Kitabı oku: «Anar'ın Dünyası»
Ön Söz
Pervin’in Anar Dünyası
20. yüzyıl Azerbaycan medeniyetinin birçok şahsiyetinin adı, imzaları gurur vericidir. Yüzyılın başlarında Sabir, Mirza Celil, Eli Bey Hüseynzade, Cavid, Üzeyir Bey, sonrasında bu sıraya katılan Samed Vurgun, Mikayıl Müşfik, Şehriyar, Resul Rıza, Mirza İbrahimov, İlyas Efendiyev, Mir Celal, Bahtiyar Vahapzade benim tasavvurumda 20.yüzyıl Azerbaycan medeniyetinin en büyük simalarındandır. Ben sadece bu medeniyetin söz, kalem burcunu işaret ettim ve bu sırada başka kimselerin isimlerini saymadım. Tabii ki dünya haritasında bir menekşe yaprağı kadar olan Azerbaycanımız 20.yüzyılda tezatlarla dolu, karmaşık ve üzüntülü devirler, merhalaler, yıllar yaşamış, fakat menekşe yaprağı boyundaki toprağın sinesi parça parça olsa da, üstünde işgalci orduların döktüğü kanlar hâlâ silinmese de insanlar, kahramanlar, dahiler yetiştirmeye kadirdir.
Geçen yüzyılın 1960’lı yıllarında, 20. yüzyıl Azerbaycan medeniyeti tarihinde ikinci bir intibah devri sayılabilir (Birinci devir geçen yüzyılın başlarındadır-VY). İntibah denildiğinde ben Yeni Dünya görüşünü, medeniyet, özellikle de edebiyat dünyasında ortaya çıkan önemli değişiklikleri göz önünde bulunduruyorum. Yeni Dünya görüşü, yeni medeniyet, yeni bir edebiyat meydana getirir. Sovyet sisteminin tutarsız olduğu, sistemin daha çökmediği ama barometrenin sıklıkla fırtınayı gösterdiği bir devirde edebiyatın, söz sanatının, yeni bir gençliği ortaya çıktı. Altmışlılar edebiyata girdiler ve yenileşmeye teşebbüs eden üstadlarla birlikte edebiyatın niteliğini, karakterini, değiştirmeye, onu millî ânanelerden tecrit olmamak şartı ile dünya edebiyatı ile birleştirmeye çalıştılar. Fakat sosyalist realizmin prensipleri, on yıl süresince “Şair, hükümdarın huzurundasın”, “Edebiyat işi, genel işçi mekânizmasının bir tekeri, vincidir” hükümleri kırılmaya, karşı çıkılsa da, yavaş yavaş sönmeye, ölmeye başladı. Edebiyatta müspet kahraman, lider kişi modelleri dağılmaya başladı. Müstesna kahramanların yerini sade fakat maneviyatça zengin insan tiplemeleri yer değiştirdiler. İnsanı çok yönlü, hem müspet hem de menfi, karışmış renklerle tasvir etme prensibi, hayatı gerçeklerle gösterme değil, bütün tezatları ile tasvir etme meyli gittikçe güçlenmeye başladı. Bu süreçte Yusuf Samedoğlu, Anar, Elçin, İsi Melikzade, Maksudve İbrahimbeyov kardeşleri, Ferman Kerimzade, Sabir Azeri, Mövlud Süleymanlı ve elbette onlardan on yıl önce edebiyatın içinde olan İsa Hüseynov, İsmail Şıhlı mühim rol oynar.
Anar, o yıllarda bu oluşumun öncü temsilcilerinden biri olan, günümüzde 20.yüzyılın hikmetli sanatkârı, Azerbaycan’ı, hakiki manada temsil eden meşhur edebiyat adamı olarak tanıdığımız bu büyük aydın şimdi ömrünün sekseninci baharına doğru yol alıyor. Ben onun sadece 20. yüzyılda değil 21.yüzyılda da fikir, akide, bağımsızlık mücahidi olduğunu düşünüyorum. İngiliz şairi Ben Jonson’un W. Shakespeare hakkında söylediği düşünceyi kayıtsız şartsız ona da atfedebilirim: O, bir asır için değil, bütün zamanlar içindir.
Anar Resul oğlu Rzayev ansiklopedik bir zekâya sahiptir, onu bir yazar, bir sanatı olarak kabul etmek azdır.
Anar, 20. ve 21.yüzyılda Sabir, Mirza Celil, Üzeyir Bey ânanelerini yaşatan, bu ânanelere sadık kalan, kendisi de ânane yaratan kudretli bir kalem erbabıdır.
Anar bütün varlığı ile Azerbaycan’a, onun geçmişine, millî manevi servetlerine bağlılık duyan, onun bağımsızlığını arzulayan bu yolda mücadele sürdüren, sadece eserleri ile değil sosyal ve siyasi faaliyetleri ile de büyük aydın, vatanperver sıfatlarını taşıyan bir Azerbaycanlıdır.
Anar, Türk dünyasının sayılan, seçkin Türkçülüğü, Turancılığı sadece sözde değil, uygulamada da gösteren bir Türktür.
Anar, Azerbaycan medeniyetini dünya arenasında tebliğ eden, dünyanın Azerbaycan kürsüsünde ve tribününde söz söylemeye ihtiyarı ve salahiyeti olan halk ve devlet adamıdır.
Anar bugünkü Azerbaycan edebiyatının başında ona yön veren, istikamet veren, aksakallık salahiyetini layıkınca yerine getiren bir şahsiyettir.
Anar, sinemamızın, tiyatromuzun, basın yayınımızın gelişmesinde hatırda kalacak, unutulmayacak sanat eserlerinin yazarıdır.
Anar, gençliğin dostudur.
Ben bu saydıklarımı genişletebilirim fakat bu yazıda belirteceğim maksadı sonuç bölümünde belirtmek istiyorum.
Genç nasir, araştırmacı Pervin’in Anar dünyasına büyük muhabbetinin derinlerinde de görülüyor ki Anar ömrü boyunca gençliğin sevgilisi olmuştur. O yetenekli gençliğin parlamasına, bu yeteneğe millî manevi hasletlerimizin katılmasına her zaman yardımını desteğini esirgememiştir. Anar’a yerli yersiz taş atanların yanında vaktiyle onun takdir ettiği, hatta yazı hayatına soktuğu gençlerin de bulunduğunu gizlememek lazım. Fakat Anar bu yeteneklere düşman olmamıştır ve yıllar geçtikçe o civanların çoğu utanarak yine Anar’a sığınmışlardır.
Pervin’in, bu yetenekli yazarın Anar’a muhabbetini, onun şahsiyeti, yüceliği, muhteşem büyüklüğü olarak belirtmesi, bana göre, hiç de bağlılık, beklenti, kariyer arzusundan kaynaklanmaz. Bu münasebetin kökeninde iki amil bulunmaktadır: Birincisi Anar’ın edebiyatçı gençlere, tabii ki bu gençliğin en yeteneklilerine desteği, bu desteğin sözde değil, uygulamada da gerçekleşmesine… İkincisi Pervin’in kendi yeteneğidir.
Son yıllarda Pervin Nuraliyev imzası gerçekten de edebi medyada sık sık duyulmaktadır. Bu kızın “Natavan” kulübündeki akıcı, mantıklı, düşünceleri temelinde konuşmalarını işitmiştim. 525. Gazete’deki çeşitli konulardaki yazılarını da okudum ve övgüyle yürekten kadın yazarlarımız arasından bir yıldız doğuyor, dedim ( İşte Pervin isminin manası da Ülker yıldızı, Yedikardeş yıldızı demektir). Pervin’in aynı gazetede bir levha gibi sergilediği “ her şairden bir sevgi şiiri” ben de öyle bir kanaat uyandırdı ki Pervin Azerbaycan edebiyatının klasik dönemini de çağdaş devrini de iyi kavramıştır. Bunu niçin mi söylüyorum? Çünkü bizim aramızda öyleleri var ki Fuzuli’den Sabir’e kadar gelirler ama Sabir’den bu yana geçemezler ya da tam tersi. Bazıları çağdaş sanatçılarımızı bilir, ama Ramiz Rövşen’den Sabir’e kadar yol giderler. Arada durur oradan bu yana nefesleri tükenir, Nebati’ye, Zakir’a, Vakif’e, Fuzuli’ye doğru adım atamazlar. Pervin’in 525. Gazete’de tiyatroyla, opera sanatıyla, sinemayla ilgili makaleleri de onun yeteneğinin başka bir yönünü gösterir.
Elbette bu övgüler Pervin’i şaşırtmasın. Bu benim düşüncem isterse kimse kabul etmesin. Yeter ki Pervin yeteneğine ihanet etmesin, yaşıtları olan bazı gençler gibi içinde “Ben dahiyim, benden [ başkası] olmaz!” gibi ölümcül bir hastalığına yakalanmasın.
Pervin’in Anar nesri ile ilgili makaleler kitabı (O monografi diye de adlandırılabilir) sadece Anarşinaslik olarak da adlanadırabileceğimiz bir devrin ilgi çekici örneğidir. Anar’ın yaratıcılığı hakkında büyükçe, işte onun eserleri kadar monografiler, makaleler, sunumlar, yazmışlar, tebliğler vermişler ve sadece Azerbaycan’da değil, sınırları dışında da ( Rusya’da, Türkiye’de, Avrupa ülkelerinde, Amerikada) devam etmiştir. Sadece Türkiye’de yazılmış, basılmış makaleleri bir yere toplasan kalın bir kitap ortaya çıkar (Pervin’in kitabında bu konuda bir deneme de bulunmaktadır).
Pervin’in kitabının son yıllarda Anar yaratıcılığına, açıkça belirtirsem, onun nesrine hasredilen değerli bir kitap olduğunu düşünüyorum. Pervin Anar’ın ilk hikâyelerinden başlayarak sonuncu eseri Göz Boncuğu’na kadar bütün eserlerine 21.yüzyılın toplumsal eleştirisiyle yaklaşır, kıymet verir, değerlendirir. Bu eserler hakkında geçen asırda da değerli görüşler belirtmişlerdir; Pervin sık sık bu görüşlere başvurur. Pervin bir makalesinde Yusif Semedoğlu’nun Anar’ın kitabına yazmış olduğu ön söze müracaat eder. İşte bu yazıda Yusif Samedoğlu Anar’ın Çağdaş Azerbaycan nesrine getirdiği taze suyu şöyle değerlendirir:
“Sadece bu hikâyeyle (Anar’ın Askılıkta Çalışan Kadının Hikâyesi’nden söz ediliyor,VY) sonradan yazılacak ve çoğunun çağdaş nesir hakkında düşüncelerini iyi yönde alt üst edecek birçok güzel povest ve hikayenin ortaya çıkması için zemin yarattı. Bazen bir cümle ile karakter yaratmak, küçücük bir satırla güçlü bir tesir uyandırmak ânanevi yazı akışının yeknesaklığını bozup yeni güçlü benzetmelere metaforlara, üslup ve kompozisyon unsurlarına yer verme becerisi, bu zamandan başlamış yazarın sonraki yıllarda yarattığı eserlerde daha da sağlamlaşmıştır.” Şöyle de söylenebilir; Pervin, Yusif Semedoğlu’nun daha 1960’lı yıllarda müşahade ettiği çok doğru tespiti bütün makalelerinde ortaya koyar. Tabii ki yeni çağdaş düşünceyle; geniş izahlarla…
Anar’ın nesri konu bakımından rengârenktir günlük hayat olaylarından global mana taşıyan olaylara kadar… Burada manevi, ahlaki problemler de aks eder; dünyayı düşündüren milleti meşgul eden siyasi sosyal meselelerde … Anar nesri zaman mekân sınırlarına göre de hem yerli hem de genel konuludur. Bu nesirde bir günün, bir saatin olayları da ilgi çeker. Asırlardır devam eden, hatta sonsuza kadar süren hadiseler de, mekânlar da sık sık değişir, birbirinin yerini alır. Bakı, Moskova, Buzovna Bağları, İçerişeher, Türkiye şehirleri, Nahçivan, Karabağ, bir ev, bir kabin, bir tren, muhtelif yollar, sokaklar, bulvar ve gemiler… Anar nesrinde Pervin’in kaydettiği doğrular gibi, Azerbaycan insanının, Türk insanının hayatı, lirik ve zarif hislerle canlandırılır. Anar nesrindeki lirikliği Pervin ilk olarak incelediği bir nesneye çevirir. Anar bu nesir eserlerinde şairlik etmez ama onun nesri kendi nitelikleri itibariyle felsefik psikolojik olduğu kadar liriktir. Anar da üslup yapışkan değil dayanıklıdır. Burada Mirze Celil nesrine has olan eleştiri, mizah, komik unsurlar olduğu kadar Fuzuli şiirlerinden istifade edilen incelikler de dikkati çeker. “ Üslup bütün üslupların akıldan çıkarılmasıdır” cümlesi bir araştırmacını sözüdür. Bu manada Anar’ın nesir üslubu, bütün ânanelerin, bütün yeniliklerin toplu hâlde Anar üslubu özelliğinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Pervin bu meseleler de de doğru, inandırıcı izahatlar verir.
Ak Koç Kara Koç ve Göz Boncuğu povestleri hakkında yazdığı denemelerde Pervin Anar yaratıcılığındaki iki merhalayi belirtir: Biri 1990’lı yıllardır ki Anar; bu yıllarda nesir kıtlığında belirli bir boşluğu doldurdu ve Azerbaycan’ın gelecek beklentilerinden önce öngörülerini takdim etti. Pervin Ak Koç Kara Koç’u Anar’ın Azerbaycancılık düşüncesinin sosyal ve siyasi düşünceden edebi söze geçmesi olarak tespit etmiştir. Genellikle Azerbaycancılık Anar’ın mefkûresidir, arzusudur ve Anar siyasi ve toplumsal yaratıcılığının bütün zorluğu bu mevzunun omzundadır. Ak Koç, Kara Koç’da ütopik konu paralellikleri de tesadüfi değildir. Anar, efsane, fantastik, gerçek dışı olaylara daha yazarlığının ilk dönemlerinde, İlişki povestinde yer vermiştir. Göz Boncuğu povesti hakkındaki yazısı edebi tenkidin üç çeşidini aks ettirir: Biri sadece gerçek düşünceleri yansıtan eleştiri yazısı; diğeri tenkitle beraber onun içindeki siyasi ve sosyal durum; üçüncüsü ise duygusal ruh hâlinden kaynaklanan deneme. Benim kanatimce, Pervin gerçek bir tenkitçi gibi tanınmak istiyorsa bu türlerden birincisini seçmelidir. Fakat rasyonal düşünce tarzının duygusallıktan mahrum olmaması şartıyla.
Pervin Anar’a hasrettiği kitaba, Resul Rıza, Nigar Refibeyli, Enver Memmedhanlı hakkında kaleme aldığı, Anar hakkında yazdıklarından geri kalmayan makalelerini de dahil etmiştir. Bu da sebepsiz değildir. Çünkü Anar şahsiyeti, Anar yüceliği birdenbire havadan sudan ortaya çıkmamıştır. Resul Rıza Anar’ın fikir dünyasına giden yolu göstermiş, Nigar Hanım zarif ve naif dünyasına tesir etmiş, Enver Memmedhanlı bir şahsiyet olarak ona örneklik etmiştir. Bu birincisi, ikincisi Pervin’in Resul Rıza ve Nigar Refibeyli yaratıcılıklarına yaklaşımı analitik nitelik taşımaktadır, Bu yazılarda serbest düşünce tarzı bulunmaktadır.
Benve “Serbest düşünce tarzı” üç bölümde birleşmektedir: Genç ve yetenekli Azerbaycan Hanım’ı Pervin’in bütün yazılarına has olan samimiyeti, o tabiliği, o tahlil mahareti. Bırakın bu düşünce tarzı Pervin’in sonraki yazılarında da eksik olmasın
Vagif YusifliFiloloji İlmleri Doktoru
Yazarından
İlk defa Anar’ı okuduğumda 12-13 yaşlarındaydım…
…Abşeron köylerinden birinde, denize yakın küçük, sade bir bahçemiz vardı. O bahçe hatırımda sadece kaygısız, rahat günlerimle, denizden gelen ılık, bazen de çok sıcak rüzgârıyla, deniz kokusuyla, semaver çayıyla, komşularla sabaha kadar süren çeşitli oyunlarıyla değil, okuduğum kitaplarla da kalmış. Okula gittiğimiz zamanlarda genellikle kitaplarımı okuyordum ama yaz aylarında okumak için, kitaplarla “oynamak” için çokça vaktim oluyordu. Kitaplar da çoğunlukla çocuk kitaplarıydı. Masallar, çocuk şiirleri, macera kitapları vs. Ama günlerden bir gün annemin Anar’ın “Sizsiz”ini okuyup nasıl müteesir olduğunu gördüm. Bu sahne şimdi olmuş gibi gözlerimin önündedir. Galiba, o çocuk merakım da daha terk etmemişti beni. Sabahleyin gözlerden kaçıp bahçenin bir köşesine çekildim ve okumaya başladım. O zaman evimizde kitapları kontrol etme çok fazlaydı. Her eser de okunmamalıydı, özellikle annem bu konuda çok dikkatliydi. Bunun için de “Sizsiz”i okumaya başladığımda çok tedirgindim, şimdi bunu elimden alıp “Büyüdüğünde okursun” diyeceklerini düşünüyordum. Ama aksi oldu, Annam beni “suç” üstünde yakaladığında itiraz etmedi.
…“Sizsiz” benim çocuk dünyamı alt üst etmişti. O zamana kadar hayatın en büyük hadisesinden, felsefesinden, ölümden habersizdim, ninelerim, dedelerim, kardeşlerim hepsi sağ selametti. “ Sizsiz” ise bir mersiyeydi ve ben ölümün, kaybın ne olduğunu ilk defa o zaman öğrendim, bunu hayattan değil, edebiyattan öğrendim.
Edebi eser her yaşta, bir biçimde insanı etkiler. İlginçtir ki o zaman “Sizsiz”in beni etkileyen karekteri Günel’di. Şimdi eseri tekrar okuduğumda çok farklı karakterler yaratan Anar küçük bir çocuğun da ölümden sonra hissettiklerini öyle doğru yazmış ki o zaman tahminen işte Günel’in eserdeki yaşında olduğum için çok etkilendiğimi düşünüyorum. Ve ilginçtir ki yıllar geçse de yine o çocuğun korkuları içimdedir, ben büyüdüm ama korkular aynıdır:
“Sanki yürek korkular için dardır, orada yalnız bir ya da iki insanı yitirmek için yer var. Garip ki annemle babamın vefatından sonra bu korkunun Günel’in kalbine yuvarlandığını görüyorum. İlk kez yakınını- dedesini, ninesini yitirmiş kızcağız- kendi ana babası için kaygılanıyor.”
Eseri okuduktan sonra aynı Anar’ın yazdığı gibi anne ve babamın göğsüne sokulduğum, onları kaybetmekten korkum hatırımdadır. Ve o zamandan beri Anar benim ilgiyle okuduğum, her okuduğumda yeni hislerimi, korkularımı, isteklerimi, fantezilerimi keşfettiğim bir yazar oldu. Sonraları bizim okuyucu-yazar münasebetimiz o kadar derinleşti ki ben onun sadece nesrini değil, tiyatro eserlerini, filmlerini de, denemelerini de öğrendim. Çok iyi öğrendim. Şimdi ise bu öğrendiklerimi başkalarına da öğretmeye, söylemeye, anlatmaya ihtiyaç duydum. Doktorada hiç düşünmeden sadece Anar’ın sanatçılığı hakkında yazmak, araştırma yapmak istediğimi bildirdim. Konu kabul edildikten sonra bu eserleri artık okuyucu gözüyle değil, araştırmacı gözüyle okumaya başladım. Anar farklı fikirlere yer veren, çeşitli görüşlere kapı açan bir yazardır. Bazen aynı eseri hakkında iki eleştirmenin birbirine taban tabana zıt fikirlerine rastlanır. Bu sebeple ben onun yazarlığını kendi gördüğüm, duyduğum şekilde sunmak, okuyucuya ulaştırmak istedim. Ve kitap da sadece bu gayeyle yazıldı. Asıl niyetim okuyucuyu yazar ile yakınlaştırmak, biraz daha kardeş etmektir. Kitaptaki farklı denemelerde yazarın çeşitli eserlerine yer vermeye, derine inip alt manalarını, açıkça görülmeyen maksatlarını anlamaya, bütün bunları yalnız uzmanların bildiği, anladığı dilde değil, sade bir okuyucunun anlayacağı şekilde tahlil etmeye çalıştım. Çünkü Anar’ın eserleri hangi mevzuda, hangi üslupta olursa olsun herkesindir, herkes içindir. Eleştirinin asıl amacı herkesin anlayamadığı düğümleri çözmek, görmediği meseleleri aydınlatmaktır. Bütün bunlara ne derece nail olduğumu ise zaman gösterecek elbette.
Kitapta Resul Rıza, Nigar Refibeyli, Enver Memmedhanlı hakkında yazdığım denemelerin yer alması okuyucuları şaşırtabilir. Konu şu ki sözü edilen bu denemeler farklı zamanlarda, sanatçıları kutlama veya anma günlerinde yazılmıştır. Fakat kitap basım için hazırlandığında bu yazıların dâhil edilmesinin maksada uygun olacağını düşündüm. Öncelikle şu sebeple, Anar’dan bahsetmeden bu sanatçılar hakkında yazmak mümkün değildir ve ben onun eserlerinden çok faydalandım. Ama asıl sebep her üç sanatçının Anar’ın yazar olarak yetişmesine, düşüncelerine tesir etmeleridir. Beğenilen bir yazarın yetişmesinde muhitin rolü inkâr edilemez. Anar’ın muhiti, biyografisi, talihiyle ilgiliydi. Yani aslında muhit onun büyüdüğü evin içerisiydi. Bu muhitte sadece üç sanatçı, Resul Rıza, Nigar Hanım ve Enver Memmedhanlı onun zevkinin, edebiyata, dünyaya bakışının şekillenmesine tesir etmişti. Şimdi yazarın “ Sizsiz” eserinde, Enver Memmdehanlı hakkında “Hayatım Ağrıyor” uzun hikâyesinde yazmış olduğu hatıraları, mektupları okuduğunda bu insanların ona sadece anne baba, akraba olarak değil, sanatçı olarak tesir ettiğini görürüz.Yazar “Seçilmiş Eserler”inin birinci cildinde ilk hikâyeleri hakkında şöyle yazar:
‘İstırabın vicdanı”nı ise babam beğenmişti ama Enver Memmedhanlı bu hikâyeyi okuyup kati surette kötüledi. Hikâyenin saklanmış tek nüshasının son sayfasında Enver muallimin karakalemle yazılmış çok sert düşünceleri durur.” At sobaya! Büyük, tarihi bir faciayı anlamsız bayağı bir saçmalığın yaygaralarının hedefi etmek olmaz!”
Enver Memmedhanlı’nın sert notu hayli düşündürücüydü. Anar’ın şahsi arşivinden aldığım incelediğim, bastırmadığı hikâyelerinin sonunda bu şekilde ciddi kayıtlar, notlar var. Yani bu sebeple şair ve yazar ailesinde büyümenin üstünlüğü, ne yazarsan yaz, bastırmak değildir. Aksine yazılarına böyle dikkatli, sert bir eleştirmen gözüyle bakan vardı ve bu çok büyük üstünlüktü, kazanç da buydu. Fakat onlarında yaratıcılıklarının derinliklerine gidildiğinde Anar’ın tesirini de görülebilmesi asıl meseledir. Resul Rıza mektuplarının birinde şöyle yazar:
“Oğlum!
Bilsen yerin nasıl boş. Her defa yeni bir şiir yazıp bitirdiğimde gözlerim seni arıyorr, işte sen bizim edebi sohbetlerimizin, münakaşalarımızın arabulucusuydun.”
Mektubun işte bu iki cümlesinde Resul Rıza ailesinin herhangi bir yerinde yazılmamış kuralları hissedilebilir. Asıl kaideyse birbirlerine sınırsız bağlılık, sevgidir. Bunun için Anar hakkındaki kitaba Resul Rıza’dan, Nigar Hanım’dan bahsederek başlamam tabiidir. Büyük ihtimalle Anar dünyasına da işte buradan başlanır: Resul Rıza’nın denizinden, Nigar Hanım’ın çiçeklerinden!!!
Resul Rıza’nın Rengârenk Denizi…
Ufuklar, sanki,
Çekilir perde perde,
Renkler saklanbaç oynuyor;
Deniz sakin olsun ya da dalgalı,
İstiyorum gün doğmadan
Kalkayım Buzovna kayalarına,
Haykırayım:– Hey…insanlar!!
Kalkın, kalkın.
Resul Rıza
Resul Rıza’nın şiirini bütün manaları, renkleri, ahengi, melodisi ile tamamıyle anlamak, hissetmek için zaman gerekir… Bir de sakin düşünce! Aynı zamanda, hayata olgun ve derin bakış! Fazlasıyla hassaslık! Şiire daha farklı münasebetle, yeniliği anlamak, “yakalamak” becerisinden bahsetmiyorum… Ve bunları saydıkça, birisinin entelektüelliğini söylemenin, seviyesini de bu biçimde Resul Rıza’nın şiiriyle münasebetine göre ayırt etmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. …Bana göre sadece Resul Rıza’nın değil, işte bütün Azerbaycan’ın, Türk şiirinin zirvelerinden biridir “Renkler”. Ve bu “zirve”yi yaratmak, yazmak şair den ne kadar ustalık talep ediyorsa, okuyucu için ayağa kalkmak da bir o kadar zahmet istiyor. Bu silsileye ait şiirleri anlamak, folklordan, gelenek ve göreneklerden, güzel sanatlardan, ressamlıktan, dünyadan, savaşlardan, tarihten haberdar olmak demektir. Ramiz Rövşen şairin 100.yılı münasebeti sebebiyle yazdığı “ Ömrün birinci yüz yılı” makalesinde şöyle belirtir: Hakikat şu ki entelektüel şiirin emsalsiz örneği olan böyle dizeleri yazmak kendisine her şair diyen şairin işi olamadığı gibi, satır altı manalar ve işaretlerle dolu bu şiirlerin okuyucusu olmak da her insanın işi değildir. Daha 1960’lar-da öğrenci arkadaşlarımla bu şiirlerdeki en karmâşık mısraların sırrı açıldığında ne kadar sevindiğimi hatırlıyorum.” Bu satırları okuduklarında Resul Rıza’nın gençlere tesir gücüne hayret ettim. Çünkü Ramiz Rövşen’in öğrenciliğinden tahminen kırk yıl sonra bizler de Resul Rıza renklerinin “sırlarını” bulduğumuzda, açtığımızda sevincimizin sınırı olmazdı. Üniversitenin soğuk okuma salonunda “Renkler”i sırayla okuyarak her yeni keşfimizde nasıl gururlandığımız da çok iyi hatırımdadır…
MAVİ
Dalgasız deniz,
Istırapsız muhabbeti
Semanın derinliği.
Müziğin “rakkaseler”i,
Küçük bir ressamın çizdiği güneş.
Gözlerin dinçliği.
İnsan düşünceleri.
Buz adaları arasında
Su sokakları.
O zamanlar “Küçük bir ressamın çizdiği güneş…” mısrasına şöyle anlam verdiğimizi hatırlıyorum: Küçük bir öğrencinin tükenmez kalemle defterinin bir köşesine güneş çizdiğini belirtir…
Bence insan yaşı ilerledikçe, böyle derin ve düşündürücü şiirin de ondaki tesiri kuvvetlenir, büyür. Ve bu düşünceyle her seferinde Resul Rıza’nın yaratıcılığına ve onun açısıyla “Renkler”e yeniden bakınca tamamen farklı, yeni manalar ortaya koymak mümkündür.
…Dahi şairin doğum günü arefesinde onun eserlerini, hakkında yazılmış makaleleri ve denemeleri, halk yazarı Anar’ın “Mücadele Bugün de Var”-Resul Rıza’nın hayatı ve yazarlığı hakkındaki düşünceleri belirten kitabını, “Sizsiz” hatıra romanını yeniden okuduktan sonra “Renkler”in tamamen bambaşka bir tonunu hissettim. Daha doğrusu Resul Rıza’nın yaratılığındaki bütün renklerin harmonisini hissettim ve onun mürekkebinin denizden geldiğine şüphem kalmadı. Yazarlığının, şiirlerinin merkezinden kırmızı bir çizgiyle geçen denizi Resul Rıza’nın şahsi malı sayabiliriz. Elbette, bu fikre itiraz ederek başka şairlerin de bu konuya temas ettikleri söylenebilir. Fakat diğerlerinin denizi ile Resul Rıza’nın denizi farklıdır, onun denizi bir tek renk değil, onun denizi rengârenktir:
DENİZ NE RENKTİR?
Mavi,
Öyle mi?
Fakat ben denizi yeşil gördüm
Deniz yeşil olur,
Öyle mi?
Fakat ben denizi siyah gördüm,
Deniz siyah olur; öyle mi?
Fakat ben denizi beyaz gördüm,
Ben denizi üşümüş gördüm.
Ben denizi öfkeli gördüm,
Güldüğünde de,
Ne renktedir deniz?
Resul Rıza denizin yanındadır daima ya da deniz şairin yazarlığı ve hayatı boyunca onun hatırındadır ve yanındadır. Sanatçıların doğduğu, yaşadığı muhit, tabiat onu yazdıklarına, sanatla münasebetine, tasvirlerine, izlenimlerine tesir eder, kesinlikle eder. Bunun içinde Resul Rıza’nın şiirine, Abşeron’dan “Deniz”, Gökçay’dan “Renkler” gelmiş ve bunların ikisinin birleşmesi şiirlerin çoğunda en değişik, ideal şiirsel sunumlarla kendini gösterir. “Hayat adamı” şiirindeki mısralar buna örnektir:
Dünyayı renkli gördüm uykuda.
Gördüm beyazsız, siyahsız.
Denizler-
Deniz renkli;
Masmavi,
Mavi,
Sarımsı.
Resul Rıza için dünya denizden başlar… Deniz renkliyse, dünya renklidir. Bunun için de çoğunun sadece açık ya da koyu mavi saydığı denizi şair, istediği renkte görüp hissedebilir. Renkler’den aldığım birkaç mısra bunun için örnektir:
Gümüşi-köpüklü dalgalar…
Yeşilimsi-yaz başında deniz.
Mavi dalgasız deniz.
Siyahımsı – Denizin öfkesi.
Firuzemsi -Denize yakışan.
Yukarıda belirtilen misaller okunduğunda Resul Rıza’nın bunları bir maksatla yazdığı düşünülür. Sanki şair Gökçay’ın doğasından aldığı boyalarla Abşeron’un sert, çıplak güzelliğinin temelini teşkil eden denizi gönlünün istediği gibi renklendirmiş, biraz daha cazibeli hâle getirmiş. Ve bu işi öyle ustalıkla yapmış ki süslenmiş deniz tabiliğini, zarifliğini zerre kadar kaybetmemiş, aksine! Belki de gerçekte o, renkleri de denizleştirmiş ve bu şekilde mana vermiş. Şairin iki farklı şiirinde Deniz’e ve Renkler’e benzer münasebeti, ilgisi, sevgisi besbelli görünür. Biri “Renkler Fışkırması”, diğeri “Denizden Büyük” şiiridir. “Renkler Fışkırması”nda:
Tablonun sahibi Tural Anaroğludur
Renkler!
Sevincim,
Acım, kırgınlığım!
Sizsiz ne rahatım,
Ne dincim.
…diyen şairin “Denizden Büyük”de denize aynı hassaslıkla, ilgiyle yaklaşır:
Dünya ne kadar olurdu,
Deniz olmasaydı.
Deniz düşündürür beni.
Hayatın gücüne.
Şairin “Seçilmiş Eserleri’ne “Denizle ilgili nağmeler” başlığı da ilave edilmiş şiirlere “Renkler” (1962) dizisinden önce ve sonra yazılmış eserler dâhildir. Bu şiirlerde sadece rengârenk değil, kendine has özellikleri olan, sinirlenen, üşüyen, sıkılan, seven, sevilen, şikâyet eden, özlemle sabahı bekleyen, şaire ilham veren Deniz imgesini görebiliriz. Fakat onun diğer-“Renkler” ve “Denizle ilgili nağmeler” dizisine alınmayan şiirlerinde de bu iki imgeye, renkli denize veya deniz renklerine sık sık rastlanır. Şairin “ Balıkların nağmesi”, “Taşlar ne söylüyordu?”, “ Toprak olmuş kemikler”, “geçen günler”, “sensiz”, “sevgilim” ve başka şiirleri bu kunuda dikkati çeker. …Resul Rıza yenilikçi, yaratıcı, kendine has ekloü olan bir şairdir. Hiç şüphesiz, onun denizi, renkleri farklı, değerli, şaşırtıcı olduğu kadar göğü, yeri, meşesi, çayı, dünyası da benzersizdir. Sadece bunları hisseden, idrak eden araştırmacıya ihtiyacı vardır şairin. Bence o okuyucuyu da araştırmacıyı da Resul Rıza’nın kendisi yetiştirir… Yazdıklarıyla. Sadece zaman gereklidir. Yazımın başlarında da söylediğim gibi… Bir de sakin düşünce…
P.S. şimdi, nedense, birden bire “Küçük ressamın çizdiği…” küçük öğrencinin tükenmez kalemle defterinin köşesine karaladığı güneş aklıma geldi. Daha doğrusu deminki defter.Kırmızı kalemle yavaş yavaş dalgalanan deniz de çizilmiş oraya… Güneşin gölgesinden ya da belki utandığından kızarmış deniz… Resul Rıza’nın rengârenk denizi…