Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Gizemli Kütüphane», sayfa 4

Yazı tipi:

Chaucer’ın Astronomisi

1370’lerin başında henüz genç bir adam olan Geoffrey Chaucer, Kral III. Edward adına diplomatik bir görev için İtalya’ya seyahat etmiştir. İtalya’dayken İtalyan edebiyatının altın çağının meyvelerini tatma fırsatı da bulmuştur: Petrarca’nın soneleri, Boccaccio’nun eserleri (bir grup insanın çeşitli hikâyeler anlattığı Decameron adlı eseri Chaucer’ın Canterbury Hikâyeleri’ne ilham vermiştir) ve Dante.

Kendisinden önce gelen Dante gibi Chaucer da tanınmasını sağlayan tek uzun kitaptan başka eserler de vermiştir. Canterbury Hikâyeleri’nin yanı sıra Truva Savaşları’ndaki şanssız bir çifti anlatan Troilus ile Cressida ve dua ederken kullanılmak üzere yazdığı akrostiş şiir ABC gibi eserler de çıkarmıştır. Chaucer’ın birçok eseri gibi ABC de, Guillaume de Deguileville tarafından yazılmış Fransızca duanın eski İngilizceye çevirisiydi. Her biri sekiz dizeden oluşan yirmi altı kıtalık şiirde dizelerin hepsi alfabenin sıralı harfleriyle başlar. Muhtemelen 1370’li yıllarda yazılmış olan şiir Chaucer’ın sanatının ilk aşamalarını yansıtmaktadır. (Chaucer 1343 yılı civarında Londra’da doğmuştur. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. Bu arada soyadı da Fransızca chausseur, yani “kunduracı” kelimesinden gelmektedir.)

Ayrıca Chaucer ilk popüler bilim kitaplarından birini yazmıştır: 1391 civarında yazdığı A Treatise on the Astrolabe (Usturlap Üzerine Bilimsel İnceleme) muhtemelen İngilizce olarak yazılmış ilk bilim kitabıdır. Bu kitap aynı zamanda İngilizcede yazılmış ilk çocuk kitabıdır; Chaucer, kitabı kendi oğlu Lewis için yazmıştır.

Usturlap (kelime anlamı “yıldızyakalar”), yıldızların konumunu kullanıcının bulunduğu enleme bağlı olarak ölçmekle birlikte daha pek çok amaç için kullanılan astronomi aracıdır. Bilimsel bir araç olarak yerini gelecekte sekstant almıştır. Usturlap, hem astrolojik hem de astronomik amaçlarla kullanılmıştır; usturlabın kullanım alanlarından biri de yıldızların ve gezegenlerin yörüngeleri ile konumlarını belirleyip burçlar kuşağının hareketlerinden ilahi ve mistik anlamlar çıkarmaktı. Aynı zamanda astronomik takvimi, yani bir anlamda uzay ve zamanı belirlemek için de kullanılırdı. Chaucer’ın kitabına, okuru aletin nasıl ve ne için kullanılacağı konusunda bilgilendiren bir kullanım kılavuzu diyebiliriz. Aynı zamanda popüler bilim kitabıdır çünkü Chaucer uzman bir astronom değildir; aletle uğraşan, oğlunu da aynısını yapması için teşvik eden amatör bir astronomi meraklısıdır.

Chaucer 1400 yılında ölmüştür. Westminster Manastırı’ndaki mezar taşına ölüm tarihi 25 Ekim olarak yazılmıştır. Şairler Köşesi’ne gömülen ilk kişi olmuştur. Ancak Chaucer’a Manastır’daki yerini kazandıran şiirsel başarıları yerine bürokratik hizmetleri olmuştur.

Ortaçağdan Bir Yemek Kitabı

II. Richard’a birçok konuda teşekkür borçluyuz. Shakespeare’in en iyi tarihi oyunlarından birine konu olmakla birlikte İngiltere’ye mendili getiren kişidir. Aynı zamanda sadece on dört yaşındayken Köylü Ayaklanması’nı bastırmasıyla tanınır.

Ancak birçok yönden pek de iyi bir kral olmayan II. Richard’a borçlu olduğumuz bir şey daha var: İngilizce yazılan ilk yemek kitabı kendisi için derlenmiştir. The Forme of Cury (Yemek Pişirme Yöntemleri) 1390 yılında bilinmeyen bir yazar tarafından toplanıp bir araya getirilmiştir. Yemek kitabında kişin1 öncülü sayılabilecek bir tarifle süt, pirinç, badem, şeker ve ne kadar gariptir ki et parçalarından yapılan “blank mang” adındaki tatlı bir yemek dahil yaklaşık 200 tarif vardır. Kulağa lezzetli gelmeyebilir ancak zamanında oldukça popüler bir tatlıydı ve zamanla bildiğimiz pelteye dönüşmüştür.

Özellikle baharatlarla birlikte birçok malzeme The Forme of Cury ile İngiliz mutfağına giriş yapmıştır. Karanfil ve hindistancevizi ilk kez bu kitapla mutfaklara girmiştir. Ayrıca zencefil, toz kırmızı biber ve muskat gibi nadir baharatlar da tariflerde yer almıştır. İngiltere’nin tek yerel baharatı hardal ise şaşırtıcı şekilde sadece “hardal topları” adlı bir tarifte kullanılmıştır.

The Forme of Cury’de ilk İngiliz makarna tariflerinden üçü yer almıştır: ravioli (İtalyan usulü mantı), lazanya ve peynirli makarna.

Ayrıca The Forme of Cury, zeytinyağı kullanımından bahseden ilk İngiliz kitabıdır. Kitapta eski bir salata tarifi verilmiştir: Maydanoz, adaçayı, biberiye, sarımsak, nane, arpacık soğan, soğan, rezene ile diğer otlar ve sebzeler doğranarak yağ, sirke ve tuzla (zaten salata kelimesinin kökeni de Latincede “tuzlu” anlamına gelen bir kelimeye dayanmaktadır) karıştırılmıştır.

The Forme of Cury’deki tariflerin birçoğu artık kullanılmamaktadır. Ancak kitap bize köklü bir miras bırakmıştır. Eski İngilizcede “aşçılık” anlamına gelen “cury” kelimesi, Uzakdoğu’ya seyahat eden İngiliz tüccarlar tarafından kullanılmıştır ve bir teoriye göre Asya mutfağındaki baharatlı sosları tanımlamak için kullanılmaya devam etmiştir. Birçok dil tarihçisi de “köri” kelimesinin buradan geldiğini düşünmektedir.

Bir Kadına Gelen Vahiyler

8 Mayıs 1373’te otuz yaşında bir kadın ciddi bir hastalık geçirdi ve ölümden döndü. Hezeyan halindeyken birtakım hayaller gördü. Bu hayalleri Tanrı tarafından bahşedilmiş görüler olarak yorumlayarak kendisine vahiy geldiğini düşündü. Bu kadının ismi Norwich’li Julian’dı. Aslına bakarsanız gerçek adının Julian olmadığından emin sayılırız. Julian, bu kadının yaşadığı bölgenin yerel kilisesinin adıydı. Ancak kadın bu isimle tanınmıştır ve ortaçağ İngiltere’sinde ünlü olmuştur. 1390’lı yıllarda, yani II. Richard’ın pelte veya peynirli makarna yemek ya da favori adamlarını hediye yağmuruna tutup asilzadeleri sinirlendirmek ve başkalarının topraklarını fethetmekle meşgul olduğu zamanlarda, Julian da gördüğü hayalleri yazıyordu.

Görülerini anlattığı eserinde Julian, kendini “eğitimsiz” olarak tanımlar. Ancak böyle bir eseri yazabildiğine göre, bu tanımı yersiz bir mütevazılıkla yaptığı düşünülebilir. Ama bu tanım, o dönemde ayrıcalıklı erkeklere verilen kapsamlı eğitimden geçmediği gerçeğini de ortaya koyar. Bu yüzden Julian gördüğü hayalleri, o dönemde bu tür kitapların yazıldığı gibi Latince değil, İngilizce yazmıştır. Böylelikle Revelations of Divine Love (İlahi Aşkın Vahiyleri) bir kadın tarafından İngilizce yazılan ilk kitap olmuştur. Julian’ın resmi eğitim eksikliği, İngilizcenin yararına olmuştur.

Julian, toplumdan kaçıp Norwich’teki kilisesinde bir rahibe odasında münzevi bir hayat yaşamasına neden olan on altı hayali, zamanın İngilizcesiyle tasvir edip irdelemiştir. Kitabın büyük bölümü, Julian’ın gördüğü hayallerin teolojik açıklamalarından ibaret olduğu için dindar olmayan kişilerce anlaşılması zor olabilir. Revelations of Divine Love hezeyanın mı yoksa tanrısal iletişimin mi eseriydi? Julian’ın gördüğü hayallerin çoğunda İsa (özellikle İsa’nın çarmıha gerilmesi ile dirilişi) yer almaktadır. Vahiyleri arasında en hatırda kalanlarından biri oldukça sadedir: İsa, Julian’a gelerek içinde “tüm yaratılanlar”ın olduğu bir fındık gösterir.

Ancak modern okurların çoğu için önemli olan ne yazıldığı değil, nasıl yazıldığıdır. Julian kadın olduğu için profesyonel teologlara ve rahiplere özel olan Latinceyle yazamamıştır. Ancak bu, kendisinin ve eserinin lehine olmuştur. Julian’ın eseri, sıradan İngiliz toplumunu ve Hıristiyanlık deneyimini kendi dilinde anlatan demokratik bir kitaptır. (Julian’ın toplumdan kendini soyutladığı düşünülünce bu biraz ironiktir.)

Kitaptaki en ünlü cümle şöyledir: “Günah kaçınılmazdır, ancak her şey güzel olacaktır, her şey düzelecektir ve her şey her açıdan güzel olacaktır.” Kitabın verdiği gerçek mesaj budur. Julian’ın nüfusun üçte birini öldüren vebanın İngiltere’ye yayılmasına ve (1381’deki Köylü Ayaklanması gibi) sivil itaatsizliğe şahit olduğu düşünülünce eserinin verdiği mesaj, İngiliz tarihinde halkın korktuğu bir dönemde halkı rahatlatmak için oldukça uygundur. T. S. Eliot’ın 1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında kaleme aldığı Four Quartets’teki (Dört Kuartet) savaş ve kurtuluş konulu şiiri Little Gidding’te Julian’ın “her şey güzel olacak” mesajını alıntılaması da oldukça hoştur.

İlk Otobiyografi

1934 yılında William Erdeswick isimli bir adam sıradışı bir keşifte bulundu. Çoğu edebiyat alimi böyle bir keşifte bulunmayı hayal eder. Ancak Erdeswick bir profesör değil, yarbaydı. Chesterfield’daki evinde bir dolapta beş yüz yıldır kayıp olduğu düşünülen bir elyazması buldu. Bulduğu elyazması, ilk kez 1430’lu yıllarda yazıya dökülmüş ve daha sonra da anlaşıldığı üzere tarihte yazılan ilk İngilizce otobiyografinin korunmuş tek kopyasıydı.

Kitabın yazarı Margery Kempe, kendisinden yaklaşık yirmi yıl önce Norwich’li Julian’ın gördüğü hayaller gibi canlı ve güçlü ilahi hayaller görmüştü. Hatta ömrünün son yıllarında Julian, Norwich’teki odasında orta yaşlı Kempe tarafından ziyaret edilmiştir.

Kitap çoğunlukla “ilk İngilizce otobiyografi” olarak anılsa da Kempe kendi hikâyesini, baş karakter kadından “bu kul” diye bahsederek anlatmıştır. Bu da kulağa derin ve kişisel konulardan bahsederken kullanılacak bir üslup gibi gelmiyor. The Book of Margery Kempe’i (Margery Kempe’in Kitabı) en iyi şekilde incelemek için kişisel anı olarak değil, dönemin Hıristiyan kadınlarının tipik hayatının tasviri olarak ele almak gerekir. Gene de kitapta yer alan deneyimlerin canlı bir berraklıkla anlatılmasının kişisel deneyimin kanıtı olduğu tüm dünyada kabul görmüştür.

Kitabın büyük bölümü, Kempe’in eşini kendisinden uzak tutma çabasının etrafında dönmektedir. Margery bakire kalmak istiyordu çünkü Tanrı’nın beklentisinin bu yönde olduğunu düşünüyordu. Eşiyse böyle düşünmüyordu ve evlilik hakkının keyfini sürmek için kitabın ilk bölümlerinin her sayfasında Margery’ye baskı yapıyordu. Belki de Margery’nin sonunda eşinden on dört çocuk sahibi olması pek de şaşırtıcı değildir. İlk çocuğunu doğurduktan sonra hastalanıp dini hayallerini görmüştür. Margery’nin hayatını Tanrı’ya adamasını sağlayan da işte bu hayallerdi. Maalesef zamanın şartlarında Margery’nin yaklaşımı tartışma konusu oldu: Margery kâfirlikle suçlanarak kazığa bağlanıp yakılmakla tehdit edildi. Kendisinden önce doğan Norwich’li Julian’ın aksine Margery bir eş ve anneydi. Ortaçağ annelerinin Margery’nin yaptığı şeyleri yapması yasaktı. Aslına bakarsanız bunlar, herkes için yasaktı. Margery gittiği her yerde insanların kötü bakışlarına maruz kaldı; çünkü kiliselerdeki vaazlar esnasında gürültüyle ağlardı ve kendini cezalandırmak için garip yollara başvururdu. Yaptığı birçok hac seyahatlerinin birinden (birçok kutsal toprakla birlikte hem Roma’yı hem de Kudüs’ü ziyaret etmiştir) dönerken tüm parasını fakirlere vererek dilenmek zorunda kalmıştır. Bu da yetkililerin dikkatini çekmiştir. Demek ki İsa’nın yolunu fazla yakından takip etmek de mümkünmüş.

Margery’nin “otobiyografisi” (kitabını otobiyografi sayarsak) uzun ve olaylı bir hayatın sonlarında yazıya dökülmüştür. Julian’ın aksine Margery, kitabını kendi yazmayarak dikte etmiştir. Kitap 1430’lu yıllarda bilinmeyen bir yazar tarafından yazılmıştır. Seçilmiş bazı bölümler 1501 yılında ilk İngiliz matbaacılarından (ayrıca harika bir isme sahip olan) Wynkyn de Worde tarafından yayımlanmıştır, ancak kitabın büyük bölümü Erdeswick tarafından keşfedilene dek kayıp olarak kalmıştır. Artık kitabın tamamını okuyabilmekteyiz. Kitabı dini edebiyattan güçlü bir eser veya ortaçağda yaşamış bir kadının hayatı olarak görmek bize kalmış, ama kitap iyi ki de Erdeswick’in dolabından çıkmış.

Barnsdale’lı Robin

Robin Hood edebiyat sahnesine girişini on dördüncü yüzyılda Piers Plowman şiiriyle yapmıştır. Şiirin yaygın olarak Geoffrey Chaucer’ın çağdaşı William Langland tarafından yazıldığı düşünülür. Kanun kaçağımız, tam da zamanında ortaya çıktı: İngiliz edebiyatı şu anki bildiğimiz haline doğru yavaş yavaş evrilmeye başlamıştı. Robin Hood’un edebiyatta yerini almasından kısa bir süre sonra 1381’de Köylü Ayaklanması başladı. Ayaklanmanın liderlerinden rahip John Ball, Langland’in şiirinden alıntı dahi yapmıştı. İngiltere için toplumsal düzene baş kaldırılan, feodalizmin güç kaybettiği bir dönemdi. Robin Hood’un maceralarının anlatıldığı hikâyelerden günümüze ulaşan en eski eser on beşinci yüzyılda bilinmeyen bir yazar tarafından yazılan A Gest of Robyn Hode (Robyn Hode’dan Bir Macera) adlı halk şarkısıdır. İlk matbaacılardan Wynkyn de Worde, ilk Robin Hood hikâyelerinden bazılarını basmaya çabalamıştır; bundan elli yıl sonrasındaysa Robin Hood, İngiliz edebiyatının gerçek ve vazgeçilmez bir parçası olmuştur.

Robin’in neşeli adamlar çetesindeki ünlü Rahip Tuck, on beşinci yüzyıl İngiltere’sinde Robert Stafford adıyla gerçekten yaşamıştı.

Peki Robin gerçekte nerede yaşamıştır? Cesur kanun kaçağı Nottinghamshire’da yaşadıysa Doncaster ve Sheffield havaalanları adını neden Robin Hood’dan almıştır? Bunun birkaç sebebi vardır. Robin’in yaşadığı yer Sherwood değil, Barnsdale Ormanı’ydı (ayrıca Sherwood ormanının büyük kısmı Nottinghamshire’da değil Yorkshire’da yer alır). Örneğin A Gest of Robyn Hode’da Sherwood’dan hiç bahsedilmez. Bu eser, Robin Hood hikâyesinden bildiğimiz birçok maceranın ve karakterin kaynağıdır. Küçük John, Will Scarlet ve Değirmencinin Oğlu Much gibi karakterlerden ilk kez bu yazarı belli olmayan şiirde bahsedilmiştir. Bazı Robin Hood hikâyelerinde Robin Hood’un pelerini kırmızıdır; on dokuzuncu yüzyılda yazılan bir şiirdeyse Robin Hood’un pelerini kırmızıyken adamlarınınki orman yeşili rengindedir.

Hazır konusu açılmışken Nottingham adını Snotingaham’dan alır. Snotingaham, şu an Nottingham’ın olduğu yerde bulunan Sakson yerleşiminin adıdır. Snotingaham’a yerleşen Sakson şefinin adı Snot’tur ve zamanla baştaki “S” harfi kaybolmuştur.

A Gest of Robyn Hode’un orijinalinde, Robin’in kralı Haçlı Seferleri’ne çıkan Aslan Yürekli Richard (1189-99 yılları arasında hüküm sürmüştür) değildir, bahsedilen “Kral Edward”dır, Kral Richard ya da John değildir. Bu da Robin Hood’u İngiliz tarihinin daha ilerilerine, 1272 civarında I. Edward’ın tahta çıktığı dönemlere getirir.

Robin’in Locksley’li Robin adında yasaları çiğneyen bir asilzade olmasıysa çok daha yeni bir fikirdir. Kaynağı Sör Walter Scott’ın ünlü ortaçağ romanı Ivanhoe’dur (1820). Ayrıca bu roman bir sonraki nesilden yazarlar ve sanatçılar arasında ortaçağ tarihinin popülerleşmesini de sağlamıştır. Bu yazar ve sanatçılar arasında Rafael öncesi sanat görüşünü benimseyenler ve Tennyson yer almaktadır. Scott’ın romanı, 1991’de Kevin Costner’ın oynadığı gişe rekorları kıran Robin Hood: Hırsızlar Prensi filmine Robin Hood karakteriyle kaynak olmuştur. (Kitap boyunca karakterden “Locksley’li Robin” olarak bahsedilmektedir. Bu arada Locksley, bize Yorkshire’la bir bağlantı daha sunmaktadır; Güney Yorkshire’da Sheffield şehrinin bir köyünün ve mahallesinin adı Loxley’dir.) Birçok kişi Costner’ı, Amerikan aksanıyla canlandırdığı Robin karakteri için eleştirmiştir. Ancak (aynı filmde rol alan) Alan Rickman, Amerikan aksanının yirminci yüzyıl Anglosakson aksanına modern İngilizceden daha yakın olduğunu belirtmiştir.

RÖNESANS


Edebiyat tarihçisi Stephen Greenblatt’a göre Rönesans, bir kitap sayesinde başlamıştır. The Swerve: How the Renaissance Began (Yeni Bir Dönem: Rönesans Nasıl Başladı) adlı kitabında Greenblatt, on beşinci yüzyılda İtalyan bir kütüphanecinin o zamanlarda Lucretius’un eski ve unutulmuş klasik epik şiiri De Rerum Natura’yı (Doğa Üzerine) keşfetmesinin uzun zamandır üzerine düşünülmeyen evren teorilerine olan ilgiyi yeniden canlandırdığını öne sürmüştür. Bu teoriler arasında dünyada meydana gelen olayların ilahi takdire değil şansa bağlı olması ve her şeyin atomlardan oluşması vardı. Lucretius solucanların ıslak toprağın altında kendi kendine oluştuğuna ve depremlerin yeraltı mağaralarındaki rüzgârlardan kaynaklandığına da inanmaktaydı, ancak konu atom fiziğine gelince şaşırtıcı bir şekilde haklıydı.

Greenblatt’a göre, Lucretius’un şiirinin yeniden keşfedilmesi, Hıristiyan sofuluğunun bir kenara atılıp yaşadığımız dünya ve sunduğu dünyevi zevklere odaklanılan “yeni bir döneme geçilmesini” sağlamıştır. (Lucretius, kendini haz arayışına adayan Epikür’ün müritlerindendi.) Robert Douglas-Fairhust, Greenblatt’ın kitabını inceleyerek Rönesans’a tek bir kitabın değil, modern kitabın icadının gerçek anlamda ivme kazandırdığını öne sürmüştür. On beşinci yüzyılın ortalarında Johannes Gutenberg’in hareketli parçalarla yazı baskısını icat etmesiyle kitap basımını mümkün kılan teknolojik yenilik, fikirlerin daha kolay ve özgürce tüm Avrupa’da, zamanla da tüm Batı dünyasında dolaşmasına olanak sağlamıştır. Birdenbire, İncil’in kopyalanması için manastırın yazıhanesinde bir düzine rahibin köleler gibi ağır ağır çalışmasına gerek kalmamıştı. Bir atölyedeki matbaa makinesi yüzlerce kopyayı çok daha az maliyetle basabilmekteydi.

Başka birçok şeyin yanında, Tanrı’nın sözlerini yakından ve dikkatle inceleme şansı olmayan insanlar (rahiplerin ayinlerde okudukları Latince İncil haricinde) artık İncil’i rahatlıkla okuyabilmekteydi. Diğer faktörlerle birlikte bu, Katolik Kilisesi’nin Avrupa’nın büyük bölümünde Katolikliğin tek Hıristiyan mezhebi olduğu iddiasını kaybetmesine yol açan Reform hareketlerinin başlamasında önemli bir yere sahiptir. Aslında Katolik Kilisesi bir süredir Hıristiyanlıkta tekel değildi: İngiltere’de Roma Katolikliğinin birçok yönünü inkâr eden, daha sade ibadet şekillerine dönüşü savunan John Wycliffe müritleri on dördüncü yüzyıldan beri aktifti. (Wycliffe neredeyse Chaucer’ın çağdaşıdır ve İncil’in büyük bir bölümünün çevirisini yapmıştır; bu da on dördüncü yüzyıl İngiltere’sindeki yazarların yaratıcılık patlamasını bir kez daha kanıtlamaktadır.)

Ancak Lollardlar (kelimenin kökeni, Lollardların İncil’den bölümler mırıldanması nedeniyle Felemenkçedeki “homurtucu” kelimesine dayanmaktadır) grup olarak oldukça küçük kaldılar. Katolik Kilisesi’nin parasını kurtarma çabası, on altıncı yüzyılda 1517 yılının Cadılar Bayramı’nda Alman rahip Martin Luther’in Wittenberg’teki kilisenin kapısında doksan beş maddelik dini reform tezini okumasıyla başlayan Protestanlıkla gerçek anlamda ivme kazanmıştır. Yirmi yıl içinde VIII. Henry’nin kendini İngiltere Kilisesi’nin başı olarak ilan etmesiyle İngiltere de reform hareketlerine katılmıştır. Henry’nin amacı tabii ki büyük ölçüde politikti: İlk eşi Aragon’lu Catherine’den boşanmak istiyordu ancak Papa boşanma iznini vermiyordu. Luther ve VIII. Henry’nin Avrupa’da başlattığı çalkantı ve değişim, insanların yaşama biçimlerini ve bu bölümde göreceğimiz gibi yazdığı kitapları derinden etkilemiştir.

Teorik olarak dünyadaki en pahalı kitap 153 milyon euro değerinde ve sadece 13 sayfa uzunluğundadır. “Teorik olarak” diyorum çünkü şimdiye dek hiç kimse kitabın bu fiyata değeceğini düşünerek satın almaya çalışmadı. The Task (Görev) adlı kitap kendi kendini gelmiş geçmiş en büyük filozof ilan eden Tomas Alexander Hartmann tarafından yazılmıştır. Şaheserin yalnızca bir kopyası mevcuttur. Yani dünyanın en büyük sorularının cevaplarını öğrenmek için oldukça varlıklı olmanız gerekiyor. Tarih boyunca bir kitaba ödenen en yüksek meblağ, Bill Gates’in daha çok Leonardo da Vinci’nin defterleri olarak bilinen Codex Leicester’i satın almak için ödediği 31 milyon dolardır. Pek az kimse Rönesans için Leonardo kadar iyi bir örnek olabilir. Ancak bu bölüm daha çok Leonardo’nun defterlerinin bütünüyle günlük çalışmalarına (bedensel işlevlerinden kedilere olan merakına) odaklanmaktadır. Bunları öğrenmek için 31 milyon dolar vermenize gerek yok, ancak bunlar da kendi içlerinde çok değerli eserlerdir.

Gargantua

Yazarların Shakespeare, Dickens, Orwell tarzı gibi kendi sıfatlarına sahip olmaları için belli bir tarzda yazmaları gerekir. Yazdığınız kitap belirli bir tarzın veya temanın tipik örneğiyse veya yeni bir tür yaratıyorsa bu da işinizi kolaylaştırır. Örneğin Fransız yazar François Rabelais’nin yazılarını niteleyen Rabelais tarzını ele alalım. Oxford İngilizce Sözlük bu tarzı “Ortaçağ öğrenimi ve edebiyatının parodilerinin geçtiği, müstehcenlik ve amiyaneliği insani değerler olarak yücelten kaba mizah anlayışına sahip bir tarz,” diye tanımlamıştır. Bu dönemde başka kimse Rabelais kadar müstehcen ve amiyane kitaplar yazmadı.

Gargantua ve Pantagruel’in yazarı Rabelais iki popüler sıfata kaynaklık etmiştir. Edebi karakterlerinden biri olan Gargantua, İngilizcede devasa anlamına gelen gargantuan kelimesine ilham olmuştur. Aslında gargantua kelimesi Rabelais’den öncesine dayanmaktadır. (Gargantua kelimesi ilk kez isimsiz bir yazar tarafından Rabelais henüz daha çocukken yayımlanan Great Chronicles of Gargantua [Gargantua’nın Muazzam Günlükleri] kitabında kullanılmıştır.) Pantagruel karakteri de sarhoşlara musallat olan küçük şeytan Penthagruel’den gelmektedir. Ancak Rabelais zaten var olan bu karakterleri alarak altına ölümsüz imzasını atmıştır.

Ayrıca Rabelais İngilizceye daha az bilinen bir kelime olan panurgic’i de katmıştır. Kökeni Pantagruel’in ekürisi Panurge adlı karaktere dayanan bu kelime her şeyi yapmaya hazır anlamına gelmektedir.

Tamamı genellikle Gargantua ve Pantagruel olarak bilinen kitap aslında upuzun dört ciltten oluşmaktadır: Pantagruel (1532), Gargantua (1534) ve pek de özgün adlara sahip olmayan Üçüncü Kitap (1546) ile Dördüncü Kitap (1549. 1552 yılında ise genişletilmiştir). Bu dört ciltlik kitap (beşinci bir kitap da mevcuttur ama yazarının Rabelais olup olmadığı tartışma konusudur) Rabelais’nin edebi başarısını simgelemektedir.

Müstehcenlik (çoğunlukla penis ve gaz çıkarma şakaları) Rabelais tarzının mizahi dokusunun büyük bir parçasıdır. Kitapta dönemin iç çamaşırlarından uzun uzadıya bahsedilmiştir. Ayrıca Gargantua tuvaletini yaptığında bir milyon Parislinin üçte birinden fazlasının Gargantua’nın idrarında boğulduğunu görüyoruz. Pantagruel ise devasa bir gazla anüsünden 53.000 cüce çıkarıp kendine düşen görevini tamamlamaktadır. Ayrıca Gargantua (etimolojik olarak “alkollü içki” ve gırtlak kelimeleriyle bağlantılıdır) ve Pantagruel (“susuzluğunu bastıramayan”) kelimelerinin de ima ettiği gibi neredeyse her sayfada şarap içilmektedir.

Voltaire, Rabelais’nin içip içip yazan bir sarhoş olduğunu söyleyerek kendisini küçümsemiştir; Balzac ise Rabelais’nin “gelmiş geçmiş en harika zihne sahip olduğunu” söylemiştir. Peki hangisi haklı? Yoksa ikisi de mi haklı? Rabelais çeşitli kişilerce harika bir nüktedan, rasyonalist, kinayeli bir yazar ve hatta dini yazar olarak görülmüştür. Ancak Voltaire’in yaygınlaştırdığı bir elinde kadeh bir elinde tüy kalem tutan şarap sarhoşu Fransız imajı, belki de Rabelais’nin eserinin altında yatan ciddiyeti unutturacak derecede akıllarda kaldı. Rabelais’nin halktan biri olduğu ve çok popüler bir yazar olduğu şüphesiz doğrudur. Ama gaz çıkarma şakalarının ve cinsel içerikli nüktelerin altında ciddi bir amaç yatmaktaydı: ikiyüzlülüğü ortaya çıkarmak. Gündüzleri hekimlik ve rahiplik yapıyordu; ilkinden detaylı anatomik bilgi edindi (bu da yazılarındaki fiziksel mizahı besledi), ikincisindense ahlaki sorumluluk ve adaletin önemiyle birlikte etrafındaki birçok kişinin ikiyüzlü doğasını öğrendi. Edebiyattaki ilk giriş eserlerinden biri olan Gargantua’da (Rabelais’nin yazdığı ikinci kitaptır, ancak ilk kitabının geçtiği zamanın öncesini anlatmaktadır) rahiplerin ve ikiyüzlülerin haricinde herkesin girebildiği “karşıt tapınak” Abbaye de Théléme’le karşılaşmaktayız. Burada rahiplerin ve ikiyüzlülerin aslında aynı kumaştan olduğu ima edilmektedir.

1.Kiş: Tuzlu bir turta çeşidi. (ç.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.