Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Gülistan», sayfa 2

Yazı tipi:

Denizden istifade çoktur; fakat selameti istersen selamet denizin içinde değil kenarındadır.”3

Refikim bu sözü işitince mükedder oldu, yüzünü ekşitti. Sitemle karışık sözler söylemeye başladı ve dedi ki: “Bu ne akıl, bu ne fikir, bu ne anlayış, bu ne buluştur! Hükema ne doğru söylemiştir: ‘Dostlar zindanda işe yararlar, dostlukları o zaman anlaşılır; yoksa sofra başında tekmil düşmanlar dost görünürler.’

Sen servet, saadet içinde iken dostluktan bahsedenleri, kardeşimsin diyenleri hakiki dost sanma. Hakiki dost; perişanlık, zaruret, felaket zamanında el tutan kimsedir.”

Baktım ki müteessir oluyor ve benim nasihatimi sadakatsizliğime hamlediyor, aramızda bulunan muarefeye binaen divan sahibinin yanına gittim. Arkadaşımın hâlini anlattım. Onu küçük bir vazifeye tayin ettiler.

Aradan bir müddet geçince kabiliyetini, işi iyi idare ettiğini, güzel düşündüğünü gördüler; beğendiler. Vazifesi yükseldi.

Daha yüksek bir memuriyete nakledildi. Saadetinin yıldızı durmadan terakki ediyordu. Nihayet elde edilmesi istenilen rütbelerin en yükseği olan vezaret rütbesine nail ve padişahın yakınlarından olarak parmakla gösterilir oldu. Ayan ve ekâbirin itimatgâhı, müracaatgâhı oldu. Onun bu yüksekliğine sevindim, dedim.

Hayatın, arzuya uygun olarak geçmezse müteessir olma, sabret. Sabır acıdır, fakat meyvesi tatlıdır.

Bir işi bağlanmış görünce çözülmez, açılmaz diye düşünme; mustarip, mahzun olma; çünkü abıhayat zulmet içindedir.

Ey musibete düçar olan kimse, mahzun olma.

Cenabıhakk’ın nice gizli lütufları vardır.

O sırada tesadüfen birtakım dostlar ile Mekke’ye sefer ettim.

Mekke’yi ziyaretten dönüşümde o dostum iki konaklık yerden karşıladı. Hâlini perişan gördüm. Mazul olduğunu anladım. Zira devlet adamı bir dost, ancak azledildiği zaman dostlarını görme hevesine düşer.

Mesnet ve devlet meşguliyetleri arasında tanıdıklarını aramazlar. Çaresizlik ve fakirlik zamanında dert yanmak için dostlarının yanına gelirler. Onu böyle fakir ve perişan bir hâlde görünce: “Bu ne hâldir?” dedim.

Dedi ki: “Senin vaktiyle söylediğin çıktı. Birtakım insanlar bana hasetle bir hıyanet isnat ettiler.

Padişah işi etrafıyla tahkik etmedi. Eski dostlarım, merhametli arkadaşlarım hakkı müdafaa etmediler, sustular, eski arkadaşlık hukukunu unuttular.”

Görmez misin ki mansıp, ikbal ve rütbe sahibinin karşısında herkes onu överek el bağlar, durur.

Eğer zaman, bir mansıp ve ikbal sahibini yıkacak olursa herkes ayağını onun başı üzerine koyar.

“Sözü kısa keseyim; türlü ukubete giriftar oldum. Nihayet bu hafta ‘Hacılar geliyor.’ diye müjde gelince bu müjde şerefine beni ağır zincirden çıkardılar. Fakat kendime mahsus olan malımı, mülkümü hazine namına zapt ettiler.”

Dedim: “Evvelce benim nasihatimi kabul etmedin. Ben demiştim ki padişah işi deniz yolculuğu gibidir. Hem faydalı hem korkuludur. O, tılsımlı hazineyi açmak için uğraşmaya benzer ki ya hazineyi elde edersin, yahut tılsımın tesiriyle ölürsün.”

Tüccar, ya sahilde iki eliyle altınları kucağına çeker; yahut bir gün dalga onu ölü olarak bir sahile atar. Fazla söyleyerek kalbinin yarasını deşmek, hem de üstüne tuz ekmek istemedim. Sözümü şu iki beyit ile bitirdim:

“Bilmedin mi ki kulağına insan nasihati girmezse ayağını zincirde görürsün?”

Şimdi sana bir nasihat daha edeyim: “Eğer iğne acısına dayanamazsan parmağını akrebin deliğine sokma.”

Hikâye

Birkaç ahbabım vardı. Bunlar görünüşte iyi insanlar idiler.

Büyüklerden birisi bunların haklarında fazla hüsnüzanda bulundu. Bunlara tayınat bağladı. Nasılsa içlerinden birisi dervişlerin hâllerine yakışmayacak bir harekette bulundu. Bundan dolayı o zatın hüsnüzannı bozuldu ve bunların tayınları kesildi.

Bir suretle bunların tayınlarını tekrar bağlatmak istedim. O büyük zatı görmeye, ona hürmetlerimi takdim etmeye gittim. Kapıcı beni içeri bırakmadı ve bana cefa etti. Kapıcıyı mazur gördüm; çünkü hükema demiştir ki:

“Bir vasıta olmadıkça beyin, vezirin, sultanın kapısının etrafında dolaşma. Zira köpek ile kapıcı bir soydandır. Bir garibi görünce köpek onun eteğine, kapıcı da yakasına yapışır.”

Bu sırada o büyük zatın yanında bulunan şerefli zatlar benim hâlime vâkıf oldular ve beni izaz, ikram ile huzura götürdüler. Huzurda bana en yukarı bir yer gösterdilerse de tevazuyla aşağı bir yere oturdum.

“Ben kusurlu bir kul olduğum için beni bırak, bendeler sırasına oturayım.”dedim.

Ben böyle deyince o muhterem zat: “Allah Allah bu nasıl sözdür?” diye bana iltifatta bulundu ve şöyle dedi:

“Eğer sen benim başım, gözüm üzerinde otursan ben senin nazını çekerim; çünkü sen nazı çekilecek bir zatsın.”

Hulâsaikelâm, oturdum. Öteden beriden konuştuk. Nihayet söz sırası bizim ahbapların işledikleri hataya geldi. Şöyle dedim:

“Evvelce ihsanı, inamı sebkeden velinimet ne cürüm gördü ki bendelerini nazarında hakir tutuyor? Kulun cürmünü gördüğü hâlde, ekmeğini eskisi gibi vermek büyüklüğü, lütfu Cenabıhakk’a mahsustur.”

Bu söz valinin çok hoşuna gitti ve dostlarımın tayınlarının eskisi gibi verilmesini ve kaç gün tatile uğramış ise onun da ilave edilmesini emirle maişetleri esbabını temin buyurdu.

O zatın lütfuna teşekkür ettim, lazım gelen hürmeti yaptım ve böyle bir tasdia cesaretimden dolayı özür dileyerek huzurundan çıkarken şu sözü söyledim:

“Kâbe, hacetler kıblesi olduğu cihetle nice fersahlık yerlerden halk onu görmeye gelir. Senin gibi büyük zatlar bizim gibi fakirlerin tasdilerine tahammül etmelidirler. Çünkü meyvesiz ağaca kimse taş atmaz.”

Hikâye

Bir melikzade, babasından miras olarak birçok hazineye malik oldu. Kerem elini açtı, sahaveti bütün manasıyla icra etti. O bitmez tükenmez sanılan hazineyi askere ve ahaliye saçtı.

Öd ağacından yapılan bir tabla güzel kokmaz. Kokmadığı için de burun ondan güzel bir koku alıp da rahat edemez. O öd ağacını ateş üzerine koy ki amber gibi koksun. Sana büyüklük lazım ise ihsan inam et. Çünkü daneyi saçmazsan bitmez.

İdare ve tedbir hususunda kâfi derecede ehliyete sahip olmayan vezirlerden birisi ona nasihate başladı ve dedi ki: “Senden evvelki padişahlar bu kadar parayı çalışarak kazanmış ve lüzumlu bir gün için saklamışlar. Bu hâle devam etme; zira önümüzde müşkül zamanlar, arkamızda düşmanlar var. Hazineyi böyle dağıtırsan lüzumu zamanında âciz kalırsın.

Eğer halka bir hazineyi dağıtacak olursan her aile reisine pirinç kadar bir şey düşer. Niçin halkın her birinden her gün bir arpa miktarı gümüş almıyorsun? Her gün sana bir hazine hâsıl olur.”

Melikzade yüksek yaradılışına uymayan bu sözden yüzünü ekşitti, veziri cezalandırdı ve şöyle dedi: “Hak Teala Hazretleri, yemek ve ihsan etmek için beni bu memlekete malik kılmıştır. Bekçi değilim ki bekleyeyim.

Karun’un kırk ev dolusu hazinesi varken öldü gitti, iyi bir adı kalmadı. Fakat Nuşirevan ölmedi, çünkü iyi bir ad bıraktı.”

Hikâye

Nuşirevan (lakabı “Adil”) için bir av yerinde bir avı kebap edeceklermiş, fakat tuz yokmuş. Bir parça tuz getirmek üzere uşaklardan birini köye göndermişler. Nuşirevan, uşağı çağırıp “Tuzu para ile al, ta ki köyden tuz almak hükûmetçe bir âdet olup köy harap olmasın.” diye tembih etmiş.

Nuşirevan’ın yanında bulunanlar: “Bir parça tuzdan ne fenalık çıkar?” demişler.

Nuşirevan: “Zulmün esası cihanda evvela az imiş. Sonra her gelen bir parça arttırmakla bugünkü dereceyi bulmuştur.” demiş.

Eğer ahalinin bahçesinden padişah bir elma yerse uşakları, ağacı kökünden çıkarırlar.

Birisinden yarım yumurta almak suretiyle padişah, zulmü reva görecek olursa padişahın askerleri bin tavuğu şişe geçirirler.

Hikâye

İşittim ki bir vali, sultanın hazinesini mamur etmek için ahalinin evini yıkarmış. Hükemanın şu sözlerinden haberi yokmuş. Hükema demiş ki: “Her kim halkın gönlünü elde etmek için Cenabıhakk’ı gücendirirse Cenabıhak o halkı onun üzerine musallat kılar. Onun dünyadan kökünü kaldırır.”

Kalbi mahzun, hatırı mecruh bir kimsenin gönlünün tütünü zalimi öyle yakar ki ateş, üzerliği o nispette yakamaz.

Derler ki tekmil hayvanların reisi aslan, canlıların en aşağısı da merkeptir. Mamafih akıllılar: “Yük çeken eşek, adam paralayan aslandan hayırlıdır.” derler.

Zavallı eşeğin her ne kadar idraki yoksa da yük çektiği için değeri vardır. Yük taşıyan öküzler, eşekler, adam inciten insanlardan daha iyidir.

O valinin kötü huylarından bir kısmı padişahın malumu olmuş; ona işkence edilmesini emretmişti.

Ahalinin gönlünü aramazsan padişah senden razı ve memnun olmaz. Eğer Cenabıhakk’ın lütuf ve ihsanını istersen Allah’ın kullarına iyilik et.

Vaktiyle o validen zulüm görmüş olanlardan birisi ona rastlamış, hâlinin perişanlığını görüp şöyle demiş:

“Kolunun kuvvetine ve mansıbına güvenen her kimse halkın malını sebepsiz yere alıp saltanatla yiyemez. İri kemiği boğazdan geçirip yutmak kabildir; fakat o kemik göbeğe inince insanın karnını yırtar.

Kötü yaşayışlı zalim, ölür gider; fakat üzerindeki lanet ebedî olarak kalır.”

Hikâye

İnsanları incitmekten zevk alan birisi salih bir adamın başına bir taşla vurmuş. Dervişin o zalimden intikam almaya kudreti yokmuş. Derviş, başına vurulan o taşı alıp saklamış.

Bir gün gelmiş, padişah o zalime kızıp onu bir kuyuya attırmış.

Derviş gelmiş, o saklamış olduğu taşı onun başına atmış.

Zalim demiş ki: “Kimsin; bu taşı benim başıma niçin vurdun?”

Derviş: “Ben filancayım, bu taş da filan tarihte benim başıma vurmuş olduğun taştır.” demiş.

Zalim: “Bu kadar zamandan beri neredeydin?” demiş.

Derviş cevap vermiş: “Mansıbından korkarak yanına uğramıyordum. Şimdi seni kuyuda görünce fırsatı ganimet bildim.”

Bir münasebetsiz adi kimseyi bahtiyar, mesut görünce akıllılar ona itiraz etmez, hoş görürler. Mademki keskin, yırtıcı tırnağı yoktur, öyleyse kötüler ile cenkleşme. Her kim polat kollu birisiyle pençeleşirse kendisinin gümüş gibi narin bileğini incitmiş olur. Sabret, felek o kötünün, polat kolunun elini bağlayınca o zaman istediğin gibi onun beynini çıkarırsın.

Hikâye

Padişahlardan birisinin korkunç bir illeti vardı ki o illetin adını tekrarlamak caiz değildir.

Yunan tabiplerinden bir cemaat, müttefikan dediler ki bu derdin devası ancak şu sıfatlarla mevsuf bir insanın ödü olabilir.

Padişah emretti, her tarafa arayıcılar çıktılar, o sıfatlarla mevsuf bir insan aradılar. Araya araya bir köylü çocuğunu buldular ki tabiplerin dedikleri sıfatlar onda tamamıyla mevcut idi.

Padişah, çocuğun anasını, babasını çağırttı, onlara birçok para, mal, mülk vererek onları razı etti.

Sonra padişah işi kadıya havale ile çocuğun katli için fetva istedi.

Kadı, padişahın vücudunun selameti için ahaliden birisinin kanını dökmek caizdir, diye fetva verdi. Çocuğu meydana getirdiler. Cellat geldi. Çocuğun boynunu vurmak için kılıcını çekti, hazırlandı, işaret bekledi. Tam o sırada çocuk gözlerini göğe dikti. Gülerek kendi kendine bir şeyler söylendi.

Çocuğun gülmesi padişahın dikkatini celbetti: “Çocuk! Bu gülecek zaman mıdır?” diye sordu.

Çocuk şöyle cevap verdi: “Padişahım, çocukların nazı anasına, babasına geçer; davayı kadıya götürürler; adaleti padişahlardan isterler. Gel gelelim şimdi benim anam babam dünyanın fâni malları için beni ölüme teslim ettiler; kadı kanımın dökülmesi için fetva verdi; padişah ise kendi sıhhatini benim ölümümde görüyor. Allah’tan başka, bir penahım kalmadı. Onun için göğe baktım; onun adaletini, merhametini istedim ve bana acıyacağını bildiğim için sevindim, güldüm…” dedi.

“Senin elinden kime feryat edeyim? Senden yine sana şikâyetle adalet istiyorum.”

Çocuğun bu sözünden padişah müteessir oldu, gözleri doldu: “Benim ölmem böyle bir bigünahın kanının dökülmesinden evladır!” dedi. Çocuğu kucakladı, başını, gözünü öptü. Ona hadsiz hesapsız para, mal, mülk verdi, onu azat etti.

Bu hikâyeyi nakledenler derler ki padişah hemen o hafta içinde o dertten şifa buldu.

Nil Nehri’nin kenarında bir filci beyit söylüyordu. Henüz hatırımdadır, diyordu ki: Ayağının altındaki karıncanın hâlini anlamazsan, bilmiş olasın ki filin ayağı altında senin hâlin gibidir.

Hikâye

Amr İbni Leys’in kölelerinden birisi kaçmıştı. Arkasından adamlar gittiler, tuttular, getirdiler; huzura çıkardılar.

Vezirlerden birisinin o köleye garezi vardı: “Padişahım, diğer kölelerin böyle bir harekette bulunmaması için bunun idamı lazımdır.” dedi.

Bu söz üzerine köle, başını yere koydu ve şöyle dedi:

“Padişahım, sen benim velinimetimsin. Hakkımda verilen hangi hükmü beğenirsen layıktır, razıyım. Kölenin ne diyeceği olur, söz efendisinindir.”

Köle söze devam ile dedi ki: “Yalnız şu kadar var ki bu hanedanı alişanın nimetiyle beslenmişim, istemem ki yarın kıyamette benim kanımdan dolayı size bir muaheze vaki olsun. Eğer bu kulunuzu öldürmek istiyorsanız şeri şerife tatbik ile öldürünüz, ta ki kıyamette muaheze olunmayasınız.”

Padişah sordu: “Katlinin şeri tatbik edilmesi nasıl olur?”

Köle dedi ki: “Müsaade buyurunuz ben şu veziri öldüreyim, katil olayım, o zaman kısas suretiyle katlimi ferman buyurursunuz ve hakkıyla öldürtmüş olursunuz.”

Padişah güldü, vezire hitap ile “Ne dersin?” dedi.

Vezir cevap verdi: “Padişahım muhterem pederinizin kabri şerifi sadakası için olsun şu haramzadeyi af buyurunuz, ta ki belaya sokmasın. Kabahat bendedir ki hükema sözlerini nazarı dikkate almadım.” Hükema şöyle demiştir:

“Kesek taş atanlarla cenk edecek olursan cehaletle kendi başını kırmış olursun. Düşmana karşı ok attığın zaman düşün ki sen de onun karşısına oturmuş hedeftesin.”

Zevzen padişahının bir hocası (defterdarı) vardı. Ahlakı güzel, değerli bir zat idi. Herkese tevazu ile hürmet ederdi. Kimseyi arkasından çekiştirmezdi.

Nasılsa bir hâli padişahın hoşuna gitmedi. Tekmil malını müsadere ettirdi. Kendisini de hapse atıp işkence edilmesini emretti.

Ona işkenceye memur olan çavuşlar vaktiyle ondan iyilikler gördükleri, teşekküre borçlu oldukları için kendisine eziyet, işkenceler değil; iyi muamele eder ve zorlamayı, itap etmeyi reva görmezlerdi.

Düşman ile sulh hâlinde bulunmak istersen o seni arkadan zemmettikçe sen onu yüzüne karşı takdir, tahsin et.

Fena dilli bir kimsenin sözü nihayet onun ağzından çıkar. Acı söz istemezsen onun ağzını tatlı yapmaya çalış.

Padişahın fermanı mucibince birçok işkenceye maruz olduktan sonra cezasının kalan kısmını da zindanda geçiriyordu.

O taraflardaki padişahlardan birisi o hoca hakkında mahremi bulunan bir kimseye mektup gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu: “Oranın padişahı böyle büyük bir zatın kadrini bilmedi, ona hürmetsizlikte bulundu. Bu bize ağır geldi. Eğer hoca hazretleri (Tanrı onun sonunu hayretsin) bizim tarafa iltifat buyuracak olursa hatırına son derece riayet edilecektir ve bu memleketin büyükleri onu görmeye muhtaçtırlar. Mektubun cevabını muntazırız.”

Mektup gizlice hocaya verildi; hoca mektuba vâkıf olunca işin sonundaki vehameti düşündü. Münasip gördüğü veçhile kısa ve ele geçtiği zaman töhmeti mucip olmayacak bir cevap yazıp gönderdi.

Zevzen padişahının adamlarından birisi bu işi öğrendi; padişaha bildirdi ve “Hapsettirmiş olduğunuz filanca, etraftaki padişahlar ile mektuplaşıyor.” dedi.

Padişah kızdı ve bu işin meydana çıkarılması için emir verdi.

Mektup götüren kimseyi tuttular, mektubu okudular. Yazmış ki: “Büyüklerin hakkımdaki hüsnüzanları değerimden çok fazladır. O tarafa gidersem hüsnükabul ile şeref bulacağım yazılmış. Bunu kabul etmeye imkân yoktur; çünkü bu hanedanın nimetiyle beslenmişim. Azıcık infialden dolayı velinimete vefasızlık edemem.”

Hükema demiş ki: “Senin hakkında her zaman kerim olan bir kimse eğer ömründe bir kere sitem ederse mazur gör.”

Hocanın hakşinaslığını padişah beğendi, onu affetti; hilat giydirdi, paralar verdi ve “Hata ettim, senin gibi bigünahı incittim.” diye özür diledi.

Hoca şöyle dedi: “Padişahım, kulunuz da bu işte bir hata görmüyorum. Belki başıma böyle nahoş bir iş gelmesi takdiri ilahîde varmış. O işin sizin elinizde vukua gelmesi pek iyi oldu; çünkü üzerimde çok nimetiniz, lütfunuz, ihsanınız vardır, size minnettarım.”

Eğer halktan bir zarar erişirse incinme; çünkü halktan ne rahat erişir ne de mihnet erişir.

Düşmanın düşmanlığını, dostun dostluğunu Allah’tan bil; çünkü her ikisinin de kalbi Cenabıhakk’ın yed-i tasarrufundadır.

Atılan ok yaydan geçer; fakat akıllı insan oku yaydan bilmez; yayı tutan insandan bilir.

Hikâye

Arap meliklerinden birisi mukarreplerine der ki: “Filancanın aylığı her kaç ise iki kat yapınız; zira saraya devam ediyor ve fermana fevkalade riayetkârdır. Diğer hizmetkârlar ise eğlence ve oyun ile meşgul oluyor ve hizmette tembellik, gevşeklik gösteriyorlar.

Ariflerden bir zat bunu işitti ve coşup vecde geldi.

Sebebini sordular:

“Cenabıhakk’ın dergâhında kullanılan derecelerin artması da böyledir.” dedi.

Bir kimse padişahın hizmetine iki sabah devam ederse, üçüncüsünde padişah ona lütuf ile bakar.

İhlas ile ibadet edenler de Cenabıhakk’ın âsitânından elbette meyus dönmezler.

Büyüklük buyruk kabul etmektedir. Buyruk tutmamak mahrumluğun delilidir. Kimde doğruların siması varsa eşikten ayrılmaz hizmet eder.

Bir zalimi hikâye ederler ki fakirlerin odunlarını zulüm ile alır ve zenginlere cebren verirmiş.

Ariflerden bir zat o zalime tesadüf edip şöyle demiş:

“Sen bir yılansın, ki kimi görsen sokarsın, yahut baykuşsun, ki nerede otursan viran edersin.

Senin gücün bize yeterse gaybı bilen Cenabıhakk’a yetmez. Yer ehline cebretme ta ki göğe beddua akmasın.”

Zalim bu sözden incinmiş, suratını asmış. Ona iltifat etmemiş, böbürlenmiş.

Aradan çok geçmeden, bir gece o zalimin odun ambarı yanmış. Yalnız odunları değil konağı, nesi var nesi yok hepsi de yanmış. Zalim yumuşak döşekten kızgın külün üzerine düşmüş.

Tesadüfi olarak evvelce ona nasihat eden zat oradan geçerken ona rastlamış. Bakmış ki ahbaplarını, hempalarını toplamış onlarla hasbihâl ederek: “Bilmiyorum bu ateş benim sarayıma nereden sıçradı.” diyormuş.

O zat: “Fakirlerin gönüllerinde yanan ateşin dumanından.” demiş.

Yaralı gönüllerin tütününden sakın, çünkü gönül yarası nihayet tesir eder; elinden geldiği kadar bir gönlü perişan etmemeye çalış, çünkü bir ah cihanı altüst eder.

Keyhüsrev’in tacında şu kıtanın mazmunu yazılıydı:

“Nice yıllar, nice uzun ömürler halk, yeryüzünde başımızı çiğneyerek gelip geçecektir. Saltanat denilen şey elden ele bize kadar geldiği gibi böylece bizden sonra başkalarının ellerine de geçecektir.”

Hikâye

Birisi pehlivanlıkta birincilik kazanmıştı.

Bu ilimde 360 ağır oyun bilir ve her gün birisiyle güreş tutardı. Birçok şakirtler vardı. İçlerinden birisini gönlü sevdi, ona 359 oyun öğretti, geriye kalan bir oyun için şakirdi: “Usta onu da öğretsene.” dedikçe ustası, “Peki, peki” diye onu atlatırdı. Çocuk sanatta, kuvvette son dereceyi buldu, karşısına kimse çıkamaz, zoruna kimse dayanamazdı.

Nihayet o dereceyi buldu ki bir gün padişahın huzurunda: “Ustam büyüğümdür, üzerimde hakkı var. Bu iki noktadan dolayı fazileti haizdir. Benden üstündür, yoksa kuvvette ondan aşağı değilim, sanatta da ona müsaviyim.” dedi.

Çocuğun bu terbiyesizliği padişahın hoşuna gitmedi. “Ustan ile güreşmelisin.” emrini verdi.

Geniş bir meydan tayin ettiler. Devlet erkânı, saltanat ayanı, meşhur pehlivanlar oraya toplandılar.

Çocuk meydana bir sarhoş fil gibi geldi. Öyle bir dehşetle geldi ki eğer karşısındaki demir dağ olsaydı yerinden koparırdı. Ustası anladı ki genç çırak kuvvetçe ondan üstündür; ondan saklamış, ona öğretmemiş olduğu oyun ile ona sarıldı. Çocuk bunu bilmiyordu. Nihayet usta onu iki eliyle kaldırdı, başından yukarıya götürdü ve yere vurdu.

Orada mevcut insanlardan bir gürültüdür koptu.

Padişah emretti, ustaya bir hilat giydirdiler, bahşişler verdiler; çocuğu ise azarladı, kınadı: “Seni yetiştiren ustana vefasızlık ettin. Onu yenmeye kalkıştın, onu da başaramadın.” dedi.

Çocuk: “Padişahım, ustam beni zor ile kuvvet ile yıkmadı, belki benden esirgemiş olduğu bir oyun ile yıktı.” dedi.

Ustası cevap verdi: “Evet o oyunu böyle bir gün için saklıyordum. Hükema demiş ki: Dostuna o kadar kuvvet verme ki sana düşman olacak olursa seni mağlup edemesin.”

Büyüğü ile mücadeleye kalkışan küçük öyle yere serilir ki bir daha kalkamaz.

Kendi beslediği kimseden cefa gören adamın ne dediğini duymadın mı?

“Vefa denilen şey ya esasen bu âlemde yoktur, kuru bir adı vardır; yahut bu zamanlarda vefa eden kimse yoktur. Benden ok atmayı öğrenen bir kimse yoktur ki sonunda beni nişan almasın.”

Hikâye

Tek başına yaşayan bir derviş bir sahra köşesinde oturmuştu. Tesadüfen padişah oraya uğradı.

Derviş kanaat mülkünde dünyadan el etek çekmiş olduğu cihetle başını kaldırmadı ve padişaha göz ucu ile olsun bakmadı.

Padişah saltanatın taşkınlığı icabı olarak kızdı ve “Bu hırka giyen insanlar hayvan gibidirler, kabiliyet ve insanlık onlarda yoktur.” dedi.

Vezir, dervişin yanına gelip: “Derviş bana bak, yeryüzünün padişahı senin önünden geçti. Niçin hürmet etmedin, niçin edep şartını yerine getirmedin?” dedi.

Derviş şöyle cevap verdi: “Padişaha söyle ki hizmeti, hürmeti, kendisinden para pul uman kimseden beklesin. Bir de şunu söyle; padişahlar ahalinin muhafazası için o mevkiye gelirler, yoksa ahali padişahlara tapınmak için yaratılmış değildir.”

Her ne kadar devlet ve saltanat sayesinde mal, mülk, para padişahların elinde ise de onlar fakirlerin bekçisidirler.

Koyun çoban için değildir. Belki çoban koyunlara hizmet içindir.4

Bugün birini muradına ermiş, diğer birini de kendi kendine didinir, gönlü yaralı görürsün. Biraz sabret, göreceksin ki o hayal peşinde koşan kimsenin beynini toprak yiyecektir. Ölüm gelince şahlık, bendelik farkı zail olur.

Birisi bir ölünün mezarını açacak olsa zengin mi, fakir mi, fark edemez.

Dervişin sözü padişaha doğru ve sağlam geldi “Dile benden ne dilersen.” dedi.

Derviş: “Senden onu isterim ki bir daha buraya gelip de beni rahatsız etme.” dedi.

Padişah, dervişe “Bana nasihat et.” dedi.

Derviş şu beyitin mazmununu söyledi:

“Bugün elinde nimetin varken fırsat bil. Çünkü bu devlet, bu mülk elden ele gider.”

Hikâye

Vezirlerden birisi Zünnun-i hazretleriyle görüştü. “Bana himmet buyur, gece gündüz padişahın işi ile meşgulüm, iyiliğini umuyorum; fakat darılıp itap etmesinden korkuyorum.” dedi.

Zünnun ağladı ve “Eğer ben senin padişahtan korktuğun gibi Allah’tan korksaydım sıddıklar zümresinden olurdum.” dedi.

Eğer rahat, meşakkat düşüncesi olmasaydı derviş göğe uçardı.

Eğer vezir, padişahtan korktuğu gibi Allah’tan korksa idi melek olurdu.

Hikâye

Bir padişah suçsuz bir kimsenin katli için emir verdi.

Adamcağız şöyle dedi: “Padişahım bana karşı vukua gelen bir öfke ile kendine zulmetme.”

Padişah “Nasıl olur?” dedi.

Adam cevap verdi: “Şu katil işi benim için bir nefes içinde olur biter; fakat bunun günahı ebediyen boynunda kalır.”

Bu hayat, şu dünyada duruş, sahra rüzgârı gibi eser geçer. Acılık, tatlılık, yakışıklılık, çirkinlik hepsi geçer gider. Zalim sanır ki bize zulmediyor. Hayır, bize olan o zulüm durmaz geçer; fakat onun boynunda ebedî kalır.

Padişaha nasihati tesir etti. Onu affetti ve özür diledi.

Hikâye

Nuşirevan’ın vezirleri memleket işlerinden mühim bir iş hususunda istişare ediyorlardı. Her birisi kendi bilgisine göre birer rey beyan ediyordu. Bu hususta padişah da düşündü, bir fikir söyledi.

Büzüremihr, padişahın reyini bütün reylere tercih etti.

Vezirler tenhada Büzüremihr’e sordular: “Padişahın reyinde ne meziyet gördün ki bu kadar hakim zatların fikirlerine tercih ettin?” dediler.

Büzüremihr şöyle cevap verdi: “İşin sonu belli değil herkesin reyi Cenabıhakk’ın iradesine bağlıdır. Bir reyin doğruluğu, yanlışlığı ancak neticede anlaşılacak. Şu hâlde padişahın reyine uymak münasiptir; çünkü eğer yanlış çıkarsa biz de ona uymuş olduğumuzdan onun itabından emin olmuş oluruz.”

Padişahın reyine muhalif rey aramak kendi kanı ile el yıkamak gibi olur. Eğer padişah gündüzken şimdi gecedir derse “Evet efendim doğru söylediniz, işte ay ile ülker.” demek lazımdır.

Hikâye

Aleviler gibi saçlarını örmüş bir şeyyad Hicaz kafilesiyle şehre (belki maksat Şiraz şehridir) geldi. “Aleviyim, hacdan geliyorum.” dedi. Bir de, ben söyledim, diyerek padişaha bir kaside takdim etti. Padişah ona ihsan verdi, iltifat etti.

Padişahın nedimlerinden birisi o sene seferden gelmişti. “Ben onu Kurban Bayramı’nda Basra’da gördüm… hacı nasıl olabilir?” dedi.

Nedimlerden diğer birisi de: “Onun babası Malatya’da Nasrani idi. Alevi nasıl olabilir?” dedi.

Takdim ettiği kasideyi de Enverî divanında buldular.

Padişah emretti: “Şu herife bir kötek çekin; sonra sürün, çıksın gitsin. Bu kadar yalanı niçin söyledi?” dedi.

Padişah güldü ve “Tekmil ömründe bundan daha…”

Şeyyad: “Ey yeryüzünün padişahı, bir söz daha söyleyeyim eğer doğru olmazsa ne ceza buyurursan layığım.”

Padişah: “O nedir, söyle bakalım.” dedi.

Şeyyad şu mazmunu söyledi:

“Sana bir garip, bir külek yoğurt getirse iki ölçeği su, bir ölçeği ayrandır. Benden saçma, yalan bir söz işittinse gücenme, çünkü seyyahlar çok yalan söylerler.”

Padişah güldü ve “Tekmil ömründe bundan daha doğru söz söylememişsin.” dedi. Ve onun istediği şey ne ise verilsin, diye emir verdi.

Hikâye

Hikâye ederler ki vezirlerden birisi maiyetindekilere acır, hepsinin iyiliğini istermiş. Bu vezir, nasılsa padişahın gazabına uğrayıp hapsedilmiş.

Herkes onu kurtarmak için çalışmış. Ona işkence için tayin edilen kimseler iyi muamele ederlermiş. Bir taraftan da büyükler padişaha onun güzel ahlakını söylerlermiş.

Nihayet padişah, onun hatasını affetmiş.

Ariflerden bir zat bu hâle vâkıf olunca şöyle demiş:

“Dostların gönlünü elde etmek için babadan kalma bostanın satılması yerinde bir hareket olur.

İyilik düşünen dostların tenceresini kaynatmak için ev içinde yanabilen şeylerin yanması lazımdır.

Kötülük düşünen kimseye iyilik yap. Çünkü köpeğin ağzının lokma ile kapatılması uygun olur.”

Hikâye

Harun Reşid’in oğullarından birisi pek öfkeli olarak babasının huzuruna geldi. “Filan çavuşun oğlu anneme sövdü.” dedi.

Harun, devlet erkânına sordu: “Ona ne ceza vermek lazımdır?”

Erkânın birisi, “Onu katletmek lazımdır.” öteki, “Dilini kesmek lazımdır.” başka birisi de, “Malını müsadere ve kendini nefyetmek lazımdır.” dediler.

Bu sözleri dinledikten sonra Harun şöyle dedi: “Çocuğum! Onu affetmek daha kerimâne bir hareket olur. Eğer affetmezsen, sen de onun annesine söv, amma o nasıl söyledi ise öyle söyle, sakın fazla söyleme; çünkü o zaman intikam haddini geçmiş ve senin tarafından zulüm yapılmış olur.”

Kükremiş fil ile cenk eden kimse, ukalaya göre mert değildir. Asıl mert odur ki öfkelendiği vakit dahi hakikatten ayrılmaz.

Birisine bir kötü huylu kimse sövdü, o adam tahammül etti ve “Sonun hayır olsun, hay Allah iyiliğini versin.” dedikten sonra “Ben senin dediğinden daha berbat bir kimseyim; çünkü bilirim ki sen benim ayıbımı benim kadar bilmezsin.” dedi.

Birtakım büyüklerle bir gemiye binmiştim. Arka tarafımdan bir sandal battı ve iki kardeş bir girdaba düştüler.

Büyüklerden birisi, gemiciye “Şu iki kardeşi kurtar, her birisi için sana elli altın vereyim.” dedi.

Gemici suya atıldı. İki kardeşten birini kurtardı. Öteki helak oldu.

Ben bu hâli görünce: “Zavallının ömrü kalmamış, ondan dolayı evvela ötekini kurtarmakla onu kurtarmaya geciktiniz.” dedim.

Gemici güldü. “Sözün doğrudur.” dedi; “Fakat benim gönlüm ilk önce bunu kurtarmak istedi. Çünkü bir zaman çölde kalmıştım, bu beni bir deveye bindirdi. Hâlbuki ötekinden kamçı yemiştim.”

Bu sözü işitince: “Cenabıhak ne kadar doğru söylüyor.” dedim. “İyilik eden de kötülük eden de kendisi için yapmış olur.”

Elinden geldiği kadar bir kimsenin gönlünü incitme, çünkü bu yolda çok dikenler bulunur.

Zavallı bir fakirin bile işini yap, çünkü senin de görülecek işlerin bulunur.

Hikâye

İki kardeş vardı: Birisi padişah hizmetinde idi, zengin olmuştu. Öteki elinin emeğiyle ekmek yerdi; fakir kalmıştı.

Bir kere zengin, fakire dedi ki: “Niçin padişah hizmetine girmezsin ki bu eziyetten kurtulasın?”

Fakir, zengine cevap verdi: “Sen niçin iş güç tutmuyorsun ki padişah hizmetinde bulunmak zilletinden kurtulasın?”

Hükema demiş ki: “Kendi ekmeğini yiyip oturmak, altın kemer bağlayıp hizmet için bir mahlukun karşısında ayakta durmaktan hayırlıdır.”

Kızgın demiri el ile yoğurup hamur etmek, beyler önünde el bağlamaktan daha iyidir.

Kıymetli ömür iki düşünce ile geçiyor: Yazın ne yiyeyim, kışın ne giyeyim?

Ey alçak karın, bir ekmek ile kanaat et ki hizmetkâr olup başkalarının önünde yerlere kadar eğilmeyesin.

Hikâye

Birisi Nuşirevan’a şu müjdeyi verdi: Yüce Allah filan düşmanını dünyadan kaldırdı.

Nuşiveran: “Beni bırakacağını duydun mu, işittin mi, ölüme sevinilir mi?” dedi.

“Düşmanın ölmesiyle benim için sevinmek olmaz, çünkü bizim hayatımız da ebedî değildir.”

Hikâye

Hükemadan birtakım kimseler, Kisra’nın huzurunda bir iş hakkında konuşuyorlardı. Onların en büyüğü olan Büzüremihr ağzını açmıyordu.

Hakimler, Büzüremihr’e “Niçin sen de bu hususta fikrini söylemiyorsun?” dediler.

Büzüremihr cevap verdi: “Vezirler, hekimler gibidirler. Tabip, ilacı ancak hastaya verir. Görüyorum ki reyleriniz pek doğrudur. Şu hâlde benim söylemem hikmete münafi olur.”

Bir iş benim müdahalem olmaksızın meydana geliyorsa benim o iş hakkında söz söylemem doğru olmaz, eğer görsem ki bir âmâ yolda gidiyor, önünde bir kuyu var, o zaman susarsam günah işlemiş olurum.

Hikâye

Mısır iklimi Harun Reşid’in idaresine geçince: “Azgın Firavun Mısır mülküne mağrur olarak tanrılık davasına kalkışmıştı. Onu tahkir için Mısır mülkünü kölelerimin en aşağısına vereceğim.’’ dedi. Huseyb isminde ahmak bir kölesi vardı. Mısır valiliğine onu tayin etti.

Mezkur kölenin aklının dirayetinin derecesini anlatmak için derler ki: Birtakım Mısır ekincileri şikâyete geldiler ve dediler ki: “Nil kenarında pamuk ekmiştik yağmur vakitsiz geldi, pamuklarımız telef oldu.”

Huseyb: “İyi yapmamışsınız, yün ekmeliydiniz.’’ dedi.

Bu vakayı işiten bir âlim şöyle dedi: “Eğer servet ilim ile artsaydı cahilden daha fakir kimse olmazdı. Hâlbuki cahillere öyle rızıklar erişiyor ki yüz âlim onlara şaşakalıyor.

Baht, devlet iş bilmekle değildir. Tanrı vergisidir. Nice akılsız, beyinsiz kimselerin makbul; nice akillerin hakir, hor olduğu bu dünyada çok görülmektedir.

Kimyacı, kaygı, keder, mihnet, meşakkat içinde ölmüş; ahmak bir kimse viranede define bulmuştur.”

Hikâye

Padişahın birine bir Çin cariyesi getirmişlerdi. Bir sarhoşluk sırasında ona yaklaşmak istedi. Kız, teslim olmadı. Hükümdar kızdı. Cariyeyi, bendelerinden siyah bir Arap’a bahşetti.

Arap’ın bir dudağı yerde, bir dudağı gökte denecek derecede öyle çirkin bir hâli vardı ki Hz. Süleyman’ın mührünü çalan cin, onun çehresinden ürker ve onun koltukları katran gibi kokardı.

3
Bederya der menafi bişümarestEğer hâhi selamet derkenarest.

[Закрыть]
4
Gusfend berayi çuban nistBelki çuban berayi hizmeti ust.

[Закрыть]

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺68,32

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-605-121-888-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 1, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre