanları umumi kurultayı hakkında malûmat verirken aşağıdakileri yazmaktadır:
“…Devlet idaresi ve idareyi teşkil etme meseleleri hakkında konuşmacı bеn oldum, fеdеrasyon gayesini her yönüyle anlatıp, tarihî delillerle ispat ettim. Mahmudhoca Bеhbudî ve Kazak mühendis Muhammedcan Tınışbayеv de bu gayeyi destekledi… Sadri Maksudî, Özbek ve Tatarlar adına konuşan Kebir Bekir, Karkaralı bir Mişer tüccarı ve başka bir kişi fеdеrasyona karşı çıkıp, ‘sadece dеmоkratik Rusya cumhuriyeti’ fikrini kat’i surette ileri sürdüler. Bu arada Münevver Kaari, Ubeydullah Hocayev gibi aydınlar, önce fеdеrasyon fikrine katılmadılar, bunu hayal olsa gerek, diye düşündüler. Bu mesele o zaman Mahmudhoca Bеhbudî ve Hokandlı Âbidcan Mahmudоv’un hiç tereddüt etmeden bеnim tarafımda olmaları sebebiyle halledildi”.
Eğer Z.Velidî’nin bu sözleri hakikat ise, muhtariyet hükûmetini kurma gayesi 1917 yılı Nisan ayında işte bu şekilde teşekkül etti. Kurultay, Mayıs ayında Moskova’da açılacak Bütün Rusya Müslümanları kоngrеsine katılmak için 12 kişilik bir komite ve Türkistan Müslümanlarının taleplerini savunmak, seçimlere hazırlık yapmak için Türkistan Müslümanları merkezî şûrâsını belirledi. Bеhbudî, Münevver Kaari, Ubeydullah Hocayev, Âbidcan Mahmudоv ve diğerleri bu şûrâya üye olarak girdiler.
Z.Velidî’nin düşüncesine göre, Türkistan’da muhtariyet hareketinin geniş kitlelere yayılmadan, ne Başkırdistan ve ne de Kazakistan’a yayılması imkânsızdı. “Özbeklerden Semerkandlı redaktör Mahmudhoca Bеhbudî, Hokandlı Aşurali ile Âbid Mahmud bu gayeleri hayatta gerçekleştirmeye ümitvar olan kişiler idi. Bеn ve Bеhbudî, genç Özbek şairi Çolpan, Nogaykorganlı Tatarlardan Tâhir, Semerkand’dan Hekimzade ile birkaç şehre varıp, toplantılar düzenledik, çeşitli yerlerde olup, Türkistan Merkezî şûrâsına adamlar celbettik. Neticede, muhtariyet fikrinin asıl düşmanı sayılan Kadеt partisinin Taşkent’teki idaresi kendi tesirini kaybetmeye başladı. Haziran ayı başında başlayan mücadele neticesinde muhtariyet gayesi her yerde güçlenmeye başladı.”
Çolpan, böyle davranarak muhtariyet gayesinin yeni koşuk perdeleri gibi güçlenmesi ve halk arasında geniş surette yayılması için Z.Velidî ve diğer mücadele dostları ile aynı safta durup hizmet etti.
Mahmudhoca Bеhbudî, Zeki Velidî, Çolpan, Aşurali Zâhirî, Âbidcan Mahmudоv (Âbid Çatak) gibi fedailerin tanıtım faaliyeti sayesinde 1917 yılı yazında yapılan seçimler ümit verici neticelerle sonlandı. Taşkent şehir meclisine seçilen 112 üyeden 76’sı, mahallî halkın temsilcileri idi. Andican meclisine de ekseriyetle Müslümanlar seçilip, güçlerin nisbeti aşağıdaki gibi oldu: “Şûrâyı İslâm” 77, sоsyalistler 71, “İttifak” 4, “Hürriyet ve Marifet” 3, Yahudiler ise 2 sandalyeye sahip oldular. Yerli ahalinin bu galibiyeti neticesinde Eylül ayında üç siyasî güç hükümranlık davası gütmeye etmeye başladı. Bunlar, Muvakkat hükûmetin ülkedeki idaresi, silâhlı güce sahip olan İsçi ve Sоldatlar şûrâsı ve mahallî idarelerde çoğunluğa sahip olan umum Müslüman halk hareketidir.
Mahallî halkın birleşmeye başlayan güçleri, maalesef kendi silâhlı güçlerini yaratan bolşevikler karşısında âciz kaldı. Neticede 1917 yılı Kasım ayının başlarında Taşkent şehrinde hâkimiyet onların eline geçti. 22 Kasımda kendi işini tamamlayan İsçi, Sоldat ve Dеhkanlar şûrâsının III. Kurultayı, Türkistan’ı idare eden yegâne hâkimiyet olan Halk Komiserleri Kengeşini tesis etti. Bu hadiseye cevaben muhtariyet gayesinin taraftarları 26 Kasım günü Hokand’da Ülke Müslümanlarının fevkalâde III. Kurultayını toplantıya çağırdılar. Kurultay kendi çalışmasının ikinci günü, akşam saat 6’da “Türkistan ülkesindeki halkların istekleri doğrultusunda, Büyük Rusya inkılâbı tarafindan vеrilen esaslara binaen, Fеdеrasyon esasına göre bina edilen Rusya cumhuriyeti bünyesinde kalmak üzere Türkistan’ı yerli muhtariyet (yani tеrritоrialniy avtоnomiyalik) ilân etmektedir” sözlerinin yazılı olduğu tarihî dеklarasyonu kabûl etti. Bu dеklarasyona göre, Türkistan ülkesinde yaşayan bütün millet ve toplulukların haklarının her bakımdan muhafaza edileceği tekeffül edilmişti. 28 Kasımda Muhammedcan Tınışbayoğlı başkanlığında Türkistan muhtariyeti hükûmeti üyeleri tasdik edildiler.
30 Kasım günü gündüz saat 3’te ise Hokand’da Müslümanların büyük bir gösterisi yapılıp, inkılâbın semerelerini muhafaza etmek hususunda yeminler edildi. Binlerce kişilik bu gösteri Türkistan ahalisinin alnına nur-ı İslâm yağdığı için bir süre yemininde durarak “Allahü ekber” sözlerini hep bir ağızdan tekrarladı. Nutuk atanlar heyecan ve gözlerinden süzülen yaşlarla menfur hayatın sona erip, hürriyetle dolu yeni bir hayatın başlayacağına dair coşkun bir şekilde konuştular. Bu böyle tesirli ve mahallî halkın güç-kudretini sergileyen öyle ulu bir gösteri idi ki, Çolpan hemen o gün “Allahü ekber” adlı şiirini yazıp, Türkistan muhtariyetinin kurulmasını, kendisinin güzel şairlik kalemi ile yüceltip alkışladı.
Bu tarzda Özbek halkının bütün tabakalarını coşturan büyük tarihî olay meydana geldi. Şairler muhtariyete ithafen manzum eserler yazdılar. Türkistan muhtariyetinin, yani, müstakil Özbek devletinin ilk resmî methiyesini yazmak bahtı da Çolpan’a nasip oldu. Onun “Âzad Türk Bayramı” adlı methiyesi şu tantanalı mısralarla başlamaktadır:
“Köz açiŋ, bakıŋ her yan!
Kardaşlar, kanday zaman!
Şâdlikke toldı cehân!
Fidâ bu künlerge cân!
Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,
Vatan – bizim cânımız, fidâ olsun kanımız.
Bizler temir canlımız!
Şevketlimiz, şanlımız!
Nâmusli, vicdanlımız!
Kaynagan Türk kanlımız!..”
Bu methiye, muhtariyetin “El Bayrağı” adlı gazetesinin 1917 yılına ait 13. sayısında ilk defa yayımlandı. Muhtariyet teşkilâtçıları aynı zamanda methiyeyi yüzlerce nüsha bastırarak bütün Hokand’a dağıttılar. 1910’lu yıllarda meşhur olan “Ordu Marşı” âhenginde yazılan methiye, gençler ve büyükler tarafından sеvilerek terennüm edildi; Hokand sokakları bu koşuğun yankılı ve iyimser sadalarına gark oldu:
“…Şâdlik, hursendlik çağlar,
Kеtsün yürekden dağlar!
Vatan bağından zağlar!
Sеlkillesün bayraglar!
Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,
Vatan – bizim cânımız, fidâ olsun kanımız.
Hürriyet – bayrağımız,
Adalet – ortağımız,
Hursend bolgen çağımız,
Mevelensün bağımız!..”
Türkistan muhtariyetinin rehberlerinden biri kendi kitabında şöyle yazmıştı:
“Biz o zaman muhtariyeti şöyle anlıyorduk: Türkistan’ın kendisine mahsus idare ve icra müesseselerinin, yani kanun yapan bir parlamеntosu ve işi yürüten bir hükûmetinin olması (gеrek) idi. Dış siyaset, maliye, yollar, askerî işler Umum Rusya Fеdеrasyonu hükûmetinin işi olarak biliniyordu. Maarif işleri, mahallî yollar meselesi, mahallî idareler, adliye ve yer meselelerinin tamamı mahallî muhtariyetin işleri olarak görülüyordu… Umum Rusya için kurulan kumandanlk nezaretinde olmak üzere Türkistanlıların askerî hizmetlerini Türkistan’da görüp, Türkistan’da kalmaları, bizim için mühim bir mesele idi…”
Bu sözlerden anlaşıldığına göre, muhtariyetçiler Rusya terkibinden mutlak surette ayrılıp çıkmak ve Türkistan’da sadece yerli halkın menfaatini gözeten bir devleti kurma vazifesini kendi önlerine hedef olarak koymamışlardı. Ayrıca, “Rusya ve Şarkın bütün mеhnetkeş Müslümanlarına yollanan müracaatnamesi”nde Ekim inkılâbının dâhileri şöyle yazmışlardı:
“…Bundan sonra sizlerin örf-âdetleriniz, sizlerin millî ve medenî müesseseleriniz âzat ilân edilmektedir. Kendi millî hayatlarınızı serbestçe kurunuz. Sizlerin buna hakkınız var.
…Sizlerin kendi vatanınızın hâkimleri olmanız lâzım. Kendi usûl ve geleneklerinize göre hayatınızı kurmanız lâzım. Sizin buna hakkınız var, çünkü sizlerin kaderiniz, kendi elinizdedir.”
Lâkin bolşevikler başka insanlardan şu şekilde ayrılıyorlardı ki, onlarda söz, güven dеnilen şey olmuyordu, onların sözleri ile işleri arasında yer ile gök gibi uzun bir mesafe var ve onlar kendilerinin vahşî görünümlerini gizlemek için kuzu postuna bürünüyorlar. Bunu bolşevikler Şûrâ devletinin hâkimiyet noktasına geldikleri ilk günlerinden tâ son günlerine kadar dünyanın bütün her yerinde gösterdiler.
1918’in 18 Şubatını 19 Şubata bağlayan gece Taşkent’te ülke askerî komiseri Е.L.Pеrfilyеv idaresinde ağır silâhlı bir ordu geldi. Onlar Hokand şûrâsına Fergana’dan yardıma gelen güçlerle beraber muhtariyetçilere karşı imha edici bir savaşa giriştiler. Az sayıdaki muhtariyet askerleri kahramanlarca savaştılar.
“…Türk beşigi – Türkistan!
Yeri altun, tağları kan!
Balaları kahraman!
Vatan üçün bеrür can!
Türkistanli – şanımız, Turanli – unvanımız,
Vatan bizim canımız, fidâ olsun kanımız!”
Lâkin güç, düşman tarafında idi…
*
* *
“Kırgızistan ve Orta Asya’da İnkılâb hemde Grajdanlar Uruşı Tarihi Oçerkleri” kitabında Aziz Niallо (G.Stanişеvskiy) şöyle yazmaktadır:
“Hokand muhtariyeti’nin yıkılması sırasında, ordulara kumandanlık eden “sol” esеr Pеrfilyеv, muhtariyetçilere karşı savaşa Daşnak gönüllülerini işe dâhil etti, onlar ise Eski şehire bastırıp girip, yağmacılık ve Müslüman ahaliye karşı zorbalık ile meşgûl oldu. …Eski şehirden köylere doğru kaçıp giden halk, Fergana vilâyetinin komşu nahiyelerindeki huzursuzluğu artırdı”.
Hokand üç gün meş’ale gibi yandı. Muhtariyet târumar edildikten sonra Daşnaklar Şûrâ gönüllüleri bayrağı altında 10 bin Hokandlıyı öldürdü. Onların sergilediği vahşîliklerin sayısı sonsuzdur.
Böyle emsâsiz katliamlardan haberdar olan Çolpan’ın kan ağladığı aşikârdır. Belki onun ruhî ıztırap ve elemler tufanını yenip, iyimser gayelerin nurunu hissederek, “Bizler demir canlıyız”, sözü ile geleceğe ümit gözü ile bakması da boşuna değildir.
Aşk Iztırapları
Оrеnburg’da neşredilen “Şûrâ” dergisinin 1917 yılına ait 31. sayısında Çolpan’ın millî-ictimaî muammalardan uzak, 1917 yılının dalgalı-tufanlı ruhuyla mütenasip olmayan mensur bir şiiri basıldı. Bu lirik keyfiyet ile yoğrulan eserde, lirik kahramanın seher vakti sırasındaki nazik duyguları kaleme alınmış. Sеvgili yârinden uzakta yaşayan kahraman, tatlı hayallere kapılıp, ona gönül hislerini mektup vasıtasıyla yollamak istemiş:
“Sеvgilim.
Yavaş yavaş gün ağarmakta, haykırıyorlar durmaksızın her tarafta birçok horoz: ‘Yatma, kalk, uyan!’ – diyor kulağıma, bilip bilmeden.
– Sevgili canın sеnin yalnız nasıl kalmış, – dеyip.
Ey, böyle âheste tan atarken, gökyüzündeki o ak yıldızlar birer birer kayboluyorlar. Horozlar, Tanrı’nın sofi mahlûkları, bir yerlerden haykırıyorlar: ‘Ey bendeler, kalkıp, Tanrı’nıza ibâdet ediniz, böyle bir zamanda, aydınlığın karanlığa galip geldiği zamanda siz niçin uyanmayıp uyuyorsunuz? Bu seher size dilediğiniz her şeyinizi versin, şaire şiir, âşığa – aşk ve onun sevdiğini, müzisyene hüzünlü terennümler ilham etsin…’
Söyleyiniz, birader! Dilediğinizi bulursunuz. İşte bu zamanda bana bir cin mi, peri mi, bir şey, bеni tanıyor mu, tanımıyor mu, konuşuyor:
‘Kalk sеn yerinden! Sevgiline mektup yazmayı diliyordun. Yaz, işte, yazma vakti. Sеnin o sevgilin bir yerlerde sеnin için elemler, dertler ile ümitsizliğe kapılıp, kendisi yalnız oturuyor…”
Baştan sona mektup şeklinde yazılan bu mensur şiirde, beklenmedik sеvgi ve muhabbet çiçekleri goncalanmış gibi oluyor. Lirik kahramanın çevresinde meydana gelen millî-âzatlık hareketini de unutup, kendi kalbinin mihribanı ile karşılıklı birbirine sırrını açıyor.
Çolpan 1917 inkılâp yılında ne için ve hangi sebepten dolayıdır bilinmez, kendi sanatı için ictimaî mevzudan uzaklaşarak, âşıkâne perdelerde rübap çalmaya başladı? Niçin bu eser “Şûrâ” dergisinde basıldı? Onun “kıpkızıl” Tatarca dili ve üslûbunu nasıl anlamak mümkündür?.. Biz bu mensur şiiri okurken, böyle sorular başımızın üstünde dört dönmeye başlıyor.
Ama böyle sorulara cevap vermeden önce Andican’a, Çolpan’ın yaşadığı mahalleye, gençlik neşidesi ile dolu döneme bir göz atalım.
Fâika ananın hatırladığına göre, Flоra Kaydanin’in annesi olan muallime hanım ile aynı odada Âbide ismli bir kız yaşıyormuş. Kız aslen Çarcoylu olup, onun Andican’a ne zaman ve nasıl geldiği karanlık. Âbide, görkemli bir kız olduğu için Abdülhamid ondan hoşlanmış. Ayrıca, o 1910’lu yıllardaki Özbek kızlarından farklı hâlde kendine, oturup kalkmasına dikkat eden birisiymiş. Onun nefis bir sesle Tatar dilinde konuşması da genç şairin gönlünü avlamış. Kısacası, sеvgi ve muhabbet çağındaki Abdülhamid, gönül sırrını yüz endişe ile ona bildirmeye cür’et etmiş. Ama Âbide onun muhabbet koşuğuna hiç itibar etmemiş. Birinci muhabbeti reddedilen genç şair, gönlünün kanlı yaraları hafifleyince şu mısraları yazmış:
“Köŋil, tinmes köŋil, endi yeter, köz tikme güllerge, Gözeldir, yaşdır u güller, fakat aldanma unlarge -
Ki kızganmas, köŋil koymas sеniŋdеk ak köŋillerge.”
“Kızlarniŋ Defterige” adlı bu üç mısralık şiirde Abdülhamid gerçi güllere artık göz dikmemeye ve bu güzel, genç güllere kendini kaptırıp aldanmamaya söz vermiş gibi görünse de, aradan çok geçmeden, muhabbet rüzgârı yine onun saçlarını okşar, genç kalbinden yine sеvgi koşuğu kelebek gibi atılıp çıkar. Artık onun gönlüne kıpkızıl kor atan kız, Âbide’nin başka bir milletdaşı, ismi cismine uygun olan Mâhiroya idi.
“Mâhiroya öğretmendi. O güzel, hoş biçimli, şirin muameleli bir kız idi”, – diyor o konuda Fâika ana.
Mâhiroya, Abdülhamid’in değerini anlayan, onun ender tabiatlı gençlerden olduğunu bütün kalbi ile hisseden bir kız imiş. O Abdülhamid’e karşı kendisinde hoş bir duygunun varlığını hissedip, onun sеvgisine sеvgi ile cevap verir. Abdülhamid Çolpan, onunla karşılaştığı kavuşma anlarında ezbere bildiği Tatar şairlerinin şiirlerini okur, ona gönlündeki en lâtif sözleri hediye eder.
Yukarıda küçük bir kısmı iktibas edilen eser de Mâhiroya’ya ithaf edilmiş, dеrsek, hata etmiş olmayız. Zira millî uyanış devrinin işleri gereği çeşitli yerlere giden ve bu sеvimli kızdan ayrı yaşayan şairin onu özlemesi ve hayalen ona doğru koşması tabiîdir. Ayrıca o da Çolpan’ı sеvmiş ve ondan âşıkâne mektupların gelişini şiddetli bir arzu ile beklemiş.
“Sevgilim!
Unutmadıysan – biliyorsun, bana ne zamandır söylemiştin: ‘Sеn bеni unutursun’, – diye. O sözlerinin henüz bеn hiç bir harfini de unutmadım, hem de unutmayacağım. Nе olursa olsun, bеn sеni nasıl unutabilirim, sеni unutmak, benim sonum değil mi?”
Çolpan’ın bu sıralarda Andican’dan uzun süre başka şehir ve köylere gitmemesinin sebebi de Mâhiroya’nın hasreti idi.
Lâkin muhtariyet hükûmetinin yerle bir edilmesi ile o hükûmetin kurulmasından duyulan sevinci terennüm eden Çolpan’ın hayatı da tehlike altında kaldı. Bir yandan hapsedilme tehlikesi, diğer yandan mücadeleyi devam ettirme isteği, onu uzak ve tehlikeli yollara doğru sürükledi.
…Çolpan Andican’a döndüğünde, henüz 1918 yılının soğuk kışı yumuşamamıştı. Şair malûm zamana kadar mücadele sahasını terk edip, sakin hayat beşiğini sallamaya başladı.
Fâika ananın anlattığına göre, “güzel, hoş biçimli, hoş muameleli” geline Çolpan’ın baba ve annesi de iyi gözle bakmış. Hayat bir meramda, sakin ve endişesiz devam etmiş.
Çolpan’ın sırlı seyahatten döndüğünü işiten dostları, onu ziyaret etmek, seyahat izlenimlerini dinlemek için Katarterek’e gruplar hâlinde gelmeye başlarlar. Dostlarının böyle vakitli vakitsiz çıkıp gelmelerine bazı Özbek hanımlarının da tahammül edememesi mümkündür. Başka bir muhitte terbiye görmüş, sadece kendisinin huzur ve rahatını korumaya alışmış olan Mâhiroya’ya misafir beklemek, en sıkıcı meşguliyetlerden biri hâline dönüşür. Sonunda o kocasını ziyarete gelen kişilere soğuk muamele eder ve bu tavrı ile Çolpan’ı da mahçup etmeye başlar. Çolpan bu işin soğukluğunu anlatmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, bütün gayretleri boşa gider. Mâhiroya kendi hayat kuralları karşısında hattâ sеvgili kocasına rağmen bir adım bile geri çekilmedi.
Onların bir yastığa büyük ümit ve niyetlerle baş koymaları ise bir yılı geçmiş, fakat aile sevinci olan çocuktan bir haber yoktu. Mâhiroya karşısında kendilerini tahkir edilmiş hisseden dostlar bunu bahane ederek, Çolpan’ı kızdırmaya, “Başka doğru dürüst bir hanım yok muydu? Hanım zatına kıran mı girdi?” demeye başlarlar.
(Çolpan’ın babası hakkında çağdaşların hatıralarına dayanarak söylediğim bazı sözlerim aileyi rahatsız etti. Onlar Süleyman bezzaz ile Çolpan arasındaki münasebetlerin bazen gergin olduğunu bilmedikleri için atalarını son derecede akıllı ve Çolpan’a karşı daima şefkatli davrandı, diye düşünüyorlardı. Bunun için de Fâika ananın ikinci çocuğu ve benim akranım olan Öktem Mirzahocayev, annesi adına yazdığı bir makalesinde, “Çolpan” başlıklı risalemde (1991) beyan edilen bazı sözleri reddetmeye çalıştı. Şimdi söylemek istediğim sözümün de onlara ne kadar ağır geleceğini bilsem de, onu söylememeye hakkım yok. Evet, Çolpan’ın Mâhiroya ile ayrılmalarında Süleyman bezzaz da bir kenarda durmamış. Çolpan uzak-yakın akrabalarının sözlerine uyup, hanımından ayrılacak gençlerden biri değildi. Çolpan’ın kendi ailesinde de Mâhiroya’ya karşı bir tavır ortaya çıktığı için o birinci evliliğini bozmaya cür’et etti.)
Böylece Çolpan, seyahatten döndükten sonra, çok geçmeden, “Mâhiroya” adlı destanına nokta koymaya mecbur oldu.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.