Kitabı oku: «100 büyük Türk»
DEVLET ADAMLARI
1
OĞUZ HAN (METEHAN)
M.Ö. 234 – M.Ö. 174
Türk-Hun İmparatorluğu’nun kurucusudur. Bütün Türk boylarını bir araya toplayan Oğuz Kağan’ın kahramanlık ve zaferleri “Oğuz Han Destanı”nda anlatılmıştır.
Çin kaynaklarında anlatılan bir olaya göre, Asya Hun İmparatorluğu’nun kurucusu olan Teoman, oğlu Metehan’ın yerine Metehan’ın üvey annesi olan Yenşi’nin oğlunu tahta çıkarmak istedi. Törelerine göre Türk hatundan olan, has bir Türk’ün tahta geçmesi gerekiyordu. Metehan’ın Üvey Annesi Çin’liydi. Yani Çinli kadından olan erkek çocuk tahta geçemezdi. Bu durumdan dolayı üvey annesi Metehan’ın babasına yaptığı telkinler sonucunda Metehan’ı komşu kavim olan Yüeçiler’e (Yuezhi) rehin verdi. Ardından babası, Yuezhi’lere savaş ilan ederek Metehan’ı öldürtmek istedi. Metehan, babası Teoman Yuezhi’lerin topraklarına girmeden Yuezhi’lerin elinden kaçtı. Bu zorlukları atlatmasından dolayı babası, Metehan’ın hakkını teslim etmek istedi ve emrine on bin çadırlık bir birlik verdi. Sonunda da Metehan öz babasını, üvey annesi ve kardeşlerini öldürüp kağan oldu. (M.Ö. 209).
Metehan Önce Hunlardan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yapılan anlaşmada Donghular yıllık sığır, at ve deveden oluşan bir vergi ödemeyi kabul ettiler. Metehan M.Ö. 208 yılında onları hakimiyetine aldı. Donghu’yu yendikten sonra, Kuzey Moğolistan’da yaşayan Tunguz gibi halkları da içine kattı. Ordos’da hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini yendi. Çin üzerine sürekli seferler düzenleyerek Sarı Irmak’ın güneyindeki kaleleri egemenliği altına aldı. Bu zaferlerle, sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticari yollarının kontrolünü ele geçirdi. Bölgede yaşayan Altay (Moğol, Tunguz ve Türk vb.) kavimlerini egemenliği altına alarak askeri ve stratejik olarak daha güçlü bir hale geldi.
Saltanatı boyunca çoğu halklar Hun idaresi altına girdi. Steplerin bütün göçebe atlı okçularını bir imparatorluk altında birleştirdi. Göçebe tebaalarından başka Metehan ayrıca Tarım Havzası’nda1kendisine bağlılık yemini eden vaha şehir devletleri kurdu. Onun bu devletlerde uyguladığı askeri ve idari yapılanma sonradan birçok merkezi Asya devletinde de uygulandı. Bölgesinde askeri gücü ile korku saldı. Savaş taktikleri ve askeri disiplini sayesinde Çin İmparatorluğu ve çevre kavimlerle yaptığı savaşları kazandı. Ordusu savaş zamanında toplanan sivillerden değil, eğitimli ve her an savaşa hazır halde bulunan profesyonel askerlerden oluşmaktaydı. Hakim olduğu bölgelerdeki geniş tahıl ve yiyecek kaynakları ile ordusunu ayakta tutabiliyordu.
Metehan, M.Ö.174 yılında öldüğünde, geride birçok kavmi çatısı altında birleştiren büyük bir imparatorluk bıraktı. Bu imparatorluk yaklaşık 18 milyon kilometre kare büyüklüğündeydi. İmparatorluğunun sınırları doğudan batıya Japon Denizi’nden İdil Nehrine ve kuzeyden güneye Sibirya’dan Tibet ve Keşmir’e uzanıyordu. Hunların karşısında bulunan düzenli ve güçlü tek kuvvet olan Çin ordusunun, iç karışıklıklar nedeniyle idari zafiyet içinde olması Metehan’ın devletini kolayca büyütmesinde önemli bir neden olarak gösterilir.
2
ATTİLÂ
395-453
Hun İmparatorluğu’nun hükümdarıdır. Avrupa kıtasının önemli bir bölümüne egemen oldu. Bütün dünyaya egemen olma arzusundaydı, bu emelini tamamen gerçekleştiremedi ama tarihin tanıdığı en ünlü savaşçılardan biri oldu. Attilâ son derece sert ve acımasız bir karaktere sahipti. Batı kaynakları ona “Tanrının Kırbacı” ismini verdi.
Babası Muncuk Han’dır. Amcası Rua, onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken buldu ve yanına aldı. Vizigotlara karşı Roma İmparatorluğu’yla ittifak yapan Attilâ, bir süreliğine Roma’ya büyük Roma Generali Flavius Aetius’un davetlisi olarak gitti. Her şey iyiye giderken, Rua’nın ölüm haberini aldı. Geri dönerek kardeşi Bleda ile birlikte Hun İmparatorluğu’nun ortak hükümdarı oldu. Bleda 445 yılında öldü. Bu durum Attilâ’nın tek başına Hun hükümdarı olmasını sağlamıştır. Daha sonra aşık olduğu esir kızla evlenen Attilâ’nın bir oğlu oldu, doğum sırasında eşi hayatını kaybetti.
Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını sık sık istila eden Attilâ, Orta Çağ kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa’da kendisine “Tanrının Kırbacı” (Latince: Flagellum Dei, İngilizce: Scourge of God, İtalyanca: Flagello di Dio, Fransızca: Fléau de Dieu) denilmiştir. Buna karşılık Germen (Alman) efsanelerinde Attilâ, iyiliksever bir hükümdar olarak geçer. Attilâ’nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir. Bu hikâyelerde Attilâ, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır. Avrupa Hun İmparatorluğu’nun başkenti olan Etzelburg’un adının buradan geldiği sanılmaktadır. Aetus ile yaptığı Katalon Savaşı’nda Roma ordusu dağılmış, Batı Got kralı Theodeirch ölmüştür.
Batı Roma İmparatorluğu’na sefer yaparken Papa’nın araya girmesiyle Attilâ Roma’yı fethetmedi ve vergiye bağladı. Attilâ 453 yılında son eşi tarafından evlendiği günün gecesinde öldürüldü. Mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Cenazesine katılanlar, mezarın yerinin bilinmemesi için öldürülmüştür. Tarihçiler arasında Tuna Nehri’nin yatağının bir süreliğine değiştirildiğine ve hazineleriyle birlikte Attilâ’nın nehrin altına gömüldüğüne, daha sonra da nehir yatağının eski haline getirildiğine dair yaygın bir inanış vardır. Ancak Tuna Nehri’nin birçok ülkeden geçiyor olması bürokratik sorunlar çıkacağından kazı çalışması yapılamamaktadır.
Attilâ’nın görünümü ile ilgili bilgiler ise genelde ikinci el kaynaklara dayanır. Ancak kendisini bizzat gören Priscus isimli tarihçi Attilâ’yı şöyle tarif ediyor: Kısa boylu, göğsü ve kafası geniş, gözleri küçük, burnu yassı, ince ve grimsi sakalları olan bronz tenli biriydi.
Günümüzde, Attilâ bazı kültürler için kahraman (özellikle Türk ve Macar kültüründe), bazıları için ise barbarların atası (Avrupa kültüründe) olarak anılır. Fakat Attilâ barbar değildi; çünkü Avrupa’ya Asya uygarlığının önemli ögelerini ve özelliklerini Hunlar götürmüştür.
3
ALPASLAN
1030-1072
Selçuk Türklerinin ikinci sultanı Alpaslan, Bizanslıları Malazgirt Ovası’nda yenerek Anadolu’yu Türklerin yurdu haline getirdi. Gerçek adı Muhammed olduğu halde unvanı olan Alpaslan adıyla tanınmaktadır.
Selçuklu Devleti’nin kurucularından Horasan Valisi Çağrı Bey’in oğlu ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in yeğeni olan Alpaslan, bu devletin kuruluş dönemindeki güç koşullarda yetişti. Doğum tarihini çeşitli kaynaklar 1029 ile 1032 yılları arasında gösterir. Tarihçilerin çok yiğit bir savaşçı olarak tanımladıkları hükümdar çok küçük yaşta ata binip ok atmayı öğrendi. İlk gençlik yıllarında arkadaşlarından oluşan kendi birliğiyle katıldığı Dandanakan vb. savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti ve babasının ölümünden sonra Horasan valiliğini üstlendi. Tuğrul Bey 1063´de ölünce Selçuklu ülkesinde taht kavgaları başladı. Oğlu olmayan Tuğrul Bey, Alpaslan’ı tahta layık gördü. Fakat Alpaslan’ın ağabeyi Kavurd tahta kendisi çıkmak istedi. Alpaslan Kavurd ile yaptığı savaşı kazandı ve Selçuklu’nun başına geçti. İç meselelerini halleden Alparslan, 1064 yılından itibaren seferlere başladı. Ordusuyla önce Buhara’ya girdi. Daha sonra Harzem’i fethetti.
Alpaslan 1071 yılında, Türk tarihinin en önemli zaferlerinden biri olan Malazgirt Savaşı’nı kazanmıştır. Bu dönemde Bizans bir nevi fetret devri yaşamıştır. Alpaslan, Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in canını bağışlamış, onu yıllık vergiye bağlayıp bir süre esir tutmuştur. Fidyesi ödenen Romen Diyojen ülkesine döndüğünde, tahtından indirilmiş ve VII. Mikhail’in yeni Bizans imparatoru olarak tahta çıkmış olduğunu görmüştür. Tahtını geri almak için yaptığı savaşlarda mağlup düşmüş, kaçtığı Kilikya’da bir küçük kalede yakalanarak gözlerine mil çekilmiş, İstanbul’a getirilmiş ve Proti adasında (Kınalıada’da) sürgün edilmiştir. Gözlerinin kör edilmesinden dolayı oluşan yaranın enfeksiyonu sonucu ölmüştür. Bu nedenle Malazgirt Savaşı sonunda esir Romen Diyojen’in imzaladığı vergi ödeme vaadi geçerliliğini yitirmiştir.
Alpaslan’ın 1072 yılında, esir aldığı biri tarafından öldürüldüğü sanılmaktadır. Bazı kitaplara göre Alpaslan’ın savaşta esir aldığı bir kişi tarafından öldürüldüğü söylenmektedir. Türkmen takviminde 2002 yılından Temmuz 2008’e kadar Ağustos ayı Alpaslan olarak adlandırılmıştır. 2005 yılından bu yana Yusuf Halaçoğlu başkanlığında yapılan kazı ve çalışmalarda Alpaslan’ın mezarının Merv şehrinde olduğu tespit edilmiştir.
4
OSMAN GAZİ
1258?-1324?
Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı, Osmanoğulları’nın atası. Osman Bey, Osman Gazi, en eski kaynaklarda Osmancık, Kara Osman adlarıyla da anılır. Osman Bey, Oğuzların Bozok Boyunun Kayı Kolundan kalabalık bir obaya başkanlık eden Ertuğrul’un (Erdoğdu Bey) oğludur, halk söylencelerine göre annesi Hayma Ana’dır.
İlk Osmanlı tarihlerine göre, toplumsal düzeni oldukça karışık olan Bitinya (Bursa-Bilecik-İznik) yöresinde, Bizans tekfurlarının, Germiyan Beyliği’nin ve Umurbeyoğulları’nın egemenlik alanlarıyla kuşatılmış küçük bir alanda uçbeyi olan Osman bu sanını korumak ve güçlenmek için yaklaşık yirmi yıl, gaza yoldaşları Samsa Çavuş, Konur Alp, Akçakoca, Aygut Alp, Gazi Abdurrahman ve diğer beylerle bir dizi yerel savaşı göze aldı. Eskişehir ahilerinin İtburnu Tekkesi Şeyhi olan kayınbabası Edebalı’dan da manevi destek sağladı.
1280’lerden 1300’e uzayan ve Osmanlı Devleti’nin doğuş süreci olan bu evrede Osman Bey ilkin 1283’te İnegöl Tekfuru Nikola ile karşı karşıya geldiği Ermeni Beli’ndeki çatışmada yenildi; kardeşi Sarubatı’nın oğlu Bay Hoca şehit düştü. Ertesi yıl, Emirdağı eteğindeki Kulacahisar’ı 300 kişilik bir kuvvetle gece baskını düzenleyerek aldı. 1286’da asıl önemli çatışma İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının birleşik güçleriyle Ekizce’de yaşanan Domanıç muharebesidir. Osman Bey bu savaşı kazanarak Karacahisar’ı aldı ancak bu kez de kardeşi Sarubatı (veya Gündüz Alp) şehit düştü. Bundan sonra Osman Bey’in taktik değiştirerek ittifaklar kurduğu saptanıyor. Mudurnu yakınlarında buluştuğu Samsa Çavuş’la kardeşi Sulamış’ı, ayrıca Harmankaya tekfuru Köse Mihal’i yanına alıp 1290’larda Sakarya vadisinde Sorkun, Taraklı Yenicesi, Göynük taraflarına akınlar yaparak ününü duyurmuştur.
Tarih kitapları, Osman Bey’in giderek güçlenmesinden kaygılanan Rum tekfurların hileye başvurduklarını anlatmaktadır. Tekfurlar sözde dostluk gösterisiyle Yarhisar’a düğüne çağırdıkları bu atak Uçbeyine bir suikast düzenlerler. Lakin kendisini davete gelen Harmankaya (Priminos) Tekfuru Mihal’in uyarısı üzerine Osman Bey karşıt bir komplo hazırlamış, kırk cengâverini kadın giysileriyle Bilecik kalesine sokarken düşmanlarını da Çakır Pınarı’nda alt etmiş, Bilecik (Belekoma) ve Yarhisar ’ı da almıştır. Osman Bey, Yarhisar’dan yola çıkan düğün alayını da basarak tutsak ettiği Tekfur kızı Holofera’yı (Ülüfer/Nilüfer Hatun) oğlu Orhan’a almış, bir yandan da Turgut Alp’e kuşattırdığı İnegöl’ü zapt etmiştir. Bu olaylar için 1298-1299 tarihleri verilmektedir ki Osmanlı Devleti’nin kuruluşu bu gelişmelere de bağlanır. Önceleri bir ipekçilik ve demircilik merkezi olan Bilecik’te üslenen ve küçük ordusunun saflarını Paflagonya çeteleriyle sıklaştıran Osman Bey’in yetmiş yıllık yaşamının büyük bir bölümü savaşlarla geçti. Bir bölük kuvveti Köprühisar’ı alırken, İznik’in yanı başında da 1301’de Türkmen nüfuslu Yenişehir kuruldu ve Osman Bey burayı merkez edindi. Kardeşi Gündüz Bey’e Eskişehir’i, oğlu Orhan’a Karacahisar’ı, Hasan Alp’e Yarhisar’ı, Turgut Alp’e İnegöl’ü dirlik olarak veren Osman Bey Bursa, Ketsel, Kite Tekfurlarının ordusunu 1302’de Koyunhisar savaşında yendi. Yeğeni Aydoğdu’nun şehit düştüğü bu savaş sonunda Orhaneli (Atranos), Ulubat gölündeki Alyos adası ele geçirildiği gibi, Kite Tekfuru da Aydoğdu’nun öcü alınmak için katledildi.
Anadolu Selçukluları’nın dağıtıldığı, İlhanlıların Anadolu’yu istila ettiği, Türkmen beyliklerinin birbirleriyle savaştıkları, Bizans’ın güçsüzleştiği bir dönemde yeni bir devletin temellerini atan Osman Gazi, tarihlerin yazdığına göre son yıllarında “damla illeti” (gut/nikris) ve yaşlılık nedeniyle beylik sorumluluğunu oğlu Orhan’a bırakmıştı. Osman Bey’in ölüm tarihine ilişkin rivayetler çeşitlidir. Tarihçilerden Ruhî 1320’de, Oruç Bey1327’de, diğerleri ise bu iki tarih arasında muhtelif yıllarda öldüğünü bildirmektedirler. Osman Bey’in, önce Söğüt’te, babası Ertuğrul’un türbesine; Bursa’nın fethinden sonra ise buradan alınıp Bursa Hisarı’nda Osmaniye Meydanı’ndaki Gümüşlü Kümbet’e (Aya Elia) gömüldüğü rivayet edilir. Türkmen geleneklerini bırakmayarak basit bir yaşam sürdüğü, hatta ölünceye değin otağda oturduğu söylenir.
5
YILDIRIM BAYEZİD
(I. BAYEZİD)
1360-1403
Dördüncü Osmanlı padişahı. 1389’dan 1403 yılına kadar hükümdarlık yapmıştır. Büyük cesareti ile ün yapan ve savaşlardaki emsalsiz sürati sayesinde “Yıldırım” unvanını alan Osmanlı padişahıdır.
Babası Sultan I. Murat, annesi Rum asıllı olan Gülçiçek Hatun’ dur. Küçük yaştan itibaren zamanın seçkin alimlerinden genel İslam eğitimi ve değerli kumandanlardan askerlik, sevk ve idare dersleri aldı. Osmanlı tarihlerinde kendisinden ilk olarak söz edilmesi, 1381’de Germiyanoğulları Beyi Süleyman Şah’ın kızı Devlet Sultan/Hatun’la evlenişi nedeniyledir. Bu evlilik, babası I. Murat’ın Germiyan topraklarının neredeyse tamamını “gelin çeyizi” olarak sınırlarına katmak politikasının sonucuydu. Takip eden yıllarda devlet idaresinde yetişmesi için Sultanönü Eskişehir ve sonra Germiyan ili Kütahya sancakları beyliğine atandı. 1389’da Sırpların çoğunluğunu oluşturduğu Haçlı ordusu ile yapılan Birinci Kosova Savaşı’na katıldı. Savaşta büyük kahramanlık gösterdi. Babası Sultan Murat, bu savaş sonunda bir Sırp soylusu olan Milos Obilic tarafından şehit edilince, devlet ileri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtı kendisine verildi.
I. Bayezid ilk olarak, Rumeli sorunları ile ilgilendi. Sırbistan sorununu yoluna koymak için çaba harcadı. Kosova Savaşı’ndan sonra yaptığı anlaşmayla Sırplar’ın vergi ödemesine ve yeni kralın kız kardeşi Mara Despina’nın I. Bayezid ile evlenmesine karar verildi. Edirne’nin imar edilmesi için uğraştı. 1393’de I. Bayezid Anadolu’da Amasya ve civarında iken, Macarların saldırıları üzerine Rumeli’ye döndü. Bulgarların başkentini ele geçirdi. Macarlardan ve Bulgarlardan oluşan orduların işgaline uğrayan Tuna boyu kaleleri olan Silistre, Niğbolu ve Vidin’i tekrar Osmanlı egemenliği altına aldı. 1394’te Selanik ve Yenişehir’i alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk’a kadar ilerlediler. 23 Eylül 1396’da yine Rumeli’nde büyük bir Haçlı Ordusuna karşı Niğbolu Savaşı yapıldı ve I. Bayezid önemli bir zafer kazandı. Anadolu’da sefere çıkan I. Bayezid bu defa Amasya ve yöresine yöneldi. Bu sefer sonucunda Amasya, Merzifon, Turhal ve Tokat kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir. 1396’nın en önemli olayı Niğbolu Savaşı oldu. Büyük bir Haçlı ordusuna karşı çok önemli bir zafer kazanan I. Bayezid bu savaştan kazandığı ganimetle kışı geçirmek için Anadolu’daki başkentine, Bursa’ya döndü. Savaş ganimetlerini Bursa’nın imarına sarf etmeye başladı. Bursa Ulu Camii bu ganimetlerin kullanıldığı eserlerin başında gelir. Bayezid, İstanbul’u dört kez kuşattı, fakat hiçbirinde başarılı olamadı. 1402’de Timur büyük bir ordu ile Anadolu seferi başlattı. O yıl baharında Kemah kalesini kuşatıp aldı ve Sivas üzerine yürüdü. I. Bayezid ise ordusu ile Tokat’a gelmiş ve orada ordugâh kurmuştu. Her iki taraf da bu yörede savaşa razı olmayarak biri kuzeyden diğeri güneyden Kızılırmak’ı takip ederek Ankara’ya geldiler. Burada 22 Temmuz 1402’de Ankara Savaşı başladı. Timur Ankara Savaşı’nda büyük başarı kazandı. Savaş sonrasında Bayezid esir düştü.
Yıldırım Bayezid 8 Mart 1403’te 43 yaşındayken Akşehir’de nedeni hâlâ bilinmeyen bir şekilde ölmüştür. İbn Arabşah, eceliyle öldüğünü yazar. Yıldırım naaşı geçici olarak Akşehir’de Seyyid Mahmud Hayrani’nin türbesine defnedilmiştir. Bazı kaynaklara göre Yıldırım Bayezid’in naaşı Musa Çelebi tarafından Bursa’ya getirilmiş ve Yıldırım Camii yanındaki türbesine gömülmüştür. Diğer kaynaklarda ise Musa Çelebi’nin babasının naaşını mumyalanmış olarak Kütahya’ya Germiyanoğlu Yakup Bey’e getirdiğini; burada naaşın saklandığını ve 1404’de Çelebi Mehmed tarafından Bursa’ya getirilerek türbesine gömüldüğü yazılıdır.
6
FATİH SULTAN MEHMED
(II. MEHMED)
1432-1481
İstanbul’u fethetmesinden sonra Fatih lakabıyla anılmıştır. İstanbul’un fethi, Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ’ın başlangıcı olmuştur. Bundan dolayı Fatih, “Çağ Açan Hükümdar” olarak da tanınır. İstanbul’un fethiyle 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu son bulmuştur. Fatih, çıkardığı yasalarla devleti önemli ölçüde yeniden biçimlendirmiştir.
II. Mehmed 29 Mart 1432’de o dönemde Osmanlı Devleti’nin başkenti olan Edirne’de doğdu. Babası II. Murat’ın üçüncü oğluydu. Annesi Hüma Hatun adıyla bilinir. 1434’te büyük ağabeyi Ahmet’in Rum sancakbeyi olduğu Amasya’ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmet’in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum Sancakbeyi oldu. Mehmed’in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. II. Murat’ın 1451 yılında vefat etmesiyle, Mehmed Edirne’de tahta çıktı. Daha sonra babasının İsfendiyaroğulları beyinin kızından olan sekiz aylık oğlu Küçük Ahmed Çelebi’yi boğdurttu. Bu şekilde kardeş katli yasası da uygulamaya konmuş oldu. Mehmed Konstantinopolis’i kuşatma hazırlıklarına 1451 sonlarında başladı. Boğaz’ın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. İmparator 1452’nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed elçileri reddetti. Bu savaş ilanı anlamına geliyordu. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. 6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. Donanmasını bir şekilde Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan Mehmed gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya uzanan güzergaha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler üstünde 22 Nisan sabahında Haliç’e indirildi. Osmanlı ordusu 29 Mayıs’ın ilk saatlerinde son taarruza başladı. Osmanlılar son taarruzu üç dalga halinde gerçekleştirdiler. Nihayet sabah saatlerinde Osmanlı askerleri Kerkoporta adlı kapıdan içeri girmeyi başardılar ve kapının üzerindeki burca Osmanlı sancağını diktiler. Mehmed fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve “Bundan sonra tahtım İstanbul’dur!” diye buyurdu.
II. Mehmed İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı. Fethin hemen ardından Mehmed şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma’yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde tutmaktı. Kuracağı imparatorluk bir İslam devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı. Fatih, Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra’yı, Candaroğulları’nın elindeki Sinop’u aldı ve Kırım Hanlığı’nı Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına aldı. 1461’de Pontus Devleti’nin başkenti Trabzon’u ele geçirdi ve devletin varlığına son verdi. 1466’da Hersek’in büyük bölümünü ve Arnavutluk’taki bazı kaleleri fethetti. 1473’te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarını ağır yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl Karamanoğulları Beyliğini tamamen ortadan kaldırdı. Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Maltepe’deki ordugâhında öldü. Niksir hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de söylenir. Fatih Sultan Mehmet öldükten sonra Papa, iki gün boyunca tüm kiliselerin çanlarının çalınmasını emretmiştir.
Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Avni takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekledi. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini’yi 1479’da İstanbul’a getirterek resimlerini yaptırdı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500’den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.