Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «100 büyük romancı», sayfa 2

Yazı tipi:

5
Refik Halit KARAY
(1888 – 1965)

Refik Halit Karay Türk edebiyatında ilk defa Anadolu’yu tanıtan eserleri ile ismini duyurmuş, yergi ve mizah türündeki yazıları ile de ün salmıştır. Gözleme dayanan eserlerinde, tasvirler, portreler, benzetmeler kullanarak sade, akıcı dili, güçlü tekniği ile 20. yüzyıl romancıları arasında seçkin bir yere sahip olmuştur. Türkçeyi ustalıkla kullanan yazar, romanları, “Memleket Hikayeleri” ve “Gurbet Hikayeleri” kitapları başta olmak üzere, Türk edebiyatına birçok yapıt kazandırmıştır.

Türk edebiyatının kendine özgü kalemlerinden Refik Halit Karay 15 Mart 1888’de İstanbul’da doğdu. Mudurnu’dan İstanbul’a göçen Karakayış ailesinden Maliye Başveznedarı Mehmed Halit Bey’in oğludur. Galatasaray Sultanisi’nde (Lisesi’nde) ve Hukuk Mektebi’nde okudu. Maliye Bakanlığı’nda memur olarak çalıştı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra gazetecilik ile uğraşmaya başladı; Tercüman-ı Hakikat gazetesinde çevirmenlik ve muhabirlik yaptı. Fecr-i Ati edebiyat topluluğuna katıldı. Dönem yöneticilerine muhalefet eden yazıları yüzünden ilk önce Sinop’a daha sonra Çorum, Ankara ve Bilecik’e sürgün olarak gönderildi. İstanbul’a dönünce bir süre Türkçe öğretmenliği yaptı. PTT (Posta Telefon Telgraf) Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Bu sırada Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na üye oldu ve İstiklâl Savaşı aleyhine yazdığı yazılarından ötürü vatan hainliği suçuyla “150’likler” listesine girerek Beyrut ve Halep’te sürgün hayatı yaşadı. İstiklal Savaşı’nın özellikle ilk dönemlerinde İstanbul’daki bazı gazeteci ve yazarlar, ülkenin içinde bulunduğu durumu tam olarak kavrayamamış ve Milli Mücadele’ye bir “iç savaş” gözüyle bakıp ondan kaçınmıştı. Birçok insan da Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Milli Mücadele boyunca aldıkları karşıt tavırlar yüzünden kimi haklı, kimi haksız yere vatan haini muamelesi gördü. Yazar Refik Halit Karay da sonraları “150’likler” adı verilen ve Milli Mücadele’ye karşı çıktıkları iddiasıyla ülke dışına sürülen bu insanlardan biri oldu. 15 yıllık sürgün hayatından sonra 1938’de af çıkarılmasıyla yurda dönebildi. Yeniden gazeteciliğe başladı. Aydede dergisini tekrar çıkardı.

Yazarlığa mizah öyküleriyle başlayan Refik Halit Karay, 1919’dan itibaren Türk öykücülüğünde yeni bir sayfa açtı. Sürgün olarak gittiği Anadolu’nun çeşitli kesimlerinden insanları canlandırdığı “Memleket Hikayeleri” 1919’da yayınlandı. Bu kitapla o güne kadar konuları İstanbul’la sınırlı olan öykücülüğü Anadolu’ya taşıdı. Bu yönüyle sonradan serpilip gelişen “köy edebiyatı”nın öncüleri arasına girdi. 1920’lerden sonra daha arı ve anlaşılır bir dil kullandı. Romancılığında iki ayrı çizgi etkindir. Yurtdışına gitmeden önce yazdığı “İstanbul’un İç Yüzü”, en yetkin romanı sayılır. 1920’de yayımlanan bu romanda, birbirinden kopuk hikayeleri mozaikler halinde birleştirerek İttihat ve Terakki’nin işbaşına gelişinden I. Dünya Savaşı günlerine kadar olan İstanbul’u, bütün renk ve çizgileriyle yansıttı. Türkiye’ye dönüşünden sonra yazdığı romanlarda, daha çok bireyci, okunma kaygısı taşıyan, sanatı bir kenara bırakan ticari eserlere yöneldi. Bu romanlarda yurt gerçeklerinin yerini, Avrupa dışı ülkelerde geçen olaylar aldı.

Cumhuriyet döneminde çektiği yurt özlemi sonucu ülkesine dönme kararı alanlardan biri olan yazar Refik Halit Karay Atatürk’e yazdığı şiir ve mektuplarla zaman içinde hem kendini affettirdi hem de “150’likler” listesindekilerin affedilmesinde çok büyük rol oynadı.

18 Haziran 1965’te İstanbul’da vefat eden yazar, Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Romanları: İstanbul’un İç yüzü (1920), Ay Peşinde (1922), Yezidin Kızı (1939), Çete (1940), Sürgün (1941), Anahtar (1949), Bu Bizim Hayatımız (1950), Yeraltında Dünya Var (1953), Dişi Örümcek (1953), Bugünün Saraylısı (1954), İkibin Yılın Sevgilisi (1954), İki Cisimli Kadın (1955), Kadınlar Tekkesi (1956), Karlı Dağdaki Ateş (1956), Dört Yapraklı Yonca (1957), Sonuncu Kadeh (1965), Yerini Seven Fidan (yayımı ölümünden sonra: 1977), Ekmek Elden Su Gölden (ö.s. 1980), Ayın On Dördü (ö.s. 1980), Yüzen Bahçe (ö.s. 1981)

6
Reşat Nuri GÜNTEKİN
(1889 – 1956)

“Çalıkuşu” romanının kahramanı Feride, Cumhuriyetin ideal öğretmen kızı olmanın dışında, Türk edebiyatının da ilk popüler roman kahramanı olmuştur. Romanlarının geniş kitlelere hitap etmesi nedeniyle Güntekin, hâlâ büyük keyifle okunan ilk dönem yazarlarımızdandır.

Reşat Nuri Güntekin, 27 Kasım 1889’da askeri doktor olan Nuri Bey ile Erzurum valisi Yaver Paşa’nın kızı Lütfiye Hanım’ın oğlu olarak İstanbul’da doğdu. Öğrenim hayatı boyunca birçok il gezen Güntekin ilköğrenimine Çanakkale’de başladı. Daha sonra Galatasaray Lisesi ve İzmir’de öğrenim görüp sınavla girdiği Darülfünun Edebiyat Şubesi’ni 1912’de bitirdi.

İlk olarak Bursa’da başlayan öğretmenlik hayatına 1927 yılına kadar birçok okulda devam etti. Bu okullar arasında İstanbul Beşiktaş İttihat ve Terakki Mektebi, Fatih Vakf-ı Kebir Mektebi, Akşemseddin Mektebi, Feneryolu Murad-ı Hamis Mektebi, Osman Gazi Paşa Mektebi, Vefa Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi ve Galatasaray Lisesi bulunmaktadır. Türkçe ve Fransızca öğretmenliğinin yanında 1916 ile 1919 yılları arasında Erenköy Kız Lisesi’nde ve Vefa Lisesi’nde müdürlük de yaptı.

Yazı hayatına I. Dünya Savaşı’nın sonlarında başlayan Reşat Nuri Güntekin’in ilk eseri Eski Ahbap isimli uzun öykü, 1917’de Diken dergisinde yayınlandı. 1819-1919’da Zaman gazetesinde Temaşa Haftaları başlığıyla tiyatro eleştirileri yazdı. Bu dönemde Şair Nedim, Büyük Mecmua, İnci, Diken dergileri ile Dersaadet ve Zaman gazetelerinde yayınlanan öykü, roman ve oyunlarında kendi adının yanısıra Hayrettin Rüştü, Mehmet Ferit ve Cemil Nimet gibi takma isimler de kullanıyordu. Mizah ve magazin yazılarını da “Ateşböceği”, “Ağustosböceği”, “Yıldızböceği” gibi isimlerle yayımladı. İlk romanı olan Çalıkuşu’nu 1923 yılında yazdı. Bu romanı önce İstanbul Kızı adıyla oyun olarak yazmıştı. O dönem koşullarında sahneye konulması mümkün olmayınca oyunu romana dönüştürdü. Türk edebiyatında gerçekçi romana yönelimin ilk örneklerinden olan Çalıkuşu; dili, anlatımdaki rahatlığı, duygusal yanlarıyla uzun yıllar güncelliğini koruyan bir eser oldu. Birçok kez sinema ve televizyona uyarlandı. Ardından 1924’te Damga, Dudaktan Kalbe ve 1926’da da Akşam Güneşi adlı romanlarını yayımladı.

Reşat Nuri Güntekin, 1927 yılında maarif müfettişi olarak bütün Anadolu’yu dolaştı ve Dil Heyeti’yle birlikte bazı çalışmalar yürüttü. Yazdığı romanlarda, Anadolu’da yaptığı gezilerin izleri bulunmaktadır. Birçok insan tanımış olması ve görevi nedeniyle birçok şehirde bulunması, onun daha iyi gözlem yapmasına ve hikayelerindeki karakterlerin daha gerçekçi olmasına zemin hazırladı. 1927’den sonraki romanlarında da üslubunun temel yapısını değiştirmeden toplumsal sorunlara değindi. Ayrıca gezilerini kaleme aldığı Anadolu Notları adlı kitabını daha sonra 1936 yılında yayımladı. 1928 yılında, Acımak adlı romanını yazdıktan sonra yaklaşık on yıl yazmaya ara verdi. Bu dönemde politikaya girerek 1939 yılında Çanakkale milletvekili seçildi. Ünlü eseri Yaprak Dökümü’nü de aynı yıl yazdı. 1946 yılına kadar milletvekilliği yaptıktan sonra 1947 yılında Milli Eğitim Başmüfettişliği’ne getirildi. Aynı yıl Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ankara’da yayımlanan Ulus adlı gazetesinin İstanbul kolu olan Memleket gazetesini çıkardı.

1950 yılında Paris’te Kültür Ateşesi ve UNESCO’da Türkiye temsilcisi olan Güntekin, 1954 yılında emekliye ayrıldı. Bir süre İstanbul Şehir Tiyatroları’nda edebi kurul üyeliği yaptı. Kendisine akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra tedavi için Londra’ya gitti; ancak hastalığına yenik düşerek 7 Aralık 1956 tarihinde vefat etti ve 13 Aralık 1956’da İstanbul’da, Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Romanları: Çalıkuşu (1923), Gizli El (1924), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1924), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928), Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1939), Değirmen (1944), Kızılcık Dalları (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Çiçeği (1953), Avrupa Yakası (1961), Son Sığınak (1961), Kan Davası (1962), Ateş Gecesi (1953), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938)

7
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
(1889 – 1974)

Cumhuriyet kuşağımızın ilk önemli romancılarından olan Yakup Kadri, yazdığı romanlarla bir yandan Kurtuluş Savaşı’nın başarılı olacağına dair inancını sergilerken bir yandan da asıl savaşın cephede değil gönüllerde kazanılacak savaş olacağının altını çizmiştir. Özellikle “Yaban” romanı, Anadolu insanına yüzyıllardır sırtını dönmüş olan Türk aydınına bir çağrı niteliğindedir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 27 Mart 1889 tarihinde Kahire’de dünyaya geldi. Babası Manisa’nın tanınmış Karaosmanoğlu Ailesi’ne mensup Abdülkadir Bey, annesi İkbal Hanım’dı. Babası 1833 yılında Kavalalı İbrahim Paşa’nın Manisa’yı işgali sırasında ona yakınlık göstermiş ve onun Mısır’daki konağına yerleşmişti. Abdülkadir Bey’in konak halkından İkbal Hanım ile yaptığı evlilikten dünyaya gelen ikinci çocuğu, Yakup Kadri oldu.

Ailesi, İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine Türkiye’ye gelince ilköğrenimini Manisa’da Fevziye Mekteb-i İptidaisi’nde tamamladı.1903’te İzmir İdadisi’ne girdi. Şahabettin Süleyman ile arkadaşlığı bu okulda iken başladı. Çocukluk yıllarında başlayan edebiyat ilgisi, lise yıllarında daha da arttı. Babasının ölümü üzerine İzmir Lisesi’ndeki eğitimini tamamlayamadı ve 1905 yılında, annesiyle Mısır’a döndü. Mısır’daki Jön Türkler ile tanıştı, İzmir’e dönme isteğinden vazgeçti. Jön Türkler’in etkisiyle politikaya ilgi duymaya başladı. İskenderiye’deki bir Fransız okulunda ve İsviçre Lisesi’nde eğitim görerek iki yıl sonra ortaöğrenimini tamamladı. Bu yıllarda öğrendiği Fransızca ile Flaubert, Guy de Maupassant, Alphonse Daudet gibi ünlü Batılı yazarları okudu. Şerafettin Mağmumi’nin çıkardığı Türk adlı dergide Maupassant’tan yaptığı ilk çeviri öykülerini yayınladı.

Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı’nda yaşananlar Yakup Kadri’nin edebiyat anlayışını değiştirmesine neden oldu; sanatın kişisel ve muhterem olduğu düşüncesinden uzaklaştı. Toplum için sanat anlayışına yöneldi ve Milli Edebiyat akımının sade dil anlayışını benimsedi. Mondros Mütarekesi’nden sonraki günlerde İkdam gazetesinde yazılar yazan Yakup Kadri, yazılarında Kurtuluş Savaşı’nı destekledi. Bir yandan da Yeni Mecmua’da Erenlerin Bağından adını verdiği nesirler yayımladı. Milli Mücadele ile ilgili hikayeler yazdı. Bu dönemdeki yazılarını daha sonra Ergenekon adıyla kitaplaştırdı (1929).

1920’de Milli Mücadele’yi izlemek için bazı arkadaşlarıyla birlikte Ankara’ya çağrıldı. Batı Cephesi’ni dolaştı ve bu seyahatinden milli duyguları güçlenmiş, geleceğe dair ümit dolu olarak İstanbul’a döndü. Gazetecilik çalışmaları devam ederken en büyük eserleri olan romanlarını yayımlamaya başladı. Kiralık Konak romanı İkdam’da tefrika edildi, daha sonra da kitap olarak basıldı. Yazarın kitap olarak basılan ilk romanı Kiralık Konak oldu. Bu, bireyci sanattan vazgeçtikten sonra yazdığı ilk romandı. Roman, Tanzimat’tan sonra değişen Osmanlı sosyal hayatını konu edinmekteydi.

1927’de Hüküm Gecesi, 1928’de Sodom ve Gomore adlı romanlarını yayımladı. Hüküm Gecesi romanında II. Meşrutiyet dönemini, Sodom ve Gomore’de ise Mütareke dönemini başarıyla yansıttı. Bir Sürgün (1937) romanında II. Abdülhamit dönemini ele alırken, iki ciltlik Panaroma (1953) romanı ise cumhuriyetin kök salma dönemleri olan 1923-1952 arasını işlemektedir. Yakup Kadri Anadolu insanını ve onun yaşayış tarzını romanlarında anarak Türk romanında ilk kez yurt insanını işleyen ve romanlarıyla onlara ulaşmaya çabalayan yazar oldu.

1932’de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Kurtuluş Savaşı gözlemlerinden ve Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda yer aldığı dönemden esinlenerek yazdığı Yaban adlı romanı o yıl Kadro dergisinde yayımlandı ve büyük yankılar uyandırdı. 1942’de CHP Roman Yarışması’nda ikincilik ödülü kazanan Yaban, Karaosmanoğlu’nun en başarılı romanı sayılır. Yaban hem Anadolu’yu ve köylüyü konu edinen ilk önemli roman olmasıyla hem de gerçekliği şiirsel bir üslupla dile getirmedeki başarısıyla Türk roman tarihinde saygın bir yere sahiptir.

Yakup Kadri, 1966 yılında seçildiği Anadolu Ajansı yönetim kurulu başkanlığını sürdürmekte iken 13 Aralık 1974’te Ankara’da tedavi görmekte olduğu Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde hayatını kaybetti ve İstanbul Beşiktaş’taki Yahya Efendi Mezarlığı’nda annesinin mezarı yanında toprağa verildi.

Romanları: Kiralık Konak (1922), Nur Baba (1922), Hüküm Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1931), Ankara (1934), Bir Sürgün (1937), Panaroma (2 cilt-1953), Hep O Şarkı (1956)

8
Cevat Şakir KABAAĞAÇLI (Halikarnas Balıkçısı)
(1890 – 1973)

Bir yandan yazdığı birbirinden güzel romanlarla deniz insanlarının doğayla savaşını destanlaştıran, bir yandan da Anadolu’nun antik tarihi üzerine yazdığı denemeleriyle bize yurdumuzun tarihsel değerlerini anlatan Halikarnas Balıkçısı, hâlâ hak ettiği biçimde tanınıp okunmayı bekleyen yazarlarımızdan biridir.

Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan ve özellikle Bodrum’a olan aşkı ile tanınan “Halikarnas Balıkçısı” takma adlı ünlü roman ve öykü yazarımız, tarihçi, yazar ve vezir olan babası Mehmet Şakir Paşa’nın yüksek komiserliği sırasında 1890 yılında Girit’te dünyaya geldi. Doğum yeri ve tarihi konusunda farklı kaynaklar farklı bilgiler vermektedir. Annesi İsmet Hanım’dır. Cevat Şakir baba tarafından “Şakirpaşa Ailesi” olarak tanınan köklü bir Osmanlı ailesine mensup olup amcası II. Abdülhamit’in sadrazamlarından Ahmet Cevat Paşa’dır. Şakirpaşa Ailesi sonraları aralarında ressam Fahrünnisa Zeyd, ressam Nejat Devrim, ressam Aliye Berger, seramik sanatçısı Füreya Koral ve tiyatro oyuncusu Şirin Devrim’in de bulunduğu birçok sanatçı yetiştirmiştir.

Çocukluğu babasının elçilik yaptığı Atina’da geçti. 1904’te Robert Kolej’i bitirdi ve yükseköğrenimini 1908’de İngiltere’de, Oxford Üniversitesi Yeni Çağlar Tarihi Bölümü’nde tamamladı. 1913’te evlendiği İtalyan eşi Aniesi ile bir süre İtalya’da yaşadı. Bu sırada resim dersleri aldı, İtalyanca ve Latince öğrendi. 1914’te babası Mehmet Şakir Paşa yaşanan büyük bir kavga sonucu Cevat Şakir’in tabancasından çıkan bir kurşunla Afyon’da ölünce Cevat Şakir on dört yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezasının yedi yılını çektikten sonra, yakalandığı verem hastalığından ötürü affedilip tahliye edildi.

Halikarnas Balıkçısı 1910-1925 yılları arasında Resimli Ay ve İnci gibi dergilere yazılar yazdı; kapak resimleri, süslemeler, karikatürler çizdi. Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Hafta dergisinde Hüseyin Kenan takma adıyla yazdığı Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler? adlı öykü yüzünden Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı ve Bodrum’da üç yıl sürgün cezasına çarptırıldı (1925). Bir buçuk yıl sonra cezası affa uğrayınca bir daha İstanbul’a dönmedi ve çok sevdiği Bodrum’da kaldı.

1926’dan sonra deniz hikâyeleriyle tanındı. Konularını Ege ve Akdeniz Bölgeleri’nde geçen denizle ilgili olaylardan aldı. İçinde yaşadığı ve en küçük ayrıntısına kadar bildiği “özgür ve asi” denizle, kaderleri deniz tarafından belirlenen balıkçı, dalgıç, sünger avcısı ve gemilerin hikayesini zengin bir kelime dağarcığı ve mitoloji hazinesinden yararlanarak, denize karşı duyduğu hayranlıktan kaynaklanan şiirsel ve akıcı bir üslubla hikâye ve romanlarına aktardı.

Yazı ve düşünceleriyle Azra Erhat gibi döneminin önemli aydınlarını etkilemiş olan Halikarnas Balıkçısı çeşitli dillerden yüze yakın kitap çevirmiştir. Eserlerinin yeni baskıları hâlâ yapılagelen Halikarnas Balıkçısı’na, Kültür Bakanlığı tarafından 1971 yılında Devlet Kültür Armağanı verilmiştir.

Bodrum’un antik çağdaki adı olan Halikarnassus’u takma ad olarak benimseyen Cevat Şakir, Bodrum’da balıkçılık dahil çeşitli işlerle uğraştı. Eserlerinin büyük kısmını da Bodrum’da yazdı. İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım’la yapan Cevat Şakir’in üç evliliğinden beş çocuğu oldu. Çocukları ortaöğrenim çağına gelince, o yıllarda Bodrum’da ortaokul bulunmaması nedeniyle ailesini İzmir’e nakletti. Yaşamını yazarlık ve turist rehberliğiyle sürdürdü, rehberlik kurslarında da ders verdi. 13 Ekim 1973’te İzmir’de kemik kanserinden vefat etti. Vasiyeti üzerine Bodrum’a gömüldü. Kabri Bodrum – Gümbet’teki Türbe Tepesi’nde manevi oğlu Şadan Gökovalı ile seçtiği yerde, Halikarnas Balıkçısı Müzesi adı altında bulunmaktadır. Bodrum bugün sahip olduğu ününü Halikarnas Balıkçısı’na da borçludur.

Romanları: Aganta Burina Burinata (1945), Ötelerin Çocuğu (1956), Uluç Reis (1962), Turgut Reis (1966), Deniz Gurbetçileri (1969)

9
Peyami SAFA
(1899 – 1961)

Türk edebiyatında karakterlerin psikolojik tahlillerine kapsamlı haliyle ilk kez yer veren yazarlardan biri Peyami Safa’dır. Onun bir romanını okuyup bitirdikten sonra adeta tanıdığınız bir arkadaştan, hatta bir akrabadan ayrılmış gibi hissedersiniz kendinizi. Yazdıkları konusunda son derece hassas olan Peyami Safa, “edebî değer” taşımadığını düşündüğü kitaplarını “Server Bedi” takma adıyla yazar ve onlardan söz edilmesinden pek hoşlanmazdı.

1899 İstanbul doğumlu olan ve Türk edebiyatında “psikolojik roman” türünün en yetkin temsilcilerinden biri sayılan Peyami Safa, Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa’nın oğludur. Sivas’a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine 1901 yılında iki yaşındayken yetim kalmış, bu yüzden “Yetim-i Safa” (Safa’nın Yetimi) adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanı sıra sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Doktorlar kolunun kesilmesinde karar kılmış, fakat Safa bunu kabul etmemiştir. Daha sonraları bu günlerdeki tecrübelerini “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanında okurlarıyla paylaşır. Hastalık ve savaşın yol açtığı maddi sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, on üç yaşında hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır. Karton Matbaası’nda bir süre çalışan Peyami Safa, Posta – Telgraf Nezareti’ne girmiş, I. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi’ndeki Rehber-i İttihat Mektebi’nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda hem öğretmiş hem de kendi çabasıyla Fransızcasını ilerletmiştir. Buradaki izlenim ve deneyimlerini Biz İnsanlar adlı eserinde aktarmıştır. 1918 yılında ağabeyi İlhami Safa’nın isteği üzerine öğretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları 20. Asır adlı akşam gazetesinde Asrın Hikayeleri başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız olarak yazdığı bu hikayelerin tutulması üzerine Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra 1921’de Son Telgraf gazetesinde yazmış, oradan da Tasvir-i Efkâr’a geçmiştir. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanı sıra roman da tefrika etmiştir.

Peyami Safa, eklem hastası genç bir delikanlının psikolojisini anlattığı otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1931) ile büyük bir başarı kazanmıştır. Bu roman hariç, 1922-1939 yılları arasında yazdığı Mahşer (1924), Şimşek (1928), Fatih-Harbiye (1931) ve Biz İnsanlar (1939) adlı romanlarında Doğu-Batı çatışmasını karakterlerde somutlaştırarak işlemiştir. Safa bu romanlarında; ruh hallerini çözümlemede, kurguda, dilinin kıvraklığında ve anlatım tekniklerindeki denemelerde başarılı bulunurken romanlarında düşünceyi fazla öne çıkarması nedeniyle eleştiriler almıştır. Romanlarında olaydan çok karakter tahliline önem veren Safa, toplumdaki ahlak çöküntüsünü, medeniyet değişiminin yol açtığı bocalamayı, nesiller ve sosyal çevreler arasındaki çatışmayı da eserlerinde dile getirdi. Zıt kavramları, duygu ve düşünce tezatını ustaca işledi. II. Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalistlere yakınlaşmasıyla dikkat çeken Safa’nın gerçekçi roman çizgisi Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949) ile mistisizme yöneldi.

İlk uzun hikayesi Gençliğimiz’i 1922 yılında yayımlayan Peyami Safa para kazanmak amacıyla yazdığı kitaplarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa’nın takma ad olarak kullandığı, annesi Server Bedia Hanım’ın adından uyarladığı Server Bedi takma adını kullanmış; bu adla yüzlerce eser vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları serisi ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur.

Peyami Safa, yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936, 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953-1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır.

Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş ve Batılı kaynakların bir “zalim” olarak tanıttıkları Hun hükümdarı Attila’yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır.

1960’lı yıllara kadar başta Milliyet olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs’tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum’da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve’nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, 15 Haziran 1961 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.

Romanları: Gençliğimiz (1922), Şimşek (1923), Sözde Kızlar (1923), Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925), Canan (1925), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Fatih-Harbiye (1931), Attila (1931), Bir Tereddüdün Romanı (1933), Matmazel Noraliya’nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1959)