Kitabı oku: «Tanrı Dağları'nın Zirvesi Aytmatov», sayfa 3
Bu reddedilmeden rahatsız olan Cengiz Bey biraz düşündü ve sonra “Cemile”yi eleştirenlerin söylediklerini dikkate alacağını yüzeysel olarak belirtti ve hikâyeyi savunanlara teşekkür etti. Bu şekilde tartışma toplantısı sona erdi. Genel bir değerlendirmeyle, “Cemile” hikâyesinin kötülenmesi amacı güdülerek düzenlenen bu toplantı gerçekte hikâyenin övülmesi toplantısına dönüştü.
Tartışma toplantısına katılanlar gürültüyle koridora çıktı. Cengiz Bey askıdan kabanını aldı, son büronun kapısı açıkmış, buraya gayriihtiyari göz attı, sonra hayretten olduğu yerde kalakaldı. Anlaşılan, bu büroda Toktobolot Abdumomunov Yazarlar Birliği’nde çalışan sekreter ve muhasebeci kadınlarla birlikte oturmuş, çay içiyormuş! Toktobolot ile Cengiz’in ikizler gibi her zaman birlikte dolaştıklarını gören, onların samimi dostlar olduklarını duyan benim gibi bir insan için kafama sorular yağmur gibi yağdı. “Acaba, Abdumomunov “Cemile” için tartışma toplantısı olacağını duymamış mıydı? Şu kadınların oturduğu büroya geçerken Baytemirov’un bu konudaki ilanını görmemiş miydi? Yan büroda “Cemile”nin tartışılmakta olduğunu, her şeyi bilen şu kadınlar ona söylememişler miydi?”
T. Abdumomunov tıpırtıyla koridora çıkanlara birden bakıp aralarından kabanını eline almış bir hâlde kendisine gözlerini diken C. Aytmatov’u gördüğünde yerinden kalkmadan sordu: “Cengiz, ne var, toplantı moplantı mı oldu?” Sersemleyerek şaşkına dönen Cengiz Bey başını bir salladı ve resmî bir ses tonuyla: “Yeni hikâyem için bir toplantı yapıldı, böyle bir toplantıya herkesin katılması gerekiyordu gibime geliyor.” diye mırıldandı. Sonra kabanını giydi, çantasını aldığı gibi hiç kimseyle vedalaşmadan hızla dışarı çıktı.
Yazarlar Birliği binasından ben K. Asanaliyev ve K. Bobulov ile birlikte çıktım. Üçümüz bir tarafa doğru yürümeye başladık. Üçümüz de bu tartışma toplantısının etkisini üzerimizden atamamıştık. Özellikle Kambaralı Bobulov hızlı hızlı çarpan neşeli kalbini sakinleştiremez bir hâlde şamatayla gidiyordu. “Biz yendik, biz onlara baskın geldik!” deyip durdu birbiri ardınca. Aklımdan T. Abdumomunov’un görüp bildiği hâlde tartışma toplantısına gelmemesi konusu çıkmıyordu. Sonra öğretmenimiz Keneşbek Asanaliyev’e yüklenerek bir soru sordum: “Benim bildiğim kadarıyla, Abdumomunov Aytmatov’un dostu, Baytemirov’un düşmanıydı. Düşmanı, dostunun eserini yerden yere vurmak isterken onun tartışma toplantısına gelmemesi de ne demek? Yan büroda tartışma toplantısı yapılırken bildiği hâlde kadınlarla oturup çay içmesi de neyin nesi?” K. Asanaliyev düşünüp cevap verinceye kadar K. Babulov patladı: “Boş yere kendilerini bir şeymiş gibi göstermeye çalışan yazarların tamamı Cengiz’in bir roket gibi fırlayıp gitmesini kıskanıyorlar. Cengiz’in samimi dostu olarak bilinen Abdumomunov’un içi karaymış.” Bu düşünceyi K. Asanaliyev de kabul etti, yazarlar arasında kıskançlıktan doğan düşmanlık olaylarının eskiden beri mevcut olduğunu, T. Sıdıkbekov’un “Bizim Zamanımızın İnsanları” isimli romanının Rusçaya tercüme edilmesi ve Stalin Ödülü’ne aday gösterilmesi sırasında bazı yazarlar tarafından düzenlenen ihanet çalışmalarından örnekler vererek açıkladı.
Yaşlı başlı yazarlardan Ümetaliyev’in tartışma toplantısına geldiğini görmüyor musunuz? Kendi kızıyla aynı yaşta olan genç bir yazara karşı konuşmasına hayret ettim, dedi K. Bobulov sokağı çınlata çınlata bağırarak. – Ah, tövbe! Kendisinin şiirden başka hiçbir şey yazmamış olmasına, Cengiz’in onun ne yaşıtı ne de rakibi olmasına, onunla ün, şöhret ya da mevki yarışına girmemesine rağmen Ümetaliyev niçin böyle yaptı, sebebini biliyor musunuz, Keneşbek Asanaliyeviç?
Bu soruya K. Asanaliyev biraz yürüdükten sonra cevap verdi: “Anlamsız. Kendisine sormalı.” T. Ümetaliyev’in niçin “Cemile”ye karşı çıktığını öğrenmek K. Bobulov için kendisini huzursuz eden bilmeceli bir soru hâline gelmişti. O, iki gün sonra bu soruyla ilgili olarak kulağı delik yazarlardan soruşturup öğrendiklerini bana müjdeledi. Anlaşılan T. Ümetaliyev’e birisi, Aalı Tokombayev’in Cengiz’e “Babanın dostuydum, beraber çalışıyorduk.” diyerek onu kendi tarafına çektiğini söylemiş. A. Tokombayev ile eskiden beri düşman olan T. Ümetaliyev bu dedikodulara inanmış, “Düşmanımın dostu, benim düşmanımdır.” ilkesine dayanmış ve hemşehrisi T. Bayzakov’u peşine takıp tartışma toplantısına gelmiş, “Cemile” hikâyesini karalamıştı. Aynı gün bunu duyan gazeteci ve siyasetçi, Cengiz Aytmatov’un hemşehrisi ve en yakın arkadaşı Turgunbek Suvanberdiyev akşamleyin kendisine yakın, gönül dostu olan T. Ümetaliyev’e gelip onun Cengiz’e karşı çıkmasına üzüldüğünü söylemiş. Onun karşı çıkma sebebini öğrendikten sonra A. Tokombayev ile C. Aytmatov’un arasında hiçbir ilişki olmadığını, Cengiz’in aslında Aalı’nın edebiyat meseleleri üzerinde dile getirdiği birçok düşünceyi beğenmediğini kendisine açıklamıştır. Bu güvenilir bilgiden sonra keyfi kaçan T. Ümetaliyev yaptığı büyük hataya yerinerek evinde oturmuştur. “Temirkulcuğum çocuk karakterlidir ya birilerinin söylediklerini daima gerçek kabul eder.” diyerek sözünü bitirdi Kambaralı Bobulov.
C. Aytmatov’un her açıdan son derece büyük bir itibara kavuştuğu bir dönemde T. Ümetaliyev ona atfen şiirler yazdı, yeri geldiğinde onu göklere çıkararak övdü, yazarların hizipler hâlindeki güç yarışlarında onun taleplerine destek çıkar oldu. Cengiz Bey de yaşlı şaire sevgi ve saygıda kusur etmedi, özellikle onun 60. doğum gününün bir jübile olarak kutlanması amacıyla kurulan komisyonun başkanlığını yaptı, doğum günü münasebetiyle yapılan görkemli toplantıyı başından sonuna kadar yönetti.
Tümönbay Bayzakov da daha sonraları Cengiz Bey’i öven, savunan yazarlardan biri oldu, ona karşı konuşanlar hakkında kinayeli fıkralar çıkardı.
Şöhreti alev alev yayıldığında
“Cemile” için düzenlenen tartışma toplantısının üzerinden henüz çok zaman geçmemişti. Bir gün Sovyetler Birliği’ndeki en ilginç yazılı basın organı Literaturnaya Gazeta’da (Edebî Gazete) Muhtar Avezov’un, “Cemile” isimli hikâyeyi göklere çıkararak öven, aynı zamanda ciddi olan bir makalesini okuduk.
Şüphesiz, M. Avezov Abay Yolu romanıyla dünyadaki pek çok halk tarafından tanınan, aynı zamanda akıllı, bilgili ve güzel yönleriyle de çok milletli Sovyet yazarları arasında son derece büyük bir saygı gören ünlü bir Kazak yazarı, bilim ve halk adamıydı. Orta Asya halkları aydınları, özellikle Kırgız yazarları onu bir tanrı gibi görüyor, ona bir pir gibi saygı gösteriyordu. Bu sebeple onun Literaturnaya Gazeta’nın sayfaları arasında “Cemile” hikâyesine çok büyük bir değer vermesi Bişkek’te bir sansasyon olarak kabul edildi ve Cengiz Aytmatov’un itibarını göklere çıkardı, boş yere kendilerine rakip görüp onu kıskananları çileden çıkardı.
M. Avezov’un makalesinden sonra birbiri ardına Rusya’nın, Kırgızistan’ın ve başka cumhuriyetlerin gazete ve dergilerinde eleştirmenlerin “Cemile”yi göklere çıkaran, olay yaratan makaleleri ve değerlendirme yazıları, okur mektupları çıkmaya başladı. 1958 yılı güzünde Kırgız sanatı ile edebiyatının on günlük bayramının Moskova’da kutlanması dolayısıyla süreli yayın organlarında, ünlü Rus yazarlarının katıldığı tartışma toplantılarında, Moskovalı okurlar ile Kırgız yazarların buluşma toplantılarında “Cemile” genç Kırgız edebiyatının bir başyapıtı olarak baştan sona övgüye boğuldu.
Bu arada Moskova gazetelerinde dünyaca ünlü söz ustası Luis Aragon’un “Cemile”nin Rusçasını Fransızcaya tercüme ederek yayımladığı, çıkan kitapçığa harika bir giriş yazdığı şeklinde bir haber ilan edildi. Çok geçmeden “harika” olduğu söylenen giriş Rusça ve Kırgızcaya tercüme edilip gazete ve dergilerde basıldı. Giriş, gerçekten de mükemmeldi, “Cemile” şerefine söylenen anlı şanlı bir şiir gibi yazılmıştı, okuyanların hemen hemen hepsi üzerinde hikâyenin kendisi gibi güçlü bir etki bıraktı. Bu şekilde, Luis Aragon Cengiz Bey’in itibarını daha da yükseltti.
O dönemdeki kulağı kesik yazarların söylediklerine göre, Muhtar Avezov Moskova’da Luis Aragon ile görüşmüş, sohbet ederlerken Sovyet edebiyatındaki parlak bir yenilik olarak genç Kırgız yazarının “Cemile” isimli hikâyesinden memnuniyetle bahsetmişti; bunun üzerine kendisinde bir ilgi uyanan Aragon “Cemile”yi okuyup çok beğenmiş, hemen ana diline tercüme etmişti. Bu, onun hayatında ilk defa yaptığı tercümanlık çalışmasıymış.
1961 yılında “Cemile” Lenin Ödülü’ne aday eserler arasına alındı. Görüp bilenlerin söylediklerine göre, Lenin Ödülü’nü veren komisyonun üyesi Muhtar Avezov bu komisyonun Moskova’da yapılan oturumlarında “Cemile”yi ödüle aday göstermek için hitap sanatını, büyük itibarını kullanmış ve bütün gücünü harcayıp canla başla çalışmıştı. Bu sefer onun bu cesur hareketi fazla bir işe yaramadı. Buna “Cemile” hikâyesinin hacminin küçük ve sonra da genç bir yazarın ilk ünlü eseri olması sebep olmalıdır.
Daha o dönemde “Cemile” birçok yabancı dile çevrilmiş, eleştiri makalelerinde ve bilimsel kitaplarda tekrar tekrar övülmüş, ödül alma yolunda ilerlemişti. Bu eseri dolayısıyla önce Sovyetler Birliği’nde, sonra da Avrupa’da ün kazanan C. Aytmatov, “Cemile”sini bir anlık bir ürpertiyle gelen bir harika olarak yazmadığını, dünyanın edebiyat göğünden hızla kayarak gözden kaybolan bir kuyruklu yıldız olmadığını “Kızıl cooluk calcalım” (Al Yazmalı Güzelim) (1961), “Botogöz bulak” (Deve Gözü) (1962), “Birinçi mugalim” (İlk Öğretmen) (1962) isimli yeni eserleri ile kanıtladı. Bu eserler fikrî ve bedii nitelikleri açısından “Cemile”den geri kalmamışlardı. Diğer yandan, Cengiz Bey sadece söz sanatına doğal biçimde güçlü bir yeteneği olan bir sanatçı değil, aynı zamanda orijinal düşünebilen bilgili bir aydın olduğunu kendi dönemi için güncel, siyasi, kültürel ve ahlaki meseleleri ele aldığı keskin, ilginç ve örnek makaleleri ile de gösterdi.
“Cemile”, “Al Yazmalım”, “Deve Gözü” ve “İlk Öğretmen” hikâyelerinden özel bir seçme eserler kitabı oluşturulup 1962 yılında “Povesti Gor i Stepey” (Steplerden Hikâyeler) adıyla yayımlandı. Bu kitap 1963 yılında Lenin Ödülü’nü almaya değer bulundu.
Lenin Ödülü SSCB’nin en yüksek devlet ödülü olup bilim ve teknolojideki yeni keşiflere, sanat, edebiyat ve arkeolojideki en önemli eserlere veriliyordu. Her yıl çok sayıda insana da verilmiyordu. Elbette, bu itibarlı ödülü almaya hak kazananların toplumdaki itibarı oldukça artıyordu.
Yine, Cengiz Aytmatov’a kadar hiçbir Sovyet yazarı 35 yaşında Lenin Ödülü’nü alabilmiş değildi. Bu ödül daha önce Merkezî Asya’nın Türk halkları yazarları arasından sadece Muhtar Avezov’a verilmişti.
Böylece, “Yüz Yüze” yayımlandıktan sonraki beş altı yıl içinde Cengiz Aytmatov’un şöhreti artmış, alev alev hızla yayılmış, çok uzaklara kadar gitmiş, itibarı aynı havaya fırlatılan bir roket gibi yükselmiştir. Kırk yaşına gelmeden dünya çapında ün kazanan Kırgız yazarı çok uluslu Sovyet edebiyatını yaratanların ön saflarına geçmiş, Moskova’nın sadece ilerici edebiyat muhitinin değil, en üst düzeydeki siyasi elit kesimin de sevgilisi olmuştu. Kendi içinden her yerde tanınan insanları henüz çıkaramamış olan Kırgız halkı için Cengiz Aytmatov’un adı ulusal bir gurura dönüşmüştü.
Hiç kimse kendi köyünde peygamber olmaz
Rus dilinde böyle bir atasözü var. Bu sözün doğru olduğu Kırgız kültür hayatında C. Aytmatov örneği ile bir kez daha onaylandı.
Cengiz Bey dış dünyada “Kırgız harikası” olarak tanınsa da aynı ulustan olan bazı kalem arkadaşları tarafından dışlandı. Mesela söz konusu dönemde Kırgız yazarları arasında aşağıdaki gibi dedikodular dolaşıyordu.
O dönemde Kırgız edebiyatının saygıdeğer büyüğü Aalı Tokombayev (1904-1988) ciddi bir tavırla: “Aytmatov’a gerçek bir yazar denemez, orta bir hikâyeci diyebiliriz.” demiş. Diğer bir büyüğümüz Tügölbay Sıdıkbekov şöyle demişmiş: “Cengiz şırfıntı bir gelini görkemli bir şekilde betimleyip edep ve ahlakı bozuk Batı dünyası tarafından beğenildi.” Yakınlarda, C. Aytmatov’un dostu olan ünlü dramacı Toktobolot Abdumomunov (1922-1992) şöyle demiş: “Cengiz sabunun köpüren bir köpüğüdür, göreceksiniz, hızlı bir şekilde fos edip inecek.”. Yine ünlü bir yazar Şükürbek Beyşenaliyev (1928-2001) işte şu düşüncesini sık sık dile getiriyormuş: “Aytmatov Kırgız hayatını Moskova’nın eleştirmenlerine uygun bir şekilde yazan bir Rus yazarı. Doğru, eserlerini kendisi Rusça yazıyor ancak ünlü Rus yazarlarına düzelttiriyor ve sonuna “Kırgızca-dan tercüme” diye yazdırıyor. Rusça yazdıklarını kendisi Kırgızcaya tercüme ediyor ancak bunların dili çok zayıf.”
(Böyle dedikoduların boş yere çıkmadığı daha sonra yazılı basında yayımlanan hatıra materyallerinde rastlanan, bize tanıklık eden bazı ifadeler aracılığıyla doğrulanmaktadır. Örneğin, yazar Asanbek Stamov “Bozuk Bıldırcınlar” isimli hatıratında (Kırgız Tuusu, 19 Eylül 1992) A. Tokombayev’in: “Aytmatov yazar değil, sadece iyi bir gazeteci… Aytmatov’u siz bir tanrı gibi görüyorsunuz, biliniz ki, Kırgız toprağında yetişmemiştir, Kırgız edebiyatı tarihinde iz bırakmayacaktır.” dediğini kendi kulağıyla duyduğunu belirtir.6
Ünlü nesirci Kaçkınbay Osmonaliyev (1929-1992) ile karşılaştığımız yerlerde sohbet ederdik. O, yazarlığa yatkın, konuşmasını, eski Kırgız hayatını iyi bilen bir kalem erbabıydı. Maalesef, onun bilgisi zayıf, estetik zevki eksikti. Kendisini C. Aytmatov’dan eksiği olmayan yetenekli bir insan olarak kabul etmişti bu açıkgöz insan genelde: “Ben Rus dilini iyi bilmiyorum ya, kör olasıca, deyip içindeki arzusunu dile getirirdi. – Eğer Rusçayı Cengiz gibi bilseydim, dünyada belki ondan da iyi tanınırdım!”
İşte bu şekilde düşünen, düşündüğünü bazen açıkça söyleyen Kırgız yazarları az değildi. Bu tür konuşmalar yapıldığını duyduğumda ben doğrudan atılır: “Rusya’yı bir kenara bırakalım, şu bizim Kırgızistan’da da kendileri Rus, ana dilleri Rusça olan yığınla yazar var, ancak onların hiçbiri Aytmatov gibi bir sıçrama yapamıyorlar.” derdim.
Kısacası, Kırgız yazarların bir çoğunun kafasında Cengiz Aytmatov’un özgün ve az rastlanan bir yetenek, derin bir bilgiye sahip yorulmaz bir emek adamı olduğu için değil, Rus dilini iyi bildiği için dünyaca meşhur olduğu gibisinden dar görüşlü fikirler dahi ağır basardı.
Ancak “Hayattaki klasikler” olarak kabul edilen büyükler de onlardan daha genç olan başka yiğit yazarlar da ünü her tarafa ışıl ışıl yayılan kalem arkadaşlarını, kendilerini dev aynasında gördüklerinden kendilerine denk görmediklerini, ondan hoşlanmadıklarını, dışladıklarını yazılı basın sayfalarında ya da toplantı kürsülerinde açıkça ilan etmeye cesaret edememişlerdir. Bu yazarların tek bir baldırı çıplak kahramanı Nasirdin Baytemirov oldu. O, 1960’lı yıllarda kendine rakip olarak gördüğü C. Aytmatov’a karşı takındığı olumsuz tavrı gizlemeyip sürekli dile getirdi. Buna somut örnekler verelim:
Yanılmıyorsam, 1963 yılı güzüydü. Bişkek’teki Kız Pedagoji Enstitüsünde bir grup yazar, öğrencilerle bir buluşma toplantısı düzenledi. Nasirdin Baytemirov kürsüye çıkıp millî edebiyatın o sıralardaki meseleleri konusunda konuşup Aytmatov konusuna da değindi. Cengiz Bey’i birçok yazar, eleştirmen ve gazetecinin kuşatarak ona haddinden fazla dalkavukluk ettiğini, yersiz övgülerle onu memnun ettiğini söyleyerek salona şöyle bir atik söz fırlattı: “Bu münasebetsiz dalkavuklar Aytmatov yere bir tükürse tükürük yere düşmeden şap diye kaparlar!”
Cengiz Aytmatov’un Lenin Ödülü’nü aldığını Nasirdin Baytemirov tarihteki adaletsizliklerin adaletsizliği olarak kabul etmiş, içi pek bir yanmış olmalıdır ki bu içi yanmışlığın türküsüyle C. Aytmatov’u haddini aşarak karalayan bir şiir yazmış, bu şiirini başka şiirleri ile birlikte Devlet Radyo Stüdyosuna gidip okumuştur. Okunan şiirler yayımlanmak amacıyla Sansür Kurulunda incelenirken Cengiz Aytmatov için yazılan karalama şiiri tutulmuş, “düşüncesi bozuk” bir eser olarak Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesinin ilgili bölümüne teslim edilmiştir. Tam o sıralarda Sovyet sanatı ve edebiyatında güçlenen ideolojik ve yapısal araştırmalara N. S. Kruşçev tarafından büyük bir darbe vurulmuştu ve sosyalist realizm metodu sınırları dışına çıkılması hareketine karşı bütün ülke topraklarını kapsayan ideolojik bir kampanya yürütülüyordu. Bununla ilgili olarak Bişkek’te de yazarları, ressamları, müzisyenleri ve sinemacıları bir araya getiren bir parti toplantısı yapıldı. Bu toplantıda hazırlanan bildiride Aytmatov’un karalandığı şiir tam metniyle okundu ve şiirin yazarı sert bir dille eleştirildi. Bu karalama şiirinin işte şu üç mısrası aklımda kalmış: “Beyin değil, sümük var başında / Bütün dünyayı tekmelesem diye düşünüyor / Geberip git otuz altı yaşında.”
N. Baytemirov’un bu tür hakaretlerini C. Aytmatov görmezden gelmeye çalışmıştı. Ancak o ara sıra dayanamayarak kendisine aç bir kene gibi yapışan yazara karşı beklenmedik zamanlarda hakaretamiz, gönül kırıcı, acı sözler söyledi. Buna bir örnek Aalı Tokombayev’in o dönemde Kırgızistan Komünist Partisi yöneticilerine yolladığı bir mektupta verilmiş:
Yoldaş Aytmatov yazarların parti toplantılarından birinde romancı N. Baytemirov’a sataşıp onun eserlerini üç yıldan sonra hiç kimsenin okumayacağını söyledi. Ancak “özgür sanatçılık”ı koruyan yazar Aytmatov’un müneccimliği esti geçti sözler olarak kalmakta. Baytemirov’un eserleri cumhuriyetin dört köşesinde ve cumhuriyet dışında okunmaktadır. Komünist Baytemirov çağdaşlarımızın çalışmalarını ve hayatlarını yansıtan yeni eserler yazmakla meşgul.7
1965 yılında Kırgızistan Yazarlar Birliği Bişkek’te genç yazarların tartışma doğuran eserleri için Moskovalı otoriter edebiyatçıların katılımıyla bir tartışma toplantısı düzenlediğinde, Nasirdin Baytemirov kürsüden: “Şükürbek Beyşenaliyev yükselip çıkıyor, Cengiz Aytmatov düşüp batıyor.” dedi ve yine bir hikmetli söz söyledi. Salonda oturanlar gürültüyle güldüler, o zaman Cengiz Aytmatov’un kahkahası yüksek çıktı.
Cengiz Aytmatov’un dünyaca tanındığı, Sovyetler Birliği’nde bir yazar, düşünce ve devlet adamı olarak büyük bir itibar kazandığı, Komünist Partisinin şımarık çocuğuna dönüştüğü bir zamanda (1970-1980’li yıllar) Nasirdin Baytemirov daha önceleri nefret ettiği, kin güttüğü rakibine itaat bildirerek gelmiş, özür dileyerek kendini bağışlatmış, onun sevgili arkadaşı olmuştur. O, 60 yaşına girdiğinde C. Aytmatov 60 yaş jübilesine atfen onun sanat çalışmalarını yükseklere çıkaran bir makale yazdı ve bu makaleyi Literaturnaya Gazeta’da bastırdı. Nasirdin Baytemirov ise yerli yersiz Cengiz Bey’i zangır zangır titreyen, heybetli, yüce dağlarla, şakıyıp duran dağ kartalıyla ve yine başka kutsal, yüce şeylerle karşılaştırarak övüp durdu. Bir seferinde bu şekilde övgü yağdırırken genç bir şair, cesur bir gazeteci olarak kendini göstermeye başlayan Alım Toktomuş: “Yahu, Nasirdin ağabey, daha dün Aytmatov’u Beyşenaliyev’den aşağıda görüyordunuz, şimdi ise 180 derece ters dönmüş olmuyor musunuz?” diyerek onu yumuşak yerinden vurmuştu. Hazırcevaplığı her zaman üstünde olan Nasirdin Baytemirov: “Hey, evlat, sen bilmez misin, büyük insan büyük hata yapar.” deyip çekip gitmişti.
A. Tokombayev, T. Sıdıkbekov, T. Abdumomunov ve Ş. Beyşenaliyev, kafalarında Cengiz Aytmatov’un gerçekten büyük bir yazar olmasa dahi kim bilir hangi sebepten Doğu ve Batı topraklarında büyük bir yazar olarak hürmet gördüğü, en büyük unvan ve ödülleri aldığı ancak bunların hepsinin dayanaksız verilen şeyler, ün ve şöhretinin ise geçici bir süre hüküm sürecek bir serap gibi bir görüntü olduğu gibisinden bir inançla öteki dünyaya gitmiş olmalıdırlar, galiba…
Toplumsal itibarı çok yükselen, en yüksek parti ve devlet yönetiminin sempatisini kazanan, Sovyetlerin itibarlı yazarları ve Moskovalı ünlü eleştirmenlerin sevgisini kazanan Cengiz Aytmatov bazı Kırgız yazarlarının kıskançlıktan, anlamamaktan, kadir bilmezlikten kendisini küçük düşürme, adını kötüye çıkarma, kendisine darbe vurma gayretkeşliklerini önemsemeyerek, umursamayarak, onları görmezden, duymazdan gelerek ve kendisinin üstün yanlarını açıkça hissederek yeni eserlerini rahat rahat yazıverseydi de olurdu. Çünkü bütün Kırgız yazarları bir ağızdan kudura kudura onu karalasalar, kaba saba bir şekilde onunla uğraşıp dursalar, yolunu kesmeye çalışsalar dahi onun şan ve şöhretinin tantanalı bir şekilde dünyaya yayılmasını, ülke çapında itibarının yükselmesini durduramazlardı. Ancak o dönemde Kırgız toplumunda, özellikle edebiyatında, eski ile yeni, gericilik ile ilericilik, sersemlik ile beceriklilik arasında hem açıktan açığa hem de gizliden gizliye güç yarışları yapılmaktaydı. Toplumun bir üyesi, yazarların bir temsilcisi ve ilerici görüşlere sahip olduğu için Cengiz Bey bu tür güç yarışlarının dışında kalarak millî genç edebiyatın kaderine kayıtsız kalamazdı. Başka bir açıdan, dış dünyadan büyük bir hürmet görmekte olan yazar için aynı milletten olduğu bazı yazarların ona karşı düşmanca bir tavır takınmaları kendisini üzen, nefret duygularını uyandıran, namus ateşini körükleyen keskin bir uyarıcı olmuştu. Ayrıca, o dönemde Cengiz Bey henüz genç, deli dolu, tartışmaya meyilli, hemen alevleniveren bir gençti. Bu yüzden o, Kırgız yazarları arasında baştan beri süregelen, sonra o dönemde yeniden ateşlenmeye başlayan hizipler arası güç yarışlarına katılmadan edemezdi.
Gerçekten de yukarıda söylendiği gibi oldu ve Cengiz Bey soyunup hizipler arası mücadelelere girdi ve hemen birbirlerine rakip olarak gruplaşan yazarların bir grubunun ateşli lideri hâline geldi.
Küfür içinde
Şüphesiz iş başına yeni geldiği dönemde Sovyet yönetimi televizyon, internet, hatta radyo gibi çok güçlü yayın organlarının desteğini alamamıştı. Bu yüzden gazete, dergi ve tiyatroyla birlikte edebiyat da Komünizm ideolojisinin halka dayatılması için önemli bir silah olarak görülmüş, devlet mülkiyetine alınmıştı. Sovyet ülkeleri edebiyatlarının devletleştirilmesi süreci, 1934 yılında özel olarak gerçekleştirilen bir kurultayda SSCB Yazarlar Birliği’nin ve millî cumhuriyetlerde bölümlerinin kurulması kararı ile sona ermişti.
İşte bu 1934 yılında Kırgız yazarlarının ilk kurultayı toplanmış, bu kurultayda Kırgızistan Yazarlar Birliği şekillenmiştir. Bu birlik sözde, edebî metinleri yaratan insanların kendi istekleriyle (yani, iradeleriyle) birleşmiş toplumsal (yani, devletle ilgisi olmayan!) bir birlik olarak kabul edilmiş, uygulamada ise parti ve hükûmet yönetimine siyasi, materyal ve maddi yönden doğrudan bağımlı küçük bir devlet kurumu olmuştur.
Kırgız yazarlarının kurultayları 1954 yılından sonra beş yılda bir gerçekleştirildi. Kurultaylarda Yazarlar Birliği’ne 30-40 üyeden oluşan bir idare, bu üyeler arasından seçilen 8-10 kişilik bir divan ve divan üyeleri arasından seçilen üç sekreter (başkanı birinci sekreter) seçimle iş başına geliyordu. (Uygulamada hepsini Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesi bir gün öncesinde tespit ediyor, kurultayda sahte bir şekilde yazarlara gizli oy verdirtiliyordu.)
Yazarlar Birliği’nin, kurultayda “seçilen” üç sekreterinin yönetimi altında küçük (8-10 personelli) bir kadro, üç yazılı basın organı (Ala Too ve Literaturnıy Kırgızstan dergileri ve Kırgızstan Madaniyatı gazetesi) ve Komünist yazarları bünyesinde toplayan bir parti birliği mevcut idi.
Birliğin yönetim kadrolarına sahip olmak için iddialı yazarlar arasında büyük mücadeleler yapılıyordu. Çünkü Birinci Sekreter daima Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesinin bir üyesi ya da üye adayı oluyor, SSCB ya da Kırgız SSCB parlamentosuna milletvekili olarak “seçiliyordu”. Yazarlar Birliği’nin diğer iki sekreteri de halk tarafından toplumsal önemi olan insanlar olarak tanınıyordu. Ayrıca birliğin yönetim organları aylığı iyi, işi rahat bir fahri hizmet gibiydi. İkinci olarak bu kadrolara oturanlar eserlerini yazma ve yayımlama açısından avantaja sahip oluyorlardı, bununla birlikte genç yazarların SSCB Yazarlar Birliği üyeliğine alınmalarında, üyeliğe alınanların eserlerinin yayımlanması ve Rusçaya tercüme edilmesinde, hükûmet tarafından yazarlara verilen imtiyazların paylaştırılmasında hâlledici bir rol oynuyorlardı.
Kırgızistan Yazarları Üçüncü Kurultayı 1959 yılı Şubat’ında gerçekleştirildi. Bu kurultayda Literaturnıy Kırgızstan dergisinin fahri editörü Cengiz Aytmatov Yazarlar Birliği İdaresi ve Divanına üye, Toktobolot Abdumomunov (1922-1992) İdare Birinci Sekreteri ve Şükürbek Beyşenaliyev (1928-2001) ile Süyümbay Eraliyev (1921) düz sekreterler olarak seçildiler.
T. Abdumomunov bu zamana kadar parti üyeliğine geçmeden, aylıklı bir işte çalışmadan, birbiri ardına piyesler yazmak ve tiyatrolarda sahneye koydurmak yoluyla ailesine geçim sıkıntısı çektirmeden bakan, usta bir dramacı olarak tanınan serbest bir kalem erbabıydı.
Elbette Sovyet Dönemi sona erinceye kadar herhangi bir bilgili insanın devlet sorumluluğu gerektiren herhangi bir göreve tayin edilmesi ya da “seçilmesi” için Komünist Parti üyesi olması gerekiyordu. Partiye geçmemesi göz önünde bulundurulduğunda T. Abdumomunov’un partisel, hükûmetsel ve toplumsal (yarı siyasi) görevlerde bulunma ve kariyer yapma amacı gütmediği düşünülebilir. Ancak tam bu dönemde eski Kültür Bakanı Abdıkapır Kazakbayev Kırgızistan Komünist Partisi Merkezî Komitesinin (Kırgızistan KP MK’nin) üçüncü (İdeoloji Bölümü) sekreteri oldu ve baştan beri koruyup kolladığı hemşehrisi, aynı boydan olduğu akrabası T. Abdumomunov’u alelacele parti üyeliğine geçirdi ve Yazarlar Birliği İdaresi Birinci Sekreteri olarak seçtirdi.
Sovyet ülke yönetim sisteminin Cumhuriyet çapındaki büyük mevkilerine gelir gelmez bilimi güçlü akrabaların, hemşehrilerin, eş ve dostun devletin iyi görevlerine tayin edilmesi Kırgız bürokratlarının bir alışkanlığıydı. A. Kazakbayev de görünürde doğru sözlü, adaletli, prensipli bir komünistti ama iş kadro seçimine geldiğinde kabileci, hemşehrici, eş dostçu tipik bir parti bürokratı olarak kendini gösterdi.
Kırgızistan Yazarlar Birliği’nde T. Abdumomunov’un yardımcısı olarak çalışan iki sekreterden biri olan Ş. Beyşenaliyev öğrenci olduğu dönemde (1950) partiye geçmeyi başarmış ve Kırgız Pedagoji Enstitüsünü bitirdikten sonra çocuklar için çıkarılan Kırgızca edebî bir dergi ve gençler için çıkarılan siyasi bir gazetede başeditör, Kırgızistan Leninci Komünist Gençler Birliği Merkezî Komitesinde üçüncü sekreter olarak çalışagelmişti.
C. Aytmatov ile aynı dönemde edebiyat meydanına çıkan Ş. Beyşenaliyev “Cemile”nin yayımlandığı sırada iki çocuk hikâyesinin ve bir seçme hikâyeler kitabının, büyükler için iki piyes ve bir romanın yazarı olmayı başarmıştı. Bazı eserleri Rusçaya ve yabancı dillere tercüme edilerek yayımlanmıştı. O, Kırgız aydınları ve Moskova edebiyat muhitinde çocuk eserleri yazarı olarak daha çok tanınmaya başlamıştı.
Ş. Beyşenaliyev doğuştan akıllı, siyasi grupta kariyer edinmeye oldukça yatkın, çok şanslı bir gençti. Çalışkan, gayretli ve inatçıydı. Ancak onun parlak bir yazarlık yeteneği, derin bir edebiyat bilgisi ve nazik bir estetik zevk sahibi olduğunu söylemek zordu. Bunun yanı sıra kuru gururunun ağır basması dolayısıyla kendisinin C. Aytmatov’dan altta kalmayan usta bir yazar olduğu iddiasındaydı.
Dengi C. Aytmatov’un beklenmedik bir şekilde öne çıkması, dünya çapında ün kazanması millî edebî muhitte öncü bir genç yazar olarak kabul edilen Ş. Beyşenaliyev’in gururunu yerle bir etmiş, düşmanlık ve kıskançlık duygularını ateşlemiş olmalıdır. O, dengi olan kalem arkadaşının başarıdan başarıya koşmasını nesnel bir şekilde kabul edemediği için onunla uyumlu olma, yakınlaşma ve birleşme imkânından faydalanmadı, ona sırt dönme tavrı takındı.
Ş. Beyşenaliyev ile birlikte Yazarlar Birliği idaresinin düz “sekreterliği”ne seçilinceye kadar S. Eraliyev, İkinci Dünya Savaşı’na katılmış, oradan parti üyeliğine geçerek sağ dönmüş, savaştan sonraki yıllarda bölgesel siyasi bir gazetenin yazı editörlüğünde çalışmış, sonra Moskova’daki iki yıllık Parti Okulunu bitirmiş daha sonra da cumhuriyet çapındaki Kırgızistan Piyoneri isimli gazetenin başeditörü olmuş olan bir gazeteciydi.
S. Eraliyev savaştan sonra gelecek vaat eden genç bir şair olarak ün kazanarak Kırgız yurdunda tanınmış, 1950’li yılların ortalarında büyük hacimli “Akmöör” isimli destanını mükemmel bir şekilde yazmış, büyük Rus Sovyet şairi A. Tvardovskiy’in “Vasiliy Terkin” isimli klasik şiirini çok güzel bir şekilde Kırgızcaya tercüme etmiş, sonunda Kırgız şiirinin yaratıcıları arasında ön saflara çıkmış, şiirin değerini bilen okurların, özellikle şair olmak isteyen gençlerin sevgilisi hâline gelmişti.
Genç, yaşlı kalem arkadaşlarının arasında C. Aytmatov’un beğendiği, saygı duyduğu, güvendiği bir insan S. Eraliyev idi. Anlaşılan ikisini sadece hemşehrilik uyumu ve karşılıklı insani sempati değil, edebiyat sanatına olan görüşlerinin yakınlığı da samimileştirmiş olmalıdır.
Yazarlar Birliği’nin 1954 yılında “seçilen” sekreterleri görüş birliği içindeki yöneticiler değillerdi. Onlar birbirleri ile anlaşamayan, birbirlerinden hoşlanmayan insanlardı. Mesela S. Eraliyev ile Ş. Beyşenaliyev kanlı bıçaklı idiler. Bu ikisinin zamanında T. Abdumomunov ile araları yok idi. Doğru, Toktobolot Abdumomunoviç çoğunlukla parti üst yönetiminin söylediklerini aynen yapmak, birbirleri ile çatışan hiziplerin herhangi bir tarafında yer almamak, yönetimi altındaki örgütteki iç çatışmaları büyütmemek için var gücünü harcamış, tartışmalarda düşüncelerini tarafsız ve hâlledici bir şekilde dile getirmemiş, su altından iş yürütmüştü. Bunun için de sadece S. Eraliyev ile Ş. Beyşenaliyev değil, başka yazarlar da “sabun vıcığı gibi elden kayan bir şey” diye tanımlayarak ondan hoşlanmıyorlardı.
Doğru, 1954-61 yılları arasında Yazarlar Birliği gürültülü patırtılı çatışmalara sahne olmadan huzurla çalıştı. Tabii ki yazarlar arasında eskiden beri yaşana gelen zıtlıklar tamamen sönmemişti ve küle gömülmüş sıcak bir kor gibi gözlerden ırak kızarıyordu. Üstüne odun, altına ateş konsa bu kor alev alıp yanmaya hazırdı.
O dönemde C. Aytmatov görev açısından yükselme, yeni eserler yazma ve Lenin Ödülü’ne ulaşma faaliyetleri ile meşgul idi ve kalem arkadaşları arasında hüküm sürmekte olan ilişkilerin içeriği ile işi de yoktu. Böyle olmakla birlikte, tek başına kendisi olmasa bile gümbür gümbür duyulmaya başlayan şöhreti yaşlı ve genç yazarların birçoğunu kendine bir mıknatıs gibi çekmeye başladı.
Kırgız yazarları muhiti, 1955-65 yılları arasında zamanın eğitim standartlarına uygun orta ve yüksek eğitim almış, Rus dili ve Rus edebiyatı zenginliklerini iyi kötü özümsemiş, biraz yumuşayan totaliter rejim ortamında özgür düşünme ve yeni düşüncede yazma konusuna muhabbet bağlamış gençlerle çevrilmişti. Aralarında daha sonraları edebiyat ustası olmayı başaran Tölögön Kasımbekov (1931 yılında doğmuştur), Aşım Cakıpbekov (1935-1997), Mar Bayciyev (1935), Beksultan Cakiyev (1936), Murza Gaparov (1936-2002), Keneş Cusupov (1937), Colon Mamıtov (1940-1988), Turar Kocomberdiyev (1941-1989), Kubatbek Cusubaliyev (1941) vardı. Bu insanların hemen hemen hepsi ilk sırada övgü duyma ümidi ve hami bulma dileğine kendilerini kaptırdıklarından Cengiz Bey’in etrafında toplanmaya başladılar. Zamanında Cengiz Bey, ardından yeni nesil kalem arkadaşlarının gümbür gümbür gelmekte olduğuna övünmüş, onlara yerinde, itibar gören konuşmalarıyla yardım etmişti.