Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kozmik hafıza», sayfa 3

Yazı tipi:

Yedinci alt-soy olan Moğollarda da düşünce yetisinin geliştiğini görürüz. Fakat bundan önceki alt-soyların, özellikle dördüncüsünün nitelikleri, beşinci ve altıncısında olduğundan çok daha yüksek derecelerde Moğollarda varlıklarını sürdürdü. Hafızaya yönelik duyguya sadık kaldılar. Böylece, en yaşlı olanın aynı zamanda en duyarlı olduğu ve düşünce yetisine karşı kendisini en iyi savunabileceği inancına ulaştılar. Aynı zamanda, yaşam güçleri üzerindeki egemenliklerini kaybettikleri de doğrudur. Fakat kendi içlerinde düşünce yetisi bağlamında gelişmiş olan şey, ayrıca bu yaşam gücünün doğal kuvvetinden bir şeylere de sahipti. Gerçekten de, yaşama egemen olma gücünü kaybetmişlerdi, fakat buna olan kendi dolaysız, saf inançlarını hiçbir zaman kaybetmemişlerdi. Bu güç onların tanrısı olmuştu ki bunun adına doğru olarak gördükleri her şeyi yaptılar. Bu nedenle, komşu halklarda sanki bu gizli güç tarafından etki altına alındıkları görünümünü uyandırdılar ve gözleri bağlı bir güven içinde kendilerini buna teslim ettiler. Asya’da ve Avrupa’nın bazı bölgelerinde bunların soyundan gelenler, bu niteliği ortaya koydular ve hâlâ bunu büyük ölçüde de ortaya koymaktadırlar.

İnsanlardaki düşünce yetisi kendi değerine tamamıyla ancak, beşinci kök-soyda, yeni bir dürtü kazanan insan gelişimine bağlantılı olarak ulaşabildi. Dördüncü kök-soy, sonuçta, bu yetiyi ancak, hafıza yeteneği sayesinde eğitilmiş olduğu unsurun hizmetine sunabiliyordu. Sadece beşinci kök-soy, özgün aracın düşünme yeteneği olduğu yaşam koşullarına ulaştı.

2
Dördüncüden Beşinci
Kök-Soya Geçiş


Bu bölümde, dördüncü, yani Atlantis kök-soyundan, çağdaş uygar insanın ait olduğu beşincisine, yani Arilere geçişin nasıl olduğunu öğreneceğiz. Ancak bütün kapsamı ve anlamı ile gelişme fikrine kendini açabilen bir insan bunu tam olarak doğru anlayabilir. İnsanın kendi çevresinde algıladığı her şey gelişme süreci içindedir. Bu bağlamda, düşüncenin kullanılması, ki bizim beşinci kök-soyun insanlarımızın bir özelliğidir, önce gelişmek zorundaydı. Düşünce yetisini yavaş yavaş ve kademeli olarak olgunluğa ulaştıran, özellikle bu kök-soydur. İnsan, düşüncesinde bir şey hakkında karar verir ve sonra kendi düşüncesinin bir sonucu olarak bunu gerçekleştirir. Bu yetenek Atlantisliler arasında sadece hazırlık aşamasındaydı. Bunların iradesini etkileyen, kendi sahip oldukları düşünceler değil, daha yüksek düzeydeki Varlıklar’dan kendilerine akıp gelen düşüncelerdi. Dolayısıyla, bir şekilde ifade etmek gerekirse, bunların iradesi dışarıdan yönlendiriliyordu.

Kendini, insanın böyle bir gelişimi olduğu düşüncesine alıştıran ve insanın (dünya insanı bağlamında) tarihöncesinde oldukça farklı türden bir varlık olduğunu kabul etmeyi öğrenen kişi, aynı zamanda, burada sözü edilen, tamamen farklı Varlıklar’a dair bir telakkiye de ulaşabilecektir. Burada açıklanan gelişme için çok uzun zamanın geçmesi gerekti.

Bundan önce dördüncü kök-soy olan Atlantisliler hakkında söylenenler, büyük insan kitlelerine yöneliktir. Fakat bunlar, kendilerinden çok daha üstün yeteneklere sahip liderleri izlediler. Bu liderlerin sahip oldukları bilgeliğe ve hükmettikleri güce, herhangi dünyevi bir eğitimle ulaşmak mümkün değildi. Bunlar kendilerine, dünyaya doğrudan ait olmayan Yüce Varlıklar tarafından verilmişti. Bu nedenle, büyük insan kitlelerinin kendi liderlerinin yüce türden varlıklar olduğunu, tanrıların “Habercileri” olduklarını hissetmeleri sadece doğaldı. Çünkü bu liderlerin bildiklerine ve yapabildiklerine beşeri duyu organları ve beşer aklı ile ulaşmak olanaksızdı. Bunlar “İlahi Haberciler” olarak saygı görüyorlardı ve insanlar bunların emirlerini, buyruklarını ve aynı zamanda talimatlarını kabul ediyorlardı. Bu tür varlıklar sayesinde insanlık; bilimde, sanatta ve araç-gereç yapımında eğitilmişti. Bu tür “İlahi Haberciler” ya kendileri toplulukları yönetiyorlar ya da yönetme sanatında yeterince gelişmiş olan kişilere talimat veriyorlardı. Bu liderler hakkında, “tanrılar ile iletişim kurdukları” ve insanlığı geliştirecek olan yasalar konusunda bizzat tanrılar tarafından yetiştirildikleri söylenmiştir. Bu doğrudur. Sıradan insanın hakkında hiçbir şey bilmediği yerlerde bu inisiyasyon, tanrılarla iletişim, gerçekten meydana geliyordu. Bu insanlık inisiyasyon yerleri, mister tapınakları olarak anılıyordu. Bunlardan hareketle, insanlık ırkı yönetiliyordu.

Mister tapınaklarında meydana gelenler halk için anlaşılmaz olan şeylerdi. Aynı şekilde, halk kendi büyük liderlerinin niyetleri hakkında pek az bilgi sahibiydi. Sonuçta insanlar kendi duyularıyla, dünyanın iyiliği için yüce âlemlerden açıklanan şeyleri değil de sadece yeryüzünde dolaysız biçimde meydana gelen şeyleri kavrayabiliyorlardı. Böylece, liderlerin öğretileri, dünyevi olaylara ilişkin iletilere benzemeyen bir biçimde ifade edilmeliydi. Tanrıların misterlerde kendi habercileriyle konuştukları dil dr, tanrıların kendilerini ifade ettiği biçimler de dünyevi değildi. Yüce Varlıklar kendi Habercileri’ne, onlara insanları nasıl yöneteceklerini bildirmek amacıyla, “ateşten bulutlar” içinde görünüyordu. Sadece insan, insan formunda ortaya çıkabilir; yetenekleri insanınkinden çok üstün olan Varlıklar, dünyada olmayan biçimlerde kendilerini göstermelidir.4 Kendileri insan kardeşleri arasında en kemale ermiş kişiler oldukları için, ‘İlahi Haberciler” bu vahiyleri alabilirdi. Önceki aşamalarda, insanların çoğunun hâlâ yaşaması gereken deneyimlerden zaten geçmişlerdi. Diğer insanların oluşturduğu kitleye sadece belirli bir yönden aittiler. Bunlar insan formuna bürünebiliyorlardı. Fakat kendi manevi-zihinsel nitelikleri, insanüstü bir özelliğe sahipti. Böylece bunlar, melez türden İlahi-beşeri Varlıklar’dı. Bunlar aynı zamanda, insanlığın yeryüzündeki çizgilerinde ilerlemesine yardım etmek için insan bedenine bürünmüş Yüksek Ruhlar olarak da tanımlanabilir. Bu Varlıklar’ın gerçek yurdu yeryüzünde değildi.5

Bu İlahi-beşeri Varlıklar insanları yönettiler, fakat kendilerini yönettikleri ilkeler hakkında onları bilgilendirmediler. Çünkü Atlantislilerin beşinci alt-soyunu oluşturan İlksel Samiler’e kadar, insanlar bu ilkeleri anlayacak yeteneklere kesinlikle sahip değildi. Bu alt-soyda gelişen düşünce yetisi, bu tür bir yetenekti. Fakat bu yavaş yavaş ve kademeli olarak gelişti. Atlantislilerin son alt-soyları bile kendi İlahi Liderleri’nin ilkelerini pek az anlayabiliyordu. Bunlar ilk başta, çat pat da olsa, bu tür ilkeler hakkında bir önseziye sahip olmaya başladılar. Dolayısıyla, bunların düşünceleri ve aynı zamanda yönetim kurumları arasında bahsettiğimiz yasaları, net bir biçimde tasarlanmış olmaktan çok, tahmine dayanıyordu.

Beşinci Atlantis alt-soyunun Asli Lideri ileriki dönemlerde, Atlantis yaşam tarzının dejenerasyonundan sonra, bütünüyle düşünce yetisinin yönlendirdiği yeni bir yaşam şeklinin başlatılabileceği bir şekilde o alt-soyu tedricen hazırladı.

Atlantis döneminin sonunda, insan benzeri üç varlık grubunun mevcut olduğu anlaşılmalıdır: 1. Yukarıda belirtilen “İlahi Haberciler”, ki bunlar kendi gelişimlerinde büyük halk yığınlarının çok ötesindeydiler ve bunlar İlahi Bilgeliği öğretmişler, İlahi Eylemler gerçekleştirmişlerdi. 2. İnsanlığın büyük kitlesi, ki modern insanın kaybettiği doğal yeteneklere sahip olmalarına karşın, düşünce yetisi bunlarda atıl bir durumdaydı. 3. Düşünce yetisini geliştirmekte olan kişilerden ufak bir grup. Bu süreçte insanlar, Atlantislilere özgü doğal yetenekleri giderek kaybederken, “İlahi Haberciler”in İlkelerini düşünceleriyle kavrayabildikleri aşamaya doğru ilerliyorlardı.

İkinci gruptaki insanlar giderek yok olmaya adaydı. Fakat üçüncü gruptakiler, ilk gruptaki bir Varlık tarafından, kendi yönetimlerini kendi ellerine almaları için eğitilebilirlerdi.

Bu üçüncü gruptan, yukarıda sözü edilen ve okült edebiyatın Manu olarak belirttiği Asli Lider, bunlardan ortaya çıkacak yeni bir insanlığı meydana getirmek için en yeteneklileri seçti. Bu en yetenekli olanlar beşinci alt-soyda varlığını sürdürdü. Altıncı ve yedinci alt-soyların düşünce yetisi bir bağlamda yolundan sapmıştı ve ileriye dönük bir gelişme için uygun değildi.

En iyilerin en iyi niteliklerinin geliştirilmesi gerekiyordu. Bu da seçilmiş olanların dünyadaki belirli bir yerde (Orta Asya’da) tecrit edilmesi sayesinde, Asli Lider tarafından gerçekleştirilmişti; burada, geride kalanların ya da yoldan sapanların her türlü olumsuz tesirinden uzaktaydılar.

Lider’in üstlendiği vazife, müritlerini, o ana dek yönetildikleri ve belli belirsiz hissedilen fakat açıkça anlaşılmayan ilkeleri kendi ruhlarında, kendi düşünce yetileriyle kavrayabilecekleri noktaya getirmekti. İnsanlar bilinçsiz olarak izledikleri İlahi Kuvvetler’i idrak etmek zorundaydılar. Buraya dek tanrılar insanları Habercileri aracılığıyla yönlendirmişti; şimdi insanlar bu İlahi Varlıklar hakkında bilgi sahibi olacaktı. Bunlar kendilerini İlahi Kudret’in uygulayıcı organları olarak görmeyi öğreneceklerdi. Böylece, tecrit edilen grup önemli bir kararla karşı karşıya kalmıştı. İlahi Lider, kendi aralarında ve insan suretindeydi. Bu tür İlahi Haberciler’den insanlar daha önce, ne yapacakları ya da ne yapmayacaklarına dair talimatlar ve emirler almışlardı. İnsanlar, duyuları aracılığıyla algılayabilecekleri şeyleri işleyen bilimler konusunda eğitilmişti. İnsan evladı, dünyanın İlahi Denetim altında olduğunu belli belirsiz hissetmiş, bunu kendi eylemlerinde fark etmiş, ama bu konuda net bir bilgiye erişememişti.

Şimdi liderleri kendilerine tamamen yeni bir biçimde hitap ediyordu. Kendilerine, görünürde karşılaştıkları şeyleri Görünmeyen Güçler’in yönettiğini ve kendilerinin de bu Görünmeyen Güçler’e hizmet ettiklerini, bu Görünmeyen Güçler’in Yasaları’nı kendi düşünceleriyle gerçekleştirmek zorunda olduklarını öğretti. İnsanlar doğaüstü nitelikteki İlahi Kudret’ten haberdar oldular. Görünmeyen spiritüelin, görünür fizikselin yaratıcısı ve koruyucusu olduğunu duydular. Buraya dek, kendi görünür İlahi Habercileri’ne, yani İnsanüstü İnisiyeler’e saygı göstermişler ve bunlar aracılığıyla da yapılacak ve yapılmayacak olanlar kendilerine bildirilmişti. Fakat şimdi, İlahi Haberci’nin kendilerine doğrudan tanrılardan söz etmesine layık görülmüşlerdi. Manu, müritlerine tekrar ve tekrar kuvvetli sözcüklerle hitap etmişti: “Şimdiye kadar sizi yönlendirenleri gördünüz, fakat sizin görmediğiniz daha Yüksek Liderler bulunuyor. Siz bu Liderlere tâbisiniz. Görmediğiniz Tanrı’nın Emirleri’ni yürüteceksiniz ve kendiniz için suretini oluşturamayacağınız Tek’e itaat edeceksiniz.” Böylece, yeni ve en yüksek Emir, Asli Lider tarafından seslendiriliyor ve hiçbir duyusal-görsel suretin betimleyemeyeceği ve bu yüzden de hiçbir suretinin yapılmaması söz konusu olan bir Tanrı’ya saygı gösterilmesini salık veriyordu. İnsanlığın beşinci kök-soyunun bu büyük temel Emrinden, şu iyi bilinen emir ortaya çıkmıştır: “Kendin için put oyma, yukarıda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın.” (Tevrat, Çıkış: 20/4).

Asli Lider olan Manu, yaşamın belirli bölümlerinde O’nun niyetlerini uygulayan ve yeni soyun gelişmesi üzerinde çalışan diğer İlahi Haberciler tarafından destekleniyordu. Çünkü tüm yaşamın, dünyanın İlahi bir Yönetim’e tâbi olmasına ilişkin yeni bir telakkiye göre düzenlenmesi söz konusuydu. Her yerde insanların düşünceleri görünür-den görünür olmayana yönlendirilmeliydi. Yaşam, doğanın güçleri tarafından belirlenmektedir. İnsan yaşamının gidişatı, gündüz ve gece, kış ve yaz, güneş ışığı ve yağmura bağlıdır. Bu etkin, görünür olayların, görünmeyen İlahi Güçler’le nasıl bağlantılı oldukları ve insanın kendi yaşamını bu Görünmeyen Güçler uyarınca düzenlemek amacıyla nasıl davranması gerektiği kendisine gösterilmişti. Tüm bilgi ve tüm emekler bu doğrultuda izlenmeliydi. Yıldızların izlediği rotada ve hava durumunda, insan ilahi kurallar ve ilahi bilgeliğin zuhurunu görmeliydi. Astronomi ve meteoroloji bu anlayışla öğretilmişti. İnsan kendi emeğini, kendi ahlaki yaşamını, İlahi Kudret’in bilgece yasalarına karşılık gelecek biçimde düzenlemeliydi. Yaşam, tıpkı ilahi düşüncelerin yıldızların devinimi ve hava değişimlerinde aranmasında olduğu gibi, İlahi Emirler uyarınca buyrulmuştu. İnsan kendi eserlerini, özveri eylemleri aracılığıyla tanrıların takdirleriyle uyumlu bir hale getirmeliydi.

İnsan yaşamında her şeyi Yüce Âlemler’e doğru yönlendirmek, Manu’nun gayesiydi. Tüm insan faaliyetleri, tüm kurumlar, dini bir karakter taşımalıydı. Bunun sayesinde, Manu beşinci kök-soya bahşedilen gerçek Vazife’yi başlatmak istedi. Bu soy kendini kendi düşünceleriyle yönetmeyi öğrenmeliydi. Fakat bu tür bir özkararlılık, ancak insan aynı şekilde kendini Yüce Güçler’in hizmetine verdiği takdirde iyiliğe götürür. İnsan kendi düşünce yetisini kullanmalıdır, fakat bu düşünce yetisi İlahi Kudret’e adanma sayesinde de kutsanmalıdır.

İnsan o dönemde neler meydana geldiğini ancak, düşünce yetisinin gelişiminin, beşinci Atlantis alt-soyu ile birlikte başlayarak, aynı zamanda başka bir şeye de yol açtığını bildiği takdirde bütünüyle anlayabilir. Belirli bir açıdan insanlar bilgi ve sanatlara sahip olmayı başarmışlardı, ki bunlar yukarıda belirtilen Manu’nun kendi gerçek Vazifesi olarak ele alabileceği şeylerle yakın bir bağlantı oluşturmuyordu. Bu bilgi ve bu sanatlar ilk önce dinsel karakterden yoksundu. Bunlar insana öyle bir biçimde gelmişlerdi ki, insanın bunları kendi çıkarlarının, kendi kişisel gereksinimlerinin hizmetine sunmaktan başka bir şey düşünmesi mümkün değildi.6 Bu tür bilgiye, örneğin insan faaliyetlerinde ateşin kullanımının girdiğini söyleyebiliriz. Atlantis’in ilk döneminde insanlar ateşi kullanmamışlardı, çünkü yaşam gücü onun emrindeydi. Fakat zamanın geçmesi ile birlikte bu güçten giderek daha az yararlanabilecek bir konuma geldi, böylece cansız nesnelerden araçlar, aletler yapmayı öğrenmesi gerekti. Bu amaçla da ateşi kullandı. Diğer doğal güçlere ilişkin olarak da benzer koşullar hüküm sürdü. Böylece insan, bunların İlahi Kökeni’nin bilincinde olmadan, bu tür doğal güçlerden yararlanmayı öğrendi. Bunun böyle olması gerekiyordu. Düşünce yetisine hizmet eden bu şeyleri dünyanın İlahi Düzeni’yle ilişkilendirmesi yönünde insana hiç baskı yapılmamalıydı. Daha çok bunu gönüllü olarak kendi düşüncelerinde yapmalıydı. Manu’nun niyeti insanları, bağımsız olarak, içsel bir ihtiyaçtan hareketle, bu tür şeyleri dünyanın Yüce Düzeni’yle bir ilişki içine getirecekleri noktaya ulaştırmaktı. İnsanlar ulaştıkları içgörüyü, tamamen kişisel çıkarlara yönelik olarak ya da daha yüce bir dünyanın dinsel hizmetinde kullanıp kullanmamayı seçebilirlerdi.

Eğer insan, daha önce kendisini dünyanın İlahi Yönetimi içinde bir bağlantı olarak görmesi yönünde baskı altına alınmışsa (ki bununla örneğin, düşünce yetisini kullanmasına gerek olmadan yaşam gücü üstündeki egemenlik kendisine verilmişti), şimdi de doğal güçleri düşüncelerini İlahi Kudret’e yönlendirmeden kullanabilirdi.

Manu’nun çevresine topladığı insanların tümü değil de sadece birkaç tanesi bu kararın altından kalkacak güçteydi. İşte ancak bu birkaç kişiden Manu gerçekten de yeni soyun tohumunu oluşturabilirdi. Bunların gelişimini ilerletmek amacıyla bunlarla birlikte inzivaya çekilirken, diğerleri insanlığın geri kalanının arasına karıştı. Nihayet, Manu’nun çevresinde toplanan bu az sayıda insandan, günümüze dek beşinci kök-soyun gerçek gelişim tohumlarını oluşturan kişilerin nesli geldi. Bu nedenle aynı zamanda, bu beşinci kök-soyun tüm gelişimi boyunca iki özellik süregelmiştir. Bu özelliklerden biri yüce fikirlerin harekete geçirdiği insanlara özgüdür, ki bunlar kendilerini İlahi, Evrensel bir gücün çocukları olarak görürler, diğeri ise her şeyi kişisel çıkarların, egoizmin hizmetine sunanlara aittir.

Bu ufak müritler topluluğu, yeni anlayışla hareket etmek için yeterince güçleninceye dek ve bunun üyelerinin bu yeni anlayışı, önceki soylara ait insanlığın geri kalanına götürmek üzere dışarıya çıkmaları mümkün olana dek, Manu’nun çevresinde kalmayı sürdürdü. Bu yeni anlayışın çeşitli insanlar arasında, kendilerini farklı alanlarda geliştirme şekillerine göre, farklı bir yapıya bürünmesi doğaldır. Eskiden arta kalan özellikler, Manu’nun habercilerinin dünyanın çeşitli kısımlarına taşıdıkları bilgilerle harmanlandı. Böylece, çeşitli türden yeni kültürler ve uygarlıklar ortaya çıktı.

Manu’nun çevresindeki mürit topluluğundan en yetkin şahıslar, diğer insanlara öğretmenlik yapabilsinler diye, Manu’nun İlahi Bilgeliği’ne tedricen ve doğrudan inisiye edilmek üzere seçildiler. Eski İlahi Haberciler’e böylece yeni tür bir İnisiye de eklenmiş oldu. Bu inisiyeler, kendi düşünce yetilerini tıpkı kendi hemcinsleri gibi dünyevi bir biçimde geliştiren kişilerden oluşuyordu. Bundan önceki İlahi Haberciler (ve aynı zamanda Manu) için bu geçerli değildi. Onların gelişimi Yüce Âlemler’e aitti. Onlar kendi Yüce Bilgelikleri’ni dünyevi koşullara sunmuşlardı. Bunların insanlığa verdikleri, “Yukarı’nın İhsanı”ydı. Atlantis döneminin ortasından önce insanlar, kendi güçleriyle İlahi Kurallar’ın ne olduğunu kavrayabilecekleri noktaya erişmemişlerdi. Şimdi (belirtilen zamanda) bu noktaya ulaşacaklardı. Dünyevi düşünce kendisini İlahi Kudret kavramına yükseltecekti. Beşeri inisiyeler kendilerini İlahi olan ile birleştirmişlerdi. Bu durum, insan soyunun gelişmesindeki önemli bir devrimi temsil eder. İlk Atlantisliler henüz kendi liderlerini İlahi Haberciler olarak mütalaa edip etmeme seçimine sahip değillerdi. Çünkü İlahi Haberciler’in gerçekleştirdiği, kendini Yüce Âlemler’in işi olarak dayatmıştı. Bu, İlahi bir Köken’in damgasını taşıyordu. Böylece, Atlantis döneminin Habercileri, kendi güçleri tarafından kutsanan, bu gücün kendilerine verdiği ihtişam ile çevrili Varlıklar’dı. Dışsal bir bakış açısına göre, daha sonraki dönemlerin beşeri inisiyeleri, insanlar arasındaki insanlardır. Fakat bunlar Yüce Âlemler’le ilişkilerini sürdürürler ve İlahi Habercilerin vahiyleri ile tezahürleri kendilerine ulaşır. Sadece istisnai olarak, yüce bir zorunluluk ortaya çıktığında, yukarıdan kendilerine bahşedilen belirli güçleri kullanırlar. Böylece, insanların bildikleri yasalar ile açıklayamadığı ve dolayısıyla da haklı bir biçimde mucize olarak gördükleri işleri gerçekleştirirler.

Fakat tüm bunların amacı, insanlığın kendi ayakları üzerinde durmasını, kendi düşünce yetisini tam olarak geliştirmesini sağlamaktır. Günümüzde beşeri inisiyeler, halk ve Yüce Güçler arasında aracı işlevini görürler ve insanın İlahi Haberciler’le iletişime girmesini sadece inisiyasyon mümkün kılar.

Beşeri inisiyeler, yani kutsal öğretmenler, beşinci kök-soyun başlangıcında insanlığın geri kalanının liderleri oldular. Tarihöncesinin büyük rahip kralları -ki tarihte bunlardan söz edilmez de daha çok efsane dünyasında yer alırlar- bu inisiyelerin arasından çıkmışlardır. Yüce İlahi Haberciler, dünyadan giderek çekilmiş ve liderliği bu beşeri inisiyelere bıraksalar da söz ve eylemde onlara destek olmuşlardır. Bu böyle olmadığı takdirde, insan kendi düşünce yetisini özgürce kullanmaya hiçbir zaman ulaşamayacaktı. Dünya ilahi yönetim altındadır, fakat bunu kabul etmesi için insana baskı uygulanmayacaktır. Bunu özgür düşünce sayesinde görmeli ve anlamalıdır. Bu noktaya ulaştığı zaman, inisiyeler kademeli olarak gizlerini kendisine açacaklardır. Fakat bu birden meydana gelemez. Beşinci kök-soyun bütün gelişimi bu amaca doğru ağır ağır alınan bir yoldur. İlk başta Manu, müritlerini tıpkı çocukları gibi yönetti. Sonra liderlik giderek beşeri inisiyelere aktarıldı. Bugün gelişme hâlâ, insanların bilinçli ve bilinçsiz eylem ve düşüncesinin bir karışımından oluşur. Sadece beşinci kök-soyun sonunda ve altıncı ve yedinci alt-soylar boyunca yeterince çok sayıda insan bilgeler haline geldiğinde, İnisiyeler arasında en büyüğü Kendini açıkça Onlara gösterebilecektir. Böylece bu beşeri inisiye, tıpkı Manu’nun dördüncü kök-soyun sonunda yaptığı gibi, Asli Liderliği deruhte edebilecektir. Dolayısıyla, beşinci kök-soyun eğitimi, tıpkı bu beşinci kök-soyun tohumunu atan soyun, İlahi Manu’yu takip etmesi gibi, insanlığın büyük bir kısmının beşeri bir Manu’yu özgürce takip etmesini öngörür.7

4.Buradaki kesin ifade, Hinduizm’in Avatar kavramına uygun düşmemektedir. Hinduizmin ilkelerine göre, Tanrı, bir Avatar olarak, insan bedeninde tezahür edebilir, örneğin Krişna gibi. (ç.n.)
5.Bu tür dünya dışı hatta Güneş Sistemi’nin dışındaki kökenler içinde en çok bahsedileni Sirius Yıldızı olagelmiştir. (ç.n.)
6.Şimdilik bu bilginin ve bu sanatların kökeni hakkında açıklama yapma iznimiz yoktur. Bu yüzden de Akaşa Kayıtları’nın bu konuyla ilgili bölümü verilememektedir.
7.Yüce Varlıklar’ın yerlerini nasıl giderek Yüce İnisiyeler’in ve onların yerlerini de Kutsal Krallar’ın aldığı, Teozofi Cemiyeti’nin en önde gelen isimlerinden H. P. Blavatsky’nin Secret Doctrin (Gizli Öğreti) adlı kitabında ayrıntılı olarak gözler önüne serilmektedir. (ç.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
03 temmuz 2023
Hacim:
15 s. 25 illüstrasyon
ISBN:
978-625-8068-54-2
Telif hakkı:
Maya Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu