Kitabı oku: «Dede Korkut`tan Çocuklara Seçme Hikâyeler»
Bismillahirrahmanirrahim,
Resul aleyhisselam zamanlarına yakın, Bayat Boyu’ndan Korkut Ata derler, bir er kişi varmış. Oğuz’un erenlerindenmiş. Gaipten türlü haberler verir, o ne derse o olurmuş. Allahuteala, onun gönlüne ilham edermiş.
Korkut Ata: “Ahir zamanda hanlık tekrar Kayı’ya geçecek. Ahir zaman olup da kıyamet kopuncaya kadar kimse ellerinden alamayacak.” demiş.
Bu dediği Osman neslidir, işte sürüp gidiyor. Ve daha nice buna benzer sözler söyledi.
Korkut Ata, Oğuz Kavmi’nin müşkülünü hallederdi. Her ne iş olursa olsun Korkut Ata’ya danışmadan yapmazlardı. Her ne buyursa kabul edilir, sözünü yerine getirirlerdi.
Dede Korkut: “Allah Allah demeyince işler düzelmez. Kadir Tanrı vermeyince er zenginleşmez. Ezelden yazılmazsa kul başına kaza gelmez, ecel vakti ermeyince kimse ölmez. Ölen adam dirilmez, çıkan can geri gelmez. Bir yiğidin kara dağ yumrusunca malı olsa yığar, toplar, nasibinden fazlasını yiyemez… Gürüldeyip sular taşsa deniz dolmaz. Kibir eyleyeni Tanrı sevmez, gönlünü yüce tutan erde devlet olmaz. Eloğlunu beslemekle oğul olmaz, büyüyünce bırakır gider, gördüm demez. Kül tepecik olmaz, güveyi oğul olmaz. Başına gem vursan kara eşek katır olmaz, hizmetçiye elbise giydirsen hanım olmaz. Lapa lapa kar yağsa yaza, yapağılı yeşil çimen güze kalmaz. Eski pamuk, bez olmaz; eski düşman, dost olmaz. Kara koç ata kıymayınca yol alınmaz, kara çelik öz kılıcı çalmayınca hasım dönmez, er malına kıymayınca adı çıkmaz. Kız, anadan görmeyince öğüt almaz oğul, babadan görmeyince sofra çekmez. Oğul babanın yerine yetişendir, iki gözünün biridir. Devletli oğul olsa, ocağının korudur. Oğul da neylesin baba ölüp mal kalmasa… Baba malından ne fayda başta devlet olmasa… Devletsiz şerrinden Allah saklasın, Hanım sizi!
Dede Korkut bir daha söylemiş: “Sert yürürken cins bir ata namert yiğit binemez; binince binmese daha iyi. Çalıp keser öz kılıcı namertler; çalınca çalmasa daha iyi. Çalabilen yiğide ok ile kılıçtan bir çomak daha iyi. Misafiri gelmeyen kara evler yıkılsa daha iyi. Atın yemediği acı otlar bitince bitmese daha iyi. İnsanın içmediği acı sular sızınca sızmasa daha iyi. Baba adını yürütmeyen hoyrat oğul, baba belinden inince inmese daha iyi ana rahmine düşünce doğmasa daha iyi. Baba adını yürütünce devletli oğul daha iyi. Yalan söz bu dünyada olunca olmasa daha iyi. Gerçeklerin üç otuz on yaşını doldursa daha iyi. Üç otuz on yaşınız dolsun, Hak size kötülük getirmesin, devletiniz devamlı olsun, Hanım hey!”
Dede Korkut bir daha söylemiş, gelin bakalım ne demiş: “Gittikte yerin otlaklarını geyik bilir. Yeşermiş yerlerin çimenlerini yaban eşeği bilir. Ayrı ayrı yolların izini deve bilir. Yedi dere kokularını tilki bilir. Geceleyin kervan göçtüğünü çayır kuşu bilir. Oğulun kimden olduğunu ana bilir. Erin ağırını, hafifini at bilir. Ağır yüklerin zahmetini katır bilir. Nerede acı varsa çeken bilir. Gafil başın ağrısını beyni bilir. Kolca kopuz yükseltip elden ele, beyden beye ozan gezer. Erin cömerdini, erin cimrisini ozan bilir. Karşınızda çalıp söyleyen ozan olsun. Yolunu şaşırıp gelen kazayı Tanrı savsın, Hanım hey!”
Görelim bakalım Dede Korkut, bu sefer ne söylemiş: “Ağzım açıp över olsam üstümüzde Tanrı güzel. Tanrı dostu din ulusu, Muhammed güzel. Muhammed’in sağ yanında namaz kılan, Ebubekir Sıddık güzel. Ahir otuzuncu cüz başıdır, Amme güzel. Hecesince düz okunsa Yasin güzel. Kılıç çaldı, din açtı erlerin şahı, Ali güzel. Ali’nin oğulları, Peygamber torunları, Kerbela ovasında Yezidiler elinde şehit oldu, Hasan ile Hüseyin iki kardeş, beraber güzel. Yazılıp düzülüp gökten indi, Tanrı ilmi Kur ’an güzel. O Kur ’an’ı yazdı düzdü, ulemalar öğreninceye kadar bekledi biçti, âlimler sultanı, Osman Affanoğlu güzel. Çukur yerde duran Tanrı evi, Mekke güzel. O Mekke’ye sağ varsa, esen gelse, imanı bütün hacı güzel. Hesap gününde cuma güzel. Cuma günü okuyunca hutbe güzel. Kulak verip dinleyince ümmet güzel. Minarede ezan okuyunca müezzin güzel. Dizini bastırıp oturunca helalli güzel. Şakağından ağarsa baba güzel. Ak sütünü doya doya emzirse ana güzel. Yanaşıp yola girince kara erkek deve güzel. Sevgili kardeş güzel. Yan tarafta, ev yanında dikilse gelin odası güzel, uzunca çadır ipi güzel. Oğul güzel. Hiçbirine benzemedi cümle âlemleri yaratan, Allah güzel. O övdüğüm yüce Tanrı dost olarak medet eriştirsin, Hanım hey!”
Dede Korkut dilinden ozan der: Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur. Birisi evin dayağıdır.1 Birisi ne kadar dersen bayağıdır.
Ozan, evin dayağı odur ki kırdan yabandan eve bir misafir gelse, kocası evde olmasa, o onu yedirir içirir, ağırlar, azizler gönderir. O Ayşe, Fatma soyundandır, Hanım. Onun bebekleri yetişsin. Ocağına bunun gibi kadın gelsin.
Geldik o ki solduran soptur… Sabahleyin yerinden kalkar, elini yüzünü yıkamadan dokuz bazlama ile bir külek yoğurt bekler, doyuncaya kadar tıka basa yer, elini böğrüne koyar, der: “Bu evi harap olası kocaya varalıdan beri daha karnım doymadı, yüzüm gülmedi, ayağım pabuç, yüzüm yaşmak görmedi! Ah n’olaydı, bu öleydi, birine daha varaydım, umduğumdan daha uygun olaydı.” Onun gibisinin, Hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki dolduran toptur… Dürtükleyince yerinden kalktı; elini yüzünü yıkamadan obanın o ucundan bu ucuna, bu ucundan o ucuna çırpıştırdı; dedikodu yaptı; kapı dinledi; öğleye kadar gezdi. Öğleden sonra evine geldi, gördü ki hırsız köpek, ahırı birbirine katmış, tavuk kümesine, sığır damına dönmüş; komşularına seslenir ki: “Kız Zeliha, Zübeyde, Rüveyde, Çan Kız, Çan Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek ölmeye, yitmeye gitmemiştim, yatacak yerim gene bu harap olası idi, n’olaydı benim evime birazcık bakaydınız, komşu hakkı, Tanrı hakkı…” Bunun gibisinin Hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.
Geldik o ki ne kadar dersen bayağıdır: Uzak kırdan yabandan bir edepli misafir gelse, kocası evde olsa, ona dese ki: “Kalk ekmek getir yiyelim, bu da yesin. Pişmiş ekmeğin bekası olmaz, yemek gerektir. ”
Kadın der: “Neyleyeyim, bu yıkılacak evde un yok, elek yok, deve değirmeninden gelmedi.” der. “Ne gelirse benim kalçama gelsin.” diye elini arkasına vurur. Yönünü öteye, kıçını kocasına döner; bir söylersen birisini koymaz, kocanın sözünü kulağına koymaz. O, Nuh Peygamber’in eşeği asıllıdır. Ondan da sizi Hanım, Allah saklasın. Ocağınıza bunun gibi kadın gelmesin.
DİRSE HANOĞLU BOĞAÇ HAN
Bir gün Kam Ganoğlu Han Bayındır, yerinden kalkmış; otağını yeryüzüne diktirmişti. Alaca gölgeliği gökyüzüne yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşeliydi. Hanlar hanı Han Bayındır, yılda bir kere ziyafet verip Oğuz beylerini misafir ederdi.
Gene ziyafet düzenleyip attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirmişti. Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu.
“Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun; kara keçeyi altına döşeyin; kara koyun yahnisinden önüne getirin; yerse yesin, yemezse kalksın gitsin. Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa kondurun; oğlu kızı olmayanı Allahuteala hor görmüştür, biz de hoş görmeyiz, bunu böyle bilsin.” demişti.
Oğuz beyleri bir bir gelip toplanmaya başladı.
Meğer, Dirse Han derler bir beyin oğlu da kızı da yokmuş. Söylemiş; görelim, bakalım, Han’ım ne söylemiş:
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Büyük cins atlar sahibini görüp kişnediğinde
Aklı karalı seçilen çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin, kahramanların birbirine
Koyulduğu çağda
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Dirse Han kalkarak yerinden doğruldu ve kırk yiğidini de beraberine alıp Bayındır Han’ın verdiği şölene geldi.
Bayındır Han’ın yiğitleri Dirse Han’ı karşıladılar. Onu getirip kara otağa kondurdular. Kara keçeyi altına döşediler. Kara koyun yahnisinden önüne getirdiler.
“Bayındır Han’ın buyruğu böyledir, Hanım.” dediler.
Dirse Han dedi ki:
“Bayındır Han, benim ne eksikliğimi gördü; gördüyse kılıcımdan mı gördü, soframdan mı gördü? Benden aşağı kimseleri ak otağa, kızıl otağa kondurdu, benim suçum ne oldu ki beni kara otağa kondurdu?”
Dediler ki:
“Han’ım, bugün Bayındır Han’dan buyruk şöyledir ki oğlu kızı olmayanı Allahuteala hor görmüştür, biz de hoş görmeyiz.” demiştir.
Dirse Han yerinden kalktı ve:
“Kalkın yiğitlerim yerinizden doğrulun, bu bana yapılan kara ayıp ya bendendir ya hatundandır.” dedi.
Dirse Han evine geldi. Seslenip hatununa söyler, görelim, bakalım Han’ım ne söyler:
Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı
Evden çıkıp yürüdüğünde selvi boylum
Topuğunda döklüm döklüm kara saçlım
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım
Çift badem sığmayan dar ağızlım
Kavunum, yemişim, düveleğim 2
Görüyor musun neler oldu?
Bayındır Han, kalkarak yerinden doğrulmuş ve buyruk vermiş: “Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ diktirmiş; oğulluyu ak otağa, kızlıyı kızıl otağa, oğlu kızı olmayanı kara otağa kondurun, kara keçeyi altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin, yemezse kalksın gitsin. Her kim ki; oğlu kızı olmayan, Allahuteala ona beddua etmiştir, biz de onu hoş görmeyiz.” demiş. Ben varınca gelip beni karşıladılar ve kara otağa kondurdular, kara keçeyi altıma döşediler, kara koyun yahnisinden önüme getirdiler. “Oğlu kızı olmayanı Allahuteala hoş görmemiştir, biz de hoş görmeyiz, bunu böyle bil.” dediler. Senden midir, benden midir, Allahuteala bize bir topaç gibi oğul vermez nedendir, dedi ve devam etti:
Han kızı yerimden kalkayım mı?
Yakan ile boğazından tutayım mı?
Kaba ökçemin altına atayım mı?
Kara çelik öz kılıcımı elime alayım mı?
Öz gövdenden başını keseyim mi?
Can tatlılığını sana bildireyim mi?
Alca kanını yeryüzüne dökeyim mi?
Han kızı sebebi nedir söyle bana
Müthiş gazap ederim şimdi sana
Bu sözlerden sonra Dirse Han’ın hatunu söylemiş, görelim ne söylemiş:
“Hey Dirse Han, bana gazap etme, incinip acı sözler söyleme. Yerinden kalk, alaca çadırını yeryüzüne diktir. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kes. İç Oğuz’un, Dış Oğuz’un beylerini başına topla. Aç görsen doyur, çıplak görsen donat, borçluyu borcundan kurtar, tepe gibi et yığ, göl gibi kımız sağdır, büyük ziyafet ver, dilek dile, olur ki bir ağzı dualının hayır duası ile Allah, bize topaç gibi bir çocuk verir.” dedi.
Dirse Han, hatununun sözü ile büyük bir ziyafet verdi, dilek diledi. Attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. İç Oğuz, Dış Oğuz beylerini başına topladı. Aç görse doyurdu, çıplak görse donattı. Borçluyu borcundan kurtardı. Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı. El kaldırdılar, dilek dilediler. Bir ağzı dualının hayır duası ile Allahuteala onların dileklerini kabul etti ve hatun, hamile kaldı. Bir zaman sonra bir oğlan doğurdu. Oğlancığını dadılara verdi, baktırdı.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Her omurgası olan gelişir, kaburgası olan büyür. Oğlan, on beş yaşına girdi. Oğlanın babası, Bayındır Han’ın ordusuna karıştı.
Meğer Hanım, Bayındır Han’ın bir boğası, bir de erkek devesi vardı. O boğa sert taşa boynuz vursa un gibi öğütürdü. Bir yazın, bir de güzün boğa ile erkek deveyi güreştirirlerdi. Bayındır Han, Kudretli Oğuz beyleriyle de bu dövüşü seyreder, eğlenirdi.
Meğer Sultan’ım, gene bir yaz, boğayı saraydan çıkardılar. Üç kişi sağ yanından, üç kişi sol yanından demir zincir ile boğayı tutmuşlardı. Gelip meydanın ortasına boğayı koyverdiler. Meğer Sultan’ım, Dirse Han’ın oğlancığı, üç arkadaşıyla meydanda aşık oynuyordu. Boğayı koyverdiler, oğlancıklara kaç, dediler.
O üç oğlan kaçtı. Dirse Han’ın oğlancığı kaçmadı, ak meydanın ortasında bakınıp duruyordu. Boğa da oğlana doğru sürdü geldi. Diledi ki oğlanı helak etsin. Oğlan yumruğu ile boğanın alnına kıyasıya tutup vurdu, boğa geri geri gitti sonra tekrar oğlana doğru sürdü geldi. Oğlan, yine boğanın alnına yumruğu ile sertçe vurdu. Oğlan, bu sefer boğanın alnına yumruğunu dayadı ve onu sürerek meydanın başına kadar çıkardı. Boğa ile oğlan, bir süre daha çekiştiler. Boğanın iki kürek kemiğinin üstüne köpük bağlandı. Ne oğlan yener, ne boğa yener… Oğlan içinden: “Bir dama direk vururlar, o dama destek olur, ben bunun alnına niye destek olup duruyorum ki!” diye düşündü. Boğanın alnından yumruğunu çekip yolundan savuldu. Boğa ayakları üstünde duramadı, tepesinin üstüne düştü yıkıldı. Oğlan bıçağına davrandı, boğanın başını kesti. Oğuz beyleri gelip oğlanın başına toplandılar. Ona:
“Aferin.” dediler, “Dede Korkut gelsin, bu oğlana ad koysun, beraberine alıp babasına varsın, babasından oğlana beylik istesin, taht alıversin.”
Çağırdılar, Dede Korkut geldi. Oğlanı alıp babasına vardı. Dede Korkut oğlanın babasına söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Hey Dirse Han, beylik ver bu oğlana
Taht ver erdemlidir
Boynu uzun büyük cins at ver bu oğlana
Biner olsun hünerlidir
Ağıllardan on bin koyun ver bu oğlana
Etlik olsun hünerlidir
Develerden kızıl deve ver bu oğlana
Yük taşıyıcı olsun hünerlidir
Altın başlı otağ ver bu oğlana
Gölge olsun erdemlidir
Omuzu kuşlu cübbe elbise ver bu oğlana
Giyer olsun hünerlidir
Mademki bu oğlan Bayındır Han’ın ak meydanında cenk edip bir boğa öldürmüştür; senin oğlunun adı Boğaç olsun, adını ben verdim, yaşını Allah versin.
Dirse Han da oğlana, hem beylik verdi hem de taht verdi.
Oğlan tahta çıktı, babasının kırk yiğidini anmaz oldu. O kırk yiğit haset eylediler, birbirlerine şöyle söylediler:
“Gelin, oğlanı babasına çekiştirelim, olur ki onu öldürür, gene bizim izzetimiz, hürmetimiz, onun babasının yanında hoş olur, ziyade olur.”
Vardı, bu kırk yiğidin yirmisi bir yana, yirmisi de bir yana ayrıldı. Önce yirmisi, Dirse Han’a şu haberi getirdi:
“Görüyor musun Dirse Han neler oldu? Murada maksuda ermesin, senin oğlun kötü çıktı, hayırsız çıktı. Kırk yiğidini yanına aldı, Kudretli Oğuz’un üstüne yürüdü, nerede güzel ortaya çıktı ise çekip aldı, ak sakallı ihtiyarın ağzına sövdü, ak bürçekli kadının sütünü çekti. Akan duru sulardan haber geçer, çapraz yatan Ala Dağ’dan haber aşar, hanlar hanı Bayındır’a haber varır. Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, gezmesindense ölmesi daha iyi olur. Bayındır Han seni çağırır, sana müthiş gazap eyler, böyle oğul senin nene gerek, böyle oğul olmasındansa olmaması daha iyidir, onu öldürsene.” dediler.
Dirse Han:
“Varın getirin, onu öldüreyim.” dedi.
Böyle deyince Hanım, o namertlerin yirmisi daha çıkageldi ve bir dedikodu da onlar getirdiler:
“Dirse Han, senin oğlun kalkarak yerinden doğruldu, göğsü güzel koca dağa ava çıktı. Sen var iken av avladı, kuş kuşladı; anasının yanına alıp geldi. Al şarabın keskininden aldı içti, anası ile sohbet eyledi, babasına kast eyledi, senin oğlun kötü çıktı, hayırsız çıktı. Çapraz yatan Ala Dağ’dan haber geçer, hanlar hanı Bayındır ’a haber varır, Dirse Han’ın oğlu böyle görülmemiş şey yapmış derler, seni çağırtırlar. Bayındır Han’ın katında sana gazap olur, böyle oğul nene gerek, onu öldürsene.” dediler.
Dirse Han:
“ Varın getirin, öldüreyim, böyle oğul bana gerekmez!” dedi.
Dirse Han’ın hizmetkârları da:
“Biz senin oğlunu nasıl getirelim, senin oğlun bizim sözümüzü dinlemez, bizim sözümüzle gelmez. Kalkıp yerinden doğrul, yiğitlerini okşa beraberine al, oğluna uğra, onu da yanına alıp ava çık. Kuş uçurup av avlarken oğlunu oklayıp öldürmeye bak, eğer böyle öldürmezsen onu bir daha öldüremezsin, bunu böyle bil.” dediler.
Serin serin tan yelleri estiğinde
Sakallı boza çalan çayır kuşu öttüğünde
Büyük cins atlar sahibini görüp kişnediğinde
Sakalı uzun müezzin ezan okuduğunda
Aklı karalı seçilen çağda
Kudretli Oğuz’un gelininin, kızının bezendiği çağda
Göğsü güzel koca dağlara gün vurunca
Bey yiğitlerin kahramanların birbirine koyulduğu çağda
Sabahın ilk ışıklarıyla Dirse Han yerinden kalktı. Oğlancığını yanına alıp kırk yiğidiyle beraber ava çıktı.
Av avladılar, kuş kuşladılar. O kırk namerdin birkaçı, oğlanın yanına geldi:
“Baban dedi, geyikleri kovalasın getirsin, benim önümde tepelesin, oğlumun at koşturuşunu, kılıç çalışını, ok atışını göreyim, sevineyim, kıvanayım, güveneyim dedi.” dediler.
Boğaç ne bilsin, geyiği kovalayıp getiriyor, babasının gözü önünde vuruyordu:
“Babam at koşturuşuma baksın kıvansın, ok atışıma baksın güvensin, kılıç çalışıma baksın sevinsin.” diyordu.
O kırk namert dediler ki:
“Dirse Han, görüyor musun oğlanı, kırda bayırda geyiği kovalıyor, senin önüne getiriyor, geyiğe atarken ok ile seni vurup öldürecek. Oğlun seni öldürmeden, sen oğlunu öldürmeye bak.”
Boğaç, geyiği kovalarken babasının önünden gelip geçiyordu. Dirse Han, kurt sinirinden yapılmış sert yayını eline aldı. Üzengiye kalkıp kuvvetle çekti, doğrultup attı. Oğlanı iki küreğinin arasından vurup çaktı. Oğlanın alca kanı fışkırdı, koynu doldu; büyük cins atının boynunu kucakladı ve yere düştü. Dirse Han istedi ki oğlancığının üstüne gürleyip düşsün. O kırk namert bırakmadı. Atının dizginini döndürdü, yurduna gelir oldu.
Dirse Han’ın hatunu “Oğlancığımın ilk avıdır.” diye attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi; soylu Oğuz beylerine ziyafet vermek istedi.
Toparlanıp yerinden kalktı, kırk ince kızı beraberine aldı; Dirse Han’a karşı vardı. Başını kaldırdı, Dirse Han’ın yüzüne baktı. Sağına, soluna göz gezdirdi, oğlancığını göremedi. Kara bağrı sarsıldı; bütün yüreği oynadı; kara süzme gözleri kan yaş doldu. Çağırıp Dirse Han’a söyler, görelim, bakalım, ne söyler:
Beri gel başımın bahtı, evimin tahtı
Han babamın güveyisi
Kadın anamın sevgisi
Babamın, anamın verdiği
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
A Dirse Han
Kalkarak yerinden doğruldun
Yelesi kara cins atına sıçrayıp bindin
Göğsü güzel koca dağa ava çıktın
İki vardın, bir geliyorsun, yavrum hani
Karanlık gecede bulduğum oğul hani
Çıksın benim görür gözüm a Dirse Han
Yaman seğriyor
Kesilsin oğlumun emdiği süt damarım
Yaman sızlıyor
Sarı yılan sokmadan akça tenim kalkıp şişiyor
Yalnızca oğul görünmüyor, bağrım yanıyor
Kuru kuru çaylara su saldım
Kara elbiseli dervişlere adaklar verdim
Aç görsem doyurdum, çıplak görsem donattım
Tepe gibi et yığdım, göl gibi kımız sağdırdım
Dilek ile bir oğul zorla buldum
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Karşı yatan Ala Dağ’dan bir oğul uçurdunsa
Söyle bana
Taşkın akan koşan sudan bir oğul akıttınsa
Söyle bana
Aslan ile kaplana bir oğul yedirdinse söyle bana
Kara giyimli azgın dinli kâfirlere bir oğul aldırdınsa söyle bana
Han babamın katına ben varayım
Ağır hazine bol asker alayım
Azgın dinli kâfire ben varayım
Paralanıp cins atımdan inmeyince
Yenim ile alca kanımı silmeyince
Kol but olup yer üstüne düşmeyince
Yalnız oğul yollarından dönmeyeyim
Yalnız oğul haberini a Dirse Han söyle bana
Kara başım kurban olsun bugün sana
dedi ve feryat figan eyledi, ağladı. Böyle deyince Dirse Han hatununa cevap vermedi, o kırk namert karşı geldi ve:
“Oğlun sağdır, esendir; hâlâ avdadır. Bugün yarın nerede ise gelir, korkma kaygılanma. Bey sarhoştur, cevap veremez.” dediler.
Dirse Han’ın hatunu çekildi, geri döndü. Dayanamadı, kırk ince kızı beraberine aldı, büyük cins ata binip oğlancığını aramaya gitti. Kışları da yazları da karı buzu erimeyen Kazılık Dağı’na geldi. Alçaktan yüce yerlere koşturup çıktı. Baktı gördü ki bir derenin içine karga, kuzgun iner çıkar, konar kalkar. Büyük cins atını o tarafa çevirdi ve yürüdü.
Meğer Sultan’ım, oğlan orada yıkılmıştı. Karga, kuzgun kan görüp oğlanın üstüne konmak isterdi. Oğlanın iki köpekceğizi vardı. Kargayı, kuzgunu kovalardı, oğlanın üstüne kondurmazdı. Oğlan orada yıkılıp kalınca boz atlı Hızır, oğlana hazır oldu, üç defa yarasını eli ile sıvazladı:
“Korkma oğlan, sana bu yaradan ölüm yoktur, dağ çiçeği ile ananın sütü senin yarana merhemdir.” dedi ve ortadan kayboldu.
Oğlanın anası, oğlanın üstüne koşturup çıkageldi. Baktı, gördü ki oğlancığı alca kana bulanmış yatıyor. Çağırarak oğlancığına söyler, görelim Han’ım, ne söyler:
Kara çekik gözlerini uyku bürümüş aç artık
On iki kemikçiğin harap olmuş topla artık
Tanrı’nın verdiği tatlı canın seyranda imiş yakala artık
Öz gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Akar senin suların Kazılık Dağı
Akar iken akmaz olsun
Biter senin otların Kazılık Dağı
Biter iken bitmez olsun
Koşar senin geyiklerin Kazılık Dağı
Koşar iken koşmaz olsun taş kesilsin
Ne bileyim oğul aslandan mı oldu
Yoksa kaplandan mı oldu ne bileyim oğul
Bu kazalar sana nereden geldi?
O gövdende canın var ise oğul haber bana
Kara başım kurban olsun oğul sana
Ağız dilden birkaç kelime haber bana
Hatun böyle deyince oğlanın kulağına ses geldi. Başını kaldırdı, ansızın gözünü açtı ve anasının yüzüne baktı. Söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Beri gel ak sütünü emdiğim kadınım ana
Ak bürçekli izzetli canım ana
Akarlı sularına beddua etme
Kazılık Dağı’nın günahı yoktur
Biterli otlarına beddua etme
Kazılık Dağı’nın suçu yoktur
Koşan geyiklerine beddua etme
Kazılık Dağı’nın günahı yoktur
Aslan ile kaplanına beddua etme
Kazılık Dağı’nın suçu yoktur
Beddua edersen babama et
Bu suç, bu günah babamdandır
Oğlan yine:
“Ana ağlama, bana bu yaradan ölüm yoktur, korkma. Boz atlı Hızır bana geldi, üç kere yaramı sıvazladı, bu yaradan sana ölüm yoktur, dağ çiçeği ile ananın sütü sana merhemdir, dedi.”
Böyle deyince kırk ince kız yayıldılar, dağ çiçeği topladılar. Oğlanın anası memesini bir sıktı, sütü gelmedi; iki sıktı, sütü gelmedi; üçüncüde kendisini zorladı, iyice doldu, memesini sıktı, süt ile kan karışık geldi. Dağ çiçeği ile sütü oğlanın yarasına sürdüler. Onu ata bindirdiler, alarak yurduna gittiler. Oğlanı hekimlere emanet edip Dirse Han’dan sakladılar.
At ayağı çabuk, ozan dili çevik olur. Hanım, oğlanın kırk günde yarası iyileşti, sapasağlam oldu. Oğlan ata biner, kılıç kuşanır oldu, av avlar, kuş kuşlar oldu. Dirse Han’ın bunlardan hiç haberi olmadı; o, oğlancığını öldü sanıyordu.
O kırk namert, bunu duydu:
“Neyleyelim?” diye konuştular. “Dirse Han eğer oğlancığını görürse, bırakmaz, hepimizi öldürür. Gelin, Dirse Hanı tutalım, ak ellerini ardına bağlayalım, kıl sicimi ak boynuna takalım, alıp kâfir ellerine yönelelim.” diyerek Dirse Han’ı tuttular.
Ak ellerini ardına bağladılar, kıl sicimi boynuna taktılar; ak etinden kan çıkıncaya kadar dövdüler. Dirse Han yayan, bunlar atlı yürüdüler; alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler. Dirse Han’ın esir olduğundan Oğuz beylerinin hiç haberi bile olmadı.
Meğer Sultan’ım, Dirse Han’ın hatunu, bunu duymuş. Oğlancığına karşı varıp söylemiş, görelim Han’ım ne söylemiş:
Görüyor musun ay oğul neler oldu?
Sarp kayalar oynamadı yer oyuldu
Yurtta düşman yok iken
Senin babanın üstüne düşman geldi
O kırk namert, babanın arkadaşları babanı tuttular
Ak ellerini ardına bağladılar
Kıl sicimi ak boynuna taktılar
Kendileri atlıydı
Babanı ise yayan yürüttüler
Alıp kanlı kâfir ellerine yöneldiler
Hanım oğul kalkarak yerinden doğrul
Kırk yiğidini beraberine al
Babanı o kırk namertten kurtar
Yürü oğul
Baban sana kıydı ise
Sen babana kıyma
Boğaç Bey, anasını kırmadı ve onun sözünü tuttu. Yerinden kalktı, kara çelik öz kılıcını beline kuşandı, ak kirişli sert yayını eline aldı, altın mızrağını koluna taktı, büyük cins atını tutturdu, sıçrayıp bindi. Kırk yiğidini de beraberine aldığı gibi babasının ardınca koşturup gitti.
O namertler de bir yerde konmuş, al şarabın keskininden içiyorlardı. Boğaç Han, atını sürüp onlara yetişti. O kırk namert de bunu gördü ve:
“Gelin varalım şu yiğidi tutup getirelim, ikisini bir arada kâfire yetiştirelim.” dediler.
Dirse Han:
Kırk yoldaşım aman
Tanrı’nın birliğine yoktur güman 3
Benim elimi çözün
Kolca kopuzumu elime verin
O yiğidi döndüreyim
İster beni öldürün, ister diriltin
Bırakıverin
Elini çözdüler, kolca kopuzunu eline verdiler. Dirse Han, o yiğidin kendi oğlancığı olduğunu bilemedi, karşı geldi. Söyler, görelim Han’ım, ne söyler:
Boynu uzun büyük cins atlar gider ise benim gider
Senin de içinde bineğin var ise söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Ağıllardan on bin koyun gider ise benim gider
Senin de içinde etliğin var ise söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Develerden kızıl deve gider ise benim gider
Senin de içinde yük taşıyıcın var ise söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Altın başlı otağlar gider ise benim gider
Senin de içinde odan var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Ak yüzlü ela gözlü gelinler gider ise benim gider
Senin de içinde nişanlın var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan alıvereyim dön geri
Ak sakallı ihtiyarlar gider ise benim gider
Senin de içinde ak sakallı baban var ise yiğit söyle bana
Savaşmadan, vuruşmadan kurtarayım dön geri
Benim için geldin ise oğlancığımı öldürmüşüm
Yiğit sana günahı yok dön geri
Buna karşılık oğlan burada babasına söylemiş, görelim Han’ım, ne söylemiş:
Boynu uzun büyük cins atlar senin gider
Benim de içinde bineğim var
Bırakmam kırk namerde
Develerde kızıl deve senin gider
Benim de içinde yük taşıyıcım var
Bırakmam kırk namerde
Ağıllarda on bin koyun senin gider
Benim de içinde etliğim var
Bırakmam kırk namerde
Ak yüzlü ela gözlü gelin senin gider
Benim de içinde nişanlım var
Bırakmam kırk namerde
Altın başlı otağlar senin gider
Benim de içinde odam var
Bırakmam kırk namerde
Ak sakallı ihtiyarlar senin gider
Benim de içinde bir aklı şaşmış şuuru yitmiş
İhtiyar babam var
Bırakmam yok kırk namerde dedi ve kırk yiğidine tülbent salladı, el eyledi. Kırk yiğit büyük cins atını oynattı, oğlanın etrafına toplandı. Oğlan kırk yiğidiyle beraber at tepti, savaştı. Kiminin boynunu vurdu, kimini esir eyledi. Babasını kurtardı, çekildi, geri döndü. Dirse Han, burada oğlancığının sağ olduğunu anladı. Hanlar Hanı Bayındır, oğlana beylik verdi, taht verdi. Dede Korkut destan söyledi, deyiş dedi. Bu Oğuzname’yi düzdü koştu, böyle dedi:
Onlar da bu dünyaya geldi geçti
Kervan gibi kondu göçtü
Onları da ecel aldı, yer gizledi
Fâni dünya yine kaldı
Gelimli gidimli dünya
Son ucu ölümlü dünya
Kara ölüm geldiğinde geçit versin
Sağlıkla, akılla devletini Hak artırsın
O övdüğüm Yüce Allah dost olup yardım etsin
Dua edeyim, Han’ım: Yerli kara dağların yıkılmasın. Gölgeli büyük ağacın kesilmesin. Taşkın akan güzel suyun kurumasın, kanatlarının uçları kırılmasın. Koşar iken ak, boz atın sendelemesin. Vuruşunca kara çelik öz kılıcın çentilmesin. Dürtüşürken alaca mızrağın ufanmasın. Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun. Ak sakallı babanın yeri cennet olsun. Hakk’ın yandırdığı çırağın yana dursun. Yüce Allah, seni namerde muhtaç eylemesin Han’ım hey!…
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.