Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler», sayfa 2

Anonim
Yazı tipi:

Binme Adabı

Hoca eşeğine artık odun mu yükletmiş, su mu yükletmiş; bir de yüklü eşeğin üzerine çıkıp dehlemiş. Dehlemiş ama Hoca’nınki binme değil; ayaklar üzengide, ayakta. Karşıdan gelen bir Akşehirli:

“Yahu Hoca’m, seksen yaşına geldim böyle eşeğe binen görmedim.” deyince Hoca:

“Ahbap.” demiş. “Zaten zavallıcık yükü zor çekiyor, üstüne üstlük ayaklarımı da taşıyor, bir de ben oturursam yazık olmaz mı hayvana…”

Hiç Âşık Olamadım

Hâlden anlar birisi:

“Hoca’m.” demiş. “Sen hiç âşık oldun mu?”

Hoca biraz düşünmüş. İçini çekerek:

“Bir kere oluyordum.” demiş. “Üstüme geldiler.”

Bir Dağın Ardı Kaldı

Hoca kaybettiği eşeğini arıyormuş. Ama nasıl arama, mübarek düğüne gidiyor sanki; hem türkü çığırıyor hem eşeği arıyor… Görenler:

“Hayırdır?” demişler. “Böyle ne dolanıp duruyorsun?”

“Bizim eşek kayboldu da.” demiş Hoca.

“İlahi Hoca’m.” demiş biri. “Türkü söyleyerek eşek aranır mı?”

“Şu dağın ardına da bakayım.” demiş Hoca. “Bulamazsam, siz o zaman seyreyleyin gümbürtüyü!”

Bir Kile Hikâyesi

Nasıl olmuşsa olmuş, Hoca odundan gelirken bir tavşan yakalamış. Tavşanı torbaya koyduğu gibi ağzını bağlamış. Eve getirdikten sonra çarşıya çıkıp eşine dostuna:

“Akşam misafirim olun.” demiş. “Size çok tuhaf bir şey göstereceğim.”

Hoca çarşıda dolaşa dursun, Hoca’nın hatuncuğu bu torbada ne ola ki diye torbanın ağzını açınca; tavşan artık kapıdan mı çıkmış, pencereden mi atlamış bilinmez, sırra kadem basmış. Kadın da Hoca ne der, korkusuyla torbaya arpa ölçeğini koyup ağzını bağlamış; eski yerine bırakmış.

Akşam, o çok tuhaf şeyi görmek isteyen Akşehirliler merakla Hoca’nın evine toplanmışlar. Hoca herkesin gözü önünde torbanın ağzını çözüp ters çevirince, arpa ölçeği teker meker ortaya yuvarlanmış. Hoca hiç bozuntuya vermeden:

“İşte…” demiş. “Bunun on dolusu bir kile eder!”

Bir Nar, Bir Cevap

Hoca, eşeğiyle evine dönerken bir dervişe rastlamış. Dervişin heybesinin Bursa narıyla dolu olduğunu gören Hoca’nın canı nar çekmiş. Tanış olursam belki ikram eder umuduyla dervişe selam verip sormuş:

“Erenler, nereden gelip nereye gidersin?”

“Nereden geldiğim de nereye gittiğim de önemsiz.” demiş derviş. “Kendimi arıyorum!”

Aklı nar heybesinde olan Hoca, dervişin sözünü fırsat bilip:

“Eğer…” demiş. “Her bilgi karşılığında bir nar verirsen kendini bulmana yardım ederim.”

Dünya malına yüz çeviren adamcağız; dünyadan ahiretten, geçmişten gelecekten birçok soru sormuş. Hoca da soruları, nar karşılığında, güzel güzel yanıtlamış. Derken, en can alıcı soru sorulunca, Hoca’nın ağzını bıçak açmaz olmuş. Derviş:

“Herhâlde bilemedin.” deyince Hoca:

“Sen öyle san.” demiş. “Heybede nar kalmayınca bende cevap tükendi!”

Bir Oğlun Oldu

Hoca’nın karısı ilk çocuğuna gebeymiş. Gebelik ki ne gebelik! Canı ne çektiyse Hoca bulup buluşturmuş, hatuncağızı kuş sütüyle beslemiş. Kadın da nazlı mı nazlı. Doğrusu Hoca’ya yaptırmadığı şey kalmamış. Bir gün Hoca bir iş için gittiği Konya’dan dönüşünde, cimri komşusu:

“Hoca’m.” demiş. “Nur topu gibi bir oğlun oldu, gözlerin aydın olsun; müjdeliğimi isterim!”

“Git işine be adam.” demiş, Hoca. “Oğlum olduysa benim oldu, bundan sana ne?”

Biraz Ondan Biraz Bundan

Hikâye bu ya, Nasreddin Hoca, Subaşı ve Kör Kadı sohbet ediyormuş. Kör Kadı lafın en tatlı yerinde:

“Hoca’m, çok konuşan çok yanılır derler. Sen de biraz öylesin.” deyince:

“Hayır.” demiş Hoca. “Bir defasında parmağım gözüne Kör Kadı diyecektim ama dilimi tuttum.”

Kör Kadı bakmış ki kurnazlığı ile kendisi zor duruma düşüyor.

“Hoca’m.” demiş. “Seni bir türlü çözemedim. Cin desem değilsin, öküz desem o da değil.”

Hoca bir sağındaki Kör Kadı’ya bakmış, bir solundaki Subaşı’ya:

“Biraz ondan, biraz bundan.” demiş. “İkisinin ortasıyım.”

Biraz da Ben Öleyim

Hoca’yı bir ahbabı iftara davet etmiş. Sofra tamam kurulmuş, kulaklar ezanda iken ortaya iftar aşı konmuş. Ev sahibi kepçe gibi bir kaşık alırken Hoca’ya da çay kaşığına yakın bir kaşık vermişler. Ezan okunur okunmaz ev sahibi o kocaman kaşıkla peş peşe iftar aşını cennetlik mideye indiriyor, her seferinde “Oh, öldüm!” diyormuş. Hoca bakmış olacak gibi değil; yemek bitti bitecek, bitmese bile bu küçücük kaşıkla sahura kadar yese iftarı edemeyecek. Sonunda dayanamayıp o kocaman kaşığı adamın elinden kaptığı gibi yemeğe daldırmış:

“Senin öldüğün yeter, biraz da ben öleyim!”

Bize Niye Uğramıyor?

Elde dedikodu mu yok; Hoca’nın yolunu çeviren bir kara dilli:

“İki gözüm Hoca, senin hatun bir günde kırk kapının ipini çekiyor, sabahtan akşama geziyor.” deyince bizim Hoca, itiraz etmiş:

“Vallahi benim zerrece haberim yok, öyle olsaydı bizim eve de uğrardı!”

Boğazımda Yangın Var

Nasreddin Hoca bir gün yemekte ihtiyatı elden bırakmış. Çok acıktığından mı, yoksa üşüdüğünden mi bilinmez; yüzüne tüten sütlü bulgur tasını ağzına dayadığı gibi içmeye kalkmış. Kalkmış ama tası elinden fırlatmasıyla soluğu kapıda alması bir olmuş. Bir yandan avuç avuç kar yutuyor, bir yandan bağırıyormuş:

“Yetişin ey Müslümanlar, boğazımda yangın var.”

Borcuna Sadık Müşteri!

Bizim Nasreddin Hoca’nın yapmadığı iş olur mu? Bir dönem de pazarda meyve sebze satmaya başlamış. Sizlere ömür, vefat eden bir ahbabının hanımı, tezgâhına gelerek narlara, incirlere, şeftalilere bakmış; hepsinin fiyatını sormuş. Lakin, ne alıyor ne de tezgâhın önünden ayrılıyormuş. Hoca, kadına:

“Hele şu incirden bir tat.” demiş… “Parası kolay, bugün olmazsa yarın ödersin.”

“Yok tadamam.” demiş kadın. “Niyetliyim de. Yedi yıl önceden oruç borcum vardı, onu ödüyorum! İyi görünüyor, sen üç beş okka tart bundan!”

Söylediğine bin pişman:

“Tanrı’ya borcunu yedi yıl sonra hatırlayan kişi kula borcunu tanır mı?” demiş.

Boş Tencere

Nasreddin Hoca misafiri çok severmiş. Her akşam üç beş ahbabıyla gelir evde ne varsa, Allah ne verdiyse yerler içerlermiş.

Yine bir gün arkadaşlarıyla eve geldiğinde Hoca’nın karısı:

“Aman Hoca.” demiş. “Gözünü seveyim, evde zırnık yiyecek yok. Komşulardan istemeye de yüzüm kalmadı. Şimdi ben ne yapayım?”

Hoca eline bir boş tencere alıp misafirlerin yanına gelmiş.

“Dostlarım.” demiş. “Evde yağ, pirinç, un… Bulunsaydı, işte bu tencerede size çorba yapacaktım!”

Bozukluk Bal Çömleğinde

Allah hiçbir şehrin başına vermesin, Konya kadısı rüşvetçinin tekiymiş. Az çok bir şey almadan parmağını oynatmazmış. Hikâye bu ya, Hoca’nın Konya’da kadılık bir işi çıkmış. Hemen bir çömlek bal hazırlayıp Kadı’ya götürmüş. Kadı çömleğin ağzını açıp şöyle bir bakmış; of, mis gibi oğul balı! Hoca’nın istediği ilamı kaşla göz arasında vermiş.

Gelgelelim Kadı o akşam eve varır varmaz çömleği sofraya koymuş. Kaşığı daldırmış ki bir de ne görsün; çömleğin üstü bal; altı bildiğimiz çamur. Ertesi gün adamını Hoca’ya göndermiş. Adamcağız:

“Hoca Hazretleri…” demiş. “Kadı Efendi acele seni istiyor; dün verdiği kâğıtta bir bozukluk varmış; düzeltilmesi gerekiyormuş!”

“Var git Kadı’ya söyle…” demiş Hoca. “O bozukluk ilamda değil, bal çömleğinde!”

Boy Abdesti

Elde münasebetsiz mi yok; kum gibi mübarek… İşte bunlardan bir tanesi:

“Hoca’m, sen bu işleri bilirsin, Akşehir Gölü’nde boy abdesti alırken ne yana döneyim?” diye sormasın mı?

Hoca:

“Madem bana sordun…” demiş. “Elbisenin olduğu tarafa dön!”

Bu Adam Bendir Diye

Hoca, çarşıda bir adamla uzun uzun sohbetten sonra, damdan düşer gibi sormuş:

“Birader, sahi sen kimsin?”

“Madem tanımıyordun beni…” demiş adam. “Ne diye konuştun yahu?”

Hoca istifini bozmadan:

“Ne bileyim.” demiş. “Kavuğun kavuğuma kaftanın kaftanıma benziyor, seni kendim sandım!”

Bu Baş Tanıdık Ama…

Hoca’nın eşeğinin yuları çalınmış. Bir gün Akşehir pazarında dolaşırken bakmış ki Karakaçan’ın yuları uyuz bir eşeğin boynunda.

“Yahu!” demiş. “Bu eşeğin başı bizim olmasına bizim de gövdesini çıkaramadım.”

Buğu Hakkı

Yoksul bir adamcağız, birinin yemek tenceresinden çıkan buğuda bayat ekmeğini yumuşatıp yemiş. Sen misin bunu yapan, diğer adam, ver buğumun parasını, ver buğumun parasını, diye fakirin yakasına yapışmış. Neyse, uzatmayalım, kadılık olmuşlar. Kadı da kim olacak, bizim Nasreddin Hoca. Her iki tarafı da dinledikten sonra birkaç akçe çıkarıp şöyle bir şangırdatmış. Sonra hakkımı isterim diyen zengin adama dönüp:

“Hakkını aldın artık.” demiş. “Daha ne istiyorsun?”

Henüz bir şey anlamayan adam itiraz edecek olunca Hoca:

“Aldın ya paranın sesini be adam.” demiş. “Ne diye duruyorsun karşımda? Yemeğin buğusunun hakkı, paranın sesidir.”

Bulma Zevki

Hoca bir gün eşeğini kaybetmiş. Önüne gelene soruyor kim bulursa müjdelik olarak eşeği, bulana vereceğini söylüyormuş. Herkes eşek aramaya çıkadursun, Hoca’nın bir dostu:

“Etme Hoca’m.” demiş. “Madem bulana vereceksin eşeği, niye arıyorsun?”

Hoca cevap vermiş:

“Bulma zevkini tatmayan vermeden anlayamaz.”

Burnum Ensemden Belli

Hoca’ya bir gün:

“Burnunu göster.” demişler.

Hoca tutmuş, işaret parmağını ense çukuruna koyup:

“İşte burnum.” demiş.

“Yapma Hoca’m.” demişler. “Tam da zıddını gösterdin?”

“Biliyorum.” demiş, Hoca. “Bir şeyin zıddı bilinmezse kendisi hiç bilinip anlaşılmaz!”

Buyurun Cenaze Namazına

Can çıkar, huy çıkmaz derler; Hoca bu, çenesi durur mu? Bir gün nalbantta üç beş kişiyi bir arada bulunca, başlamış Aksak Timur hakkında atıp tutmaya. İçlerinden biri:

“Hoca.” demiş. “Maşallah adama söylemediğini bırakmadın!”

Hoca daha neler neler söyleyecekmiş ama içine mi doğdu nedir, işkilleneceği tutmuş. Renk vermeden adamın yüzüne bakarak:

“Kardeşlik.” demiş. “Memleket nere?”

“Maveraünnehir!”

“Ya mübarek adınız?”

“Emir Timur!”

Artık rengi mengi kalmayan Hoca:

“Ey Müslümanlar!” demiş. “Buyurun er kişi niyetine, cenaze namazına!”

Cenaze Evi

Hoca’nın komşusu ölmüş. Cenaze, mezarlığa götürülürken karısı başlamış ağıt yakmaya:

 
Gittiğin yerin adı var,
Ne tuzu var ne tadı var,
Ne odu ne ocağı var,
Böyle nereye gidersin!
 

Hoca, karısına dönüp:

“Hanım.” demiş. “Galiba cenaze bizim eve geliyor!”

Cennet Cehennem Dolana Kadar

Bir gün Nasreddin Hoca’ya, Akşehir’in ileri gelenlerinden birinin cenazesinde:

“Hoca’m.” demişler. “İnsanlar ne zamana kadar böyle doğup ölecek?”

Hoca düşünmüş mü cevap vermiş, yoksa hemen mi söylemiş bilinmez ama şu cevabı vermiş:

“Cennetle cehennem dolana kadar!”

Çağırıyorum Ama Gelmiyor

Nasreddin Hoca, cuma vaazı için kürsüye çıkmış. “Ey cemaat…” diye söze başlamış. Fakat gerisi bir türlü gelmemiş. Düşünmüş, taşınmış, aklına bir türlü gerisi gelmiyor. Sonunda bakmış ki olmuyor:

“Ey cemaat.” demiş. “Çağırıyorum, ama aklıma bir şey gelmiyor.”

Hoca’nın hâline gülen cemaatten biri:

“Hoca’m.” demiş. “Aklına oradan inmek de mi gelmiyor?”

Çekirdeğin Parası

Hoca, artık Yemen hurması mıdır, Medine hurması mıdır, yoksa Acem hurması mıdır bir kilo hurma almış. Eve gelir gelmez de başlamış çekirdekleriyle birlikte yemeye. Karısı:

“İlahi Efendi.” demiş. “Sen ki gün görmüş bir ulu kişisin; hiç hurma çekirdeğiyle yenir mi?”

Hoca bir yandan hurmaları tıkıştırırken ağız ucuyla:

“Ne diyorsun hatun?” demiş. “Hurmacı çekirdekleriyle tarttı, onun da parasını ödedim!”

Çocuklaşan Kavuk

Mahallenin çocukları, Hoca’yı çok severmiş. O da onların muzipliklerinden hayli keyiflenirmiş. Çocukla çocuk olur, onların arasına karışırmış.

Bir gün Hoca, pazardan yorgun argın evine dönerken mahallenin çocukları her zamanki gibi çevresini sarmış. Hoca’dan kavuğunu istemişler.

“Kavuğu ne yapacaksınız?” demiş Hoca.

“Onu biraz gezdireceğiz, seveceğiz.” demişler.

Hoca, siz benimle dalga mı geçiyorsunuz, demeye kalmadan, kavuğu başından kaptıkları gibi birbirlerine atmaya başlamışlar. Hoca evine kavuksuz dönünce hanımı şaşırarak sormuş:

“Kavuksuz kendini çıplak sanırdın, kavuğun nerede?”

“Baktı ki büyük olmak hiç de iyi bir şey değil, çocuklarla biraz çocuk olmaya gitti.” demiş.

Dağ Yürümezse

Nasreddin Hoca, Sivrihisar’dan Bursa’ya giderken bir handa soluklanmak için durmuş. Nerelisin, kimlerdensin diye sorduklarında:

“Akşehirli erenlerdenim.” demiş.

Hoca’nın cevabından işkillenen birisi:

“Eren olmak kolay değil, şu yüce dağı ayağına getir de görelim Hoca.” demez mi? Hoca:

“Ey ulu dağ, rahatını bozacağım ama yanıma geliver.” diye seslenmeye başlamış.

Dağda hiçbir kıpırtı olmadığını görenler:

“Hoca.” demişler. “Nefesin hiç de kuvvetli değilmiş.”

Hoca dağa doğru yürümeye başlamış ve:

“Biz büyüklük yapmayız.” demiş. “Dağ yürümezse abdal yürür!”

Dağına Göre Kış

Hoca’nın kadılığında Akşehirliler hep birlikte huzuruna gelmişler.

“Dertlerimize çare olur, haksızları, hırsızları cezalandırırsın. Bu Aksak Timur başımızın belası kesildi, herifin astığı astık, kestiği kestik… Ne olur, onun gazabından bizi kurtar.” demişler.

Hoca ne yapsın? Bunca insan korku içinde yaşıyor. Dayanamamış, Timur’un huzuruna çıkmış. Timur, Hoca’nın ağzını aramak için sormuş:

“Söyle bakalım Hoca, adil miyim zalim mi?”

Hoca bakmış, durum nazik. Yanlış bir söz söylese kavuğu kanla dolacak.

“Hünkârım.” demiş. “Allah, dağına göre kış verir!”

Damda Sadaka

Nasreddin Hoca, dama yün sererken kapısı çalınmış. Zamansız gelen misafire sinirlenen Hoca, damdan seslenmiş:

“Kim o?”

Dilenci, eli boş dönme korkusuyla:

“Aşağıya in de söylerim.” diye cevaplamış.

Meraklanan Hoca, bin bir güçlükle damdan inmiş.

Dilenci; kan ter içinde damdan inen Hoca’ya:

“Allah rızası için bir sadaka!” demiş.

Öfkesi kabaran Hoca:

“Hele gel bir dama çıkalım da.” demiş!

Hoca’yla dilenci bin bir zahmetle dama çıkmışlar. Hoca, inip çıkmanın tutuşturduğu öfkeyi dilencinin yüzüne savurmuş:

“Allah versin!”

Damdan Düşenin Hâli

Nasreddin Hoca karısıyla bir yaz gecesi damda yatarken artık ne olduysa olmuş, damdan aşağı düşüvermiş. Gürültü patırtı derken Hoca’nın başına toplanmışlar. İçlerinden biri:

“Hoca’m, hâlin nicedir; ne yapalım?” deyince:

“Tez, bana bir damdan düşen getirin. Hâlimden ancak o anlar!” demiş.

Deli Dolu

Hoca, ağustos sıcağında yollara düşmüş. Konya’ya eşek bakmaya gidiyormuş. Yaz, ağustos sıcağı… Susuzluktan dili damağı kurumuş. Ne var ki çeşme akmıyormuş, kurnasını bir tahtayla tıkamışlar. Kerbela susuzu kesilen Hoca, tıpaya var gücüyle asılmış. Asılmış asılmasına da tıpanın çıkmasıyla, yüzüne gözüne su fışkırması bir olmuş.

Hoca, bir çeşmeye, bir güneşten cayır cayır yanan bozkıra bakıp şöyle demiş:

“Bre deli çeşme. Bu bozkırda bile deli dolu aktığın için ağzını tıkamışlar!”

Derya Olsan, Tuzla Neye Yarar?

Hikâye bu ya, Nasreddin Hoca, ilk defa denizi görüyormuş. Aman bu ne su bolluğu diyerek sahile seğirtmiş. Susuzluktan dili damağı kurumuş olacak ki eğilip kana kana içmek istemiş. Bir yudum almasıyla püskürmesi bir olmuş. Susuzluğu azalacağına daha da artmış, ağzı acılaşmış, boğazı yanmış. Can havliyle pınara koşmuş. Demir gibi soğuk suya ağzını verip yüreğini serinlettikten sonra; dalgalı denize bakarak:

“Ne kabarıp duruyorsun?” demiş. “Boyundan utan; şu pınarcık kadar olamadın.”

Dilin Arşını Yok

Nasıl hacı hacıyı, hoca hocayı bulursa; kadı da kadıyı bulur. Bir gün Nasreddin Hoca’ya İranlı bir kadı misafir olmuş. Hoca yedirmiş içirmiş, bir eksiği kalmasın diye Hanya’yı da Konya’yı da gezdirmiş. Söylemeyi unutmayalım, Hoca neyimiz iyi dese İranlı çok daha iyilerinin, çok daha büyüklerinin kendi ülkesinde olduğunu söylüyormuş. Bakmış ki İranlı ne söylese avcı ve atıcı muhabbetine dönüşüyor, geri kalmak istememiş. Hoca, ile İranlı karşılıklı övünürken ne konuşuyor bunlar, diye kulak kabartanlar da bulunuyormuş.

“Şahımız bir çeşme yaptırdı, boyu yedi yüz arşın, bin tane kurnası var, cümlesi som altından, içinden zemzem akar.” diyen İranlıya:

“O da bir şey mi?” demiş Hoca. “Bir hamam yaptırdı ki Sultan’ım kullarına, boyu tam on bin arşın, çıkılmaz surlarına, kırk bin kurna koydurdu, som altın duvarına…”

Yalnızca hamamın boyunun on bin arşın olduğunu duyan birisi:

“Yapma Hoca’m.” demiş. “Hamam olsa olsa en fazla elli arşın olur!”

Bir diğeri:

“Bak şimdi oldu mu, eni boyuna uymadı, gelin onu beş bin yapalım.” demez mi?

Hoca bakmış ki hava alay havasına çalacak, İranlı kadıya dönüp:

“Şu münasebetsiz olmasa…” demiş. “Enini boyuna uydurmasını bilirdim!”

Diş Çektirdim Bilirim

Hikâye bu ya, bir gün Hoca’ya, bir kendini bilmez ahlayıp sızlayarak ağrıyan başı için ne yapması gerektiğini sormuş. Hoca’da çözüm tükenir mi?

“Kardeşlik…” demiş. “Ben bu ağrı meselesini iyi bilirim, geçenlerde dişim ağrımıştı, gittim çektirdim. Hiç bekleme; git dişini çektir.”

Doğuran Kazan

Bilirsiniz ya Hoca, mal canlısı bir komşusundan kazan istemiş. İşi bittikten sonra da bir tencere güzeliyle birlikte kazanı komşusuna götürmüş.

“Sağ ol komşu.” demiş. “Bu kazanın, bu da yavrusu; doğurdu!”

Komşunun canına minnet, fırsatı kaçırır mı tencereyi aldığı gibi mutfağa yerleştirmiş.

Gel zaman git zaman Hoca komşudan tekrar kazan istemiş. İlkinde gönülsüz veren komşu bu sefer seve seve getirmiş kazanı. Getirmiş ama, bir gün değil, beş gün değil Hoca’dan kazan gelmiyor. Hem tencereyi de ikilemek beklentisi içinde. Dayanamayıp Hoca’ya:

“Hoca’m.” demiş. “İşin bittiyse şu kazanı getirsen.”

“Başın sağ olsun.” demiş. Hoca. “Senin kazan öldü.

“Allah aşkına Hoca.” demiş komşusu. “Kazan bu, ölür mü hiç?”

“Niye ölmesin.” demiş Hoca. “Bilirsin doğuran, ölür!”

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-625-6862-31-9
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu