Kitabı oku: «Cengiz Aytmatov 90 Yaşında Samsun'da», sayfa 2
Batı toplumlarında yaşlanmak değerini yitirmektir. Yaşlandıkça hem kadın hem de erkek değerini yitirmesine rağmen, arada belirgin bir fark vardır. Birçok Batı toplumunda kadının değeri, gençliği güzellikle, gençlik güzelliğinin değerleriyle, erkekleri cezbetme gücüyle açıkça eş tutan toplumsal olarak tanımlanmış fiziksel çekicilikle ilişkilendirilir. Bu nedenle kadınlar yalnızca yaşlandıkları için toplumsal değerlerini yitirirler. Erkeklerse daha çok yaptıklarıyla değerlendirilirler ve ödüllendirilirler Erkekler başarılı oldukları sürece, tek başına yaş toplumsal konumlarını çok az etkiler (1999, s.4).
Batı toplumlarında yaşlandıkça fiziksel güzelliğini ve çekiciliğini kaybeden kadının değerden düşmesini, erkeğinse toplumsal işlevlerini başarıyla sürdürdüğü sürece değerini korumasını, Batı düşüncesinde var olan akıl/beden ikili karşıtlığıyla (dichotomy) açıklayabiliriz. Batı düşüncesinde zihin gücü, akıl ve zekâ erkek ile özdeşleştirilirken; fiziksellik, beden kadınsı özellik olarak (Plumwood, 1986, s. 131) kabul edilir. Toprak Ana’da Tolgonay’ın yaşlandığında değerini kaybetmemesi, tam tersine ona liderlik görevinin verilmesi, Aytmatov’un kadın algısı ile ilgilidir. Böyle sahneler çizerek, yazar kadının yalnızca fiziksel özellikleri nedeniyle değerli olmadığını, yalnızca cinsel bir nesne olarak görülemeyeceğini, zekânın, aklın yalnızca erkeğe ait özellikler olmadığını, yaşlanan kadının aklı ve deneyimleriyle topluma önderlik edebileceğini göstermiştir. Bu çalışmada incelediğimiz yapıtlardaki kadınların özellikleri ile ilgili aşağıda yapacağımız tartışmaların Aytmatov’un kadınlarla ilgili düşüncelerini daha belirgin hale getireceğini düşünmekteyiz.
Her iki yapıtta da erkekler kadınlardan daha üstün olarak gösterilmezler. Suvankul ve Tolgonay evlenmeye karar verdikleri gece Suvankul, Tolgonay’a “Artık her zaman, her şeyde, aynı ve tek kişiymiş gibi eşit ve beraber olacağı[z]” der (Aytmatov, 1963/2017, s.15). Bir evlilikteki eşit ilişkinin bundan daha güzel anlatılamayacağını düşünmekteyiz.. Kadınla erkek arasındaki eşitlik yalnızca ev yaşamında değil, çalışırken de görülür: birlikte hasat kaldırırlar, birlikte eğlenirler ve birbirlerine şakalar yaparlar.
Aytmatov hem Cemile’de hem de Toprak Ana’da güçlü kadınlar sunar okurlarına. Cemile’de anlatıcı Seyit, annesini “Aile ocağının bekçisiydi o…. Evde her şeyi annem idare ederdi” diye anlatır (Aytmatov, 1958/ 2011, s.10). Köylüleri onu ailenin gerçek reisi olarak kabul ederler (Aytmatov, 1958/ 2011, s.10). Seyit’in annesi- büyük ana-doğru bildiğini savunmaktan çekinmeyen ve düşüncelerini değiştirmesi için kolay ikna edilemeyen bir kadındır. Onbaşı Orozmat, onu Cemile’nin at arabasıyla tahıl çuvallarını istasyona taşımasına ikna etmek için oldukça uğraşmak zorunda kalır. Seyit annesinin “hükmeden, hükmetmesini bilen bir kadın” (Aytmatov, 1958/ 2011, s.14) olduğunu söylemesine rağmen, asla Cemile’ye baskı yapmaz, Cemile’nin sözünü sakınmadan söylemesinden rahatsız olan komşularına karşı daima onu korur. Cemile de haksızlığa tahammül edemeyen, haksızlık karşısında “kaplan” (Aytmatov, 1958/ 2011, s.14) kesilen bir kadındır. Toplumsal cinsiyet kalıp yargılarıyla ilgili Batı’da yapılan çalışmalar, hükmetmenin, doğru bildiğini çekinmeden söylemenin, haksızlıklara karşı çıkmanın, baskın karaktere sahip olmanın erkeksi özellikler olarak kabul edildiğini göstermiştir (Lueptow, Garovich ve Lueptow, 1995, s.519; Bem, 1974, s. 156; Broverman, Broverman, Clarkson, Rosenkrantz, Vogel, 1970, s.3).
Toprak Ana’da da yine çok güçlü bir kadın çıkar karşımıza: Tolgonay. Tolgonay da “baybişen”dir, “evin reisi”dir (Aytmatov, 1963/2017, s.50). Daha önce de söz ettiğimiz gibi, ekipbaşı olan kocasının savaşa gitmesi üzerine, onun yerine ekipbaşı olur. Tolgonay ekipbaşı olmayı istemez ama başkarma Usanbay, kocası Suvankul ve köyün yaşlıları onu ikna ederler çünkü topraklarını, sularını, köylülerini en iyi o bilir, en iyi o tanır (Aytmatov, 1963/2017, s.51). Ekipbaşı olmak köyün lideri olmak demektir; hem ekinlerden sorumlu olan, hem de köydeki herkesi koruyup gözetmesi gereken bir lider. Yapılacak çok iş vardır ancak köyde hasta ya da yaşlıların dışındaki tüm erkekler savaşa gitmiştir. Bir lider olarak çoğu zaman tatlı dille, bazen de otoriter davranmak zorunda kalarak kadınları, genç kızları ve çocukları daha çok çalışmaya ikna eder. Kaldırılan ürünlerin hepsi orduya gönderildiği için köyde açlık başlar. Tolgonay son derece akıllı, sorunlar karşısında pes etmeyen, tam tersine çareler düşünen bir kadındır. Açlığa çare olarak, anıza bırakılan küçük bir tarlayı ekip ürünü açlık çeken ailelere dağıtmayı planlar. Ancak bu Stalin’in kolhozlar için koyduğu kurala aykırıdır. Tolgonay “Canı cehenneme o kuralın!” (Aytmatov, 1963/2017, s.82) diyecek kadar cesur, doğru bildiğini savunan bir kadındır. Planını uygularsa sürgüne gönderilebileceğini bilmesine rağmen, bütün sorumluluğu üzerine alarak bölge merkezini ikna eder (Aytmatov, 1963/2017, s.82-3). Tolgonay gözüpek bir kadındır. Hem kolhozun saban çekecek üç atı çalındığında, hem de açlığı önlemek için ekecekleri tarlada kullanılmak üzere zorluklarla topladığı tohumluk buğdaylar çalındığında, gecenin karanlığında atının sırtına atlayıp hırsızların peşine düşmekten çekinmez. Tüm bunları yaparken kocasını ve oğullarını savaşta kaybeder ancak büyük acısını içine gömerek çalışmaya devam eder. Kadınsılık ve erkeksilik özellikleriyle ilgili özellikle Batı’da yapılan araştırmalar, liderliğin, otoriterliğin, aklın, cesaretin, sorumluluk almanın, doğru bildiklerini savunabilmenin ve gözü pekliğin erkeklerde var olan (Lueptow, Garovich ve Lueptow,1995, s. 519; Bem, 1974, s. 156; Broverman, Broverman, Clarkson, Rosenkrantz ve Vogel, 1970, s.3) özellikler olarak kabul edildiğini, kadınlarınsa uysal ve duygusal olarak (Basow,1992, s.4) tanımlandığını ortaya koymuştur. Bu kabullerse kadınların erkeklerin egemenliği altında yaşamasının gerekçesi olarak kullanılmıştır. Aytmatov bu yapıtlarında akıl, cesaret, liderlik gibi özelliklerin yalnızca erkeklere değil, tüm insanlara ait olduğunu; bu özelliklere erkekler kadar, kadınların da sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Dahası, Cemile’nin ilk kez 1958, Toprak Ana’nın ise 1963 yılında yayımlandığı; yukarıda Batı’nın kadınsılık ve erkeksilik kalıp yargıları ile ilgili gönderme yapılan çalışmalardan ikisinin 1970’lerde yapıldığı; 1995’de yürütülen ve Batı toplumlarında cinsiyet kalıp yargılarının durağanlığına vurgu yapılan (Lueptow, Garovich ve Lueptow, s. 515) çalışmada ise, “otoriterlik, atletik yapıya sahip olmak, saldırganlık, hükmetmek, rekabetçilik, gözü peklik, özgüven, kararlılık” sıfatlarının hala “erkeksiliği temsil ettiği”nin (Lueptow, Garovich ve Lueptow,1995, s. 519) ortaya koyulduğu göz önüne alındığında, Aytmatov’un Cemile ve Toprak Ana’da okurlarına sunduğu kadın karakterlerin özelliklerinin Batı toplumlarının cinsiyet kalıp yargılarının ne denli ilerisinde olduğu ortaya çıkar. Bunun nedenin ise, bir düşün adamı olarak Aytmatov’un kadın-erkek eşitliğine olan inancı olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim, Toprak Ana’da, Cenşenkul adlı bir erkek karakterin varlığı da bu görüşlerimizi doğrular niteliktedir. Yazar bir yandan Tolgonay’ın toprağı için, insanlar için canla başla çalıştığını gözler önüne sererken, diğer yandan da asker kaçağı Cenşenkul’un toprağı sürecek atları, ekilecek tohumları çaldığını göstererek, kadın ve erkek değil, çeşit çeşit insan olduğunu ortaya koyar. Tıpkı bize Tolgonay’ın ağzından seslendiği gibi: “Halk bir denizdir, derin yeri de vardır, sığ yeri de…” (Aytmatov, 1963/2017, s.42). Böylelikle Aytmatov’un insanları kadın ve erkek olarak ikiye ayırmanın yanlışlığını işaret ettiğini; okurlarına karşılarındaki kişilerin gerçek kişiliklerini görmelerini engelleyen kalıp yargılarından sıyrılarak, herkesin kendine özgü özellikleri olan bir birey olduğunu kabul etmelerini anıştırdığını söyleyebiliriz.
Yazarın her iki yapıtında da kadına değer vermeyen erkekler vardır: Cemile’de Cemile’nin kocası Sadık ve aynı köyden Osman, Toprak Ana’da çoban. Cemile askerdeki kocasından mektup bekler ancak Sadık yalnızca mektubun sonunda selam söyler Cemile’ye. Cemile bu duruma üzülse de sesini çıkarmaz. Köye dönmesine kısa bir süre kala, kendisiyle aynı hastanede kalan köylüsü Kerim’in isteği üzerine Cemile’ye mektup yazar. Ancak artık çok geçtir çünkü Cemile Danyar’a âşıktır ve onunla kaçar. Anlatıcı, bir gün Sadık’ın sarhoşken söylediği şu sözleri işitir: “Gitmekle iyi etti, nasıl olsa bir yerlerde geberip kalacak! Biz sağ iken karı mı bulunmaz! Altın saçlı bir kadın bile en aşağı bir erkekten daha aşağıdır” (Aytmatov, 1958/2011, s.64). Anlatıcı, Sadık’ın bu sözlerine rağmen Cemile’nin kaçışına çok üzüldüğünü söyler (Aytmatov, 1958/2011, s.64). Aytmatov, kadını aşağılayan bir adamı, kaybetmeye, üzüntü çekmeye mahkûm eder. Sadık’ın yokluğunda Cemile’ye sarkıntılık etmeye çalışan ve Cemile’nin sert tepkisiyle karşılaşan Osman, Cemile kaçtığında Sadık’ı kışkırtmaya çalışır. Osman’ın ne kadar değersiz bir adam olduğu anlatıcının aracılığıyla şöyle iletilir okura: “Ot yığını arasında Cemile’nin seni nasıl terslediğini unutmuş olamazsın, adi herif! Sen mi namus taslıyorsun!” (Aytmatov, 1958/2011, s.65). Toprak Ana’da, Tolgonay Kasım’ın ölümünden bir süre sonra, Aliman’ın uygun biriyle evlenip yeni bir yuva kurmasını ister. Bu nedenle Tolgonay Aliman’ın bir çobanla görüştüğünü fark ettiğinde sesini çıkarmaz. Ancak çoban için Aliman yalnızca bir cinsel nesnedir. Aliman’ın bir gece perişan halde eve gelişinden çobanın Aliman’a tecavüz ettiği izlemini ediniriz. Aliman’ın hamile olduğu anlaşılınca komşu Ayşe, çoban ile konuşur “Namus, şeref yok mu sende?” (Aytmatov, 1963/2017, s.121) diye sorar. Yazar romanda böyle bir cümleye yer vererek, namusun ve şerefin yalnızca kadında aranılan özellikler olmadığını; namusun yalnızca cinsellikle ilişkilendirilemeyeceğini, insanların yaptıklarını ve bunlardan ortaya çıkan sonuçların sorumluluklarını kabul edip, üzerlerine düşen sorumlulukları yerlerine getirmelerinin de namus kavramının içerdikleri arasında olduğunu anıştırır okurlarına. Ama çoban her şeyi inkâr eder, Ayşe’ye göre çobanın “ne vicdanı var[dır] ne imanı” (Aytmatov, 1963/2017, s.121). Burada, çoban da Ayşe aracılığıyla değersizleştirir. Böylelikle, Aytmatov, kadınların değil, kadınları değersizleştiren, onları cinsel nesne olarak gören erkeklerin değersiz olduğu iletisini verir okurlarına.
Aytmatov bu yapıtlarında okurlarına savaşın neden olduğu yıkımların yanı sıra, kadınların da erkekler kadar liderlik özelliklerine sahip, kararlı, özgüvenli, güçlü ve akıllı olduklarını; insanların doğadaki diğer varlıklar olmadan yaşamlarını sürdüremeyeceklerini; bu nedenle canlı-cansız bütün varlıkların eşit derecede değerli ve önemli olduklarını; mutlu ve huzurlu bir yaşamın kadını ve doğayı değersizleştirmeden, hiyerarşik yapılar oluşturarak insanları baskı altına almadan kurulabileceğini gösterir. Böylelikle yazar, bu yapıtlarında ideal bir ekofeminist toplum örneği sunar. Bu da Aytmatov’un yalnızca güçlü bir yazar değil, aynı zamanda çok önemli bir düşünce adamı olduğunu ortaya koyar.
Kaynakça
Aytmatov, C. (2011). Cemile. (Çevirmen Adı Yok ) (13. Baskı). Ankara: Elips Kitap. (Özgün eser ilk kez 1958 yılında yayımlanmıştır).
___________ (2017) Toprak Ana. Refik Özden (Çev.). İstanbul: Ötüken. (Özgün eser ilk kez 1963 yılında yayımlanmıştır).
Basow, S. A. (1992). Gender Stereotypes and Roles (3. Edition). California: Brooks/Cole.
Bem, S. (1974). The measurement of psychological androgyny. Journal of Consulting and Clinical Pscyhology, 42 (2), 155-162. Doi: dx.doi.org/10.1037/h0036215.
Broverman, I.K., Broverman, D.M., Clarkson, F.E, Rosenkrantz, P.S, Vogel, S.R. (1970). Sex-Role stereotypes and clinical judgments of mental health. Journal of Consulting and Clinical Psychology, 34 (1), 1-7. Doi:10.1037/h0028797.
Garner, J. D. (1999). Feminism and feminist gerontology. Journal of Women and Aging. 11 (2-3), 3-12. Doi: 10.1300/ J074v11n02_02.
King, Y. (1995). The ecology of feminism and the feminism of ecology. Mary Heather MacKinnon, Mino McIntyre (Ed), Readings in Ecology and Feminist Theology içinde (s.150-159). Kansas City: Sheed and Ward. https://books.google.com/books.
Kirk, G. (1997). Ecofeminism and environmental justice: bridges across gender, race, and class, Frontiers: A Journal of Women Studies. 18(2), 2-20. Erişim adresi: http://www.jstor.org/stable/3346962.
Lueptow, L.B, Garovich L., Lueptow, M.B.(1995). The persistence of gender stereotypes in the face of changing sex roles: evidence contrary to sociocultural model. Ethology and Sociobiology, 16, 509-530. Doi:10.1016/0162-3095(95)00072-0
Mack-Canty, C. (2004). Third-Wave feminism and the need to reweave the nature/culture duality, NWSA Journal, 16(3), 154-179. Erişim adresi:http://www.jstor.org/stable/4317085
Manes, C. (1996). Nature and silence. Cheryll. Glotfelty, Harold Fromm (Ed.), The Ecocriticism Reader: Landmarks in Literary Ecology içinde (s: 15-29). Athens: University of Georgia Press.
Plumwood, V. (1986). Ecofeminism: an overview and discussion of positions and arguments. Australasian Journal of Philosophy, 64 (1), 120-138. Doi: 10.1080/00048402.1986.9755430.
Strickberger, M. W. (2000). Evolution. Third Edition, London: Jones and Bartlett. https://books.google.com/books
Woodward, K. (1991). Aging and its Discontents: Freud and Other Fictions. Bloomington: Indiana University Press. https:// books.google.com/books
Cengiz Aytmatov Edebiyatı ve Kırgız Sineması
Yusuf Yurdigül6
Özet: Türk dünyasının büyük yazarı olarak bilinen Cengiz Aytmatov, aynı zamanda sinema alanında da önemli işler yapmıştır. Sovyet sinemasında “Kırgız Keremeti” olarak adlandırılan sinema mucizesinin ortaya çıkmasında etkisi büyüktür. Hem film yapım süreçlerinde hem de sinemaya içerik sağlanmasında önemli bir isimdir. Eserlerinden kırka yakın film ve televizyon yapımı uyarlanmıştır. Bunlar içerisinden pek çoğu Kırgızistan’ın dışında uluslararası yapımlardır. Türkiye, Almanya, Özbekistan, Kazakistan ve Tacikistan gibi birçok ülkede eserlerinden uyarlama filmler yapılmıştır. Cengiz Aytmatov’un sinema ile olan ilişkisi hem film yapım sürecinde hem de filmlere içerik sağlama noktasında değerlendirilmektedir. Çalışmada eserlerinden yapılan uyarlama filmlerin içerikleri ve Aytmatov’un bizzat sinemaya olan katkısı ortaya konulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Cengiz Aytmatov, Sinema, Edebiyat
Abstract: Cengiz Aytmatov, known as the great writer of the Turkish world, has also made important work about cinema. His influence is great in the emergence of the miracle of cinema called “Kirghiz Keremeti” In Soviet cinema. He is an important figure both in filmmaking processes and in providing content to cinema. Nearly forty of his works have been adapted into film and television production. Many of these are international productions outside Kyrgyzstan. Adaptations of his works have been made in many countries including Turkey, Germany, Uzbekistan, Kazakhstan and Tajikistan. Cengiz Aytmatov’s interest in cinema is evaluated both in the film production process and in the point of providing content to films. In this study, the contents of the adapted films made from his works and Aytmatov’s contribution to cinema are revealed.
Key words: Chingiz Aitmatov, Cinema, Literature
Giriş
Görüntü ve sesin birtakım teknik ve içeriksel anlatım yöntemleriyle muazzam birleşimini ifade eden sinematografi tarihi süreç içerisinde edebiyatla iç içe olmuştur. İki sanat dalı da görüntü ve sese dayalı oldukça geniş bir anlam sisteminin bağdaşık parçalarını oluşturarak benzerlikleriyle birbirlerini beslemektedir.
Jules Verne romanından esin “Aya Yolculuk” (George Melies, 1902) filminden bu yana sinema tarihine bakıldığında pek çok başarılı uyarlamanın gerçekleştiğini görmekteyiz. Cengiz Aytmatov romanları da edebiyat ve sinema ilişkisinden ortaya çıkan önemli eserlere kaynaklık eden yapıtlardır. Eserleri onun üzerinde sinema filmi ya da televizyon serisine uyarlanan Aytmatov, edebiyat alanında olduğu gibi Kırgız Sineması için de önem arz etmektedir. Aytmatov eserlerinin sinema filmlerinin önüne geçtiği, edebiyat uyarlamalarında yaşanan sıkıntılar, yönetmenin yazarın gölgesinde kalarak bağımsız çalışamadığı ve edebiyat uyarlamalarının yeniden yapım olarak değerlendirilmesi gerektiği gibi tartışmalar ilgili literatürde oldukça geniş bir alanı kapsıyor olsa da, bu çalışmanın merkezinde Aytmatov eserlerinin sinematografik anlatısı yer almaktadır.
Sinematografi, edebiyat sinema ilişkisi, uyarlama, Aytmatov’un sinema uyarlamaları, sinematografi literatüründe Aytmatov ve Aytmatov sinema uyarlamalarına yönelik film çözümlemeleri konuları bağlamında bir kavramsal çerçeve belirleyen çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmaktadır.
Sinematografi
Sinematografi kavramı Latince kökenli Kino ve graphius’un birleşiminde oluşmaktadır. Harekete yazmak, harekete çizmek gibi (Brown, 2011:17 ). Photography ise kavramın arkaik kökeni. Yani ışığa yazmak. Sinematografi ışığa duyarlı maddeler üzerine hareketli görüntü kaydetmek ve yansıtmak işidir. Literatürde pek çok sinematografi yaklaşımı var. Bu yaklaşımların en meşhuru Andre Bazin’in yaklaşımı. Sinemayı modern çağın dini olarak gören yaklaşım. Bir diğeri ise Fisher’in sinemayı büyücülük olarak gördüğü yaklaşımdır (Bazin, 1966:78).
Sinematografi her şeyden önce yine Bazin’in ifade ettiği gibi bir anlatım ya da ifade aracıdır. Görüntü ve sesin pek çok yöntemle buluşması sonucu ortaya çıkan sanatsal anlatımdır. Kamera açıları, kamera hareketleri, geçiş türleri, çerçeveleme ışık, ses, renk ve senaryo gibi tekniklerden kurulu bir anlatım aracıdır.
Sinema Edebiyat İlişkisi
Tıpkı sinema gibi edebiyat da bir anlatım ya da ifade etme aracıdır. Edebiyat sinemadan çok daha eski ve sinemayı da etkileyen ve ilişki içerisinde olan bir anlatım aracıdır. Bu ilişki de akla gelen ilk kavram uyarlama olsa da o konuya geçmeden önce önemli olduğunu düşündüğüm birkaç başlıktan bahsetmekte fayda var.
Başta da belirtildiği üzere öncelikle edebiyat ve sinema bir anlatım ya da ifade aracıdır. Edebiyat yazıyla sinema ise daha çok görüntü ve sesle ifade etmeye yarar. Ancak burada önemli bir farktan bahsetmek gerekir. Anne ve Oğul, Güneş ve Faust filmlerinin Rus yönetmeni ve edebiyatçı Alexander Sukarov sinemaya giden yolun mutlaka edebiyattan geçtiğini söylemektedir. İkiside insanların heyecanlarını coşkularını harekete geçirir. Ancak önemli bir fark bulunmaktadır. Yazar belli bir noktaya geldiğinde uç noktayı koyar ve geriye kalanı okuyucunun hayal gücüne bırakır. Ancak sinematografer kamerayı alıp objektiften baktığında güneşin doğuşundan ve batışına kadar insanlara gösterir. Kafalarda oluşması gereken her şeyi sonuna kadar seyirciye bir bakıma empoze etmiş oluyor (Sukarov, 2008:247).
Sinema ve edebiyat ilişkisine baktığımızda karşımıza çıkan ikinci konu “tema ve konu” belirlenmesidir. Edebiyat sinemaya, tema ve içerik konusunda en başından bu zamana kadar malzeme vermiştir. Buna da literatürde en genel anlamıyla uyarlama denmektedir. İlgili literatürde film adaptation ya da screen adaptation olarak geçen kavram edebiyat içinde tiyatro için hazırlanan bir metni sinematografik anlatıma uygun hale getirme işi olarak bilinmektedir (Rentschler, 1981:311).
Sinemanın ilk yıllarından itibaren bu ilişkiden bahsetmek mümkündür. “A trip of the moon” (Ay’a yolculuk 1902 George Melies) filmi, Jules Verne’nin aynı romanından (1865) uyarlamadır. Dünya sinemasına damga vuran sinema akımlarına baktığımızda da bu ilişkiyi pek çok uyarlamayı görmekteyiz. Dışavurumcu Alman sinema akımını temsil eden pek çok film sinema uyarlamasıdır. Der Golem-Henrik Galeen, Gustav Meyrink’in aynı eserinden uyarlamadır. Yine meşhur Faust (1926), F. W. Murnau’nun filmi, Goethe’nin eseridir. Bu filmlerden Robert Wiene’in Das Kabinett des Doktor Caligari filmine bakıldığında Binbir Gece Masalları’ndan tutun da Çarlık Rusya’sının Korkunç İvanı’na, oradan da Karındeşen Jack’le sisli Londra sokaklarına bir yolculuk görülebilecektir.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. İtalyan yeni gerçekçi akımında da, Fransız yeni dalga akımında da Kara film örneklerinde de bu ilişki görülebilir. Hatta sinemanın ilk yıllarında olduğu gibi yakın zamanda da pek çok uyarlama filmi görmek mümkündür. Coen kardeşlerin yönettiği Oscar ödüllü “No Country for Old Man” (İhtiyarlara Yer Yok ) filmi Cormac McCarthy’nin eseridir. Ford Coppola, The God Father (Baba) serisi, Mario Puzo’nun yazdığı bir eserdir. Bunlara ilaveten Yüzüklerin Efendisi ve Zindan Adası gibi sinemada birçok başarılı uyarlama bulunmasına rağmen eserin gölgesinde kalmış sinematografik anlatım olarak başarılı sayılamayacak filmler de mevcuttur. Bunlardan birkaç tane sıralamak gerekirse akla hemen gelenleri şunlar olabilir.
Koku: Bir Katilin Hikayesi. Yönetmen: Tom Tykwer, eser: Patrick Süskind.
Uçurtma Avcısı. Yönetmen: Marc Forster, eser: Khaled Hosseini
The Cat in The Hat. Yönetmen: Dr.Seuss, eser: Bo Welch
Da Vinci Şifresi. Yönetmen: Ron Howard, eser: Dan Brown
Bu filmler uyarlama yapıldığı eserin gördüğü ilgiyle karşılaşmamış ya da eserin edebi anlatısının önüne geçememiştir. Örneğin Dr. Seuss’un eseri 11 milyon satarken filmin IMDb puanı ancak üçtür.
Sovyet Sinemasında da pek çok uyarlama eser görmek mümkündür. Tarkovsky’nin başyapıtı “Stalker” kült filmi, birebir olmasa da Ştrugatski kardeşlerin Uzayda Piknik adlı eserinden uyarlamadır. Tolstoy’un Kafkas Esiri adlı eser Sergey Bodrov tarafından filme çekilmiştir.
Aynı şekilde Türk sinemasına bakıldığında Türkiye’den de uyarlama eserler olduğu görülecektir.
Bir Millet Uyanıyor-1932, Muhsin Ertuğrul, Nazım Hikmet
Yılanların Öcü -1962, Metin Erksan, Fakir Bozkurt
Susuz Yaz -1963, Metin Erksan, Necati Cumalı
Hababam Sınıfı-1975, Ertem Eğilmez, Rıfat Ilgaz
Bütün bu filmlere bakıldığında edebiyat ve sinema ilişkisinden kaynaklanan uyarlamaları birkaç başlıkta toplamak mümkündür (Can ve Uğurlu, 2010: 77).
• Edebi eserin çok etkisinde kalmış filmler.
Film burada sinematografik anlatımın yerine edebi anlatıma sahiptir. Çok fazla diyalog bulunmaktadır.
• Edebi eserin temel yapısına bağlı kalarak olay örgüsünde ve karakter tasvirinde bir takım değişikliklere gitmek
• Yazarın senarist olarak bizzat yapımında yer aldığı filmler
Tema ve içeriğin yanında edebiyat ve sinema ilişkisinde karşımıza çıkan diğer konu senaryo konusudur. Edebiyat, hazırlanacak senaryoya temel metin noktasında da malzeme vermektedir. Kamera, oyuncu ve geçiş hareketlerini anlatan betimleme ve tasvir cümlelerinin yanı sıra oyunculara açılan diyaloglar noktasında da edebiyatın izini görmek mümkündür.
Sinema ve edebiyat ilişkisinde konuşulmaya değer bir diğer konu ekonomidir. Film yapımcılarının edebi eserlerden uyarlama yapmalarındaki önemli nedenlerden biri eserin ya da yazarın kamuoyunca mevcut olan ilgi potansiyelidir. Bu ilgi haliyle filmin gişe hasılatını da etkileyecektir.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.