Kitabı oku: «Hint Efsaneleri», sayfa 2

Yazı tipi:

Bunun üzerine artık para bulmak için başka hiçbir yolu kalmamış olan Harischandra hüzünle etrafına bakıp kendini köle olarak sattığını söyledi. Bunu işitenler arasından bir Chandala yani en aşağı kasta ait sefil bir serseri öne çıktı. Bu adam iğrenç gözüküyordu, hantal hantal yürüyor ve kaba konuşuyordu. Elinde bir kafatası taşıyordu, etrafı ise köpeklerle çevriliydi. Velhasıl, berbat ve tiksindirici bir adamdı bu. Kral ona korkuyla baktı ve adını sordu.

“Pravira derler bana,” diye cevap verdi Chandala. “Bu şehirde idam mahkûmlarını ben infaz ederim ve ölülerin sarındığı battaniyeleri ben toplarım.”

Bu sözleri duyan Harischandra böylesi aşağılık bir adamın hizmetinde olmaktansa ölümü yeğlemeyi düşündü. Sonra birden Viswamitra tekrar belirip parasının tamamını istedi. Kralın içler acısı bir halde merhamet dilenmesi boşunaydı. Rişi talihsiz krala şöyle diyecekti: “Ya yüz milyon karşılığında kendini Chandala’ya satarsın ya da lanetimin azabını çekersin.”

O zaman kral, afallamış bir halde bunu kabul etti. Chandala neşeyle parayı Viswamitra’ya verip kralı bağladı ve döve döve kendi pis evine götürdü.

Oraya vardıklarında düşkün Rajarshi’ye her gün ölülerin yakıldığı yerlere giderek cenaze kıyafetlerini toplamasını emretti. “Gece gündüz cenazeleri takip edip kıyafetleri getireceksin. Aldıklarının bir bölümü benim bir bölümü de ödül olarak senin olacak.”

Hinduların ölülerini yaktığı o büyük alanlardaki dehşeti anlatmaya kim cesaret edebilir? Bu korkunç sahnenin dehşetini en iyi tasvir eden kaynak yine Hindu efsanelerinin ta kendisidir. Bu ölü yakma yerlerindeki korkunç şeylerin yani bütün o berbat görüntüler ile kötü kokular, ölülerin yakınlarının yürek burkan feryatları, üstü başı pislik içindeki hizmetçiler ile tiksindirici arayışlarına çıkmış köpekler, çakallar ve akbabaların yanı sıra cenaze alanına akın eden ve kendi usullerine göre iğrenç cümbüşlerini yapan her türden iğrenç ve kana susamış canavar ve ifriti yine bu efsanelerde okuruz.

Düşmüş kral işte insanın yüreğini acıyla dolduran bu yere geldi. Düştüğü yüksek mevkii kederle hatırlayarak ölülerin sarıldığı örtüleri toplamak şeklindeki mide bulandırıcı işi yapmaya koyuldu. Oradan oraya koşturarak iğrenç ganimetini doğru şekilde bölüştürebilmek için dikkatle sayıyordu. Bu yerin ve yaptığı işin üzerinde öyle büyük bir tesiri vardı ki zavallı kral oracıkta âdeta yeniden doğdu ve gerçekten de göründüğü şey haline geldi. Böylece kasvetli bir yaşam sürerken çalışmaktan bitkin düştüğü bir gün uykuya daldı. Tuhaf ve ürkütücü bir rüya gördü. Rüyasında bir kederli yaşamdan diğerine geçiyordu. Hatta içinde bulunduğu durumdan da kötüsünü yaşayarak korkunç eziyetler çekiyordu. Bir kez daha kendi mevkiinde yani bir kral olarak gördü kendini, fakat bir kumar yüzünden krallığını kaybederek karısı ve çocuğunu korkunç bir sefalete sürüklüyordu. Sonra Viswamitra’nın korkunç lanetine dair ihtarları bir kez daha yankılandı kulaklarında. İşte o zaman kral uyandı. “Gerçekten o kadar zaman geçti mi?” ve “Gerçekten bu korkunç şeyleri yaşadım mı?” diye sordu kendi kendine dehşet içinde. Sonra onu kurtarmaları için tanrılara dua ederek bir kez daha sefil işine koyuldu.

Sonra ölüleri yakma alanına bir kadın geldi. Bu kadın onun kraliçesinden başkası değildi. Yılan sokması nedeniyle ölen oğlunun cesedini getirmişti. İkisi de birbirini tanımamıştı zira kral şimdi ölü yakma yerindeki sefil hizmetçilerden biri olmuştu. Kraliçe ise kocasından uzun zamandır ayrı olmanın getirdiği üzüntüden bitap haldeydi. Ayrıca açlıktan ve sürekli yürümekten dolayı güzelliği yitip gitmişti. Sonra kraliçe, acı acı ağlayıp feryat ederek cenaze ateşine yaklaştı. Çocuğun asil yüzünü fark eden Harischandra, kendi oğluna bu kadar çok benzeyen bir çocuğu böyle küçük bir yaşta ölüme mahkûm eden zalim kaderi düşündü üzüntüyle.

Sonra bütün kaderine hayıflanan kraliçe şu sözlerle tanrılara isyan etti: “Krallığı elinden alındı, karısı ile çocuğu köle olarak satıldı. Kral Harischandra’nın tanrıların elinden çekmediği daha ne kaldı?”

Kral bu sözleri işitince karısını tanıdı ve haykırdı: “Bunlar gerçekten de benim karım ve oğlumdur!”

Sonra oracıkta yere yığıldı. O kadar değişmiş olmasına rağmen kraliçe de kocasını tanımış ve kendini kaybederek bayılmıştı. Çok geçmeden ikisi de kendine gelip yaşadıkları garip ve zor yazgıya dövünüp ağlamaya başladılar. Kendi gözleriyle gördüğü halde kocasının bu sefil dönüşümüne ve yaptığı rezil işe inanamayan kraliçe sordu: “Söyle bana, ey kral! Hakikaten uyanık mıyız yoksa bir kâbus mu bu? Gerçekten de şu göründüğün halde misin? Eğer bu doğruysa, dünyada dürüstlük ve erdem hiçbir işe yaramıyor ve tanrılara tapınmanın da hiçbir faydası yok demektir.”

Ardından kral iç çekerek ve titrek bir sesle başına gelenleri anlattı. Kraliçe de gözyaşlarıyla oğullarının ölümünü anlattı. Sonra ikisi çaresizliklerini göz önüne alarak birlikte hayatlarına son vermeye karar verdi. Kral, oğlunu ateş için hazırlanmış odun yığınının üzerine yatırdıktan sonra karısının elini tuttu ve derin bir şekilde Tanrı’yı düşünüp cayır cayır yanan ateşe atlamaya hazırlandı.

İşte o bunları düşündüğü sırada İndra ile Dharma’nın rehberlik ettiği diğer tüm tanrılar yaklaşarak Harischandra’ya seslendiler: “Ey, kral hazretleri! Biz tanrılar, yarı tanrılar, azizler ile ermişler, Nagalar ile Gandharvalarız! İşte düşmanlığını üç dünyanın birden hissettiği Viswamitra da yanımızda. Ama bilmelisin ki artık sana iyilik diliyor.”

Bunun üzerine kral bu saygıdeğer grupla tanışmaya gitti. İndra, Dharma ve Viswamitra ile konuştu. “Asil Harischandra, karınız ve çocuğunuzla birlikte göğe çıkınız. Hakikaten, buraya erişmesi güçtür ama erdemleriniz sayesinde siz bunu hak ettiniz,” dedi İndra.

O zaman göklerden bal özü ile muhteşem çiçekler yağdı ve ilahiler işitildi. Kralın oğlu da sağlığını tamamen kazanmış olarak ayağa kalktı. Babası hemen onu kucakladı. Kraliçe de eski sıhhatine kavuşmuştu. Sonra İndra onlardan göğe çıkmaları istedi. Fakat bu en alçaltıcı işleri yapmak dahi olsa vazifesine daima sadık olan Kral Harischandra durdu.

“Tanrıların kralı, efendime hissesini vermeden gidemem,” dedi.

O zaman Dharma şöyle dedi: “Bilmelisin ki Chandala bendim. Istırabını görünce seni sınamak için sefil bir serseri kılığına büründüm.”

Ardından İndra bir kez daha onlara seslenerek göğe çıkmalarını istedi. Ama ölçüsüz bir kederden kurtulmanın neşesini yaşarken dahi eski vazifesini ve onu sevmiş halkını unutmayan Harischandra şöyle cevap verdi: “Ey tanrıların kralı, lütfen sadık tebaam için size ricada bulunmama müsaade edin. Onları öylece bırakamam. Zira bir hükümdar için tebaasını terk etmek en büyük günahlardan biridir diye yazılmıştır. Benimle birlikte Swarga’ya gelmelerine izin verirseniz, memnuniyetle giderim. Ama bu mümkün değilse, onların yanında olmak için cehenneme gitmeyi yeğlerim!”

“Onların günahlarını göz önünde bulundur, zira pek çok günahları vardır,” dedi İndra.

“Yine de bir kralın ülkesini mutlu bir şekilde yönetmesi, kendi yeteneği kadar halkının da erdemi sayesindedir. Bu yüzden hükümdarlığım konusunda sahip olduğum faziletler, vatandaşlarıma ve bana ait sayılmalıdır. Ben göğe taşınacaksam, halkım da aynı şekilde göğe taşınsın.”

“Öyle olsun,” dedi İndra, Dharma ve Viswamitra. Böylece cennetin sakinleri, kralın tebaasına haber yollayarak onların da kralla birlikte göğe çıkabileceğini söylediler. İnsanlar da muzaffer bir şekilde göksel arabaları doldurarak yükseldiler. Tanrılar coşkulu bir sevinç içindeydi. Harischandra herkes tarafından övülüyordu. Sabrı sayesinde bilgenin gazabıyla maruz kaldığı çetin imtihana dayandığı gibi dostlarını sadakatle hatırlayarak onları da kendi ödülüne ortak etmişti.

Ne var ki kralın verdiği sınavın böyle mutlu bir sonla bitmesinden memnun olmayan birisi vardı. Bu kişi büyük ermiş Vasishtha’dan başkası değildi. Rahip olarak Harischandra hanedanıyla bağlantılıydı. Bu erdemli kralın kendi ülkesinden kovulduğunu ve Gadhi’nin oğlunun küstah kibrinin ona musallat olduğunu işitince öfkeden küplere binmişti.

“O erdemli, sorumluluk sahibi ve hayırsever kral tahtından indirilip şu sonradan görme tarafından tamamen düşkün hale getirilmiş demek! Viswamitra benim yüz oğlumu katlettiğinde bile bu denli öfkelenmemiştim. İşte şimdi Viswamitra, kalpsizliğinin cezasını ödeyecek ve lanetimle çarpılarak bir balıkçıla dönüşecek!” diye haykırdı Vasishtha.

Ermişlerin laneti reddedilemez. Gelgelelim, Viswamitra yüzyıllar boyu çile çekerek Brahmarshi ile eşit mevkiye boş yere yükselmemişti. Tam bir misillemeyle karşılık vermeksizin düşmanının lanetine boyun eğmesi söz konusu değildi. Bu yüzden, bu lanete öfkeyle karşılık verdi. Böylelikle Vasishtha da bir kuşa dönüştü.

Sonra hayal bile edilemeyecek kadar kocaman olan bu iki kuş, havada süzülüp kavga etmeye başladı. Devasa kanatlarını çırpmalarıyla meydana gelen rüzgârın karşısında dağlar sallanıp tersine döndü. Deniz dibinden sökülüp yerin altına döküldü. Dünya ve tüm sakinleri son derece endişeliydi. Bu kargaşada pek çok yaratık yok oldu.

O zaman hem tanrıların hem de insanların babası olan Brahma onlardan dünyanın çektiği acıyı görmelerini ve çekişmelerine bir son vermelerini istedi. Ama ilk başlarda onun sözlerine kulak asmayıp kavga etmeyi sürdürdüler. Sonra Brahman bir kez daha yanlarına gidip mevcut kılıklarından kurtulmalarını istedi. Onlara insan hallerindeki isimleriyle hitap ederek şöyle dedi: “Dur sevgili Vasishtha ve sen de dur erdemli Viswamitra! Zihinlerinizin karanlığı yüzünden sürdürdüğünüz bu kavga, dünyayı yok ediyor. Üstelik bu şiddetli öfkeniz ikinizin de faziletlerine büyük zarar vermiştir.”

Bunun üzerine utanç içinde kavgalarını sonlandırdılar. Birbirlerine sevgi ve bağışlayıcılıkla sarıldıktan sonra kendi inziva yerlerine döndüler. Brahma da aynı şekilde kendi yerine gitmek üzere oradan ayrıldı.

Viswamitra ile Harischandra’ya dair bu hikâyelere bakarak her engel karşısında kararlı bir iradeyle neler başarılabileceği görülebilir. Ayrıca bir insan, zorluklara sabırla katlanarak amansız zalimlerin elinden çekilen en çetin sınavları bile aşabilir ve sonunda hem Tanrı’nın ihsanını hem de ona eziyet edenlerin hayranlığı ve iyi niyetini kazanabilir.

IKINCI BÖLÜM
RAMA ILE SITA’NIN HIKÂYESI

I

Kadim Hindistan’daki bütün şehirler arasında Ayodhya’dan daha görkemlisi yoktu. Burası, güzel ve bereketli Kosala ülkesinin başkentiydi. Enine ve boyuna millerce uzanan bir alanı kaplıyordu. Sokakları geniş ve planlıydı. Çok sayıda ve birbirinden güzel koruları ile bahçeleri vardı. Buradaki evler ile saraylar pek hoş ve ferahtı. Büyük bir nüfusa sahip olsa da bu şehirde yaşayanlar asla yiyecek sıkıntısı çekmezdi. Ayodhya’nın güçlü surları vardı. Ordusu kalabalık ve yiğitti. Ayrıca askerlerinin büyük bölümü bilgisi ve cömertliğiyle meşhur Brahman rahipleriydi.

İşte bu güzel krallığı Güneş Hanedanı’ndan4 Dasaratha yönetmekteydi. Tebaasının zenginliği ve ülkede üzüntü ile suçtan eser olmaması bu kralın adaletli idaresini gösteriyordu. Çeşitli kastların mensupları kendilerini vazifelerine adamıştı ve herkes kral ailesinin rahibi olan büyük ermiş Vasishtha’ya itaat ediyordu. Kralın üç karısı vardı: Kausalya, Kaikeyi ve Sumitra. Ne var ki kralın bütün bu erdemleri kendisiyle birlikte yok olup gidecek gibi gözüküyordu zira ondan sonra tahta çıkacak bir oğlu yoktu.

İşte kral, onun için sürekli bir üzüntü kaynağı olan bu derde bir çare bulmak için meşhur at kurbanı ritüelini gerçekleştirerek tanrıların ihsanını kazanmak istedi. Bu karar danışmanlarını pek memnun etti ve böylece hazırlıklara başladılar. Bir başka hükümdara benzer bir tören için büyük hizmette bulunmuş bir derviş, ritüeli yönetmesi için davet edilmişti. Vasishtha’nın gözetimi altında her şey gerektiği gibi hazır edildi. Krallar ile prensler davet edildi. Görkemli ve şatafatlı bir kutlama yapıldı. Niyetin dillendirilmesinden tam bir sene sonra (kutsal yasa bir yılın geçmesini emrediyordu) Ayodhya şehrinin şırıl şırıl akan güzel nehri Sarayu’nun ötesindeki alanda görkemli kurban törenine başlandı. Baş kraliçe Kausalya hayvana ölümcül darbeyi indirdi ve âdet olduğu üzere o geceyi kurban alanında geçirdi. Ritüelin her adımı gerektiği şekilde yerine getirildikten sonra Dasaratha, törene katılan Brahmanlara büyük miktarlarda para ve başka hediyeler dağıttı. Bu Brahmanlar, “Hiç şüphe yok ki size dört şanlı erkek evlat bahşedilecektir,” diyerek kralı temin ettiler.

Şimdi bundan çok farklı bir konuya geçiyoruz ama bu, Kral Dasaratha’nın kurban töreni ve sonuçlarıyla çok ilgili bir konu.

Ta güneyde, bugün Seylan denen Lanka Adası’nda Rakşasaların yani ifritlerin kralı Ravana yaşardı. Bu korkunç varlık öyle büyük bir kudrete sahipti ki ondan korktuğu için Güneş parlamaktan çekinirdi, okyanus çırpınmaktan sakınırdı ve rüzgârlar esmeye cesaret edemezdi. Nihayet tanrılar hep birlikte Yaratıcı Brahma’nın yanına giderek dünyayı altüst eden bu canavarın kötülüklerine son verecek bir çare bulması için ona yalvardılar. Brahma onlara şöyle cevap verdi: “Ravana benden bir ihsan almayı hak etti. Buna göre tanrılar, yarı tanrılar yahut ifritler tarafından öldürülemez. Fakat Ravana kibre kapılarak insanlar karşısında koruma istemedi.”

İşte bu sözler üzerine Vişnu yani Koruyucu geldi. Herkes onun huzurunda saygıyla eğildikten sonra Vişnu, ete kemiğe bürünüp insan kılığına gireceğine ve böylece canavarı bir insan şeklinde alt edeceğine söz verdi. Vişnu’nun bu vaadi üzerine diğer tanrılar onu coşkuyla övdüler. Hedefine çabucak ulaşsın diye onu metheden ilahiler okudular.

Sonra Vişnu yeryüzüne indi ve Dasaratha’nın yaktığı kurban ateşinin içinden tuhaf bir canavar kılığında yükseldi. Kocaman ve simsiyahtı, bir aslan gibi yelesi vardı ve içinde bir sıvının bulunduğu altın bir kap taşıyordu. Kraldan bu sıvıyı karıları arasında paylaştırmasını istedi. Baş kraliçe Kausalya’ya sıvının yarısı verildi. Sıvının geri kalanı ise diğer iki kraliçe arasında eşit şekilde paylaştırıldı.

Sonra vakti gelince krala söz verilmiş olan oğullar dünyaya geldiler. Kausalya, Rama’yı doğurmuştu. Bu çocuk Vişnu’nun tabiatının yarısına sahipti. Kaikeyi, ilahi tabiatın çeyreğine sahip Bharat’ı dünyaya getirirken, Sumitra ise kalan çeyrek tabiatı paylaşacak olan Lakshman ve Satrughna adlı ikiz bebeklerin annesi olmuştu. Bu çocuklar uğurlu bir mevsimde doğdular. Büyüyüp asil görünümlü delikanlılar oldular. Savaş sanatının her dalında çok iyi eğitim aldılar ve Vedaları5 da çok iyi öğrendiler.

Delikanlılar büyüyüp serpildi ve evlilik çağına geldiler. Babaları bu mesele üzerinde kafa yormaya başlamıştı. İşte o günlerde meşhur ermiş Viswamitra gelip bir konuda kraldan yardım isteyecekti. Kutsal adamların imdadına koşmaya daima hazır olan Dasaratha, hiçbir şart koşmaksızın ona yardım etmeyi kabul etti. O zaman ermiş, meseleyi açıkladı. Bazı kötücül ifritler yüzünden dini ritüelleri gerçekleştiremediğini anlattı. Dilediği takdirde onları kendi lanetiyle yok edebilirdi ama bu ifritlerin bir savaşçının eliyle mahvedilmeleri daha iyi olacaktı. Bu yüzden Viswamitra, Kral Dasaratha’ya başvurmuş ve düşmanlarını yenmek için kralın oğlu Rama’nın yardımını istemişti. Delikanlı, ermişin koruması altında olacağından bunu rahatlıkla başarabilirdi. O sırada Rama henüz on altı yaşındaydı. Duydukları karşısında çok tedirgin olan kral, ermişin dileğini reddetmek istedi. Fakat Viswamitra öfkeden küplere binecekti. Sözünü tutmadığı için kralı perişan etmekle tehdit etti. O zaman Vasishtha, Dasaratha’yı sözünü tutması için teşvik etti. Viswamitra ise pek çok gizemli silaha sahip olduğunu ve Rama’ya bunları nasıl kullanacağını öğreteceğini ekledi. Bunun üzerine kral, oğlunu göndermeye razı oldu. Rama, Viswamitra’nn yardımıyla hazırlanıp ağabeyi Lakshman’ın eşliğinde yola çıktı. İfritlere gerektiği şekilde saldırıp hepsini yok ettiler. Böylece Rama ilk savaşından zaferle çıktı.

Ardından Viswamitra bir öneride bulundu. Mithila Kralı Janaka’nın mucizevi yayını mutlaka görmeleri gerektiğini söyledi. Kralın dindarca yaptığı sunular sayesinde Şiva’dan aldığı bu yayı ne yarı tanrılar ne de ifritler bükebilirdi. Kral, bu yayı bükebilecek olan delikanlıyı güzeller güzeli kızı Sita’yla evlendireceğine söz vermişti. İşte bu yüzden, iki prens akıl hocaları Viswamitra’yla birlikte Mithila’ya gittiler. Onların geldiğini duyan kral ile danışmanları gelip onları büyük bir hürmetle karşıladılar. Brahman Satananda prenslere Viswamitra’nın eski günlerini ve Vasishtha’yla mücadelesini yani yukarıda nakledilen hikâyeyi anlattı.

Janaka’nın Yayının Kırılması


Ertesi gün Janaka adamlarına emir vererek Rama ile ağabeyinin görmesi için yayı getirmelerini istedi. Pek çok prens bu yayı bükmeye uğraşmış ama hiçbiri başaramamıştı. Yay öyle büyüktü ki iri yarı adamların çektiği bir arabayla taşınması gerekiyordu. Fakat genç Rama kendisine gösterilen yayı kolayca alıp büktü. Orada toplanmış kalabalıklar şaşkınlıkla bakıyordu:

 
“Eli hiç titremeden teli çekti,
Ta ki o kocaman yay ikiye ayrılana dek.”
 

Yay kırılırken korkunç bir ses çıkarmıştı. Bütün mahalle bu gürültüyle sarsıldı. Seyirciler şaşkına döndü.

Sonra Janaka sözünü tutarak kızı Sita’yı Rama’yla evlendireceğini ilan etti ve Dasaratha’yı davet etmek için Ayodhya’ya ulaklar yolladı. Mutlu haberleri alan Dasaratha maiyetiyle birlikte Mithila’ya gitmek üzere yola çıktı. Janaka onu layık olduğu saygıyla karşıladı. Yine bir kral olan kardeşi Kusadhwaja’yı da davet etmişti. Gerçekleşecek olan evliliğin ehemmiyeti göz önüne alınarak görkemli topluluk huzurunda iki tarafın şeceresi anlatıldı: Vasishtha, Rama’nın soyunu anlatırken Janaka da kendi atalarından söz etti. Bu mutlu günü tamamlamak için Janaka öteki kızı Urmila’yı Bharat’a verdi. Lakshman ile Satrughna ise Kusadhwaja’nın iki kızıyla nişanlanacaktı.

Sonra üstü güzel bir gölgelikle örtülü bir kürsü kuruldu. Arpa, pirinç, su ve başka gerekli şeylerin bulunduğu altın kaplar, kepçeler ve buhurdanlar hazırlanıp konuldu. Tam ortada kutsal ateş yakıldı. Vasishtha da belirlenmiş ritüelleri gerçekleştirerek ateşe adağını sundu. Sonra Janaka kızı Sita’yı getirdi ve gölgesi gibi peşinden gidecek sadık bir eş olması için Rama’ya teslim etti. Diğer prensler ile prensesler de benzer şekilde nikâhlandılar. Her çift ateş etrafında üç kez döndü. Tören, ilahiler ve çiçek yağmurlarıyla taçlandırıldı.

Sonra Dasaratha ile oğulları ve eşleri Ayodhya’ya döndüler. Burada onları coşkulu kalabalıklar karşıladı. Bir süre sonra Bharat ve Satrughna amcaları Kral Yudhajit’i bir mevsim ziyaret etmek üzere davet edildiler. Rama ile Lakshman ise Ayodhya’da kaldılar. Rama artık ülke yönetimini babasıyla paylaşmaya başlamıştı ve her gün halkın takdirini daha çok kazanıyordu. Güzeller güzeli Sita’ya ve birbirlerine duydukları aşka gelince:

 
“Rama, babasının emri ve onayıyla evlendiği Sita’yı çok seviyordu,
O sevimliliği ve erdemleri ona olan aşkını daha da artırıyordu.
İşte artık onun kocası ve ikinci canı olarak daima karısının kalbindeydi yeri,
Öyle ki ayrıyken bile duygudaş olacaktı kalpleri.
 
 
Derken tanrıların tapındığı Vişnu gibi,
Gözüktü Kaulsalya’nın oğlu birleştiği bu güzel kızla.
Kardeşi Lakshmi de yanında yürüyordu.”
 
II

Kral Dasaratha çok yaşlanmıştı ve krallığın yükünü artık kaldıramıyordu. Bu yüzden sevgili oğlu Rama’yı veliahtı ve naibi olarak atamayı istiyordu. Bu teklif herkesi sevindirdi. Kaikeyi ve Sumitra bile kendi oğullarının seçilmesi için uğraşmayacaktı. Rama savaştaki eşsiz becerisi, nezaketi, adalet sevgisi, halkın halinden anlaması ve diğer tanrısal erdemleriyle kendini o denli sevdirmişti herkese.

Saray rahiplerine bu güzel tören için hazırlıklara başlamaları emredildi. Kraliyet fili, kaplan derisi ve beyaz şemsiye ile bağış olarak verilecek para hazırlanmıştı. Ayrıca halka ve misafirlere sunmak için bol bol yemek yapılmıştı. Görünüşe göre her şey çok güzel gidecekti. Ne var ki Dasaratha huzursuzdu. Uykusu korkunç kâbuslarla bölünüyordu ve kötü alametler söz konusuydu. Büyük tören, Rama için uğurlu olacağı düşünülen bir günde yapılacaktı. Prens ile Sita’nın o güne hazırlanmak için oruç tutmaları ve kutsal ottan yapılmış mütevazı bir yatakta geceyi geçirmeleri söylenmişti. Ermiş Vasishtha oruç ve tefekküre rehberlik etmek üzere geldi. Rama geceyi ona söylendiği şekilde geçirdi ta ki tek bir gözcü dahi kalmayana dek. Sonra kalkıp yıkandı. Evini süslettikten sonra ipek bir giysi giyip o unutulmaz günün görevlerini yerine getirmeye gitti.

Gelgelelim, o günü unutulmaz kılacak olan şey, Rama’nın ve Ayodhya sakinlerinin düşündüğünden çok farklı bir nedendi.

Tesadüfe bakın ki Kaikeyi’nin maiyetinde kraliçeyle birlikte büyümüş Manthara isminde kambur bir hizmetçi kız vardı. Bir merdivenin tepesinden neşe dolu manzarayı seyreden kız, Rama’nın dadısına bu hazırlıkların niçin yapıldığını sordu. Kadın da ona kutlamaların nedenini anlattı. Bu kızın zihni de bedeni gibi çarpıktı. Rama’dan nefret ediyordu. Onun kralın veliahtı ve naibi olarak atandığını işitince kalbi öfkeyle doldu. Hemen hanımının yanına koşup onu uykudan uyandırdı: “Nasıl olur da uyursun, ey Kraliçe? Kalk zira sonun yakındır!”

Endişeyle yataktan kalkan kraliçe onu bekleyen kötülüğün ne olduğunu sordu: “Kıymet verdiğin eşin sana ve oğluna haksız şekilde muamele etti. Kral bir yılan gibi kurnazlık ederek Bharat’ı yolladı. Böylece onun yokluğunda Rama’yı veliahtı ve naibi olarak atayabilecekti. O yüzden, hemen uyan yoksa her konuda Kausalya’ya tabi olacaksın!”

Fakat Kaikeyi’nin kalbi kötü düşüncelerden uzaktı. Bu habere hiç üzülmedi. Bilakis çok sevindi. Rama’nın onun için kendi oğlu Bharat kadar değerli olduğunu söyleyerek kıza bir mücevher verdi.

Öfkeden küplere binen kız, mücevheri reddederek attı ve şunları haykırdı: “Ey Kraliçe, saadet hayalleri kurmakla ne büyük aptallık ediyorsun! Oysa en derin dert denizlerine batmaktasın! Hakikaten, oğlunun iyiliği için korkuyorum. Tahtın ikinci varisi odur. Dolayısıyla, Rama emniyeti için onu çok yakınında istemeyecektir. Ayrıca Rama tahta çıktığında sen de Kausalya’nın ayakları altında alçalacaksın.”

Bütün bu sözlere rağmen, yalnızca Rama adına sinirlenen kraliçe onun dünyanın en iyi adamı olduğunu, kardeşine asla zarar vermeyeceğini ve ona tıpkı kendi annesine karşı yaptığı gibi hürmetle davrandığını söyleyerek cevap verdi. Fakat kötülükten bir türlü vazgeçmeyen hizmetçi kız, Rama hakkında alçakça şeyler söyleyerek bir kez daha hanımına saldırdı. Şöyle dedi: “Rama tahta çıkınca Bharat’ın ülkeden sürüleceğinden emin olabilirsin. O zaman, eskiden nefret edip başkaldırdığın Kausalya, düşmüş bir rakipten öç almayacak mıdır sanıyorsun?”

Kaikeyi bu yalanları çok uzun bir süre dinlemiş ve nihayet yüreğinde kıskançlık ateşi tutuşmuştu. Şimdi Rama’yı krallıktan sürdürmek istiyordu. Fakat bunun nasıl başarılacağını kıza sorması gerekmişti. Manthara hemen planını açıkladı:

“Kral ifritlerle savaşırken yaralandığında ona en iyi şekilde bakıp iyileşmesini sağlamıştın. O zaman kral minnettarlığını göstermek için sana dilediğin bir ihsanı lütfedeceğine söz vermişti. Hem de bir değil tam iki kez. Bu yüzden, şimdi krala yeminini hatırlat ve Rama’yı iki defa yedi yıllığına ormana göndermesini iste. Bu süre içinde senin oğlun krallıktaki yerini iyice sağlamlaştıracaktır. Şimdi hemen yas odasına git, yere kapan ve kral dileğini kabul edene dek yerinden kımıldama. Cesur ve dayanıklı ol, işte o zaman tüm istediklerin senin olacak.”

Üstünlük arzusuyla kendini kaybeden Kaikeyi hizmetçi kızın kötü niyetli sözlerine kulak vererek ikna olmuştu. Kızın planını çok akıllıca bularak övdü. Şimdiden zafer sarhoşluğuna kapılmıştı. Öyle ki bu kambur hizmetçi kızın dış görünüşünü dahi methedip Rama’nın yerine kendi oğlu Bharat’ın kral olacağı gün ona en güzelinden kaftanlar ve mücevherler hediye edeceğine söz verdi.

Hemen sonra üzerindeki bütün takıları çıkarıp karanlık yas odasının soğuk zeminine kendini attı ve kaderini bekledi.

Bu arada tüm hazırlıklar devam ediyordu. Kral Dasaratha artık yaklaşan coşkulu tören hakkında sevgili karısı Kaikeyi’yle konuşmaya gitti. Güzel eğlence yerlerinden geçip karısının en sevdiği dairesine geldi. Fakat Kaikeyi’nin uzanmaya bayıldığı kanepesi boştu. Zarif karısını odanın hiçbir yerinde göremiyordu. Sonra karşısında hizmetçi kız Manthara’yı buldu. Kız ellerini kavuşturup titreyen bir sesle konuştu ve kraliçenin büyük bir üzüntü içinde kendini yas odasına kapattığını söyledi. Çok telaşlanan kral hemen kederli kraliçeyi aramaya gitti. Onu bulunca üzüntüsünün nedenini açıklamasını rica etti. Ama Kaikeyi, bir zamanlar söz verdiği gibi ona dilediği ihsanı lütfetmediği takdirde hiçbir şey söylemeyecekti. Karısının ıstırap içinde olduğunu gören kral, ne diliyorsa gerçekleştirmek için elinden geleni yapacağına söz verdi. Bu şey kendi canı bile olsa sözünden caymayacaktı.

O zaman kocasını kolayca aldattığı için kalbi zafer coşkusuyla dolan kraliçe cevap verdi:

“Bütün tanrılar şahidim olsun! Güneş, Ay ve yıldızlar ile tüm dünya bu yemini ve talebimi duysun! Hatırla ey kral, ifritlerle savaşıp hasta düştüğünde hayatını kurtaran bendim. O zaman bir dileğimi gerçekleştireceğine söz vermiştin. İşte şimdi dileğimin gerçekleşmesini istiyorum. Eğer reddedersen, bugün burada ölürüm. Rama ülkeden ayrılsın ve on dört sene ormanda inzivaya çekilsin. Onun yerine benim oğlum Bharat tahta çıkıp ülkeyi yönetsin.”

Kulaklarına inanmakta güçlük çeken kral, karşısında ansızın bir kaplanı bulan bir geyik gibi şaşkına dönmüştü. Bu yaşadıkları bir rüya mıydı yoksa bir deliriyor muydu? Sonra şüphesinden kurtuldu ve hakikatle yüz yüze geldi. İşte o zaman utanç ve dehşet içinde bir çığlık kopararak yere yığıldı. Kendine gelince istediği şeyden vazgeçmesi için karısına dil döktü durdu ama hepsi nafileydi. Güzelliği ve sağduyusunu överek kraliçeye iltifatta bulundu. Rama’nın tahta çıkmayı hak ettiğini vurguladı, bütün hazırlıkların tamamlandığını ve halkın törene katılmak üzere beklendiğini söyledi. Rama’dan ayrılması durumunda perişan olacağını anlattı. Fakat kraliçe, istediği şeyi yapmazsa hemen orada kralın gözlerinin önünde zehir içeceğini söyledi. Bitkin ve çaresiz haldeki Dasaratha bir kez daha bayıldı. Fakat merhametin düşüncesini bile aklından geçirmeyen kraliçe, niçin öyle kıpırdamaksızın yatarak sözünü savsakladığını soracaktı. Bunun üzerine kral ayağa kalktı ve hiddetle haykırarak “Kaikeyi artık benim sadık karım değildir,” dedi.

Bu arada Vasishtha, hiç vakit kaybetmeksizin Rama’yı göndermesi için kral Dasaratha’ya haber yollamıştı çünkü yaklaşan an çok hayırlıydı. Baş danışman Sumantra, prensi getirmesi için gönderildi. Bunun üzerine prens iki atın çektiği bir arabaya bindi. Lakshman ise elinde yak kuyruğundan yapılmış kraliyet sinekliğiyle Rama’nın hemen arkasında duruyordu. Rama babasını Kaikeyi’yle otururken buldu. İkisini de saygıyla selamladı. Talihsiz kral, oğlunun isminden başka söyleyecek söz bulamayacaktı. Kraliçe soğuk bir tavırla konuşarak Dasaratha’nın kızgın olmadığını, sadece yemin ederek eşine verdiği bir sözü tutmaktan kaçındığını anlattı. Her konuda kralın emrini yerine getireceğine yemin ettiği takdirde Rama’ya bu sözün ne olduğunu açıklayacağını söyledi.

Rama buna cevaben babasının emretmesi halinde kendi canından bile vazgeçebileceğini söyledi. O zaman Kaikeyi prense her şeyi anlattı. Kral, Rama’yı on dört seneliğine ormana yollamaya ve onun yerine Bharat’ı kral olarak tahta çıkarmaya söz vermişti. Rama itaatkârlıkla bu emri kabul etti. Sadece babasının onu niçin âdeti olduğu şekilde karşılamadığını sormakla yetindi. Fakat bu iğrenç sözün yerine getirilecek olması nedeniyle içi kan ağlayan kral bir kez daha fenalaşacaktı.

Rama üzücü haberi onlara alıştıra alıştıra verdi. O zaman Kausalya tarifi imkânsız bir acıya ve Lakshman ise derin bir öfkeye kapılacaktı. Annesi, keşke çocuksuz ölseydim diye ağlıyordu. Rama giderse hiçbir şey yiyip içmeyerek kendi canına kıyacağını söylüyordu. Lakshman ise direnmeyi salık verdi ve hatta bu zalim emirde ısrar etmesi halinde babalarını katletmeyi dahi önerdi.

Rama ikisini de yatıştırdı. Kausalya’ya şöyle dedi: “Kral, senden mahrum kalırsa ölür. Ayrıca bir kadının saadeti, kocasının afiyette olmasına bağlıdır. Bu yüzden, ne canına kıymaya ne de benimle ormana gitmeye kalkmalısın.”

Oğlunun bu bilgece sözleriyle ikna olan Kausalya kadere boyun eğerek onun bu girişimine razı oldu. Ancak Lakshman ruhunda hâlâ isyan etmekteydi. Rama’nın adaletsiz bir fermana ya da kaderin ezici gücüne hiç ses çıkarmaksızın itaat etmesi ona çocukça ve aşağılık bir şey olarak geliyordu.

Her şeyi elinden alınmış olan veliaht prens şimdi kötü haberi karısına vermek zorundaydı. Elinden geldiğince nazik bir şekilde onu bilgilendirdi ve tek başına ormana gideceğinden bahsetti. Karısını ise onun iyiliği için dua etmesi ve annesini teselli etmesi için geride bırakacaktı. Sita buna çok dokunaklı bir şekilde cevap verdi: Kocasıyla gitmek zorundaydı zira ondan başka dayanağı yoktu ve o olmadan yaşamayı istemiyordu.

Rama şehirde kalması için bir kez daha karısına yalvardı çünkü ormandaki hayat çile ve tehlikeyle doluydu. “Ormanda bir sürü aslan, fil ve başka vahşi canavarlar var. Derin ırmakların suları timsah kaynıyor. Orada tek döşeğin, içi yılanlar ve yengeçlerle dolu birbirine dolanmış çalılıkların ortasındaki buz gibi toprak olacaktır. O yüzden, akıllı davran ve şehirde kal, sevgilim!”

Fakat Sita gözyaşları içinde cevap verdi:

 
“Ormanın bütün tehlikeleri, beni korkutmak için saydığın tüm o çileler,
Yanımda sen olduktan sonra korkutmaz gözümü.
Senin sevginin rehberliğinde ben acı nedir bilmem,
Her bir dert güzeldir, her bir kayıp kazançtır o zaman.”
 

“Yanımda sen varken bahsettiğin şeylerin hiçbiri benim için zorluk olmaz. Ben seninle karın ve yardımcın olmak için evlendim. Sadakatle sana hizmet etmek hem bu dünyada hem de öteki dünyada beni saadete götürecek en emin yoldur. Ama bu dileğimi reddediyorsan şunu bilmelisin: Madem kocamın yanında yaşayamayacağım, ben de kendimi denize atarım, ateşe girerim ya da zehir içerim. Böylece hayatıma son veririm.”

Karısı işte böylece dil döküp yalvaracaktı. Rama nihayet onu dinleyerek yanında götüreceğine söz verdi. Bu yolculuktan önce Sita’dan tüm servetini Brahmanlara ve hizmetçilere vermesi istedi. Ardından karı koca yola çıkmak üzere hazırlandılar. Rama’yı direnmeye ikna edememiş olan Lakshman da ne olursa olsun onlarla geleceğini söyledi. Rama, ilk başta kardeşini evden ayırmaya isteksiz olsa da sonunda buna razı geldi ve Lakshman’a hangi silahları yanına alması gerektiğini anlattı.

4.Güneş Hanedanı: Hindu efsanelerine göre İkshvaku adlı kralın kurduğu bu hanedan mensuplarının soyu Güneş’e dayanmaktadır. (ç.n.)
5.Vedalar, Hinduizmin en eski kutsal metinleridir. (ç.n.)

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺114,75

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
17 mayıs 2024
Hacim:
177 s. 13 illüstrasyon
ISBN:
9786258361094
Telif hakkı:
Maya Kitap
İndirme biçimi:
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre