Kitabı oku: «Gora», sayfa 6
Hiç kuşkusuz, Gora onları görmüştü ama görmezlikten geldi ve oradan uzaklaştı. Arkadaşının kabalığı Binoy’u utandırıyordu ama onun telaşla kaçıp gitmesinin nedenini hemen anlamıştı. Gora grubun içinde onu görmüştü. O ana kadar bütün dünyasını aydınlatan mutluluk bir anda söndü. Binoy’un düşüncelerini okumakta gecikmeyen Suçarita onu üzen şeyin ne olduğunu hemen anladı. Sırf Brahmolara karşı ön yargılı olduğu için Binoy gibi bir arkadaşa böyle bir haksızlık yapmasına dayanamayan kızın öfkesi tekrar kabardı ve her zamankinden daha büyük bir hırsla, onun bütün yaşamında başarısız olmasını diledi.
14
Gora öğle yemeğine başlarken, bunun kafasını kurcalayan konuyu açmak için iyi bir fırsat olduğunu düşünen Anandamoyi: “Bu sabah Binoy geldi.” diyerek öylesine bir şey söylermiş gibi söze başladı. “Onu görmedin mi?”
Gora gözlerini tabağından ayırmadan kestirip attı: “Gördüm.”
“Ona kalmasını söyledim.” dedi Anandamoyi uzun bir suskunluktan sonra. “Ama aklı başka yerdeydi, beni dinlemeden çekip gitti.”
Gora karşılık vermeyince Anandamoyi sözünü sürdürdü: “Gora, onu huzursuz eden bir şey var, bundan eminim. Binoy’u daha önce hiç böyle görmedim. Bu hâli hoşuma gitmiyor.”
Gora hiçbir şey söylemeden yemeyi sürdürdü. Anandamoyi oğlunu, onu kızdırmaktan korkacak kadar çok seviyordu. Ona kendiliğinden açılmazsa konuşması için fazla baskı yapmazdı. Başka zaman olsaydı, konuyu çoktan kapatmış olurdu ama Binoy için çok endişeleniyordu, bu nedenle konuşmayı sürdürdü: “Dinle beni Gora, seninle açık konuştuğum için bana kızma. Tanrı herkesi birbirinden farklı yaratmıştır ve bütün insanların aynı yolu izlemesini beklemez. Binoy seni canı gibi seviyor, onun için senin her şeyine katlanıyor ama onu kendin gibi düşünmeye zorlarsan, arkadaşlığınızın sonu iyi olmaz.”
“Anne, bana biraz daha süt getirir misiniz?” dedi Gora, bu onun son sözü oldu.
Böylece konuşma sona erdi. Anandamoyi yemeğini yedikten sonra düşünceli bir hâlde yatağında oturdu ve dikiş dikmeye başladı, onu hizmetçilerden birinin işlediği bir günahla ilgili tartışmanın içine çekmeye çalışan Laçmi, sonunda yoruldu ve öğle uykusunu uyumak için yere uzandı.
Mektuplarını yazmak Gora’nın uzun zamanını aldı. O sabah Binoy onun ne kadar öfkeli olduğunu görmüştü, kendini bağışlatmak için geri geleceğinden emindi. Sürekli ayak seslerini dinliyordu. Sonunda gün bitti ama Binoy hâlâ ortada yoktu.
Gora’nın işi bitmek üzereyken Mohim yanına geldi. Bir sandalyeye oturdu ve hemen konuya girdi: “Sasi’nin evliliği için ne düşünüyorsun?”
Gora bu konuyu hiç düşünmediği için suçluluk duydu ve suskun kaldı.
Bunun üzerine Mohim, evliliğe hazır uygun bir damat adayı bulmanın ve ailelerinin, o günün koşullarıyla drahoma ödemesinin zorlukları hakkında uzun bir söylev verdi ve bir amca olarak Gora’yı görevini yapmaya çağırdı. Sonunda köşeye sıkışan Gora, hiçbir çözüm yolu bulamadığını itiraf edince ona en iyi çözümün Binoy olduğunu söyledi. Mohim’in sözü bu kadar uzatmasına gerek yoktu ama Gora’ya belli etmemekle birlikte, ondan biraz korkuyordu.
Ülkelerine daha iyi hizmet etmek için hiç evlenmemeye karar verdikten sonra, Binoy’un damat adayı olarak uygun bulunacağı Gora’nın aklının ucundan bile geçmemişti. “Biz evlenmemeye karar verdik.” diyerek konuyu kapatmak istedi.
“Siz ne biçim Hindusunuz?” diye parladı Mohim. “Bütün kast işaretleriniz ve tikilerinize karşın, aldığınız İngiliz eğitimi kanınıza işlemiş. Kutsal metinlerin bütün Brahman çocuklarına evlenmeyi buyurduğunu bilmen gerekir!”
Mohim, çağdaş erkekler gibi dinin kurallarını hiçe saymazdı ama kutsal metinlerle de fazla ilgilenmezdi.
Otellerde yemek yiyerek gösteriş yapmayı anlamsız bulurdu; Gora gibi basit bir yaşam sürmenin ve sabah akşam kutsal metinlerden söz etmenin de gereksiz olduğuna inanırdı. Onun sloganı “Roma’da Romalılar gibi davranmalısın!” idi. Bu nedenle Gora ile konuşurken kutsal metinlerden söz etmeyi unutmadı.
Bu konu iki gün önce gündeme gelseydi, Gora ağabeyini dinlemek bile istemezdi ama şimdi bunu bir kalemde silinip atılacak bir olasılık olarak görmüyordu. Her şeyden önce bu, Binoy’un evine gitmek için iyi bir bahane olacaktı. “Tamam.” dedi. “Binoy’un bu konuda ne düşündüğünü öğrenirim.”
“Öğrenecek bir şey yok.” diye karşılık verdi Mohim. “Sen onun nasıl düşünmesini istersen öyle düşünecektir. Bunu onayladığını belirtirsen hiçbir sorun çıkmaz ve bu işi olmuş kabul edebiliriz.”
O akşam Gora, Binoy’un evine gitti ve fırtına gibi içeri daldı ama evde kimse yoktu. Uşağı çağırdı ve ondan Binoy’un 78 numaraya gittiğini öğrendi.
Gora’nın kalbi, Pareş Babu, ailesi ve diğer bütün Brahmo Samajlara duyduğu nefretle doldu ve içinde yükselen isyan dalgasını bastırmaya çalışarak, aceleyle Pareş Babu’nun evine gitti. Amacı bütün düşüncelerini açıkça söylemek ve hem o Brahmo’nun ailesine, hem de Binoy’a zor anlar yaşatmaktı. Ama eve vardığında hepsinin akşam ayinine gittiğini öğrendi.
Bir an için Binoy’un onlarla gittiğinden kuşku duydu, belki de o anda Gora’nın evindeydi. İçi içine sığmayan Gora her zamanki tez canlılığıyla koşarak Brahmo Samaj’a gitti. Kapıya vardığında, Binoy’un Bayan Baroda’nın arkasında arabaya doğru yürüdüğünü gördü. Sokakta, herkesin ortasında bir grup yabancı kızla dolaşmaktan utanmıyordu! Budala! Onların tuzağına ne çabuk düşmüştü; bu iş ne kadar kolay olmuştu! Artık arkadaşlıklarının bir anlamı kalmamıştı. Binoy, arabanın karanlığında sessizce oturmuş dışarı bakarken, rüzgâr gibi oradan uzaklaştı.
Vaazın Binoy’u duygulandırdığını düşünen Bayan Baroda, onu derin düşüncelerinden ayırmak istemedi.
15
O gece, Gora eve döner dönmez terasa çıktı ve orada bir aşağı bir yukarı yürümeye başladı.
Biraz sonra Mohim soluk soluğa kardeşinin yanına geldi. “İnsan kanatsız bir canlıdır.” diye homurdandı. “Neden evleri üç katlı yaparlar ki? Gökyüzündeki tanrılar onların katına tırmanmaya çalışan bu kara hayvanlarını asla hoş görmeyecektir! Binoy ile konuştun mu?”
Gora soruya dolaylı bir yanıt verdi: “Sasi’nin Binoy ile evlenmesine olanak yok!”
“Neden, Binoy hayır mı dedi?”
“Ben hayır diyorum!”
“Ne!” diye haykırdı Mohim, çaresizlik içinde ellerini havaya kaldırmıştı. “Senin kafanın içinde yine ne tilkiler dolaşıyor? Bunu neden onaylamadığını öğrenebilir miyim?”
“Binoy’un dinimize daha fazla bağlı kalacağını sanmıyorum.” dedi Gora “Onu ailemize sokmak doğru olmaz.”
“Buna inanamıyorum!” diye gürledi Mohim. “Bugüne kadar çok bağnaz tanıdım ama senin gibisini görmedim. Bu gidişle Benares ya da Nadia panditlerini bile gölgede bırakacaksın. Onlar insanların dine bağlanmalarını yeterli bulurlar ama sen karşındakilerden sonsuza kadar dinden dönmeyeceklerini garanti etmelerini istiyorsun. Bir gün düşünde birinin Hristiyan olduğunu gördüğün için ondan arınmasını istersen buna hiç şaşırmam!”
Bu konuyu biraz tartıştılar, sonra Mohim şöyle söyledi: “Kızı karşıma çıkan ilk görgüsüz adama veremem. Eğitimli insanlar da arada bir kutsal metinlerdeki kuralları çiğneyebilirler, bunun için onlarla tartışabilirsin, hatta onları herkese rezil edebilirsin; ama evlenmelerini yasaklayarak benim zavallı kızımı cezalandıramazsın! Her şeyin olumsuz yönünü görmeye çalışmaktan vazgeç artık!”
Alt kata inen ve doğru Anandamoyi’nin yanına giden Mohim: “Anne, Gora’ya dur demenin zamanı geldi artık!” dedi.
“Neden, Gora ne yaptı?” diye sordu Anandamoyi.
Mohim, olanları anlattı: “Binoy’u Sasi ile evlenmeye ikna etmek üzereydim, Gora da bunu onaylamıştı; ama bir anda Binoy’un yeterince iyi bir Hindu olmadığını keşfetmiş. Anladığım kadarıyla, eski din adamlarımızın koyduğu kurallara ters düşen görüşleri varmış! Gora çok ters davranmaya başladı, bunun ne demek olduğunu bilirsiniz. Din adamlarımızın dışında ona söz geçirebilen tek insan sizsiniz. Onunla gerektiği gibi konuşursanız, kızımın geleceği sağlama bağlanır. Ona Binoy kadar iyi bir koca bulamayız.”
Mohim bunları söyledikten sonra Gora ile yaptığı konuşmayı ayrıntılarıyla anlattı. Duydukları Anandamoyi’yi çok sarstı. Demek ki Gora ile Binoy’un arasındaki anlaşmazlık her zamankinden daha ciddi boyutlara ulaşmıştı.
Gora’yı bulmak için yukarı çıktı ama Gora terasta dört dönmeyi bırakmış ve kitap okumak için odasına gitmişti. Annesi bir sandalye çekip yanına oturunca karşısındaki sandalyeye uzattığı ayaklarını aşağıya indirdi ve yerinde dimdik oturarak onun yüzüne baktı.
“Gora, sevgili oğlum!” diye söze başladı Anandamoyi. “Lütfen beni dinle ve Binoy ile kavga etme. Bana hâlâ kardeş olduğunuzu söyle. Ben sizin aranızın açılmasına dayanamam.”
“Eğer arkadaşım kendini akıntıya bırakmaya karar verirse, onun peşinden koşarak zamanımı boşa harcayamam.” dedi Gora.
“Oğlum, aranızdaki sorunun ne olduğunu bilmiyorum ama sen kendini Binoy’un aranızdaki bağı koparmak istediğine inandırırsan, bu dostluğunuzun yeterince güçlü olmadığını gösterir.”
“Anne!” diye karşılık verdi Gora. “Biliyorsunuz, ben düz bir yolda ilerlemeyi severim. Eğer biri, bir ayağıyla benim yolumda, diğeriyle bir başkasınınkinde yürümek isterse, ona yolumdan çekilmesini söylerim ve bu işin sonunda ikimizden biri zarar görürse bunu umursamam.”
“Onunla aranda ne geçti?” diye sordu Anandamoyi. “Bir Brahmo’nun evine gittiğini biliyorum, bütün suçu bu mu?”
“Bu uzun bir öykü anne.”
“İstediği kadar uzun olsun, sana söyleyecek bir sözüm var. Sen sadakatinle övünürsün ve sıkıca sarıldığın bir şeyi asla bırakmazsın. Neden Binoy ile arandaki bağ bu kadar gevşek? Abinaş partiden ayrılmak isteseydi, ondan böyle kolayca vazgeçer miydin? Binoy’u gerçek bir arkadaş olduğu için mi hiç düşünmeden hayatından çıkarıyorsun?”
Bir süre suskun kalan Gora düşünceye daldı. Anandamoyi’nin sözleri bazı şeylere berraklık kazandırmıştı. O ana kadar hep görev uğruna arkadaşlığını kurban ettiğini düşünmüştü ama şimdi bunun tam tersinin geçerli olduğunu görüyordu. Arkadaşlığın gereklerini tam olarak yerine getirmediği için onu âşık olmakla suçluyor ve acımasızca cezalandırıyordu. Aralarında böyle güçlü bir bağ varken Binoy’un onun sözünden çıkmaması gerektiğini düşünüyordu ama Binoy ona başkaldırmıştı ve Gora’yı gücendiren buydu.
Sözlerinin etkili olduğunu gören Anandamoyi başka bir şey söylemedi ve gitmek üzere ayağa kalktı. Onunla birlikte yerinden fırlayan Gora askıdan şalını aldı.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Anandamoyi.
“Binoy’a.”
“Önce karnını doyursan daha iyi olmaz mı? Yemek hazır.”
“Binoy’u buraya getireceğim, yemeği birlikte yeriz.”
Anandamoyi, aşağıya inmek üzereyken merdivenden gelen ayak seslerini işitti ve durdu. “Bak, Binoy burada!” dedi. Hemen ardından Binoy göründü.
Onu görünce Anandamoyi’nin gözleri yaşardı. “Umarım yemek yememişsindir oğlum.” dedi sevgi dolu bir sesle.
“Yemedim anne.” dedi Binoy.
“O hâlde burada ye.”
Binoy, Gora’ya baktı ve Gora: “Binoy, sen çok yaşayacaksın.” dedi. “Ben de sana geliyordum!”
İki arkadaşı yalnız bırakarak oradan uzaklaşan Anandamoyi’nin üzerinden büyük bir yük kalkmıştı.
Gençlerin ikisi de kendilerinde onları bir araya getiren en önemli konuyu açma cesaretini bulamıyordu. Gora sudan bir konuyla konuşmayı başlattı: “Kulüpte oğlanlara ders veren yeni jimnastik öğretmenini tanıyor musun? Çok iyi bir öğretmen!” Akşam yemeği için aşağıya çağrılana kadar konuşmayı bu şekilde sürdürdüler.
Yemek yerlerken, Anandamoyi onların konuşmalarından aralarındaki duvarın henüz yıkılmadığını anlamıştı. Yemekten sonra: “Binoy!” dedi. “Çok geç oldu, bu gece burada kalmalısın. Ben senin evine haber gönderirim.”
Binoy, önce kafasından geçenleri anlamaya çalışırcasına Gora’ya baktı, sonra şöyle söyledi: “Bir Sanskrit özdeyişi vardır: Akşam yemeği yiyen biri, bir krala yakışır biçimde davranmalıdır. Bu gece tekrar sokağa çıkmayacağım, burada kalacağım.”
İki arkadaş terasa çıktı ve yerdeki hasırın üzerine oturdu. Gökyüzü ay ışığıyla aydınlanmıştı. Sonbaharın tembel, beyaz bulutları ağır ağır ayın önünden geçtikten sonra karanlıkta yitip gidiyordu. Yer yer ağaçların üst dallarıyla bütünleşen farklı yükseklik ve boyutlardaki çatılar, belirsiz ve anlamsız bir ışık ve gölge oyunu gibi dört bir yanda ufka kadar uzanıyordu.
Yakınlardaki bir kilisenin çanı on biri çaldı. Dondurmacıların sesi artık duyulmuyordu. Trafik gürültüsü de hafiflemişti. Çevredeki sokaklarda hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Yalnızca bir köpek havlamasıyla ahırların ahşap kapılarını çifteleyen atların sesi geliyordu.
İkisi de uzun süre konuşmadı. Duygularının sesini dinleyen Binoy sonunda kararsızlığını yendi ve düşüncelerini açıkça söyledi: “Kalbim artık bu yükü kaldırmıyor Gora. Benim düşüncelerimin seni ilgilendirmediğini biliyorum ama bunları sana söylemediğim sürece huzur bulamayacağım. Bunun iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu bilmiyorum ancak emin olduğum bir şey var; bu hafife alınacak bir olay değil. Bu konuda çok şey okudum ve birkaç gün öncesine kadar bilmem gereken her şeyi bildiğimi sanıyordum. Bir göl manzarasına bakarken orada yüzmenin ne kadar güzel olduğunu düşünen biri gibiydim ama şimdi suyun içindeyim ve bunun hiç kolay olmadığını görüyorum.”
Bu başlangıçtan sonra, yaşamını değiştiren olağanüstü deneyimi elinden geldiğince açık bir biçimde Gora’ya anlattı. Son günlerde gecesiyle gündüzünün birbirine karışarak onu sardığını, gökyüzünün sonsuz bir boşluk olmaktan çıktığını, ilkbaharda içi bal dolan bir arı kovanı gibi sevgiyle cisimleştiğini söyledi. Artık her şey ona daha yakın görünüyordu; her şey ona dokunuyor ve yeni bir anlam kazanıyordu. Daha önce dünyayı bu kadar çok sevdiğini bilmiyordu, gökyüzünün görkeminin, ışığın güzelliğinin ve sokaklardaki insan selinin gerçekliğinin farkında değildi. İçinden, karşısına çıkan her canlı için bir şey yapmak geliyordu, tıpkı güneş gibi, gücünü sonsuza kadar dünyanın hizmetine sunmak istiyordu.
Binoy’un konuşma tarzından, onun aklında belli birinin olduğunu anlamak çok zordu. Bir ad vermemeye özen gösteriyordu, hatta verecek bir ad olduğunu bile belli etmiyordu. Bunları söylediği için kendini suçlu hisseder gibiydi. Özgürlüğe kavuşmuştu ama aynı zamanda kendini küçük düşürmüştü. Ne olursa olsun, öyle bir gecede sessiz gökyüzünün altında arkadaşının yanında otururken içindeki duyguları bastıramazdı.
Ne güzel bir yüzü vardı! İçindeki yaşama sevinci bu duyarlı yüze nasıl yansıyordu! Ne kadar zekiydi! Yüz hatlarının ne kadar anlamlı bir derinliği vardı! Gülümsediği zaman en gizli düşünceleri bile gözlerinden nasıl okunuyordu! Gözleri kirpiklerinin gölgesinde nasıl sessizce gizleniyordu! Hele o elleri yok muydu! Düşüncelerini aktarmaya hazır iki güzel nöbetçi gibi her an hazır bekliyorlardı. Binoy bu görüntünün bütün gençliğini, hatta yaşamını mutlulukla dolduracağını hissediyordu ve kalbi, içindeki sevinç dalgasıyla birlikte göğsünden fırlayacakmış gibi atıyordu.
Bu yaşta, birçok insanın bir ömür boyunca tadamadığı bir mutluluğu yaşamaktan daha güzel ne olabilirdi? Yoksa bu bir tür delilik miydi? Yanlış bir şey mi yapıyordu? Acaba o… Artık her şey için çok geçti. Eğer akıntı onu kıyıya götürecekse, bir sorun yoktu ama onu açığa sürükleyecek ve boğacaksa, hiç kimse buna engel olamazdı. Zaten o kurtarılmak istemiyordu. Demek ki alnında bütün gelenek ve göreneklerden kopmak ve akıntıyla birlikte sürüklenmek yazılıydı.
Gora sessizce onu dinledi. Durgun, mehtaplı gecelerde birçok kez terasta oturup edebiyat, insanlar, toplumun refahı ve kendi gelecekleri gibi çeşitli konular üzerinde tartışmışlardı ama hiç böyle özel bir konudan söz etmemişlerdi. O güne kadar hiç kimse Gora’ya böyle içtenlikle açılmamıştı, hiç kimse kalbinin derinliklerinde gizlediği duyguları böyle canlı bir biçimde ifade etmemişti. Bu gibi duygusallıkları aptalca taşkınlıklar olarak görürdü ama o gece duydukları ona öylesine dokunmuştu ki, dinlemekten kendini alamıyordu. Bu duygusal patlama onu da fazlasıyla sarsmıştı, arkadaşının coşkusunun dalga dalga bütün benliğini sardığını hissediyordu. Kalbini örten sis perdesi bir an için dağıldı ve sonbaharın büyülü ay ışığı onun en karanlık köşelerini bile aydınlattı.
Ayın çatıların arkasında kaybolduğunun, yerini doğudan yükselen ve uyuyan bir bebeğin yüzündeki belli belirsiz gülümsemeye benzeyen zayıf bir ışığın aldığının farkında değillerdi. İçini boşaltan ve üzerindeki yükten kurtulan Binoy bundan utanç duymaya başlamıştı. Biraz duraksadıktan sonra sözünü sürdürdü: “Benim yaşadıklarım sana çok önemsiz gelebilir. Bu yüzden beni küçümseyebilirsin ama elimden ne gelir? Bugüne kadar senden hiçbir şey gizlemedim, beni ister anla, ister anlama, sana içimi dökmek zorundaydım.”
Gora yanıt verdi: “Binoy, doğrusunu istersen ben bu işlerden anlamam, daha birkaç gün öncesine kadar sen de anlamazdın. İnsana büyük bir tutku ve coşku verebilir ama yaşamın diğer zenginliklerle birlikte bize sunduğu bu duyguyu anlamsız bulduğumu yadsıyamayacağım. Belki gerçekte böyle değildir, yanılıyorsam bunu kabul ederim. Bu bana sağlam bir temeli olmayan, güçsüz bir duygu olarak görünüyor çünkü bugüne kadar hiç bunun gücünü hissedecek kadar derine inmedim. Ama şimdi senin bütün benliğinle yaşadığın duyguyu sudan bir şeymiş gibi görmezlikten gelemem. Doğanın bir kuralı vardır, insanlar çalışma alanlarının dışında kalan gerçekleri önemsiz olarak kabul etmelidir; yoksa hiç kimse işini yapamaz. Tanrı kafamızı karıştırmamak için bize her şeyi aynı açıklıkta göstermez. Üzerinde yoğunlaşacağımız alanı kendimiz seçmeli ve onun dışında kalan şeyleri yaşamımızdan çıkarmalıyız; gerçeği başka türlü bulamayız. Senin gerçeğin imgesini gördüğün mabette ben ibadet edemem, eğer bunu yaparsam, kendi yaşamımın gerçeğini asla bulamam. Herkesin kendine yalnızca tek bir yol seçmesi gerekir.”
“Anlıyorum!” diye haykırdı Binoy. “Ya Binoy’un yolunu seçeceksin ya da Gora’nınkini. Ben kendimi geliştirme yolundayım, oysa sen teslimiyeti seçiyorsun.”
Gora öfkeyle onun sözünü kesti: “Binoy, bana öyle dokundurmalar yapma! Bugün hafife alınamayacak önemli bir gerçekle yüz yüze olduğunu biliyorum. Gerçeği öğrenmek istiyorsan, kendini tamamen ona vermek zorundasın, bunun başka yolu yoktur. Benim gerçeğimin de bir gün böyle canlı bir biçimde karşıma çıkmasını çok isterim. Bugüne kadar sevgi hakkında kitaplarda okuduklarından daha fazlasını bilmiyordun. Ben de vatan sevgisini kitaplardan öğrendim. Gerçek sevgiyi denedikten sonra okuduklarından ne kadar farklı olduğunu gördün. Senin bütün dünyan bu sevgi oldu artık; nereye gidersen git ondan kaçamazsın. Benim vatan sevgim böyle güçlü ve açık bir biçimde karşıma çıktığında ben de kaçacak yer bulamayacağım. Bütün varlığımı, yaşamımı, kanımı, kemiklerimdeki iliğimi; gökyüzümü, ışığımı, kısacası her şeyimi alacak. Ülkemin gerçek görüntüsü öyle görkemli, öyle güzel, öyle temiz, öyle aydınlık olacak ki; acısı ile sevinci de kontrol altına alınamayan bir su taşkını gibi, yaşamla ölümü beraberinde sürükleyip götürecek kadar coşkulu ve güçlü olacak. Seni dinlerken bunları görür gibi oldum. Senin yaşamını değiştiren deneyim benimkine de yeni bir bakış açısı getirdi. Senin duygularını bir gün anlayıp anlayamayacağımdan emin değilim ama her zaman tatmak istediğim bir zevki senin kanalınla deneme fırsatını buldum.”
Gora konuşurken ayağa kalkmış ve bir aşağı bir yukarı yürümeye başlamıştı. Tan yerinin habercisi olan belli belirsiz aydınlık, onun için sözlü bir mesaj kadar etkiliydi. Yaşlı Hindistan ormanlarının ıssız köşelerinde yankılanan Veda ilahilerini dinlemişçesine duygulandı. Bir an için hareketsiz kaldı, bütün vücudu ürperiyordu, hızla içinde büyüyen bir nilüferin, kafatasını delerek gökyüzüne yükseldiğini ve dev taç yaprakları ile ışık saçan çiçeklerinin her yeri kapladığını hissetti. Bilinci ve gücü, yaşamın olağanüstü güzelliğinin coşkusu içinde yitip gitmiş gibiydi.
Gora bir anda kendini toparladı; “Binoy!” dedi. “Senin aşkın yeterince büyük ama bunun sınırlarını da aşman gerekir, burada duramazsın. Olağanüstü gücüyle beni hizmete çağıran Tanrı’nın büyüklüğünü ve gerçekliğini bir gün sana göstereceğim. Şu anda kalbim, seni ondan başkasının eline teslim etmeyeceğimi bilmenin mutluluğuyla atıyor.”
Binoy da ayağa kalktı ve Gora’nın yanına geldi. Gora alışılmamış bir coşkuyla onu kucaklayarak: “Kardeşim, biz artık tek bir vücut olduk.” dedi. “Birimizin ölümü, diğerinin ölümü olacak; hiç kimse bizi durduramayacak ve birbirimizden ayıramayacak.”
Gora’nın aşırı heyecanı Binoy’un kalp atışlarını hızlandırmıştı. Hiçbir şey söylemeden kendini arkadaşının ellerine bıraktı. Doğuda gökyüzü kızıla boyanırken sessizce terasta yürüdüler.
Gora sözünü sürdürdü: “Kardeşim, benim taptığım Tanrıça, beni güzelliği ile kutsamıyor. Onu yalnızca açlıkla yoksulluğun ve acıyla aşağılamışlığın olduğu yerlerde görüyorum. İbadetimi çiçekler ve ilahilerle değil, yaşamın kurbanlarının kanıyla yapıyorum. Bu davada bizi hiçbir güzelliğin baştan çıkaramayacağını bilmek bana çok büyük bir mutluluk veriyor; hepimiz bütün gücümüzü toplayarak harekete geçmeye ve yaşamımızdaki her şeyi gözden çıkarmaya hazır olmalıyız. Böyle bir eylemin eğlenceli bir tarafı yoktur; bu, dayanılması güç, karşı koyulmaz bir uyanıştır. Acılı ve korkunçtur, varlığın ipleri öyle acımasızca çekilir ki, gam notalarına ayrılırken her notanın çığlığını ayrı ayrı duyarsın. Bunları düşünürken yüreğim yerinden oynuyor, her erkeğin bu coşkuyu duyması gerekir çünkü bu Şiva’nın yaşam dansıdır. İnsanoğlu tüm araştırmaları, yok olan eskinin alev alev yanan tepelerinin üzerinde bütün güzelliğiyle yeniyi görmek için yapar. Ben günün ilk ışıklarında, bu kan kırmızısı gökyüzünde geçmişle bağlarını koparmış aydınlık bir gelecek görüyorum. Dinle, göğsümde delice atan kalbim geleceğin zaferini nasıl müjdeliyor!” Bunu söyledikten sonra Binoy’un elini kalbinin üzerine koydu.
“Gora, kardeşim!” dedi Binoy büyük bir heyecanla! “Sonuna kadar senin yoldaşın olacağım. Hiçbir zaman yolumdan dönmeme izin vermemelisin. Amansız yazgı gibi, elimden tutmalı ve beni acımasızca peşinden sürüklemelisin. İkimiz de aynı yoldayız ama güçlerimiz eşit değil.”
“Aynı yapıda olmadığımız bir gerçek.” diye karşılık verdi Gora. “Ama duyacağımız yüce mutluluk, farklı yapılarımızı aynı noktada birleştirecek. Şu anda bizi birbirimize yaklaştıran sevgiden çok daha büyük bir sevgi, ikimizi tek bir vücut hâline getirecek. Bu sevgiyi bütün benliğimizde hissedemezsek, o zaman atacağımız her adımda aramızda bir anlaşmazlık çıkar ve birbirimizden koparız. Ama öyle bir gün gelecek ki, aramızdaki bütün farklılıkları, hatta arkadaşlığımızı bile unutacağız, gerçek bir özveriyle kendimizi davamıza adayacak ve omuz omuza yürüyeceğiz. Arkadaşlığımız, bu abartısız coşkuyla kusursuzluğun doruğuna ulaşacak.”
Binoy, Gora’nın elini sıkarak: “Bunu başaracağız!” dedi.
“Ama bu arada sana çok acı çektireceğim.” diye sözünü sürdürdü Gora. “Benim zorbalığıma katlanmak zorunda kalacaksın. Unutma, biz bu işi arkadaşlığımızı sürdürmek için yapmıyoruz, onun için aramızdaki bağları korumaya çalışarak kendimizi alçaltmamalıyız. Eğer daha büyük bir sevgi için arkadaşlığımızın ölmesi gerekiyorsa, buna engel olamayız ama onu yaşatmayı başarırsak, kusursuzlaştırmayı da başarırız.”
Arkadan gelen ayak sesleriyle irkildiler ve başlarını çevirip baktıklarında yukarıya çıkan Anandamoyi’yi gördüler. Kadın onları ellerinden tutarak yatak odasına kadar götürdü. “Haydi!” dedi. “Artık yatın!”
İkisi birden haykırdı: “Hayır anne, şimdi uyuyamayız!”
“Tabii ki uyuyabilirsiniz!” dedi iki arkadaşın yatağını hazırlayan Anandamoyi. Sonra kapıyı kapattı ve baş uçlarına oturarak onları yelpazelemeye başladı.
“Bizi yelpazelemeniz bir işe yaramaz anne.” dedi Binoy. “Şu anda uykumuzun gelmesine olanak yok.”
“Gelmez mi?” dedi Anandamoyi. “Bunu göreceğiz! Ben burada kalırsam, birbirinizle konuşamazsınız ve uykunuz gelir.”
Onlar uyuduktan sonra Anandamoyi sessizce odadan çıktı ve aşağıya inerken merdivende Mohim ile karşılaştı. “Şimdi olmaz.” diye uyardı onu. “Bütün gece oturdular, onları daha yeni yatırdım.”
“Tanrı’m, talihin cilvesine bak!” dedi Mohim. “Evlilikten söz edip etmediklerini biliyor musunuz?”
“Hayır, bilmiyorum.” diye yanıt verdi Anandamoyi.
“Bir karara varmış olmalılar.” dedi Mohim kendi kendine. “Ne zaman uyanırlar? Bu evlilik bir an önce gerçekleşmezse bir sürü sorun çıkabilir.”
“Biraz uyumalarına izin verirsen hiçbir sorun çıkmaz.” diye güldü Anandamoyi. “Merak etme, gün içinde uyanırlar.”