Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Modern Seyahatname», sayfa 4

Yazı tipi:

Yeni Ürgenç

Hive ile bir zamanlar Harzemşahlar’ın idare merkezi iken -Şimdi artık Türkmenistan sınırları içinde kalan ve tarih kokan “Köhne/Eski Ürgenç eski hallerini hemen hiç bozulmadan korurlarken, giderek günümüzün betonlaşan “modern” şehirlerinden biri olma yoluna giren Yeni Ürgenç’in Havaalanı yakınlarında Harzemşahların önde gelen kahramanlarından Celaleddin Manguberdi’nin heykeli önünde toplu fotoğraf çektirdik. O ki, Cengiz Han’a karşı yiğitçe savaşan bir kahramandı. Eğer yapılacak mücadele konusunda Hükümdar olan babası Muhammed Harzemşah’ı ikna edebilseydi Cengiz Han büyük bir ihtimalle orada durdurulacak ve geniş bir coğrafyada on binlerce insan hunharca katledilmeyecekti.

26 Mayıs 2014’te Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te başlayıp 3 Haziran 2014’te Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te sona eren bu seyahatimiz bizleri gerçek anlamıyla mutlu etti. Soyu bir, dili bir, dini bir, örfü âdeti bir kardeşlerimizle kucaklaşma imkânı bulduk. Bizi görünce Türkiye’den geldiğimizi hemen anlayıp “Gardaş” diyerek selam veren, el uzatıp kucak açan kardeşlerimizi unutmak mümkün değil. Bu madalyonun bir yüzü. Ancak ne var ki devlet bürokrasileri ve siyasilerin kaprisleri bu kardeşliği yaralıyor. Bu yüzdendir ki biz neye niyet etmiştik, -sonucu iyi de olsa- kısmetimize ne çıkmıştı?

Evet… Türkmenistan’dan başlayıp Özbekistan’da bitecek olan gezimiz Kırgızistan’da başlayıp Özbekistan’da bitti. Şimdi aslında, Türkmenistan’a olan özlemimiz, hasretimiz daha da arttı.

Türkmenistan’ın Sovyetler döneminden 1991 yılında bağımsızlığa geçişteki lideri Saparmurat Niyazoğlu hazırladığı Ruhname isimli eserde, kendi ülkesi olan Türkmenistan topraklarını şöyle anlatıyordu:

“Gerçekten de millet ile vatan, ruhla beden gibidir. Bu toprak bizim için kerametlidir. Bağımsızlık uğrunda, vatan uğrunda canını feda eden erler, aslanlar bu toprağın bağrında yatar. Bu topraklarda bütün İslâm dünyasını kerametiyle bağlayan, geze geze dua okuyup zikreden Mane Baba (Ebû Said Ebu’l-Hayr)’nın katre katre gözyaşı vardır. Seher vakti, gece vakti dağlar taşlar içinde gezen Mahtumkulu’nun ahı vardır. Kıratıyla dörtnala dolaşan Köroğlu’nun ruhu vardır. Dede Korkut, Hoca Ahmet Yesevî, Bahaeddin Nakşibendî, Necmeddin Kübra, Sular Baba gibi pirlerin nefesi gibi kerametli, kudretli bu toprak bin derdin dermanıdır. Yavşan kokulu sahrasından ayrı düşüp ağlaya ağlaya kör olanın gözlerine sürsen, bu toprak onun gözlerini açar…

Beşbin yıl mesafeden nesil başı Oğuz Han selâmlar milletimizi. Mert halkımızın devlete susayışı gibi bu toprak da şahlanışa susamıştır. Böyle güzel bir vatanda yaşayan milletimizin başı Köpetdağ gibi yüce, ruhu Ceyhun gibi coşkun, kalbi Sumbar vadisi gibi güzel olmaz mı?”

Biz, akıl almaz bir devlet bürokrasisi sebebiyle bu güzel hatıraları barındıran Türkmenistan’ımızı -şimdilik- göremedik. İnşaallah en kısa zamanda bu dileğimiz gerçekleşir ve oradaki kardeşlerimizle de kucaklaşırız.

Aytmatov’un mezarı başında


Bağımsızlık Meydanı ve Manas


Balasagun Müze’sinde Yusuf Has Hacib heykeli


Balasagun Burana’da ezan


Bişkek-Isıggöl arasında bir cami


Bişkek’te Atabeyt


Isıggöl ve çevresi


Kırgız teyze


Kırgızistan’da bir mezarlık


Kırgızistan’da Manas Üniversitesi kampüsünün hemen yanında yapılan cami


Buhara Leb-i Havuz’dan


Buhara’da dört minareli cami (Çehar Minor)


Buhara’da İsmail Samani Türbesi


Buhara’dan ayrılırken tütsülendim


Buhari Türbesi


Çerağcı Kasabası – Özbekistan


Çeşme-i Eyyup Türbesi – Buhara


Hive hatırası


Hive’de 213 sütunlu Cuma Mescidi


Hive’de İpek Yolu Haritası önünde turistler


Hive’de Muhammed Rahimhan Medresesi


Semerkand Recistan (Kumluk Alan) Meydanı


Semerkand Şehr-i Sebz yolu üzerindeki Çerağcı Kabası’ndan


Semerkand’da Bibi Hatun Camii avlusunda rahle


Semerkand’da Buhari Hz. kabri


Semerkand’da Emir Timur Türbesi


Semerkand’da İmam Maturidi Türbesi


Şah-ı Zinde Türbesi


Taşkent’te Hz. Osman dönemi Kur’an


Taşkent’te İmam Külliyesi


AH BÜROKRASİ VAH BÜROKRASİ

Türkmenistan Bağımsızlık Anıtı

TÜRKMENİSTAN

Kırgızistan ve Özbekistan gezilerimizi anlattığım yazılarımı şu ifadelerle bitirmiştim: “Biz, akıl almaz bir devlet bürokrasisi sebebiyle bu güzel hatıraları barındıran Türkmenistan’ımızı -şimdilik- göremedik. İnşaallah en kısa zamanda bu dileğimiz gerçekleşir ve oradaki kardeşlerimizle de kucaklaşırız.”

Evet, akıl almaz bir devlet bürokrasisi ile karşılaştığımız için Türkmenistan’ı gezmemiz ve güzelliklerini yaşayıp atalarımızın oralardaki hatıralarını yerinde görmemiz mümkün olmamıştı. Yılmadım ve girişimlerimi sürdürdüm. Buna rağmen gezip görmek, ata yurdumuzun bir parçası olmaktan öte -büyük bir ihtimalle- bilmem kaç göbek ötedeki dedelerimin geldiği yer olan Türkmenistan’ı tanıtmaktan başka amaç taşımadığım halde yine de gidemedim. Şöyle ki: Konuyu daha önce Türkmenistan Büyük Elçiliğimizi yapan bir diplomatımıza anlatmış ve isteği üzerine yetkililere ulaştırması için şöyle bir yazı yazmıştım:

Sayın Büyükelçim;

Türkmen olmamız ve atalar yurduna olan hasret duygularımız sebebiyle Bağımsız Türk Cumhuriyetleri’nden özellikle Türkmenistan’a karşı özel bir sempatim var. Ne yazık ki bugüne kadar bu güzel ve şirin ülkeyi ziyaret etmem mümkün olmadı. En kısa zamanda ziyaretimi gerçekleştirip hazırlamakta olduğum Seyahat Kitabı’nda Türkmenistan’ı en güzel yanlarıyla tanıtmak arzusundayım.

Eğer mümkünse 26 Ekim 2014 günü Türkmenistan’da olup 27 Ekim’de kutlanacak olan Garaşsızlık (Bağımsızlık) Günü’ne katılmak ve 5 gün ya da bir hafta süreyle Türkmenistan’ı doya doya gezmek istiyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.”

Sayın Büyükelçimiz sağ olsunlar niyetimi ve amacımı meslektaşı ve aynı zamanda arkadaşı olan zamanın Türkiye Türkmenistan Büyükelçisi’ne iletti. Sayın Büyükelçi’nin sekreteri beni telefonla aradı ve gidiş – dönüş tarihlerimi sordu. Buna göre Türkmenistan Dışişleri Bakanlığı’na, “Büyükelçilik ile temaslarda bulunmak üzere” açıklaması ile bir “nota” vererek (diplomatik dilde öyle ifade ediliyor) ülkelerine gidebilmem için resmi müracaatta bulundular. Bu müracaatta, yeşil pasaportumun ilgili bölümlerinin fotokopisi ile hangi tarihler arasında ve Türk Hava Yolları’nın hangi sefer sayılı uçakları ile gidip döneceğim bile belirtilmişti. Büyükelçiliğimizin sekreteri on – on beş gün sonra arayarak üzgün bir ifade ile izin çıkmadığını belirttikten sonra bahar aylarında tekrar müracaat etmemi tavsiye etti. Kendisine çok teşekkür ederek Sayın Büyükelçimize de teşekkür ve hürmetlerimi iletmesini söyledim. Kendimi suçlu gibi hissediyordum. Öyle ya, daha önce grup olarak yaptığımız müracaat kabul görmemiş, fert olarak da gitmem mümkün olmamıştı. Türkmenistan’ı sevdiğim, üstelik Türkmen olduğumu söylediğim için adeta suçlu ve sakıncalı biri gibiydim! Evet, Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta da Oğuzhan heykeli var, benim Türkiye’de doğup büyüdüğüm yer olan ve eski adı Oğuzhan olarak bilinirken her ne hikmetse “Bucak” olarak tescillenmiş olan ilçemde de… Buna rağmen Türkmenistan’a gitmek, gidebilmek mesele oluyorsa artık başka ne diyeyim?

Tavsiyeye uyarak bahar aylarında yeniden müracaat etme niyetim olsa da git-geller içindeydim. Ya bir olumsuz cevap daha alırsam! Sonunda, Türkmenistan’a olan sevgi ve özlemim baki kalmak üzere o güzel ülkenin basiretsiz bürokrasisine bir tepki olarak gitmekten -daha doğrusu- gidebilmek için yeni bir müracaatta bulunmaktan vazgeçmiştim ki, daha önce İran seyahatine çıktığım şirketten aradılar ve Türkmenistan’a vize alabileceklerini, 2015 Kasım ayı başları için organizasyon yaptıklarını bildirdiler. Bu işin kolay olmadığını ve konu ile ilgili olarak başımdan geçenleri anlatmama rağmen oldukça iddialı idiler. Belirledikleri tarihler için vize alamayınca işin zorluğunu anladılar ama onlar da benim gibi “inatçı” idiler. Yaptıkları görüşmelerden sonra Kasım 2015 sonları için yeni bir tarih belirlendi ve beklemeye koyulduk. Derken, hareket tarihine 4 gün kala malum haber geldi: “Türkmenistan’da at şenlikleri olduğu için dışarıdan turist kabul etmiyorlarmış. Onun için seyahat iptal edildi!” Hayret ki ne hayret!…

Ekim ayı sonlarında Garaşsızlık (Bağımsızlık) Bayramları olur, turist kabul etmezler, Kasım ayında At Şenlikleri olur, dışarıdan gelecek olanlara göstermezler. Yani kendileri çalıp kendileri oynamayı çok seviyorlar vesselam. Daha önce de yazdığım gibi başka ülkeler turist çekebilmek için adeta dokuz takla atarlarken Türkmenistan’ın tutumunu anlamak mümkün değil. Avrupa ülkeleri, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Moğolistan -hatta Suriye krizi çıkana kadar- Rusya bile bizi kabul ediyor, oralarda dilediğimiz gibi geziyoruz ama Türkmenistan’a gidebilmek için kırk dereden su getirmemiz isteniyor; olacak iş değil! Türkmenistan’daki kardeşlerimizin hiçbir kabahatleri yok ama yöneticilerinin tutumlarından dolayı onlardan ve o diyarda medfun bulunan Sultan Alparslan’ın, Sultan Sencer’in ruhlarından özür dileyerek bu ülkeye seyahat planlarımı gündemden çıkarıyorum demiştim ki, Şubat ayı başlarında bir seyahat firmasından telefon geldi. Türkmenistan’da irtibat halinde oldukları firma, 2017 Nevruz Şenlikleri için 16 kişilik davetiyeleri olduğunu ve organize ederlerse kesin olarak götürebileceklerini ifade etmişler. Onlar da beni aradı, çoğu yeşil pasaportlu olarak grup tamamlandı ve müracaatlar yapıldı. Ancak hareket gününden iki gün öncesine kadar bir türlü netlik kazanmadı. Dolayısıyla uçak rezervasyonları iptal edilmiş, resmi kurumlarda çalışanlar izin alamamışlardı ve günlerden Cuma, saat 17.00 idi. Yani yorgunu yokuşa sürmek diye buna denirdi işte ve biz Türkmenistan’a yine gidemedik. Bu satırları, konunun ne kadar önemli olduğunu vurgulamak ve iki ülke arasındaki devlet ve siyaset adamlarının artık bir çözüm bulmalarının şart olduğunu dile getirmek için yazıyorum vesselam… Türk Dünyası aşkım galebe çaldığı için “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası” için “Hayaller, Hatıralar ve Gerçekler”i konu alan kitabımda Türkmenistan’a yer vermeden geçmiyor; “İnadına Türkmenistan” diyorum.

Bürokrasiye İnat Türkmenistan

Bu güzel ve şirin ülke, Orta Asya’da Türklüğü devletin resmî adı olarak yaşatan tek devlet… Ülkenin kuzeyinde Kazakistan, doğusunda Özbekistan, güneyinde İran ve Afganistan, batısında ise Hazar Denizi bulunuyor. Dünyanın en büyük kum çöllerinden biri olan Karakum Çölü Türkmenistan’ın tam ortasında bulunuyor ve neredeyse ülke topraklarının üçte ikisini kaplıyor.

“Türkmen” adı ilk olarak 8. yüzyılda yazıldığı anlaşılan bir mektupta geçmekle birlikte yaygın olarak 11. yüzyıldan sonra batıya göç eden Müslüman Oğuzlar için kullanıla geldi. Bu ad günümüzde Türkmenistan Cumhuriyeti’nde yaşayanlarla Irak, İran, Suriye ve Anadolu’daki Türkmen boylarına mensup soydaşlarımız için kullanılmaktadır. Bugün ülkemizde “Yörük” adıyla anılan Türkmenler Büyük Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda olduğu gibi Anadolu’nun Türkleşmesinde de önemli rol oynadılar. Anadolu Selçukluları döneminde göçebelikten yerleşik hayata geçen Türkmenler “tımar” ya da “ikta” sisteminin özünü oluşturuyorlardı. Ordularını Türkmen gençlerinden seçtikleri askerlerden oluşturan Anadolu Selçukluları onları ve oymaklarını toprak vererek sınır boylarına (uç) yerleştiriyorlardı. Bizanslılara ve öteki Haçlı saldırılarına karşı devleti koruyan güçler onlardı.

Türkmenler Anadolu Beylikleri döneminde de etkin bir güç olarak varlıklarını sürdürdüler. Osmanlı Beyliği’nin nüfus temeli yine Türkmenlerden oluşuyordu.

Türkmen Türkçesi; Azerbaycan, Türkiye ve Horasan Türkçeleriyle birlikte Türk Dili’nin Oğuz Lehçesi grubunu oluşturmaktadır.

Bağımsız Türkmenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov (Türkmenbaşı), kaleme aldığı Ruhnâme adlı kitapta Türkmenlerin tarihi ve bu kelimenin anlamı hakkında şu bilgileri veriyor:

“Ademoğlu’nun yaratıldığı günden bu yana Yüce Allah Türkmen Milleti’ni büyük ve zor imtihanlardan geçirdi. Benim halkım o sınamaların hepsinden de yüzünün akıyla çıkmasını bildi. Kökü ta beş bin yıl öncesine, milletimizin başı Oğuz Han’a dayanan Türkmen halkı doğuda Hindistan’dan, batıda Akdeniz’e kadar uzanan coğrafyada ortaya çıkan dünya değerlerinin hepsine katkıda bulundu.

Türkmen halkının Nuh Aleyhisselam’a kadar uzanan büyük tarihî geçmişi var. Nuh Aleyhisselam, oğullarından Yafes’in soyuna yurt olarak Türkistan iklimini verdi. Yüce Tanrı Türkmen’e doğurganlık verdi; çoğaldıkça çoğaldı. Tanrı ona iki özellik verdi: Ruh yüceliği ve cesaret…. Yolunu aydınlatacak bir ışık olarak da onun gönlüne ve zihnine feraset meşalesini koydu. Bundan sonra bu kullarına genel bir isim verdi: Türk-İman. Türk, “asıl”, İman, “nur” demektir. Buna göre Türk-İman yani Türkmen şu anlama gelir: “Aslı nurdan.” Türkmen adı dünyada işte böyle türedi.”

Kafkasya’yı Hazar üstünden Orta Asya’ya ve İran’a bağlayan stratejik ticarî yol Türkmen topraklarından geçtiği için Çarlık Rusyası; bölgeyi ele geçirmek istiyordu. Bağımsız Türkmenistan’ın Orta Asya’daki öteki Türk gruplarının bağımsızlık isteklerini kamçılaması da Rusların bir an önce hareket etmelerinde etkili oldu. Sonuç olarak, Türkmenistan’ın Ruslar tarafından başlatılan işgal harekâtı 1884’de tamamlandı.

Başta Cüneyt Han olmak üzere Ruslara karşı başlatılan bağımsızlık hareketleri ne yazık ki başarılı olmadı ve Ruslar öteki Türk bölgelerinde olduğu gibi Türkmenistan’da da hâkimiyetlerini kurmuş oldular. 1917 yılında gerçekleşen komünist ihtilalden sonra da durum değişmedi. 14 Ekim 1924 tarihinde Türkmen Sosyalist Cumhuriyeti kurularak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne dâhil edildi.

Türkmenleri Ruslaştırma hareketleri 1960 ve 1970’li yıllarda bütün hızıyla devam ediyordu. Bu yıllarda TKP’nin başına Muhammed Nazar Gapurov gibi Moskova’ya sadık, milliyetçi hareketlere ve aydın çevrelere baskı uygulayan yöneticiler getirildi. Türkmenistan’da 1917’de yaklaşık 500 camii bulunurken SSCB döneminde ülkedeki camiler kapatıldı, sünnet törenleri ile cenazelerin İslamî esaslara göre defnedilmesi yasaklandı.

Türkmen aydınları çocuklarına resmi ad olarak bir Rus adı takmak zorunda kalmalarına rağmen her çocuğun aile ve akraba çevresinde kullanılan Türkmen Türkçesi veya İslam kökenli bir adı daha bulunuyordu. Türkmenistan’ın bağımsızlığı sonrası resmî Rus adları hızla terk edilerek aile içi kullanılan adlar resmi ad oldu.

1985 yılında M. Gorbaçov’un Açıklık (Glasnost) ve Yeniden Yapılanma (Perestroyka) politikası sonucu SSCB’de düzenin yüksek sesle eleştirilmeye başlanması sonrasında TKP’nin Moskova yönetimini küstürmeden halka daha yumuşak davrandığı görüldü. Bu yumuşama içinde 1989 yılında Türkmenistan hükümeti aldığı kararla Türkmen dilini Rusça ile birlikte cumhuriyetin resmi dili haline getirdi. Bu karar Türkmen Türkçesinin devlet dili olması için atılan ilk adım olmasından dolayı büyük önem taşımaktadır.

Türkmenistan, 27 Ekim 1991 tarihinde yapılan referandum sonucu bağımsızlığını ilan etti ve bağımsızlığını ilk tanıyan ülke yine Türkiye Cumhuriyeti oldu.

Türkmenistan Cumhuriyeti’nin başkenti olan Aşkabad, Hazar Denizi’nin doğusunda bulunan Karakum Çölü’nün güneyinde; Türkmenistan ile İran arasında uzanan Kopet dağ silsilesinin kuzey eteklerinde ve sınırdan 30 kilometre içerde yer alıyor. 19. yüzyıl sonlarına kadar halkını Teke Türkmenlerinin oluşturması sebebiyle “Ahal Teke” adıyla anılan bu şehir vâhâlar bölgesinin beş yüz çadırlı en önemli obası idi.

Aşkabad, bugün bir ticaret, sanayi, kültür ve sanat kenti durumunda. Sovyetler döneminde, öteki Türk Cumhuriyetlerinde de olduğu gibi ülkenin bütün kaynakları Rusya’ya akıtılıyordu. Cumhurbaşkanı Türkmenbaşı, “Ruhnâme” isimli eserinde bu konuda şunları yazıyor:

“Ey Türkmen!

SSCB döneminde neredeyse dilini yitirecektin. Rusça’yı bilmiyorsan seni ne okula, ne işe alıyorlardı. Dinini, örf ve âdetlerini unuttun. İktisadî açıdan en geri kalan ülke idin. Milletimiz köyler ve şehirlerde kötü şartlarda yaşadı. Evet… Ak saçlı ihtiyarlarımızın gençlere bunları anlatması şarttır.

Türkmenistan, SSCB hazinesine her sene 10 – 18 milyar USD’lik gelir (petrol, gaz, pamuk, kimyasal ürünler) sağlıyor, geriye 1 milyon USD bile dönmüyordu. Üstelik bu dönemde manevî değerler yitip; gayri meşru kazanç, namussuzluk, hayâsızlık, güvensizlik, sahtekârlık sıradan bir durum haline gelmişti…”

“…Türkmen millî ruhunun 5. altın çağı (bağımsızlığın ilan edildiği) 1991 yılının 27 Ekim günü başlar.

Aslında Allah Teâlâ bizim milletimizin alnına ilginç bir kader yazmış: Her bin yılın başında Türkmen ruhu yeniden yükseliyor. İşte, üçüncü bin yılın başında aynısı tekrarlandı. Tanrı, Türkmen’e tarihî yaratıcılık ilhamını verdi. Bu çağ, Türkmen ruhunun olgunluk çağıdır.”

Türkmenbaşı’nın işaret ettiği Türkmen ya da Türk Ruhu yükselişini sürdürüyor. Bugün Türkmenistan; yıllarca aynı kaderi paylaştığı Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Özbekistan gibi gelişiyor, güçleniyor. Aşkabat’ı bağımsızlığın ilan edildiği yıllarda ve hatta on yıl sonrasında görmüş olanlar bugün gittiklerinde tanıyamıyorlar. Gelişme, modernleşme bütün hızıyla sürüyor. Türkmenler Rusların yıllarca sömürdüğü yer altı kaynaklarını artık kendileri kullanıyorlar. Onun için devlet; doğalgazı, elektriği milletine parasız veriyor. Kısacası Türkmenistan, Atayurdumuzda varlığını sürdürüyor ve geleceğe umutla bakıyor.

Aşkabat, Âşıklar Şehri…

“Âşıklar Şehri” demek olan başkent Aşkabat, Kopet Dağları’nın eteklerinde ünlü Karakum Çölü’ne inat modern bir şehir olarak büyüyor, gelişiyor. Geniş ve düzgün caddeleri, meydanları, park ve bahçeleriyle çekim merkezi olmaya devam ediyor.

Aşkabat’ın çevresi tarihi eserlere sahiplik ediyor. Başkentin 10 kilometre doğusunda, Ebu’l Kasım Babür tarafından yaptırılan ve yaklaşık 600 yıllık bir geçmişi olan bir caminin de bulunduğu Anov Harabeleri, 7 kilometre batısında ise Nusay şehir kalıntıları var. Yine başkent yakınlarında bulunan Kıpçak Köyü’nde ilk Cumhurbaşkanı, Sefer Murat Türkmenbaşı’nın Anıt Mezarı ile muhteşem görünümlü Kıpçak Camii var. Aşkabat’a 50 kilometre mesafedeki Göktepe ise kalesi, müzesi ve camii ile görülmeye değer.

Türkmenistan, dünyada “At Bakanlığı” olan tek ülke olma özelliğine de sahip. Çünkü dünyaca meşhur Ahalteke Atlarının korunup kollanması, nesillerinin sürdürülmesi gerekiyor. Orta Asya coğrafyasının öteki örneklerinin aksine Türkmenistan’da ata duyulan saygıdan olsa gerek at eti yenmiyor, kımız içilmiyor.

Aşkabat’ta görülmeye değer yerlerden biri de, Orta Asya’nın en büyük açık pazarı olma özelliği taşıyan ve Türkiye’den bir inşaat firması tarafından yapılan yaklaşık bir milyon kilometre kare üzerine kurulup haftanın yedi günü açık olan Çöl Pazarı. Burada her türlü alışveriş yapılabiliyor. Hediyelik eşya ve ünlü Türkmen halılarından almak isteyenlerin uğrak yeri. Türkmenistan’a gelen devlet adamları da bu pazara uğramadan geçemiyorlar.

Selçuklu İmparatorluğu’nun Başkenti Kadim Merv

Şimdilerde “Bayram Ali” diye de adlandırılan Kadim (Eski) Merv bilindiği üzere Selçuklu İmparatorluğu adıyla hüküm süren Oğuz Türklerinin İran, Irak, Suriye ve Anadolu’ya dalga dalga yayıldıkları merkez. 1055 yılında Bağdat’a giren Tuğrul Bey, kazanılan nice zaferlere komutanlık eden Çağrı Bey ve 1071’de kazandığı Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun Türk yurdu olmasını sağlayan Sultan Alparslan’ın ayak bastıkları, karargâh kurup geleceği planladıkları diyarlar insanı nasıl heyecanlandırmaz ve görebilmek için nasıl sabırsızlandırmaz ki! Hele hele Türklüğün ve İslamiyet’in büyük hizmetkârları olan Çağrı Bey’le Sultan Alparslan’ın, Sultan Sencer’in mezarlarının da oralarda bir yerlerde olması Türkmenistan’a gitmek için yeterli sebep değil midir? Tuğrul Bey’in türbesini İran’da, Tahran yakınlarındaki Rey’de gece yarısı ziyaret etmek kısmet olmuştu ama Türkmenistan bana kapılarını açmadığı için Merv’e gidemiyorum. İnşaallah bu sitemlerim muhataplarına ulaşır da Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Türkmenistan Cumhuriyeti Devleti bir an önce konuyu görüşerek iki ülke vatandaşları -daha doğrusu kardeşler- arasındaki gidiş gelişleri kolaylaştırırlar.

Neyse ki Kırgızistan, Özbekistan ve Moğolistan gezilerimizi organize eden, o gezilerde yol arkadaşlığı da yaptığımız Kadir Tosun daha önce Türkmenistan’a gidip gezmiş, üstelik Türkiye – Türkmenistan Dostluk Derneği Başkanlığı da yapmıştı. O’nun “İran’dan Turan’a” adıyla yayınladığı kitapta yer alan Türkmenistan notlarından da faydalanarak bu bölümü tamamlamaya çalışacağım.

Merv’de ilk çağlardan buyana farklı dönemlerde özellikle kerpiçten yapılmış kale ve köşklerden kalan izlere rastlanıyor. Bunları Bayram Ali Han Kale, Abdullah Han Kale, Ulu Kız Kale, Küçük Kız Kale ve Melikşah döneminde yapılan Sultan Kale olarak sıralayabiliriz. Çevrede ayrıca Yusuf Hemadani Külliyesi, Gâvur Kalesi ve Erk Kalesi gibi yapılar bulunuyor. Asıl adı Ebû Yakûb Yûsuf Hemadanî olan Yusuf Hemadani önemli din bilginlerinden olup Ahmet Yesevi’nin de hocasıdır. Geniş bir alana yayılan ve surlarının çoğu yıkılmış olup adeta Kadim Merv şehrini kuşatmış olduğu anlaşılan Sultan Kale, Sultan Sencer’in türbesini de içinde barındırdığı için ayrı bir öneme sahip. Sultan Alparslan’ın torunu ve Sultan Melikşah’ın oğlu olan Sultan Sencer 1157 yılında vefat edince burada kendi yaptırdığı türbeye defnedilmiş. Sultan Sencer’in mezarı, devletimiz tarafından restore edilen türbenin ortasında bulunuyor. Kadim Merv’deki kaleler/köşkler kerpiç/toprak yapılar olduğu için büyük ölçüde yıpranıp harabe haline gelmiş ve geniş çaplı restorasyonla ayağa kaldırılmayı bekliyor.

Sultan Sencer’in türbesinin bilinmesi akla hemen Sultan Alparslan’la babası Çağrı Bey’in mezarlarını getiriyor. Ancak ne var ki bu konuda ihtilaf var. Malazgirt Zaferi sonrasında 1072 yılında Merv’e dönüşünde bir suikasta kurban giden Sultan Alparslan, Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı olan MHP Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun tarihi kaynaklara ve yerinde yaptığı incelemelere dayanarak 2009 yılında yaptığı tespitlere göre, babasının yanı başına defnedildi. Bu tespite göre baba – oğlun mezarları, orada bulunan ve TİKA tarafından restore edilen Sahabe’den Al Hakem Gıfari ve Bureyda Al Aslami’nin medfun bulundukları türbelerin yakınında bir yerde bulunuyor.

Köhne Ürgenç

Özbekistan seyahatimiz sırasında, Hive Hanlığı’nın merkezine yakın bir yerde kurulan Yeni Ürgenç’i görmüştük ama aklımız asıl tarihi öneme sahip olan Köhne (Eski) Ürgenç’te kalmıştı. Köhne Ürgenç, Amuderya (Ceyhun) Nehri’nin güney kıyılarında, Taşoğuz ilinde yer alan ortaçağ harabelerine verilen ad ve bir zamanlar bölgede hüküm süren Harzemşahların başkenti. Dolayısıyla her karış toprağından tarih fışkırıyor: Necmeddin-i Kübra (Cuma) Mescidi ve Türbesi, Törebek (Turabek) Hanım Türbesi, Seyyid Ahmet Türbesi, Kutluk Temir Minaresi, Sultan Tekeş Medresesi ve Türbesi, Kırk Molla Kalesi, Fahrettin Razi Türbesi ve Sultan Ali Türbesini tarihi eserlerin başlıcaları arasında saymak mümkün.

İlim tahsili için birçok İslam beldesini dolaşıp önde gelen âlimlerinden ders alan ve asıl adı Ahmed olan “Necmeddin-i Kübra” Köhne Ürgenç ve civarında öğrenciler yetiştirip İslam ilimleri üzerine eserler veren bir zattır. O’nun adına yapıldığı anlaşılan Cuma Camii de Köhne Ürgenç’te ilk göze çarpan eserlerden biri.

Orta Asya coğrafyasının en yüksek minaresi olarak bilinen Kutluk Temir Minaresi’nin 84 metre olarak yapıldığı ancak üst bölmesinin yıkılmasıyla 64 metrelik bir bölümünün kaldığı ifade ediliyor. Minarenin böylesine yüksek yapılmasının iki sebebi varmış: Ezan sesinin daha uzaklara ulaştırılabilmesi ve çölde yolculuk yapan ticaret kervanları için işaret ve gözlem yeri olarak görev yapması.

Törebek ya da Turabek Hanım, Altınordu Sultanı Özbek Han’ın kızı ve Ürgenç Emiri Kutluk Temir’in hanımı imiş. Kutluk Temir, 1336 yılında katıldığı bir savaşta ölünce Turabek Hanım tahta çıkmış on yıl saltanat sürmüş. Ölünce çok sevdiği köşkünün içine defnederek türbe haline getirmişler.

Ürgenç’te bulunan önemli eserlerden biri olan Fahreddin er-Razi Türbesi’nin, Rey’de doğup 1210 yılında Herat’ta vefat eden ancak bir ara Ürgenç’te bulunan büyük İslam Âlimi adına yaptırılan bir Makam Türbesi olduğu sanılıyor.

Türkmenistan İçin Sonuç:

Büyük Türk Tarihçisi Prof. Dr. Osman Turan, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” isimli eserinde, Sultan Alparslan’ın suikasta uğradıktan sonra ölüm döşeğinde iken söylediklerini şöyle nakleder:

“Bir tepe üzerine çıktığımız vakit ordumun azametinden ve askerlerimin çokluğundan altımda yerlerin titrediğini hissediyor ve kendi kendime, ‘Ben dünyanın Hükümdarıyım; hiçbir kuvvet bana karşı çıkamaz; bu ordu ile Çin’i de fethederim’ diyordum. Bu gurur yüzünden bu duruma düştüm. Hâlbuki her sefere çıktığımda daima Allah’tan yardım dilerdim.”

Yine aynı eserde belirtildiğine göre Alparslan’ın oğlu Sultan Melikşah da kurdukları ilim ve irfan yuvasının amacını şöyle açıklıyordu: “Biz Nizamiye Medresesi’ni bir mezhebi korumak için değil, ilmi yükseltmek maksadı ile kurduk. Mezhepler arası bir ayırım istemiyoruz.”

Onlar böylesine inançlı kimselerdi ve sözleri hem zamanımızın devlet adamları ve hem de birtakım din bezirgânları için ibretlerle dolu idi. Türkmenistan toprakları, özellikle Anadolu’da yaşayan bizler için çok değerli hatıraları bağrında taşıdığı için büyük önem taşıyor.


Ahalteke Atları


Alparslan ve Sencer Mezarları


Aşkabat


Kıpçak Camii – Aşkabat


Köhne Ürgençte Sultan Tekeç Türbesi


Ertuğrul Gazi Camii – Aşkabat


Yusuf Hemedani Türbesi


Sultan Sencer Türbesi


Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺46,24

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
114 s. 191 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6494-97-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 3, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre