Kitabı oku: «Muhteşem Ressam», sayfa 3

James Arthur Anderson
Yazı tipi:

Dördüncü Bölüm
Bir Meleğin Kanatları Üzerine


Aradan dokuz ay geçti. Dürüst ve nazik Piero de’ Medici göğe yükselerek huzura kavuşmuştu. Oğulları Lorenzo ve Giuliano onun işlerini devralmışlardı.

Piero de’ Medici damla hastalığından ölmüştü ve bu dünyada Andrea Verrocchio’nun hazırlayacağı tabutu, diğer dünyada ise onur tacını ve zaferini bekliyordu. Bu sırada Tommasso Soderini ve diğer hükümet görevlileri, Lorenzo ve kardeşi Giuliano’dan gerçekte var olmayan hükümet kurumları adına makamsız yöneticiler olarak çalışmalarını talep etmişlerdi.

Verrocchio’nun atölyesi iş uğultusuyla doluydu. Dışarıdaki çalışma alanında Francesco di Simone ve çırakları katedral için hazırladıkları büyük top üzerinde çalışıyor, topun en hafif fakat en güçlü halini yakalamak için dökümlüyor, kalıp dolduruyor, şekil veriyor ve perçinliyorlardı. Bir çırak, Piero de’ Medici’nin lahit parçası haline gelecek kırmızı bir mermeri kabaca yontuyordu.

Ortadaki çalışma alanında iki çırak, kilden bir niş üzerindeki çalışmalarını bitiriyordu. En başta yalnızca bir figürü sığdıracak şekilde yapılmasına rağmen nişin içine hem İsa’nın hem de Aziz Thomas’ın koyulması istenmişti. Bu problemi çözmek için Andrea, çırakların şimdi üzerinde çalıştığı nişi, Or. San Michele’nin duvarındaki bir nişten esinlenerek tasarlamıştı. Öte yanda ise bir gümüşçü, Sala dell’ Audienza için Signoria tarafından sipariş edilen büyük şamdanın küçük bir detayı üzerine dikkatle odaklanmış halde çalışıyordu.

İçerideki çalışma alanında Andrea, Santa Maria del Fiore’nin kubbesini taçlandıracak topun çizimleriyle dolu bir masanın başında oturuyordu. Bu altın yaldızlı metal top, rasgele şekilde yapılıp kubbeye bir parça zencefil gibi yapıştırılamazdı. İçi boş olmalıydı ki girenler geçebilsin. Hafif olmalıydı ki kubbeyi ağırlığıyla ezmesin. Ayrıca öyle güçlü olmalıydı ki Arno’dan esen batı rüzgârına, Monte Oliveto’dan esen güney rüzgârına, Fiesole’den esen doğu rüzgârına ve Apennines boyunca gürleyen kuzey rüzgârına karşı ayakta durabilsin.

Leonardo, Andrea Verrocchio’nun Monte Oliveto rahipleri için çizdiği Beşaret eskizini önündeki panele kopyalıyordu.

“Fakat ustam,” dedi başını tuhaf bir utangaçlık ve özgüven karışımıyla kaldırarak. “Sizin bu meleğiniz asla uçamaz!”

“Ha?” diye homurdandı Verrocchio. Dikkati hâlâ önündeki top tasarımlarındaydı.

“Çiziminizde meleğin kanatları, vücudunun ağırlığını taşımaya yetecek kadar büyük değil,” dedi genç adam.

Usta sandalyesinde döndü. “Tanrım! Meleklerin Giotto’nun çan kulesinin etrafında güvercinler gibi kanat çırpıp durduğunu mu düşünüyorsun?”

“Hayır,” diye yanıtladı Leonardo omuz silkerek. “Elbette hayır! Hatta bir meleği hiç kanatları olmadan da çizebiliriz.”

“Öyleyse ne istiyorsun?” diye kızgınlıkla karşılık verdi Verrocchio. “Meleğimin nesi yanlış? Açıkça konuş, tamamen izin veriyorum!”

“Ustam,” dedi genç adam, “Soldan’ın Messer Piero de’ Medici’ye gönderdiği devekuşuna hiç dikkatle baktınız mı?”

“Baktım,” dedi Verrocchio başını sallayarak.

“İşte,” dedi Leonardo ciddi bir tavırla, “sizin meleğiniz kıpırdayacak olursa, boynunu uzatır, kanatlarını iyice açar ve hızla koşmaya başlar!”

“Yüce Tanrım!” diye haykırdı Verrocchio, kahkahadan sarsılmamak için belinin iki yanını tutarak. “Gerçek bir eleştirmen!” Sonra ayağa kalkarak şövalenin arkasında duran çizimi eline aldı ve bir yandan kıkırdayarak bir yandan da başını sallayarak kendi çizdiği resmi incelemeye başladı.

“Şimdi,” dedi nihayet omuzlarını geri atarak. “Sen meleğine nasıl kanatlar çizerdin göster bakalım.”

Elinde tuttuğu kömür kalemin birkaç darbesiyle Leonardo, vücudun ağırlığını destekleyecek şekilde geniş ve güçlü kanatlar çizdi. Üstelik bu kanatları, Monte Albano’da izlediği kuşların kanatlarına çok benzemeyecek şekilde çizdi.

“Güzel,” diye mırıldandı usta. “Şimdi, tasarımımda yapmak istediğin diğer değişiklikleri göster bana.”

Kömür kalem tekrar küçük panelin beyaz yüzeyinde hareket etti. Verrocchio’nun çiziminden daha yüksek bir perspektife sahip bir eskiz ortaya çıktı. Genç adamın eli, önceden çizdiği, diz çökmekte olan Meryem Ana’ya yaklaşınca duraksadı.

“Ustam,” dedi. “Evin duvarını çizmeliyim ki Kutsal Anne’mize bir arka plan olsun.”

Bu şekilde evin bitmesi gerektiği yere hafif bir düz çizgi çekti.

“Kumaşın düşüş açısını yeni çizdiğin perspektife uydurmak için yeniden çizmelisin tabii,” diye belirtti Verrocchio.

“Çalışmaya bu öğleden sonra başlarım!” diye cevapladı Leonardo, bahçenin alçak duvarını belirginleştirmeye başlayarak.

Birkaç dakika boyunca Andrea öğrencisini izledi. Sonra yerine oturarak “Leonardo,” dedi. “Her zaman asistanlarıma öğrettiğim şeyi uygulamaya başladın.”

Genç adam tamamen dikkat kesildi.

“Şimdiye kadar,” diye devam etti usta, “sana perspektif çalışmanı ya da bir örnekten bakarak çizmeni veya benim çizimlerimi kopyalamanı söyledim. Ama asistanlarıma bir iş verdiğimde, benim çalışmamı bir tema olarak kabul edip detayları kendi çalışmalarına göre eklemelerini söylerim. Eğer bir asistan iyiyse, kendi kararlarını verip yargısını ortaya koyabilmeli.”

“Tista’nın Monte Oliveto Manastırı için Beşaret tablosunu çizdiği gibi mi?” diye sordu Leonardo.

“Aynen öyle!” dedi usta. Sonra dudağını ısırdı ve bir mecaz bulmaya çalıştı. “Eğer müşterilerim bir bardak şarap sipariş ederse, Verrocchio’nun artıklarının suyla karıştırılıp Verrocchio’nun kendi içtiği kirli bardakta servis edilmesini mi istemiş oluyorlar? Elbette hayır!”

“Bu yüzden,” diye karşılık verdi genç adam, kaşlarını hafifçe kaldırıp filozofça gülümseyerek, “siz de siparişi Tista’ya yönlendiriyorsunuz.”

“Ben Tista’ya müşterinin istediğini gösteriyorum, o da siparişi temiz bir bardağa koyuyor. Elbette Tista’nın şarabı Verrocchio’nun yıllanmış şarabı kadar lezzetli değil, ama yine de bardak temiz ve şarap taze!”

“Ayrıca,” diye ekledi Leonardo, “Sandro Botticelli’nin dediği gibi, ustasının işini taklit eden kişi, ustanın marifetlerini taklit eder ve kusurlarını büyütür.”

“Yine de,” diye düzeltti Verrocchio, “tüm ressamlar kendilerinden önce gelenlerden öğrenmelidir. Yoksa herkes her şeye kendi başına ve en baştan başlamak zorunda olurdu.”

Ustasının, onun çizdiği resme baktığının bilincinde olan Leonardo, biraz ustası biraz da Sandro Botticelli’nin bir sene önce kendisine gösterdiği alçak ve uzun Akil Adamlar18 tablosu sayesinde gerçek bir filozof gibi gülümsedi.

“Ama şimdi,” diye sonlandırdı usta, “baban, çalıştığı masanın üzerine asmak amacıyla Beşaret tablomun küçük bir kopyasını istediği için, bu tabloyu özünde bu kadar güzel yapan şeyin Kutsal Anne’mizin, ona gelen vahyi dinlerken sahip olduğu alçakgönüllü hali olduğunu unutma!”

Böylece Verrocchio kendi çizimlerine dönerek topun taslaklarına odaklandı ve Leonardo da işine döndü.

II

Atölyenin kapısı sonuna kadar açıldı ve inanılmaz bir onur, zarafet ve özgüven içerisinde üç genç içeri girdi. Bu adamların üçünün de boyları 1.80’den uzundu ve kusursuz şekillenmiş omuzları vardı.

Bu üçünden Lorenzo de’ Medici, çekicilik konusundaki eksikliğini onurlu oluşuyla örtüyordu. Arkadaşı Cosimo Malatesta tarifsiz bir zarafete sahipti. Kardeşi Giuliano ise koca bir başpapaz heyetini utandıracak bir kibarlıkla gülümsüyordu. Sakın bu gençlerin rol yaptığını düşünmeyin! Eğer çocuklara küçük yaştan itibaren Ficino gibi konuşmayı, Bellerophontes gibi at sürmeyi, Petrarch gibi şarkı söylemeyi ve Sezar gibi hükmetmeyi öğretseydiniz, mutlaka sonucunda böyle gençler ortaya çıkardı.

Onlar içeri girince Leonardo yeni keşfettiği felsefesinin elinden kaymaya başladığını hissetti. Öte yandan Verrocchio ise neşelendi, ziyaretçilerini içtenlik ve rahatlıkla karşıladı. Andrea, Medici ailesinin sadık bir dostuydu. En iyi ve ciddi çalışmalarını onlarla paylaşmanın yanı sıra Medici ailesi için turnuva bayrakları boyuyor, festivallerinin dekorasyonlarını hazırlıyor ve hatta karnaval kıyafetlerini bile tasarlıyordu.

“Hoş geldiniz azizlerim!” dedi Verrocchio.

“Merhaba, ey yüce Fidias!19” diye karşılık verdi Lorenzo.

“Olimpos atölyeyi ziyarete gelince,” diye kıkırdadı Verrocchio, “sanatçıya da kutsal denebilir! Lütfen buyurun, oturun Ekselansları.”

Lorenzo boş kalan tek sandalyeye oturdu, Malesta cebinden çıkardığı dantelli bir mendille önündeki bankı silip üzerine zarifçe yerleşti. Giuliano ise masanın kenarında duran top tasarımlarından birinin üzerine oturdu.

“Bir kuş bana dedi ki,” diye konuşmaya başladı Lorenzo, “Milano Dükü sonbahar sonlarında veya önümüzdeki bahar başında bizleri ziyarete gelebilirmiş.”

“Yine aynı kuştan duyduk ki,” diye devam etti Cosimo, “Galeazzo Maria, öncesinden bile daha zengin ve savurgan olmuş.”

“Üstelik bu kuş diyor ki,” diye ekledi Giuliano, “Düşes de kocasına eşlik edebilirmiş.”

“Bu yüzden eşsiz ve rakipsiz Andrea’dan bizim için bu duruma münasip dekorasyonlar hazırlamasını istiyoruz,” dedi Lorenzo.

“Ah, ah,” diye mırıldandı Verrocchio. Bu teklifi kabul etmek, birçok avantası olan büyük bir projeye girişmek demekti ve erkek kardeşi Tommaso ile kız kardeşi Margherita sanatçının ceplerini her zamanki gibi boşaltmıştı. “Henüz hiçbir şeye kesin olarak karar verilmemiştir diye düşünüyorum azizim.”

“Verilmedi,” diye yanıtladı Lorenzo. “Yine de Porta San Frediano’dan Palazzo de’ Priori’ye yürüyüp, bu yolda hayaller ve tasarılar kurmak mümkün.”

“Romalılarınkinden bile daha görkemli kavisler hayal edilebilir,” diye atıldı Cosimo. “Caddelerin bayraklarla neşe dolu olduğunu ve gül kokusuyla kaplandığını düşünün!”

“Kasım gülleri mi?” diye kıkırdadı ressam.

“Elbette!” diye yanıtladı öteki, eleştiriden etkilenmemiş bir halde. “Doğanın başarısız olduğu yerde sanat hüküm sürmeli.”

“Ayrıca,” diye gülümsedi Giuliano, “yalnızca Andrea’nın düzenleyebileceği törenler, zaferler, gösteri alayları ve daha nicesi olmalı!”

Verrocchio sandalyesinde geriye doğru yaslanarak düşünceli bir halde çenesini sıvazladı. “Bu ziyaret gerçekleşirse,” dedi nihayet, “sevgili hanımefendimiz putto’sunun bitmesi için sabırla beklemek zorunda kalacak. Eminim ki bu dekorasyonları hazırlama işi çok yoğun ve duraksız olacaktır.”

“Siz öyle demişken hatırladım,” diye belirtti Malatesta, “Madonna Clarice benden nezaketle ve sizi hiç gücendirmeden putto’nun ne zamana hazır olacağını öğrenmemi istedi. İncitme ve gücenmeye sebep olmadan, iyi niyetlerimle soruyorum, putto ne zaman bitmiş olur Andrea?”

Verrocchio misafirlerini sessizce orta çalışma alanına götürdü ve bir çarşafı kaldırarak çeşmeyi gözler önüne serdi. Ustanın ellerinden çıkacak küçük bir son rötuş haricinde çeşme hazırdı. Ortamı bir sessizlik sardı.

Bu genç Floransalılar, bizim ancak hayal edebileceğimiz bir tutkuyla sanata bağlıydılar ve Verrocchio’nun yaptığı bu putto, heykeltıraşlıkta ileri doğru atılan yeni bir adımdı. Nihayet Lorenzo canlanır gibi ayağa kalktı ve sanatçıya kendilerine gösterebileceği başka bir şey olup olmadığını sordu.

Messer Lorenzo sizlere Vallombrosa rahipleri ve benim meleğimle ilgili hikâyeden bahsetti mi?” diye sordu sanatçı, Cosimo ve Giuliano’ya dönerek.

Bahsettiğini söylediler.

“Öyleyse size anlatacak başka bir hikâyem var,” dedi ressam. “Yaşadığım tüm bu rahip hikâyelerimle kusursuz bir Boccaccio20 haline geliyorum!” Böylece içerideki çalışma alanına döndüler.

“İşte!” dedi ressam, çizdiği Beşaret tablosunu gösterdi. “Bu tabloda hiçbir sapkınlık görüyor musunuz?”

“Tanrım, hayır!” dedi Lorenzo ciddi bir yüz ifadesiyle arkadaşına doğru dönerek. “Meleğin gözlerindeki bakışı incele sevgili Cosimo! Bu resim Aziz Thomas’ın Summa’sı21 kadar geleneksel ve dindar!”

“Evet!” dedi Andrea, yarı eğlenir yarı kızgın şekilde. “Ama bana diyorlar ki Kutsal Anne’miz dizlerinin üzerinde olmamalıymış! Benim yorumum haysiyetsiz ve kutsal kitaba uyumsuzmuş! Üstelik başpiskoposun adına ve namına zarar verecek kadar da günahkârmış!”

“İnsan düşününce,” diye mırıldandı iyi yetiştirilmiş olan Giuliano, “Kutsal Anne’mizin duruşu gerçekten de kutsal kitaba pek uymuyor.”

Fakat Verrocchio bu itirazı tamamen duymazlıktan geldi. “Bir tasarım yaptım,” diye konuştu isyan dolu bir sesle. “Şimdiye dek çizilen tüm Beşaret tablolarından daha insan, daha kalbe yakın bir Beşaret tablosu tasarladım. Şimdi ise Monte Oliveto’nun bu baş belası rahipleri, saçma gelenekleri yüzünden buna itiraz ediyor.” Lorenzo’ya dönerek “Siz benim yerimde olsanız azizim, ne yapardınız?” dedi.

“Başrahipten çizdiğim taslağın parasını alır ve siparişi tamamlamayı reddederdim!” diye yanıtladı Medici.

“Ah!” diye karşılık verdi Andrea. “Ben daha da iyisini yaptım!” Büyük bir panelin üzerindeki örtüyü çekerek bugün Uffizi’de asılı olan Beşaret tablosunun yarı bitmiş halini ortaya çıkardı. “Görüyor musunuz,” diye açıklamaya başladı, “siparişi asistanım Tista’ya verdim ve ona, ‘Tista, benim resmimden beğendiklerini al, kendi aklından eklemek istediklerini ekle, sadece bu rahiplerin istediklerini tam olarak karşılamaya özen göster,’ dedim! Zeytin yemek kadar kolay!”

“Demek istediğin…” diye konuştu Lorenzo, nar kadar kırmızı bir suratla. “Bu tabloya kendin hiç dokunmayacak mısın yani?”

Verrocchio’nun somurtkan yüzü yumuşadı. “Manzarayı ben çizeceğim. Tista manzara çizemiyor. Bense akşam güneşinin yumuşak ışığının servi ağaçlarını solgun gökyüzüne karşı karanlık bırakışını ve uzaktaki dağlara zarif bir gümüş renkle dokunuşunu çizeceğim.”

“Peki ya rahipler bu duruma karşı çıkmayacak mı?” diye sorguladı Giuliano. “Sonuçta ustanın ellerinden çıkacak bir tablo sipariş ettiler.”

“Tanrım, hayır! Rahipler bu tablodan, San Salvi’nin rahiplerinin İsa’nın Vaftizi tablosundan memnun oldukları kadar memnun kalacaklar. Gelecekte de müşteriler benim yaptığım işte kusur bulacak olursa, resmi çıraklarıma devredeceğim. Kör adamlara harcayacak vaktim yok!”

“Ah, Andrea!” diye haykırdı Malatesta, gülüşünü cesurca bastırmaya çalışarak. “Seni bilge filozof!”

“Filozoflardan bahsetmişken,” diye başladı sanatçı, fakat o sırada hâlâ çalışmakta olan Leonardo’yu gördü ve genç adama eve akşam yemeğine gitmesini söyledi.

III

“Filozoflardan bahsetmişken,” dedi Andrea, “öğrencimin çalışması hakkında ne düşünüyorsunuz azizim?”

Medici küçük paneldeki sert karakalem çizgilerine baktı ve başını iki yana salladı. “Benim hiç ressamlık eğitimim yok,” diye cevap verdi.

“İşlenmiş zümrütlerden emziklerle büyütülüp, paha biçilmez fildişi eşyalarda dişlerini kaşıyıp, küçük organlarını antik heykellere çarpıp morartmışken bir ressamlık eğitimi almadığını mı iddia ediyorsun? Lütfen azizim! Medici ailesinin her bireyi sanat bilgisiyle doğduğuna göre söyle, Leonardo’nun çizimiyle ilgili ne düşünüyorsun?”

“Perspektif biraz karışmış gibi görünüyor,” dedi Lorenzo.

“Ah! O yalnızca bana bir düzeltme önerisi göstermek için yapıldı, çizimde düzeltilecek. Ama bana meleğin kanatları konusunda ne düşündüğünü söyle.”

Lorenzo de Medici’nin miyop gözleri önce bir çizime sonra diğerine baktı. “Senin çizimindekine kıyasla uçmaya çok daha uygunlar,” diye cevap verdi. “Tabii yine de bir meleğin kanatları yalnızca âdetten çizilir.”

“Çocuğun söylediği de tam olarak buydu,” diye karşılık verdi Andrea. “Kanatları hiç çizilmese bile olur!”

“Evet?” dedi Lorenzo. Verrocchio’nun bir hikâye anlatmak üzere olduğunu hissetmişti.

“Öte yandan eğer kanatları eklemeye karar verirsek, bunu meleğin komik görünmeyeceği şekilde yapmak gerekir.”

“Mantıklı,” diye yanıtladı Cosimo Malatesta ciddiyetle.

Ziyaretçilerine dönerek “Hiç devekuşu gördünüz mü azizim?” diye sordu Andrea.

“Elbette,” diye cevap verdiler.

“Pekâlâ! Çocuk bana dedi ki ‘Soldan’ın Messer Piero de’ Medici’ye gönderdiği devekuşuna hiç dikkatle baktınız mı?’ Ben de ‘Evet!’ dedim. Bunun üzerine o da dedi ki ‘Sizin meleğiniz kıpırdayacak olursa, boynunu uzatır, kanatlarını iyice açar ve hızla koşmaya başlar!’”

O sırada dış atölyede eşyalarını toparlayan çalışanlar, içeriden gelen kahkaha seslerine tatlılıkla gülümsediler.


Beşaret – Leonardo da Vinci

Louvre, Paris: No. 1265


Beşinci Bölüm
İhtişam ve Gösteriş


“Eğer Galeazzo Maria gerçekten de dedikleri gibi biriyse,” dedi Leonardo, sandaletlerindeki kanatları daha düzgün bir şekilde yerleştirmeye çalışırken, “eğer Dük söyledikleri gibi biriyse o zaman o…” Genç adam çizdiği ayağı Verrocchio’nun putto’sundaki kadar doğal göstermeye çalışmanın gayreti içerisinde dudağını ısırdı.

“Peh!” diye karşılık verdi Ser Piero da Vinci aşağılayıcı bir homurtuyla. “Eğer Milano’yu Aziz Paul yönetseydi, onu bile zorbalık, tecavüz ve ensestle suçlarlardı!”

“Ayrıca hayırseverlikte yanlış olmaz,” diye nazikçe ekledi Madonna Francesca.

Zarif, uçuşan kanatları incelerken “Eğer Galeazzo Maria gerçekten dedikleri gibi biriyse,” diye tekrarladı Leonardo, “bunu söylerken çok bilgili babama veya tatlı anneme asla saygısızlık etmeye çalışmıyorum ama o zaman bu durum tavus kuşuyla evlenmiş bir maymuna benzer!”

“Ah!” dedi avukat, “Kral Süleyman konuştu!”

“Ayrıca,” diye ekledi Madonna Francesca nezaketle, “maymunlardan daha kötü hayvanlar ve tavus kuşlarından daha çirkin kuşlar var!”

Leonardo, tatlı üvey annesinin merhamet dolu savunmasına saf bir mutlulukla gülerek küçük bir aynanın karşısına geçti ve kanatlı şapkasını incelemeye başladı. Sonra eline Hermes’in asasını aldı ve ayağa kalktı. Zarif Merkür’ün tam bir kopyası gibiydi.

Ardından sırtına bir pelerin atarak Milanoluların Floransa’ya gireceği Porta San Gallo’ya bakan bir evi olan arkadaşına giden Madonna Fracesca’ya eşlik etti. Ser Piero ise resmi karşılama komitesinde yer alabilmek için Palazzo de’ Priori’ye doğru yola çıktı.

II

Sforza soyunun ikinci dükü olan Galeazzo Maria muhteşem bir adamdı. İlk dük olan Francesco Sforza, Sforza ailesini kendi başına kurmuştu. Kariyerine paralı asker olarak başlamış olsa da zamanının en iyi generallerinden biri haline gelmişti. Visconti ailesinin sonuncusu olan lordun ölümü üzerine Sforza, İmparator’un, Napoli Kralı’nın ve Orleans Dükü’nün makam iddialarını yenmiş ve Visconti’nin kızıyla olan evliliğini kullanarak Milano Dükü olmuştu. Gerçekten de çok iyi bir askerdi. Tanrıların Mars’ı takip edenin kendini Venüs’e de adaması gerektiği iddiasını taşıyan hükmü dışında iyi bir adam ve bilge bir hükümdar olmuştu. Sonra bu tutkulu askerin karışık kanı ve korkunç Visconti’nin kanının karışımından, Galeazzo Maria dünyaya geldi.

Baba tarafından köylü soyundan gelen, son derece kösnül ve kalpsiz, süslenme dışındaki tüm değerlerden yoksun olan Galeazzo Maria, tüm bunlara rağmen güç sahibi ve dikkate alınması gereken bir adamdı çünkü Fransa Kraliçesi’nin kız kardeşiyle evliydi. Bunun yanı sıra kendi kız kardeşi Napoli tahtının varisiyle evliydi. Ayrıca İtalya’daki tüm güçlü ailelerle bir şekilde mutlaka bağlantısı vardı. Üstelik kendisi de Milano düküydü.

Hal böyleyken Galeazzo Maria, Floransa ve Milano arasında bir ittifak teklif edip Savoy Bonası olan eşi düşesle birlikte şehri ziyarete gelmek istediğinde, Floransa bunu duruma yakışır şekilde kabul edip karşılamalıydı. Çünkü teklif edilen bu ittifak, Floransa’yı Venedik’in tüm saldırılarından ve Roma’nın hırsından koruyacak olmanın yanı sıra, kurnaz Napoli Kralı’yla da bir ittifak oluşumunu sağlayan çok avantajlı bir teklifti.

Medici ailesi, Dük ve ailesine özel olarak ev sahipliği yapacak ve arkadaşlık edecekti. Signoria, toplu şölen ve genel diplomasi işleriyle ilgilenecek ve Andrea Verrocchio da dekorasyon ve geçitleri düzenlemenin yanı sıra şehrin Antik Roma törenlerinden bile daha görkemli olmasını sağlayacaktı.

Galeazzo Maria için yapılacak masraf ise, bugünün parasıyla hesaplandığında, yanında getirdiği alayın masrafları düşünüldüğünde yarım milyon sterlinden daha fazlaya denk geliyordu.

III

Milano saray halkı yola altın bir engerek yılanı gibi düzülmüştü. Gün ışığı cilalı zırhlardan yansıyor, kırmızı renkli Şam çeliğinin üzerine dökülüyor, sayısız mücevher üzerinde binlerce parçaya bölünüyordu. Rüzgârda neşeyle dalgalanan tüm o bayraklara ve Porta San Gallo’yu âdeta bir kırsal çardağa çeviren tüm dallar ve çelenklere rağmen, etraftaki kuleler ve giriş kapılarının hepsi silahlı askerlerle çevriliydi. Şehrin kapıları sıkıca kapalıydı ve Floransa sanki bir kuşatmaya karşı koymaya hazırlanmış gibi görünüyordu.

Tören alayı şehrin kapılarından yaklaşık doksan metre uzaklıktaydı. Lavta ve viyola sesleri tatlı bir ahenkle yükseldi, su perileri ve mevsim tanrıçaları gibi giyinmiş kızlar hafifçe aralanan kapıdan dışarı döküldü. Bu kızlar kollarında sepetlerle dağlalesi, nergis ve çirişotları taşıyordu. Dışarı çıkarken şarkı söylemeye başladılar:

 
“Biz mutlu ve zarif mevsim tanrıçaları,
Çağırıyoruz sizi
Gelin, burada eğlenin,
Çiçek serdiğimiz bu yolda
Geleneklerinizle yürüyün.”
 

Ardından etraflarında döndüler ve şarkı söyleyerek tören alayını şehre doğru götürmeye başladılar:

 
“Güzel ve zengin Milano’nun ovalarından,
Yüz Kuleli Şehir’den,
Tatlı kokulu tepelerden dökülen Arno’ya,
Güzel çiçeklerle kaplı olan,
Tatlı Flora’nın çeyiz verdiği ülkeye,
Çiçek serdiğimiz bu yolda
Geleneklerinizle yürüyün!”
 

Su perilerinin çıkmasının ardından kapanan Porta San Gallo’nun kapıları, şimdi sonuna kadar açıldı ve hayvanlarla süslenmiş bir orman arazisi temasını gözler önüne serdi. Merkür, elinde Hermes’in asasıyla öne atıldı. Tören alayının önüne gelene dek kanatlı ayakları neredeyse yere hiç değmedi; tam anlamıyla bir tanrı gibiydi! Güçlü ve zafer dolu sesiyle şarkı söylemeye başladı:

 
“Merkür, müjdeci, önder,
Sizlere şehrin kapılarında bir rehber olmaya geldi,
Sizleri iyi dileklerle karşılıyor ve
Toskana’ya hükmeden kadim ve güçlü tanrıların
Şu selamını sizlere fısıldıyor;
Gelin, burada eğlenin,
Çiçek serdiğimiz bu yolda
Geleneklerinizle yürüyün!”
 

Müjdeci Tanrı’nın son mesajı da duyulduktan sonra Pan şehrin kapılarının içinde dikildi. Satirler, su perileri ve orman perileri etrafını sardı ve koronun sesi göğe yükseldi:

 
“Biz su perileri, satirler ve mevsim tanrıçaları,
Çağırıyoruz sizi
Gelin, burada eğlenin,
Çiçek serdiğimiz bu yolda
Geleneklerinizle yürüyün!”
 

Şarkı bittiğinde Milano alayının trampetleri göğü delen bir sesle çalmaya başladı, tanrılar ve gösteri yapan su perileri dağıldı ve Milano saray halkı, tüm gözler onları izlerken Porta San Gallo’ya zafer dolu bir şekilde giriş yaptı.

IV

“Tanrım!” dedi tatlı Francesca da Vinci, Leonardo diğerlerinin yanından ayrılarak yola bakan pencereye gelince. “Hiç böyle bir şey gördün mü?”

Böyle şaşkınlığa kapılıp hayran kalması çok doğaldı elbette. Medici ailesinin hazırladığı en masraflı gösteri veya Floransa’nın düzenlediği en muhteşem tören alayı, bu Milano tören alayına ancak kırmızı yaseminin boğucu kokusu gülün tatlı kokusuna ne kadar yakınsa ya da bir inci kırmızı bir yakuta ne kadar benzeyebilirse işte o kadar benzeyebilirdi. Gerçek bir Toskana tören alayı, gerçek Toskana sanatı gibi, her zaman muhteşem bir sadelikle belirgindi. Hesapsız miktarda para harcanabilir, Arno’nun akıntısı kadar güçlü bir yetenek ve zanaatkâr akımı olabilir fakat yine de Antik Yunan çağının zevklerini öne çıkaran, en önemli Floransalıların hayatlarını süsleyen ve günümüzde Toskana Quattrocento çağının heykel ve resimlerinde kalan o sadelik her zaman yerini korurdu.

Milano trampetlerinin sesi yükseldi, su perileri ve gösteri yapan tanrılar etrafa dağıldı ve Galeazzo Maria’nın saray halkı Porta San Gallo’ya girdi. Fakat Dük ve heyeti kapılara ulaşmadan önce küçük bir atlı grubu, tören alayından ayrılan ziyaretçileri karşılamaya gitmişti. Lorenzo de’ Medici, Giuliano, Cosimo Malatesta ve Casa Medici’nin dostları gelen misafirlerini karşılamak için Palazzo de’ Priori’ye doğru hızla at sürdüler. Tanrım! Alayı izleyenler nasıl da heyecan ve coşkuyla bağırıyordu! Böylece Floransa’nın gözleri Milano’nun ihtişamıyla parıldadı.

Önce kırk kişilik trampet grubu geldi. Cüppeleri Sforza ve Visconti’nin armalarıyla süslüydü ve keten kadar sert görünüyordu.

Sonra iki yüz kişilik piyade ekibi geldi. Mızrakları ve başlıkları göz kamaştırıcı şekilde parlatılmıştı. Giydikleri tunik ve uzun çorapları soylulara yakışır kalitedeydi. Bu grup başlarını ne sağa ne de sola çevirdi, yalnızca, pencerelerden ve avlulardan onları izleyen genç kızlara arzuyla bakıyorlardı.

Piyadelerin girişini elli kişilik bir seyis grubu takip etti. Seyisler gümüş renkli kıyafetlerle kuşanmış, çizmeleri Sforza-Visconti armasıyla işlenmişti. Dük ve beraberindekiler için elli muhteşem savaş atı yürütüyorlardı. Savaş atları ise altın sırmalı ipek eğerler, altın kaplı üzengi ve nakışlı dizginlerle donatılmıştı.

Bunların ardından yüz kişilik görkemli bir şövalye grubu, tamamen silahlı ve savaşa hazır halde, atlarını ihtişamla sürerek cesur bir edayla şehre giriş yaptı.

Sonra, Dük’ün meclis üyeleri altın ve gümüş sırmalı ipeklere kuşanmış bir halde geldi. Onları ise Dük’ün kırk kişilik, kalın altından hükümet zincirleri takan saray nazırları takip etti.

Ardından Della Torre, Tuttavilla, Rossi ve Milano’nun diğer soyluları, Napoli’den San Severini, Correggio, Manfredi, Gonzaga ve Bentivolgio gibi tüm İtalya’nın tanıdığı soylu isimler şehre giriş yaptı. Bu kişiler birbirleriyle sohbet edip gülüşüyor ve etrafa attıkları kurnaz ve oyunbaz bakışları gizlemek için hiçbir çaba göstermiyordu.

Nihayet Dük de gözlerini kendisini memnun edecek bir genç kız arayışıyla dört bir yana çevirerek şehre giriş yaptı. Haberci Merkür’ü görüp gülümsedi. Ardından Madonna Francesca’yı gördü; bakışları arzulu ve kötücül bir hal aldı çünkü Madonna henüz yirmi bir yaşındaydı ve çok güzeldi. Bu bakışların altında Madonna hafifçe titredi, Leonardo ise pelerinini çıkarıp kızın omuzlarına sardı.

“Beni eve götür!” diye fısıldadı kız.

Fakat Leonardo, Düşes Bona geçmeden hiçbir yere gidemezdi.

Son süslü ve parıltılı seyahat vagonu da sokaktan tıkırdayarak geçti. Avcılar, doğancı başları ve kavalcıların geçişi de tam bitmek üzereydi. Bu sırada Leonardo, Madonna Francesca’yı kapı girişinden geçirdi.

Tam o sırada bir soytarı, Leonardo’nun kafasına elindeki keseyle vurdu ve “Ah! Kaçak ayak!” diye bağırdı. “Ah! Seni baştankara!”

V

Dük’ün bakışından dolayı bir şey olduğunu pek sanmıyorum çünkü burası Milano değil, Floransa’ydı. Üstelik bence Dük böyle çevresinde görüp kolayca ulaşabildiği kadınları taze tomurcuk gibi koparmakla o kadar meşguldu ki Francesca da Vinci’ye attığı bakışı ikinci kez düşünmedi bile. Ne yazık ki mart rüzgârlarından mı yoksa o doğu rüzgârından zaten titreyen vücudun sahip olduğu ruhu üşütecek kadar kötücül olan Dük’ün bakışlarından mı bilinmez, Madonna hastalandı, zayıfladı ve nihayetinde de hayata gözlerini yumdu.

Francesca’yı kendi iyi meleği olarak görüp çokça seven Leonardo, bu ölüme büyük bir isyanla tepki gösterdi. Babasının eski dininden rahatsız oldu; Galeazzo Maria’nın o şehvet dolu bakışının ardından doğruca Annunziata Kilisesi’ne doğru atını sürmeye devam edip orada, güvenli yolculuğu için Tanrı’ya şükranlarını sunması Leonardo’yu tiksindirmişti ve ayrıca kösnül Sforza’nın dini törenlerle ağırlanması midesini bulandırmıştı. Çalıştığı atölyede sıklıkla karşılaştığı dini öğütlere dudak büküp alaycı bir tavır sergilemeye başladı ve inancı gittikçe zayıfladı.

Dinin soyut kavramlarına dudak büktüğünü düşünmüyorum, çünkü inancını kaybedenler tanımlanamaz bir tanrıya veya yanlış çizilmiş ahlak kurallarına karşı alaycı bir tavır almazlar; fakat Leonardo gerçekten de dini gelenekleri, ayinleri ve uygulamaları alaya almaya başlamıştı.

Sandalet giyen bir papaz gördüğünde, “Ah! Kaçak ayak!” diye kendi kendine mırıldanır, kukuletalı bir rahip gördüğünde “Ah! Seni baştankara!” diye sessizce alay ederdi.

Elbette dini resimler çizerken dinin âdetlerini alaya almak haysiyetli bir davranış değil. Böyle bir düşünce yapısı kişiyi dini sanatta inanca da ulaştırmaz.

18.İngilizcede “Wise Man” olarak ifade edilen ve Matthew İncili’ne göre doğumundan sonra Hz. İsa’yı ziyarete gelen seçkin yabancılar. Metin boyunca geçen ve aynı anlama gelen “the Magi” ifadesinin karşılığı olarak da “Akil Adamlar” ifadesi kullanılmıştır. (e.n.)
19.Antik Yunan’da yaşamış ünlü heykeltıraş, ressam ve mimar. (ç.n.)
20.İtalyan yazar ve şair. (ç.n.)
21.Summa Theologica, Roma Katolik kilisesinin en önemli risalelerinden biri. (ç.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺87,50