Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Celaleddin Menguberdi»

Yazı tipi:

CELALEDDİN MENGUBERDİ

film senaryosu

SAHNE-1

Kükreyerek akan nehir, kucağına ne düşerse yutuverecekmiş gibi hiddetli. Nehir kendini uçuruma vuruyor, dönerek, çevrilerek, köpüre köpüre akıyor.

Gözümüz uçurumun tepesine doğru yükselmeye başlar. Uçurumun beline gelince tepeden vuruşma, inleme ve dövüşme sesleri gelir. Uçurum boyunca yukarı yükseldikçe sesler de artar. Gürültülü ses, kılıç şakırtısına ve cengâver naralarına dönüşür. Gözümüz uçurumun tepesine ulaştığında, meydanda birbiriyle amansız bir savaşa girişen askerleri görürüz.

Harzemşahlar ordusu Moğollarla savaşmaktadır.

Güçlünün güçsüzü, mahirin maharetsizi, dayanıklının dayanıksızı kırdığı bir savaş.

Kalabalık Moğol ordusu, Celaleddin’in bir avuç kalan ordusunu nehre doğru sıkıştırıyor.

SAHNE-2
Aynı Yer

Moğollar Celaleddin’in askerlerini uçuruma doğru sıkıştırmaya devam etmektedir. Celaleddin’in az sayıdaki askeri Moğollara karşı bu acımasız savaşta birbiri ardına ölür.

Savaş meydanın kenarındaki tepelikte Cengiz Han âyanları ile savaşın gidişatını takip etmektedir. Hepsinin yüzünde muzafferane bir ifade.

Celaleddin ile has nökerleri, annesini, karısı Aybike’yi, iki kızını ve diğer kadınları koruyarak üstlerine gelen Moğollara karşı mertçe savaşarak yavaş yavaş uçuruma doğru çekilmektedir.

Yaklaşmakta olan Moğolların ardının arkasının kesilmediğini fark eden Celaleddin, atından inerek annesi, karısı ve çocuklarına doğru yürür. Annesiyle yüz yüze gelir.

Anne oğul hiç konuşmadan birbirlerine bakarlar. İkisinin de bakışlarında aynı ifade! Bu ifade, bir vedalaşma ifadesidir.

Aynı Yer
Uçurum

Ayçiçek’in gövdesi uçurumdan aşağıya doğru düşmeye başlar.

O aşağıya doğru düşerken uçurumun tepesinde Celaleddin görünür. Çağlayarak akan nehre düşen annesine çaresizlik, ıstırap ve acının yansıdığı gözleri şaşkınlık ve yaş içinde baka kalır. Sonra, uçurumdan eğilerek sanki annesini kurtaracakmış gibi elini uzatır.

Celaleddin: – Anneciğim!

Ayçiçek düşerken, kendisine elini uzatan oğluna bakar. Oğlunun, suçluymuş gibi kendisine bakan yaşlı gözlerini görür.

O an saniyeler içinde oğluna bakarak gülümser.

Onların gözleri bir an için buluşur. Celaleddin, gülümseyerek kudurmuş nehrin ağzına düşmekte olan annesine çaresiz, şaşkın ve umutsuz halde bakar.

Ayçiçek’in vücudu gittikçe nehrin kucağına doğru yaklaşır, kükreyen dalgaların pençesine düşer ve her tarafa sular sıçrar. Acımasız pençeler gibi açılan dalgalar annesinin vücudunu yutmaya başlar. Ayçiçek, suya batarken kendisine bakan Celaleddin’den gözlerini ayırmaz. O sırada Celaleddin’in yanında Aybike ve diğer kadınlar belirir. Onlar da Ayçiçek’in olduğu tarafa korku içinde, dehşete düşmüş, çaresiz ve donuk bakışlarla bakarlar. Su Ayçiçek’in vücudunu tamamen yutuverir. Su, önce kendisine bakanları, sonra da uçurumu bir perde gibi kapatır ve artık kimse görünmez olur. Etraf yavaş yavaş kararır.

(Ekranın Ortasındaki Yazı: Celaleddin Menguberdi)

SAHNE-3

(Tablo: Grafik yoluyla özel olarak tasarlanmış Harzemşahlar İmparatorluğu’nun başkenti Gürgenç’in o dönemdeki görüntüsü. Günümüzdeki görüntüsü değil. Moğollar, imparatorluğun başkenti Gürgenç’i harabe haline getirmişlerdir. Eski hali, günümüzdeki Gürgenç’in on misli kadar daha büyüktür. Onun o dönemdeki ihtişamı ve şatafatı Eski Roma, Konstantinopolis, İskenderiye, Kahire ve Pekin’den az değildir. Bazı kayıtlara göre, o dönemde şehrin nüfusu 2 milyon civarındaydı)

Güneş şafakta kızararak belirmekte.

Tasvirde şehrin tam ortasından geçen Ceyhun nehri.

Nehirde yüzen küçük kayıklar, sallar.

Kayık ve sallarıyla geçimlerini sağlamaya çalışan sıradan insanlarla birlikte şehir muhafızları ve askerler.

Şehrin surlarını, yolları koruyan ve düzene sokan askerler.

Dervişin Sesi: – O dönemde Harzemşahlar İmparatorluğu’nun başkenti Gürgenç dünyanın en büyük şehirlerinden biriydi. Yüksek taç kapılı yapılar, binalar, yarım çember biçiminde kemerli evler, kale ve hisarlar, insanları hayran bırakan pazar yerleri, şehrin dört kapısından içeri giren ve ucu bucağı görünmeyen kervanlar, bir asırlık Harzemşahlar İmparatorluğu’nun ihtişamını sergilemekteydi. Şehri her sabah, imparatorluğa tabi olan memleketlerden emanet olarak getirilen yirmi yedi şehzade altın davul çalarak uyandırır, saltanat bununla kendi vatandaşlarına ve misafirlere gücünü gösterirdi.

(Görüntüde, 27 şehzade 27 altın davul çalmaktadır.)

Şehir, davul sesleriyle uyanmaya başlar. Altın çemberli davulların sesleri eşliğinde şehrin kapısından türlü türlü din ve milletten insanlar ve elçiler içeri girer. Nağara sesleriyle pazarlar kalabalıklaşır, sokaklar tıklım tıklım insanla dolar taşar. Sultanın sarayını, sarayın duvarlarını sayısız asker ve muhafız korumaktadır.

Tam o sırada yeni doğan bir bebeğin ağlaması, nağara seslerini bastırır ve sarayın her tarafına yayılır.

Dervişin Sesi: – …O, benim sultanım, bahadırım, pehlivanım, mücadele arkadaşım, Moğol’a karşı çekilen kılıcım ve son ümidimdi. O, kendi kısmetiyle dünyanın en muhteşem saltanatının yükselişi ve çökmesini birleştirebilmiş eşsiz bir simaydı… Celaleddin doğduğunda dedesi Sultan Tekeş herkesten çok sevinmişti…

SAHNE-4
Sultan Tekeş’in Sarayı

Ayçiçek, önünde saygıyla eğilerek elindeki bebeği

Tekeş’e verir. Tekeş bebeği eline alır.

25-30 yaşlarındaki Alaeddin Muhammed, Ayçiçek, ebeler ve Türkan Hatun da oradadır.

Tekeş: – Bu oğlanın adını Celaleddin koyalım! O tahtın veliahdı, Harzemşahların varisi olacak.

Tekeş, çocuğu havaya kaldırır ve bebeğe kendi arzularını gerçekleştirecekmiş gibi gülümseyerek bakar.

Tekeş’in sözlerini işiten Türkan Hatun’un yüz ifadesi değişir.

Dervişin Sesi: – Sultan Tekeş’in bu kararı, sarayda kendi sözünü geçirmeye çalışan, Alaeddin Atsız döneminden bu yana gayri resmi olarak saltanatın ikinci hükümdarı olarak görülen Melike Türkan Hatun’un hoşuna gitmedi. O veliahdın kendi boyundan olan bir melikeden doğması gerektiğini düşünüyordu.

SAHNE-5
Eski Okul

(Hivekî’nin konuşması, bir kısmı hareketli tasvirlerle, mesela, dersliğin içinde bulunan, o döneme özgü görsel araçlar, Harezm Ma’mun Akademisi’ne özgü yerküresi, matematik formülleri, astronomiyle ilgili araç gereçler, kısacası, o dönemin en gelişmiş bilim merkezi olduğunu gösteren bir ortamda sunulur.)

Hivekî, Celaleddin ile diğer şehzadelere ders vermektedir.

Şehzadeler arasında genç Celaleddin de var. O, hocasının sözlerini dikkatle dinlemektedir.

Hivekî: – …Yaradan, insana akıl verdi, batıni nur verdi ve onu bütün varlıklardan üstün kıldı. Onun üstünlüğü irfanındadır. Bilgi cesarettir, kim bilgili ise cesurdur. Sadece bilgi insana adalet, güç ve kuvvet verebilir. Mertlik ve cesaret insanı yükselten en yüce erdemlerdir.

Dervişin Sesi: – Benim sultanım Celaleddin’e, Firuz ve Hivekî gibi döneminin en büyük bilginleri, maneviyat eğitimi verdi. Onların verdiği eğitim, ömrü boyunca Celaleddin’nin yol göstericisi oldu. Ama benim sultanım saraylara sığmayan bir yürekle doğmuştu, içindeki fevkalade cesaret onu fokur fokur kaynayan hayata doğru itiyordu. Bu nedenle, çoğu kez saraydan kaçarak, dışarıdaki çocuklarla oynardı.

SAHNE-6
Gürgenç Saray Duvarının Dışı

Farklı yaşlardaki çocuklar, sığırın ayak bileğinin kemiklerini dizmiş, on beş adım uzaklıktan ellerindeki büyükçe aşık kemikleriyle vurarak devirmeye çalışıyor. Bir grup çocuk da onları izlemekte. Bu çocukların sıradan ailelerin çocukları oldukları üst başlarından bellidir. Çocukların arasında güzel giysileri olan Celaleddin de vardır.

Tombul bir çocuk, kemiklerden ileriye on beş adım sayar ve o mesafede durur.

Tombul Çocuk: – Şimdi bu mesafeden vuracağız.

Diğer çocuklar bu mesafeye itiraz eder.

Şahabeddin: – Ata Murat! Mesafeyi çok uzattın! Kimsenin aşığı oraya kadar ulaşmaz.

Ata Murat: (Hükmedercesine) – Bu mesafeden sadece gerçek nişancılar hedefi vurabilir. Kendisine güvenmeyenler ve sinirleri sağlam olmayanlar kenara çekilsin!

Ata Murat’ın sözünü çocuklara geçirebilen biri olduğu anlaşılır.

Şahabettin, hayvan kemiklerini devirmek için elindeki aşığı atar.

Aşık, sadece bir tek kemiği devirir.

Oyunu seyreden çocuklar onunla alay eder.

Ata Murat, dört kemiği devirir.

Oyunu izleyen çocuklar onu alkışlar. Ata Murat kenara çekilir ve diğer çocuklara “Haydi, halinizi bir görelim bakalım!” der gibi böbürlenerek bakar.

Bir sonraki çocuk iki kemik devirebilir.

Daha sonraki ise hiç kemik deviremez.

Sarayın kapısından girmekte olan Hivekî, çocukların arasındaki Celaleddin’i görünce buna anlam veremez fakat çocukları izlemekten de kendini alamaz.

Tam o sırada, Türkan Hatun halayıklarıyla saray duvarından sarayın diğer kanadına geçmektedir.

Türkan Hatun’un gözü, aşağıda üstleri başları kir pas içindeki çocuklarla oynayan Celaleddin’e takılır. Durur ve yüzünü buruşturarak onu izlemeye başlar.

Türkan Hatun’un arkasındaki halayık da Celaleddin’i görür.

Halayık: – Şehzadenin tebaanın çocuklarıyla böyle oyun oynamasına sık sık şahit oluyorum. Lalasını kandırarak sürekli sokağa kaçıyormuş.

Türkan Hatun: (Öfkeyle) – Anası kara halktan ya bunun! Kan çekiyordur!

Halayık: – Lalasına nasıl bir ceza buyurursunuz cihan melikesi.

Türkan Hatun, Celaleddin’i izlemeye devam eder.

Türkan Hatun: – Uzluğşah’ın veliaht olmasına yardım ettiği için lalasını cezalandırmak yerine, ödüllendirmek lazım.

Bu sözleri söyleyip yolunda devam eder. Halayık, onun söylediklerinden hiç bir şey anlamadan şaşkınlıkla bir Celaleddin’e, bir de uzaklaşan melikeye bakakalır. Sonra koşar adımlarla Türkan Hatun’un peşinden gider.

Ata Murat elindeki bir avuç dolusu aşığı oyunu izlemekte olan Celaleddin’e verir.

Ata Murat: (Alaycı bir şekilde) – Buyurun şehzade hazretleri! Bugün de maharetinizi gösterin bakalım…

Celaleddin tereddüt ederek önce aşığa sonra da mesafeye bakar.

Ata Murat: (Aynı ses tonuyla) – Ne o, aşığımız soğuk muymuş yoksa? Af buyurun şehzade hazretleri… Hemen ısıtırım ben onları. Elinizi sıcak sudan soğuk suya sokmadığınız aklımdan çıkmış.

Bu sözleri söyledikten sonra, elindeki aşıkları koynuna sokar, sultanzâdeye haddini bildirmiş olmanın hazzıyla Celaleddin’e alaycı alaycı bakar. Sonra aşıkları koynundan çıkarır ve Celaleddin’e uzatır.

Ata Murat: – Buyurun sıcacık oldu… Rahatça atabilirsiniz artık, elleriniz de üşümez.

Ata Murat’ın söyledikleri çocukların hoşuna gider ve kıkırdayarak gülerler.

Celaleddin mesafeye bakarak Ata Murat’ın elinden aşıkları alır.

Herkes merakla onu izlemeye koyulur.

1. Çocuk: – Hayır, vuramaz, mesafe çok uzak.

2. Çocuk: – Dün hepsini devirmişti ama.

1. Çocuk: – O zaman mesafe yedi adımdı, şimdi on beş adım. Kesin ıskalayacak.

Celaleddin, bir gözünü kısarak kemiklere nişan alır. Ata Murat, onun bu halini yanındaki çocuklara göstererek onunla dalga geçer.

Celaleddin’in attığı aşık iki kemiği birden devirir.

Çocuklar heyecanla bağrışır.

Sonraki aşık ise bir kemiği devirir. Elindeki beş aşığın hepsi hedefi vurur ve toplam altı tane kemiği devirir. Ata Murat’ın yüz ifadesi bir anda ciddileşir. “Vuramaz!” diyen çocuk şaşkınlık içinde Celaleddin’e bakar. Onları izlemekte olan Hivekî de gülümser ve sarayın içine doğru ilerler.

Çocuklar Celaleddin’i alkışlayarak onun etrafını sarar.

Bir Çocuk: – Bugün de Celaleddin kazandı.

Çocuklar sevinçle onu alkışlamaya başlar.

Ata Murat: – Tamam tamam! Aşık oyununun galibi Celaleddin! Ama daha güreş ve mızrak atma var. Bunları kim kazanırsa, oyunun mutlak galibi o olur.

Diğer iki oyunu da Ata Murat kazanır. Hem güreşte hem de mızrak atmada Celaleddin’i yener. Ata Murat, zayıf yapılı Celaleddin’i güreşte birkaç defa kaldırıp yere vurur. Sonra Celaleddin ile Ata Murat tahta kılıçla “kılıçta ustalık” yarışına girerler.

Celaleddin ile Ata Murat tıpkı büyüklerin savaştığı gibi dövüşüp, birbirini kovalayıp kaçarken şehrin dar sokaklarına girerler. Diğer çocuklar kalenin yanında kalır. Sadece Şahabeddin ikisinin peşinden koşar. İkisi oyunun heyecanıyla epey uzağa gitmiştir.

Onların “savaş” oyunu oynadıkları yoldan mavi hırkalı, başına sarık sarmış aksakallı bir ihtiyar geçmektedir. Arkasından kendisiyle aynı elbiseyi giymiş, farklı yaşlarda on kadar öğrenci sırayla geliyordu. Celaleddin onları görünce bulunduğu yerde kalakalır. Ata Murat ise, Celaleddin’i köşe başında beklemeye başlar. İhtiyar, yol kenarında elinde tahta kılıçla kendilerine hayretle bakan çocuğu görünce durur ve çocuğa bakmaya başlar. İkisi göz göze gelirler.

İhtiyar, çocuğun elindeki tahta kılıca bakar ve onunla konuşmaya başlar

İhtiyar: (Hafif şaka yollu) – Yolumuza kılıçla çıktın, bizi düşman mı belledin evlat!

Bunu duyan Celaleddin kılıcını hemen arkasına gizler.

Celaleddin: – Efendim, hocam bahadırın kılıcı hiçbir zaman halka karşı kalkmaz, sadece vatan müdafaası için kalkar demişti.

Çocuğun cesurca ve kendinden emin sözleri ihtiyarı çok etkiler.

İhtiyar: – Hocanın ismini bağışlar mısın evlat!

Celaleddin: – Muhammed Hivekî Hazretleri!

İhtiyar, Celaleddin’e hayran kalır.

Sonra arkasındaki öğrencilerine bakar.

İhtiyar: – Bu gencin sözleri demin tartıştığımız, “vatanı sevmek imandandır” sözünün küçük bir ispatıdır. Hivekî hazretlerinin öğrencisiymiş. Yurdumuzda bir iman muhafızı daha yetişiyor…

İhtiyar, Celaleddin’e dönünce, onun kendisine kararlılıkla bakan gözlerini görür. Hırkasının cebinden bir şey çıkarır ve Celaleddin’in boynuna asar.

İhtiyar: – Her zaman söylediğin bu söze uygun davran evladım! Elindeki kılıç da iman koruyucusu olsun! Hocana benden selam söyle!

Yaşlı adam Celaleddin’in omzuna hafifçe dokunur ve yolunda devam eder. Celaleddin onların arkasından bakar.

Celaleddin: – Kim selam söyledi diyeyim efendim?

Arka tarafta duran gençlerden biri Celaleddin’e bakar ve onu azarlar gibi konuşur.

Genç: – Şeyh Necmeddin Kübra’yı tanımıyor musun?

Genç, şaşırmış bir şekilde Celaleddin’e bakarak yola devam eder. Celaleddin onların arkasından bakakalır. Sonra boynuna asılan şeyin ne olduğuna bakmak için onu çıkarır. İhtiyarın boynuna astığı şey, üzerinde ateşte yanan ejder başlı kuş figürü bulunan bir muskadır. Muskayı güneşe tutunca, ateşin içindeki kuşun alev alev yanıyormuş gibi göründüğünü fark eder. Muskayı tekrar boynuna astıktan sonra, Ata Murat’ın bulunduğu yere doğru koşar.

SAHNE-7
Sarayın Önü

Oyuna katılan çocuklar bir araya toplanmıştır.

Şahabeddin heyecanla onlara bir şeyler anlatmaktadır.

Şahabeddin: – Bugünkü yarışmanın galibi Ata Murat!

Çocuklar büyük bir gürültüyle alkışlar.

Ata Murat, Celaleddin’in önüne gelir, tıpkı büyüklerin yaptığı gibi eğilerek ona selam verir.

Ata Murat: – Günahkâr kulunuzu lütfen bağışlayın şehzade. Bilmeden galip geldim!

Onun böyle Celaleddin’le dalga geçer gibi konuşması diğer çocukları güldürür.

Celaleddin, Ata Murat’ın elini sıkar.

Celaleddin: – Helal olsun sana Ata Murat! Bana daha çok çalışmam gerektiğini gösterdin…

Celaleddin’in bu sözü Ata Murat’ın hoşuna gider ve yüzünde bir tebessüm belirir. Sonra ikisi birbirine sarılırlar.

Ata Murat: – Söyle bakalım, benimle kale duvarına tırmanmaya var mısın?

Celaleddin kale duvarına bakar ve oradaki muhafızı görür. Bir an tereddüt eder.

Tam o sırada, altı yaşlarındaki bir kız çocuğu soluk soluğa koşarak yanlarına gelir.

Kız: – Ağabey, annem hemen gelmeni istiyor.

Ata Murat: – Gelemem, biz oyun oynuyoruz!

Kız: – Askerler babamı götürdü. Annem seni çağırıyor.

Ata Murat: – Askerler mi? Neden?

Kız: – Bilmiyorum. Ellerini bağlayıp götürdüler…

Ata Murat bir kıza, bir çocuklara sonra da Celaleddin’e bakar. Elindeki aşıkları yere atarak kızla beraber dar sokaklara doğru koşmaya başlar. Sonra bir anda durur, koşarak geri döner yerden aşıkları alır ve tekrar kızın arkasından koşar.

Celaleddin onların arkasından bakakalır.

SAHNE-8
Talim Meydanı

Timur Melik, Celaleddin’e ata binmeyi öğretmektedir. Önce seyis Celaleddin’i ata bindirerek atı dizginlerinden tutarak yürütür. Daha sonra Timur Melik atın dizginlerini tutarak atı koşturmaya başlar.

Celaleddin tek başına ata binmekte, Timur Melik de onu izlemektedir. Arada bir atı durdurarak, Celaleddin’e dizgini nasıl tutacağını, üzengiye nasıl basacağını ve at sürerken ayaklarını nasıl kullanacağını gösterir.

Celaleddin, artık tek başına at sürmenin inceliklerini öğrenmiştir.

Timur Melik bu defa Celaleddin’e tahta kılıçla kılıç kullanmayı öğretmektedir. Celaleddin kılıç tutmayı çok iyi bilmediğinden arada kılıcı elinden düşürür. Timur Melik, ona kılıç tutmasını, kılıç sallamayı ve kılıç darbelerinden kendini korumayı öğretir.

SAHNE-9
Bozkırdaki Kale

Kalede bir gözü siyah bir bezle bağlı, eşkıya kılıklı bir adam Ata Murat’a savaş talimi yaptırmaktadır.

Kale duvarında oturan Bedreddin ise onları izlemektedir.

Bedreddin’in yanına uzun sakalları olan bir adam gelir. O da talim yapanları izlemeye başlar.

Ata Murat, tek gözlüye hışımla saldırarak öfkeyle kılıç sallar. Eşkıya kendini hızla kenara atınca, Ata Murat kendi hamlesinin etkisiyle dengesini kaybeder ve yere yığılır.

Adam: – Genç çok hırslı olduğu için hamleleri isabetli olmuyor.

Bedreddin: – Kurda zincir vurursan çok daha vahşi olur. Nefret de zincire benzer. O da yakın zamanda bize çok gerekli olacak!

Adam: – Bu genci ne için hazırlıyoruz?

Bedreddin: (Ona bakmadan konuşur) – Zamanı geldiğinde, tarihi olaylarda pay sahibi olduğunda görürsün.

SAHNE-10
Talim Meydanı

Timur Melik, Celaleddin’e bu defa yay kullanmayı öğretmektedir. Sultan ve Hivekî de bir kenardan onları izler. Timur Melik, yayı tutmayı, germeyi, oku tutmayı ve nişan almayı öğretir.

Celaleddin’in attığı okun hedefi tam isabetle vurmasına şaşıran Timur Melik ona tekrar ok verir.

Celaleddin bu defa da hedefi vurunca, Timur Melik şaşkınlık içinde bakakalır.

Timur Melik: – Şehzade! Daha önce biri size ok atmayı öğretmiş miydi?

Celaleddin “hayır” der gibi başını sallar.

Timur Melik’in şaşkınlığı daha da artar ve bakışlarını ayırmadan ona tekrar sorar.

Timur Melik: – O zaman, her seferinde oku tam isabet ettirmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Celaleddin hedefe bakarken omzunu silker.

Celaleddin: – Nişan alırken hedef çok yakınımdaymış gibi hissediyorum. Bu yüzden tam isabet ettiriyorum.

Timur Melik hayretler içinde öğrencisine bakakalır.

Meydanın bir kenarında onları izleyen Hivekî ile sultan kendi aralarında konuşurlar.

Hivekî: – Sultan Hazretleri! Dediğim gibi, şehzade Celaleddin’e Sultan Tekeş’in yeteneği geçmiş olmalı!

Sultan, Celaleddin’e gururlanarak bakar.

Celaleddin’in attığı oklar hedefi vurmaya devam eder.

SAHNE-11
Türkan Hatun’un Sarayının Kapısı

Humartigin ve Bek birlikte yürümektedir.

Humartigin yol boyunca konuşur.

Humartigin: – Melike Türkan Hatun, şehzade Uzlağşah’ın eğitimi için size güveniyor. Ona savaş sanatını öğreterek onu veliahtlığa hazırlayacaksınız.

Bek: – Anlaşıldı. Demek ki şehzade Uzlağşah bizim geleceğimizmiş.

Humartigin: – Öyle de diyebiliriz. Lütfen geleceğimizi eğittiğinizi bir an olsun unutmayın.

İkisi saray meydanına çıkarlar.

Meydanda Türkan Hatun ve yedi-sekiz yaşlarında olan Uzlağşah bulunmaktadır.

Melikenin bulunduğu yere yaklaşırlar.

Humartigin: – Komutan Bek, Kıpçakların en mahir komutanı. Şehzadenin eğitimi için kendisine güvenebiliriz.

Türkan Hatun, Bek’e baştan aşağı bakar.

Türkan Hatun: – Komutan! Üzerinizdeki vazifenin ciddiyetini anlıyorsunuz sanırım! Ben, oğlumdan sonra bu torunumu sultan olarak görmek istiyorum. Torunuma layık bir eğitim verin!

Türkan Hatun bu sözleri söyler ve oradan ayrılır. Meydanda bulunanlar onu eğilerek selamlar.

SAHNE-12
Talim Sarayı

Timur Melik, Celaleddin’e at sürerken ok atmayı, hedefi vurmayı öğretmektedir. Celaleddin at sırtında koşarken atın ayaklarının arasından nişan alarak ok atar.

Ok havada uçarak hedefe isabet eder.

(Ekranda, on altı-on sekiz yaşlarında olan Celaleddin’in at sürerken ok atışını görürüz. Oklar ilk ok gibi hedefi tam ortasından vurur.)

SAHNE-13
Ekran Yazısı: Moğolistan

Rüzgârda otağın üzerindeki sancaklar dalgalanmaktadır, Cengiz Han’ın sancağı dalgalanır.

Dervişin Sesi: – Bu sırada Doğu’da Harzemşahlar için kaçınılmaz olan tehlike yaklaşmaktaydı. Moğolistan kabilelerini bir sancak altında toplayan, müneccimlerin “Yeryüzünün Sahipkıranı” olarak nitelendirdiği Cengiz Han yedi iklimin sultanı olmak için can atıyordu. Tarih, efsanevi iki ejderin karşı karşıya gelişine hazırlanıyor…

Has nökerleri ile bozkırda at sürdükten sonra geri dönen Cuci atından inerek, otağından epey uzakta, batmakta olan güneşi izleyen Cengiz Han’ı görür. Cuci, rüzgârın elbiselerini dalgalandırdığı babasının yanına gelir ve onun baktığı yöne doğru bakmaya başlar. Batmakta olan güneşte hiçbir şey göremeyince, babasının neden güneşe baktığını anlayamaz. Fakat yine de babasına belli etmeden, ona nezaketen şunları söyler.

Cuci: – Güneş, ne kadar güzel batıyor! Taycudlara karşı zafer kazandığımızda da böyle kıpkırmızıydı.

Cengiz Han bir müddet Cuci’nin söyledikleriyle ilgilenmeden gözlerini ufuktan ayırmaz.

Cengiz Han: – Güneşin batışı umurumda bile değil.

Cuci, babasının genellikle savaş öncesinde bir noktaya bakıp düşüncelere daldığını bildiği için, yüzünde tedirginlik belirir.

Cengiz Han: – Harezm, dünyanın en güçlü saltanatı. Batıya giden yol buradan geçiyor. Er ya da geç Harezm sultanı ile karşı karşıya geleceğiz… Bunu düşünüyorum.

Cuci, babasının mağrur yüzüne bakar. Cengiz Han ufka doğru bakmaya devam eder. Sonra eğilerek yerden bir avuç kum alır, sonra avcundaki kumları batıya doğru üfler. Rüzgâr, kum tanelerini kan kırmızısı şafağa doğru uçurur.