Kitabı oku: «Güvercinci Keloğlan»
Güvercinci Keloğlan
Eski zamanların birinde, kel bir oğlan, anasıyla beraber yaşardı. Evlerinin ufak bir bahçesi, bahçelerinde bir dut ağacı vardı. Dut ağacının dibinde de bir keçileri… Siyah keçi ağacın dibinde otlar, geviş getirir, zıplayıp toprakta eşinir, sakalını oynatıp durur, beee beee diye bağırırdı.
Odaları kıbleye dönüktü, tek pencereliydi; ortada bir tandır, üstünde bir seki, tepede de dumanın çıkması ve havayla ışığın girmesi için gökyüzüne bakan bir deliği vardı odanın. Pencere cam yerine muşambayla örtülmüştü. Harçla sıvanmış duvarlar, çepeçevre rafla kaplıydı.
Keloğlan sabahları kalkıp kırlara gider, ot ve çalı çırpı toplayıp sırtına yükler, eve getirirdi. Bu topladıklarının birazını keçisine yedirir, kalanı da damda saklardı. Bunları ya kış zamanı satar ya da yine parça parça yedirirdi keçiye. Öğleden sonraları da güvercin uçururdu. İyi bir güvercinciydi. On, on beş kadar güvercini vardı. Çok da iyi ıslık çalardı.
İhtiyar anasıysa sabahtan akşama kadar, çıkrığının başında oturur, yün eğirirdi. Ana oğul bu şekilde ekmek paralarını kazanır, geçinir giderlerdi.
Padişahın sarayı da bunların eviyle karşı karşıyaydı. Çok güzel bir yapısı vardı sarayın, görenlerin hayranlıktan ağzı açık kalırdı. Padişahın kızı, Keloğlan’a gönlünü kaptırmıştı. Keloğlan ne vakit dama çıkıp güvercin uçuracak olsa, padişahın kızı da yanında hizmetkârları ve uşaklarıyla sarayın eyvanına çıkar, oğlanın güvercin uçuruşunu seyreder, ıslık sesini dinlerdi. Ara sıra da kaş göz hareketleriyle veya el kol işaretleriyle Keloğlan’a bir şeyler anlatmaya çabalardı. Ama Keloğlan pek üzerinde durmazdı kızın. Dışarıdan bakınca sanki kıza hiç ilgisi yokmuş gibi davranırdı, lakin işin doğrusunu isterseniz, oğlan da kıza âşık olmuştu ama bunu belli etmek istemiyordu. Çünkü bilirdi padişahın, biricik kızını, şu dünyada bir tane keçisi, on, on beş tane güvercini ve ihtiyar bir anası olan böyle kel bir oğlana vermeyeceğini; verse bile, padişah kızının, duvarları is tutmuş şu ufak kulübecikte kalamayacağını.
Padişahın kızı ne yapıp ettiyse de bir türlü Keloğlan’ı konuşmaya razı edememişti. Hatta günün birinde, sevdiği oğlana mesaj vermek için, bir koyunun yüreğini delik deşik edip pencerenin önüne astı. Ama Keloğlan yine de hiç oralı olmadı. Bahçesinin kenarında güvercinlerini uçurmaya ve ıslık çalmaya devam ediyor, bir yandan da anasının çıkrık sesine kulak veriyordu.
Sonunda, padişahın kızı hastalığa tutuldu ve yataklara düştü. Bundan böyle eyvana çıkıp pencereden bakamıyor, Keloğlan’ı seyredemiyordu.
Padişah, memleketin bütün doktorlarını seferber edip, kızının baş ucuna topladı. Hiçbiri kızın derdine derman bulamadı.
Bütün masalcılar ve hikâye anlatıcıları, hikâyenin bu tür yerlerinde, “Padişahın kızı gönlündeki sırrı kimseye açmadı, ya korkusundan ya utancından ya da hayâsından.” derler. Ama ben diyorum ki kız gönlündeki sırrı babası olan padişaha açtı. Padişah, kızının güvercinci kel bir oğlana âşık olduğunu duyunca küplere bindi, bağırıp çağırmaya başladı:
“Bu pisliğin adını bir kez daha ağzına alacak olursan, seni bu şehirden kovarım. Ortada âşık olunacak adam mı kalmadı da gittin şu meluna tutuldun? Seni Vezir’in oğluna vereceğim. İşte o kadar!”
Kız bir şey demedi. Padişah ise geçip tahtına oturdu, Vezir’i çağırttı ve ona,
“Vezir, hemen bugün Keloğlan’ın bir daha dama çıkmasını yasaklayacaksın, güvercinlerinin de kafasını kopartacaksın!” diye emir verdi.
Vezir hemen güçlü kuvvetli hizmetkârlarından birkaç tanesini Keloğlan’ın evine yolladı. Keloğlan’ın ne olup bittiğinden haberi yoktu tabii, güvercinlerini yemlemekle meşguldü o sırada. İri kıyım hizmetkârlar önce güvercinlerini kafasını kopardılar, sonra da Keloğlan’ı temiz bir dövüp kendinden geçirttiler. İhtiyar kadıncağızın çıkrığının da bir ayağını kırdılar, pencerelere gerilmiş muşambaları yırtıp attılar. Sonra da çekip gittiler.
Keloğlan bir hafta yerinden hiç kıpırdayamadan yattı. Kulübesinde yatmış, inleyip durmuştu. İhtiyar anası yaralarına merhem sürmüş, lanet okuyup sövüyordu. Bir haftadan sonra, Keloğlan ayağa kalktı, dut ağacının altına gidip oturdu, biraz hava alıp yüreğini dinlendirmek amacındaydı. Güvercinlerini nereye gömeceğini düşünüyordu bir yandan da. Tam o sırada, başının üstünde, dut ağacının dalına konmuş iki güvercinin kendi arasında konuştuğunu duydu.
İlk güvercin:
“Sevgili kız kardeşim, bu oğlanı tanıyor musun sen?”
İkinci güvercin:
“Hayır kız kardeşim, tanımıyorum.”
İlk güvercin:
“Bu gördüğün, padişahın kızının, aşkından hastalanıp yataklara düştüğü oğlandır. Hani padişah vezirine emretmişti, o da hizmetkârlarını yollayıp bunun güvercinlerini öldürtmüş, kendisini de öldüresiye dövdürüp bu hâle sokmuştu. Çocuk şimdi ölen güvercinlerini nereye gömeceğini düşünüyor.”
İkinci güvercin:
“Niçin gömecek?”
İlk güvercin:
“Gömmesin de ne yapsın onları?”
İkinci güvercin:
“Şimdi biz uçunca ayağımızın altından dört tane yaprak düşecek yere, o yaprakları keçisine yedirsin, keçisinin sütünü de sağıp güvercinlerin boyunlarına sürüp ovalarsa güvercinler hemen canlanır. Hatta o kadar canlanır ki diğer güvercinlerin yapamadıklarını da yapabilecek hâle gelirler.”
İlk güvercin:
“Keşke oğlan bu sözlerimizi duyabilseydi!”
Bunu söyledikten sonra, güvercinler kanat çırpıp havalandılar. Ayaklarının altından dört tane yaprak düştü yere. Keloğlan bunları havada kaptı ve keçisine yedirdi, hemen o anda keçinin memeleri sütle doluverdi. Keloğlan bir tas getirip, keçinin sütünü sağdı içine. Sütü de güvercinlerin boyunlarına sürdü. Güvercinler birden hareketlenip canlandılar, kalkıp kanat çırptılar ve Keloğlan’ın etrafında dört dönmeye başladılar.
İhtiyar kadın, güvercinlerin kanat seslerine dışarı çıktı. Keloğlan, güvercinlerin nasıl canlandığını anlattı anasına. Yaşlı kadın:
“Güzel oğlum, bu güvercin işini bıraksan artık… Yine dama çıkacak olursan, padişah bu sefer öldürtür seni.”
Keloğlan:
“Anacığım, bu güvercinler daha öncekilerden çok farklılar artık. Bak şimdi…”
Bunu söyledi ve sonra güvercinlere,
“Benim güzel güvercinlerim, hadi bir şeyler yapın da benim yüzümü güldürün, anamı da razı edin bu işe.” dedi.
Güvercinler önce halka oluşturdular kendi aralarında, fısır fısır bir şeyler konuştular, sonra da kanatlanıp gittiler. Keloğlan’la anası şaşıp kaldı bu işe. Aradan bir süre geçti. Güvercinler görünmedi. Anası,
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.