Kitabı oku: «Mısır mitolojisi», sayfa 3
İnek şeklindeki Hat-hor gökyüzünün tanrıçası olarak Asyalı Gökyüzü Kraliçesi’nin pek çok işlevini üstlenip daha sonradan kadınların özel patroniçesi ve aşk, güzellik, neşe, müzik ve süs ilahı haline gelmiştir. Bu durum, Samilerin Asterte’sinin kimi zaman savaşın hanımefendisi olmasına tümüyle benzemektedir. Gördüğümüz gibi kocası genellikle gökyüzünün erkek hükümdarı Horus’tur.
27. şekil: Kutsal ineğin boynuzları arasında güneş tanrısı
Bu tanrıça çoğalarak özellikle her çocuğun doğumunda kehanette bulunan “yedi Hat-horlar” grubuna dönüşmüştür. Bu yedi yazgının bazı diğer topluluklar arasında, insan kaderinin burcu (özellikle talihsiz olanlar) ve hasadın habercisi Ülker takımyıldızı olduğu düşüncesi, yedi Hat-hor ineklerine boğasıyla birlikte rastladığımızda doğrulanmıştır. Zira Ülker, Taurus takımyıldızının içindedir. Bu burçlarla ilgili işaret Mısırlılara ait olmadığı için tarif ettiğimiz takımyıldızlarının birleşimi muhtemelen Asya’dan ödünç alınmıştır. Ancak Mısırlılar Yeni Krallık döneminde bunun ne ifade ettiğini anlayamamışlardır. Mısır şehirlerinde yedi Hat-hor’un ayrı şekillerinin yerini belirlemek için çok uğraşılmıştır.
28. şekil: Ölüler kutsal ağacın arkasında Hathor ile buluşuyorlar
Erken bir zamanda Hat-hor farklı farklı diğer tanrıçalara benzetilmiştir. Diospolis Parva şehrinin dişil ilahına ait Bat (?) ismi, benzer bir sembol veya Hat-hor’un kafasında somutlaşan bir tanesiyle yazılıdır. Daha sonraları bu sembol yüce tanrıça Hat-hor’un kendisiyle özdeşleştirilecek ve özellikle neşe saçan tanrıçanın festivallerinde kullanıldığı için bir sistrum, yani kutsal bir çıngırak olarak izah edilecektir.
Gökyüzünün Hat-hor’un da üstlenmiş olabileceği dişi formundaki temsili başta yereldir; ancak daha sonraki zamanlarda sıklıkla güneşle ilişkilendirilen pek çok tanrıçayla özdeşleşmesine sebep olmuştur. Bu ilahlar arasında İsis (kimi zaman kardeşi ve rakibi Neftis’le), Theban, Mut ve öfkeli Tefenet vardır. Zira gökyüzünün gece hali özellikle, ismine uygun olarak, genellikle Abis tanrısı Nuu’nun (veya Nûn?) gökyüzündeki muadili, başka bir deyişle yeraltındaki okyanusun devamını oluşturan semavi su olarak anlaşılan Nut ile kişileştirilmekteydi. Nut’un, Nuu’nun eşi olduğunu umabiliriz; ancak Nut onunla bu şekilde nadiren ilişkilendirilmekteydi. Bunun yerine her sabah güneşi birlikte meydana getirdiği yeryüzü tanrısının eşidir. Benzer bir şekilde “tanrıları dünyaya getiren” sıfatıyla (yani bütün kutsal bedenleri) bütün hayatın veya en azından insanlığa geçişi şekillendiren genç nesil tanrıların anasıdır. Bu konuya daha sonra geleceğiz. Nut genellikle, yıldızlarla kaplı karanlık bir kadın olarak sırtüstü yatmış, yeryüzüne tanrısına doğru eğilirken tasvir edilir (bkz. 33, 35, 38 ve 39. şekiller). Özellikle tabutların üzerindeki cenaze tasvirlerinde, ölü ruhları yıldızlarla süslü bağrına, kollarına ve kanatlarına alırken gösterilir. Karanlık derinliğin muadili olarak gökkubbenin daima baş aşağı asılı olduğu veya gece vakti gökyüzünün gündüz halinin parlaklığıyla yer değiştirmek için gökkubbenin sulardan yükseldiği yer olan yeraltı dünyasının göğü olarak da ifade edilir. Bu yüzden yıldızların anası Nut, içinde saklandığı veya dalları onun uzuvlarından meydana gelen gösterişli kutsal ağaçla bir bütündür. Bununla birlikte gündüz vakti her zaman açıkça gökyüzünde ayırt edilemez ve dolayısıyla gökkubbeyle özdeşleştirilen tüm tanrıçalar, özellikle Batı’nın ve ölülerin ilahıyla ilgili olağan işleviyle Hat-hor, gökyüzünün gece halinde yer bulabilir.
29. şekil: Gökyüzünün ve iki ülkenin (yani Mısır’ın) hanımefendisi Meht-Ueret.
30. şekil: Diospolis Parvalı Tanrıça
Nut’un güneş tanrısını (ve ayı) meydana getirdiği eşi, genellikle sırtına veya yanına yaslanarak dinlenen ve vücudundan fışkıran bitkilerle bir erkek olarak tasvir edilen yeryüzü tanrısı Keb’tir. Ayakta dik dururken tasvir edildiği kimi zamanlarda kafasını süsleyen kaz, yalnızca adının bir kısaltmasını oluşturan hiyerogliftir. Ancak çok geçmeden teologlar bunu yeryüzü tanrısının koca bir erkek kaz, güneş yumurtasını yumurtlayan “Büyük Cackler” olduğu şeklinde yorumlayarak yanlış bir sonuca vardılar. Ayrıca özel yaratıkları olan yılanların efendisi olduğundan Keb’in bir yılan kafası da vardır veya kafasında sıklıkla adlandırıldığı gibi “Mısır’ın veliahtı”nın karmaşık tacı vardır. Her halükârda aslında Keb yalnızca, evrensel işlevi olmayan yerel bir tanrıydı (belki de Heliopolis civarında). Zira daha eski bir gelenekte Aker veya Akeru denen başka bir yeryüzü tanrısı vardı. Bu ilah, bir vücutta zıt tarafa bakan iki elli, çift kafalı bir aslan biçiminde tasvir edilir. Güneş, akşamları batıdaki çöl dağlarına girdiğinde bir ağzından yutulurken, sabahları diğerinden çıkarak doğar. Böylelikle güneş tanrısı, gece vakti Aker’in vücudundan yani yeryüzünden geçmiş olur. Daha sonraki teologlar daha eski olan tanrıyı yeryüzünün daha aşağı bölgelerinin temsilcisi haline getirerek ve onu siyah tasvir ederek Aker’in gereksiz varlığını halefi Keb’inkilerle uzlaştırmaya çalıştılar. Böylece Keb bir koruyucu olarak Aker’in yerini aldı. Bu şekilde bazı âlimler aslında Aker’i yerin derinlerinde yatan şeytani ejderha ‘Apop ile karıştırabildiler. Bunun yanı sıra daha sonraki bazı sanatçılar ve teologlar, Aker’in mürekkep figürünü sırtlarını birbirlerine dönmüş ve güneşin aralarında doğduğu iki dağı taşıyan iki aslana ayırdılar. Sonrasında bazı yorumcular bu gizemli aslanlara “sabah” veya “dün” adını verirken diğer başka yorumcular da bunları “iki kutsal aslan” Şu ve Tefênet’le karıştırdılar ve buna uygun şekilde onları çalılıkların içinde oturur veya gökyüzünü destekleyici vaziyette tasvir ettiler (bkz. 37. şekil).
31. şekil: Ölüyü alırken Nut
32. şekil: Gökyüzünün gündüz vakti sembolleriyle Nut
Mısırlılara göre sonraki iki tanrı, Şu ve Tefênet, daha çok yeryüzü ve okyanusu gökyüzünden ayıran uhrevi aralıktı. Bu işlev, genellikle gökyüzünü iki yana uzanmış elleriyle yukarı kaldıran veya gökyüzünün sütunlarından birisini tutan bir erkek biçiminde tasvir edilen Şu’da özellikle belirgindir. Şu, gökyüzünün ve güneşin desteği sıfatıyla kafasında güneş diskiyle resmedilebilir veya bir güneş tanrısı olarak muamele bile görebilir. İster güneş tanrısının bir oğlu olsun (en yaygın kabul edilen görüşte olduğu gibi) ister birçok tanrının kökeninden geliyor olsun, güneşten önce gelen teolojik bir problemdi. Erken bir tarihte Şu, benzer bir şekilde güneş olarak kabul edilen Heka ile (Büyü veya Büyücü) özdeşleştirilmekteydi. Ancak Şu’nun 71. şekildeki (s. 65) gibi Heh ile (Sonsuz Boşluk) veya Horus’la karıştırılmasının sebebi o kadar açık değildir.
33. şekil: Bitki örtüsünün taşıyıcısı Keb.
34. şekil: Hiyeroglif sembolüyle Keb
Evrensel işlevini gösteren resimlerde aslana benzer şekillerden kaçınıldığını görmekteyiz. Halbuki bu şekil açıkça Şu’nun yerel tapınağına Leontopolis denmesine sebep olacak kadar özgündü. Daha sonraki zamanlarda insan formundaki birkaç başka ilahla da özdeşleştirildi. Sözgelimi, nadiren de olsa ayla ilişkilendirilen Teb’li tanrı Khôns veya daha sık olarak This’in savaşçısı An-hôret.
Dişi aslan Tefênet’in hangi şekilde Şu ile onun ikiz kardeşi ve karısı olarak ilişkili hale getirildiği ve bu sayede bir gökyüzü tanrıçasının işlevlerini kazandığı belirsizdir. Muhtemelen hiçbir zaman insan özellikleriyle değişmediği aslan formu veya bu iki tanrının yalnızca yerel ilahlar oldukları zamanlardaki tesadüfi komşulukları bu duruma bir açıklık getirebilir. Modern dönemlerde Tefênet’in yağmur bulutlarıyla veya çiyle ilişkilendirilmesi oldukça temelsizdir. Tefênet’in ve Şu’nun daha sonradan bitkilerin büyümesine sebep olduğu söyleniyorsa bu, Mısır’da kaynağı nadiren gökyüzü olan sulamadan ziyade diğer kutsal işlevlere işaret eder. Mısır metinlerinde Tefênet’ten kızgın ate- şi gönderen olarak (yani güneş olarak) sıklıkla bahsedilmekte olup güneş tanrısının gerçek kızı veya gözü ya da kafasının üzerindeki disk biçiminde tasvir edilmektedir. Benzer bir şekilde resimlerde her zaman güneşle ilişkili bir şekilde gösterilmektedir. Tefênet, Şu’nun dişi bir muadili olarak İsis gibi gökyüzü tanrıçalarıyla özdeşleştirilebilir. Bundan dolayı bazı yerlerde ona ayın annesi denilmektedir. Ayrıca gökyüzünün (başka bir deyişle Nut’un) annesi olarak veya tam tersine gökyüzünün (yani Nut’un veya Hat-hôr’un) kızı olarak da adlandırılmaktadır. Tefênet ve erkek kardeşi Şu benzer şekilde “iki aslan” olarak adlandırılır (37. şekildeki açıklamayla kıyaslayın). Oldukça erken bir dönemde gelişen şeytani Set’in gök gürültüsü ve bulutların tanrısı olduğu fikri ilerleyen sayfalarda ele alınacaktır.
35. şekil: Bir yılan biçimindeki Keb ve Nut
36. şekil: Keb Aker’i izleyip onu sola doğru uzatıyor
37. şekil: Aker’in Şu ve Tefênet’e benzetilen bozulmuş tasviri
Su unsuruna dönecek olursak, ilk olarak onun en yakın temsili, Nil tanrısı Hapi’den bahsetmemiz gerekiyor. Hapi beline bir balıkçı kemeri takan ve kafasında suda yaşayan bitkileri taşıyan epey koyu mavi veya yeşil renkli bir insan figürüyle tasvir edilmektedir. Şairler tarafından övgülere boğulmasına rağmen kendisine çok fazla tapınılmamaktadır. Bu varlık, ilk Mısır teolojisinin tanrıların evrensel özellikleri üzerinde durmadığının bir diğer kanıtıdır. En eski dönemlerde Nil Nehri’nin kaynağının, Asvan çağlayanı arasında Mısır sınırı üzerinde olduğuna inanılmaktaydı. Bu kaynak yeraltı dünyası veya abisten veya kimi zaman iki farklı kaynaktan doğarak iki nehre ayrılmaktaydı. Bunlardan bir tanesi Mısır boyunca kuzeye doğru akarken diğeri Nübye üzerinden güneye doğru bir istikamet izliyordu. Dört nehrin dört ana yöne doğru akmasıyla ilgili bu Asya geleneği, Mısır düşüncesine Nil Nehri’nin Elefantin’deki en derin kaynaklarının bunlardan dördüncüsü olduğu hakkında iz bırakmıştır. Dolayısıyla hayat verici su, Satet ve benzerleri gibi şelale tanrıçaları tarafından oluşturulan dört kaptan akmaktadır. Zira Osiris mitine göre Nil Nehri’nin kaynağı ve yükselişi hakkındaki mitolojik açıklamalarda Osiris’in Nil’le özdeş görülmeye başlandığına rastlamaktayız.
38. şekil: Şu okyanusun (?) üzerinde durarak Nut’u, gökyüzünü tutuyor. Güneşin temsil edildiği dört aşama
39. şekil: Şu-Heka ve dört sütun gökyüzü ile yeryüzünü birbirinden ayırırken
İki su tanrıçası Mu(u)t (veya Muit) ve Nekhbet, Nil Nehri’yle ilişkilidirler. Mu(u)t her ne kadar genellikle az bir öneme sahip olsa da en erken dönemlerde adıyla uyumlu bir şekilde (Sulu, Su taşkını) bazen evrenin ana maddesi ve her şeyin anası olan “nem” olarak kabul edilirdi. Abis’in girişinde durduğu söylenen Nekhbet, bu şehrin akbaba tanrıçasıyla doğrudan benzerliği olmasa da Yukarı Mısır’ın tarihöncesi merkeziyle açıkça bağlantılıdır. İlk teolojiye göre Nil’in Mısır güzergâhının, biraz daha geç tarihlerde inanıldığı gibi İlk Büyük Çağlayan yerine bu merkezde başlayıp başlamadığı tartışmalıdır. Hapi’nin iki karısı da kimi zaman onun gibi şişman tasvir edilirler.
40. şekil: Tefênet
Kimi zaman “Okyanus” (tam olarak Yüce Yeşil) da bereket getirirmişçesine Nil gibi çok şişman tasvir edilir ve aynı şekilde bir zamanlar eşi Mu(u)t veya Mu(i)t’tur. Bununla birlikte genellikle abis tanrısı Nuu (veya Nûn) ile özdeşleştirilir. Aslında ikincisi yalnızca siyah, yeraltının derinlerine akan ve güneyde başka bir deyişle Nil’in kaynağında kendisine erişilebilen akıl sır erdirilemez suyu temsil etmez; bunun yanı sıra bu suların, tamamen kuşatıcı okyanus olarak dünyanın etrafını saran uzantısını da temsil eder. Okyanusun dipleri karanlıkta ve sonsuz uzayda kaybolarak yeraltı sularına dönüş yolu olur. Bu çok derin denizler bütün ilahların meydana geldiği kadim maddeyi temsil eder. Böylece bunların kişileştirmesi olan Nuu “gökyüzü ve yeryüzü henüz mevcut değilken” var olan en yaşlı ve en bilge tanrı diye bilinir. Nuu bütün sırların sahibi, tüm tanrıların ve dünyanın babasıdır. Evrenin doğuşuyla ilgili bu düşünce, güneşin günlük batışı ve okyanustan tekrar doğuşuyla benzerlik taşır. Mısır’da okyanusun temsili Nil’di. Bu nedenle Nil genellikle Nuu ile özdeşleştirilmekteydi. Bir süre sonra daha mistik düşünceler yeraltı sularının kaynağı olarak Osiris’i Nuu ile özdeşleştirdi ve böylece onu okyanusla bağlantılı hale getirdiler. Daha sonra Ptah (Tatunen) da kuvvetle muhtemel Osiris’le özdeşleştirilmesinden sonra abisle doğrudan eşit kabul edildi.
41. şekil: Nil, Karısı Nekhbet ve Okyanus
42. şekil: Öküz Kafalı Nuu
Nuu geleneksel olarak insan şeklinde tasvir edilir. Ancak nadiren de olsa bir kurbağa kafasıyla ve bir kez de öküz kafasıyla temsil edildiği olmuştur. Kafasında iki deve kuşu tüyüyle tasvir edildiğinde bilge Ptah-Tatunen ile daha sonraki özdeşliği ima edilmektedir. Bahsetmeye değer bir mitolojik resim “Nuu’yu mistik tanrıların babası” olarak tasvir etmektedir. Nuu bu resimde bütün suların iki veya dört kaynağını ağzından fışkırtırken diğer iki tanrı, muhtemelen güney ve kuzey Nil, bu suları alıp tekrardan tükürmektedir. Daire haline gelmiş insan formundaki okyanus için 46. şekle bakabilirsiniz.
43. şekil: Gizemli tanrıların babası Nuu pınarını “gizemli iki tanrıya” gönderiyor
Bu ilişki, bu kozmik yapının ve dört unsurunun asıl parçalarının dizilimi meselesi, genel kabul görecek şekilde hiçbir zaman açıklığa kavuşmadı. Başlangıçta dünyanın yaratılış miti birkaç yerel varyantta var olmuş olabilir. Bununla birlikte okyanus derinliğini temsil eden Nuu’nun asıl unsur olması en eski teologların ilk uzlaşmalarından biriydi ve sonraki adımın güneşin yaratılmasıyla ilgili olması evrenin kökeniyle ilgili süreçte en önemli aşamaydı. Yeni Krallık döneminde yaratılıştan önce dünyanın durumuyla ilgili kurgular dört çift tanrı (bir ogdoad) tarafından bu kaotik durumu sembolize etti. Erkekler su mahlûkları olarak kurbağaların başlarıyla temsil edilirken kadınlar yılan başlarıyla temsil edilmektedir. İsimleri şöyleydi: Derin güçler olan Nuu ve Nut; Heh(u) ve Hehet (veya Hehut, Sonsuz Boşluk); Kek(u) (veya Kekui) ve Keket (veya Kekut, Karanlık); Ni(u) ve Nit (Rutubetli Hava). Sayılarından dolayı güneş tanrısının bu sekiz anne babası veya atası Orta Mısır’da Khmun(u) (Sekizin Şehri) ile ilişkilendirildi ve bazı din adamları bunları yaratılışın başlangıcı olarak kabul etti.
44. şekil: Kadim ogdoad tanrılarının iki üyesi
45. şekil: Heh ve Hehet genç güneşi (Khepri olarak) doğu ufkunun üzerine kaldırıyorlar
Gerçekte, az önce izah edilen öğretiye göre yalnızca ilk çift yani Nuu ve Nut, güneş tanrısının ebeveynleriydi. Ancak ogdoad tanrılarının evrensel özellikleri, bebek güneşi her sabah kaldırarak Şu’nun ve Tefênet’in görevini yaparken Heh ve Hehet’i temsil eden 45. şekildeki gibi kolayca güneşin günlük doğumuna aktarıldı. Bununla birlikte ogdoad tanrılarından Nut’un, her gün güneşi doğuran göksel tanrıça Nut’la aynı ilah olup olmadığı veya onun yalnızca kadim gökyüzü ya da sadece suyla ilgili kaosun bir görünüşü olup olmadığı hakkında belirsizlik var gibi gözükmektedir. Ancak şahsiyetleri muhtemelen özdeşti. Öyleyse Nut’un sel veya eski su tanrıçası olarak kabul edildiği teoriye göre güneş tanrısını meydana getiren, tanrıların babası Mu(u)t veya Mu(i)t, Nuu idi. Günlük bir hadise olarak bu yaratma eylemi bir defasında, dairesel konumuyla düz bir şekilde yatarken resmedilen (bkz. 46. şekil) yeryüzü tanrısından kendisini ayırt ediyor gözüken Nut’u, okyanus üzerinde uzanan gökyüzü olarak temsil etmektedir.
Sonraki dönemlerde Mısırlılar güneşi batıdan doğuya geçen bu erkek figürün ne olduğunu anlamamış gibi gözükmektedir ve aynı durum göğün üstünü ve altını erkek özelliğiyle örtüşmeyen kişilikler olarak temsil etmek amacıyla yapılmış Philae tapınağındaki bu figüre çok benzer temsil için de geçerlidir. Kısa sürede bu inanç güncel hale gelmiştir: Tüm evrensel güçlerin en yücesi güneş, onun müsebbibi veya onu şekillendiren abisten tamamen kendi başına çıkmıştır ve sonra gökyüzüyle yeryüzü arasındaki havayı (Şu ve Tefênet) yaratmıştır. Daha sonra gökyüzü ve yeryüzü (Keb ve Nut) kendilerini meydana getirmişlerdir. Osiris sıfatıyla yeni güneş de dahil yaratılışın devamını bu tanrılar meydana getirmiştir veya güneş tanrısı tanrıları yaratmaya devam edip nihayetinde gözünden veya başka bir şekilde insanları meydana getirmiştir. Bu, Heliopolis’e ait eski bir yaratılış öğretisidir. Heliopolis dokuzlusunun düzenlenmesini yansıtmaktadır. Dolayısıyla ogdoad öğretisinde havanın güneşten üstün olduğunu; gökyüzünü (Nut) ve yaratılışta güneşin doğduğu yer olan abisini (Nuu) (ki aslında her gün de buradan doğmaktadır) birbirinden ayırdığıyla ilgili farklı bir inanca dayandığı anlamını çıkarabiliriz. Heliopolis öğretisinde güneşin Atum-Ra ve Osiris olarak bu çifte ortaya çıkışı ve Şu’nun dünyanın başlıca iki esas parçasını ayırıcı kadim bir görevi olması, güneş tanrısının yaratılışta daha sonradan yer almasıyla ilgili varyantın mevcut olduğunu yeniden düşünmemize sebep olmaktadır. Benzer bir şekilde bazı metinlerde, okyanusta veya okyanusu simgeleyen mavi nilüfer çiçeğinin içinde geliştikten sonra güneş tanrısının doğruca kutsal ineğin sırtına (bkz. 27. şekil, s. 41) tırmandığını ve böylece gökyüzünün, havanın ve diğer unsurların ve ayrıca yeryüzünün kendisinden önce var olduğunun ima edildiğini okumaktayız.
46. şekil: Gökyüzü tanrıçasının kocasının olağandışı bir temsili
47. şekil: Çifte formda gökyüzü tanrıçası ve onun eşi
48. şekil: Nilüfer çiçeğinin içinde genç güneş
Dünyanın abisten yaratılışıyla ilgili hikâyenin eski bir varyantı Elefantin’in koç başlı tanrısı Khnûm(u) ve onun kurbağa başlı karısını “yaratılışın başlangıcında yer alan insanları ve tanrıları yaratan ilk tanrılar” konumuna getiren gelenekte korunmuş gibi gözükmektedir. Bunun altında yatan düşünce okyanus dahil bütün suların kaynağını, İlk Büyük Çağlayan kayaları arasındaki Nil’in mitolojik kaynağında bulma çabasıdır. Dolayısıyla “asıl tanrı” olarak Khnûm yalnızca, Nuu’nun yerel bir varyantıymış gibi muamele görmektedir. Kadim Krallık’ta bile Khnûm ve Heqet, Osiris mitinin yaygınlaşması için Abidos’a nakledilmiştir. Burada Osiris’in mezarı olmasının yanında hayat pınarı, abisin girişi ve kaynağı vb. de bulunmaktadır.
Khnûm ve Heqet “Abidos’un beşiğine (kelimesi kelimesine doğum yerine, meskhenet) yerleştirildikten sonra Büyük Çağlayan bölgesinin tanrıları olarak bu tanrıların asıl anlamlarını daha ne kadar doğru bir şekilde korudukları belli değildir. Her halükârda daha sonraki teolojik anlayışta Khnûm’un derin doğası onun yaratıcılığı hakkındaki geleneğin, “çömlek gibi şekillendirmek” anlamındaki köküyle (khonem) etimolojik bir izah yapılmaya çalışıldığında artık yer bulmamıştır. Böylece artık Khnûm, bir zamanlar çömlek çarkının üzerinde tanrılardan hayvanlara tüm varlıkları meydana getiren ve halen gökyüzünde çocuğun doğumundan önce, anlaşıldığı kadarıyla yaratma sırasında, yeni doğan her çocuğun veya en azından onun “çiftinin” şeklini belirleyen “çömlekçi tanrı” haline gelmiştir. Bu gelişmeye uygun olarak Khnûm’un sonraki eşi Heqet doğum tanrıçası haline gelmiştir.
Böylelikle Heqet bazen, “Beşiğin Tanrıçası” (veya daha doğrusu Doğum Koltuğunun Tanrıçası) olarak bilinen tanrıça Meskhenet’le benzerlik gösterir. Meskhenet, yeryüzündeki doğumların yanı sıra Osiris’le yeni bir hayat için ölülerin yeniden doğmalarını da idare eden bir ilahtır. Sembol olarak kafasında kıvrımlı iki böcek antenine benzeyen bir süsü bulunmaktadır. Aynı zamanda bir veya iki tane tuğlayla da sembolize edilebilir. Burada, Mısır’dan Çıkış’ta tarif edildiği gibi Mısır kadınının üzerinde çocuk doğurduğu tuğlalara gönderme yapılmaktadır. Güneşin ve Osiris’in dört farklı Meskhenet’i ya da doğum tanrıçası vardır. Bu, farklı yorumları da beraberinde getiren bir sembolizmdir. Meskhenet adı “tesadüf, olay, kehanet” olarak izah edilebilir. Başka bir deyişle kehanetlerin rast gelmesi doğuma eşlik edip bu suretle kaderi tayin ettikçe bu ilahe, kader tanrıçası haline gelmiştir. Bu etimolojik izahın özgün olması ve doğum tanrıçasının işlevinin yalnızca buradan geliyor olması mümkündür. İlerleyen sayfalarda göreceğimiz üzere Renenutet de doğum ve eğitimle ilişkilidir.
49. şekil: Khnûm çocukları meydana getiriyor ve Heqet de onları canlandırıyor
Sıradan insanlar için erkek bir öz, Shay (kader) Yeni Krallık döneminde doğum tanrıçasının erkek bir muadili ve refakatçisi olarak ortaya çıkmaktadır. Shay, insan şeklinde tasvir edilir ve sonradan Greklerin Agathodaimon’uyla özdeşleştirilmiştir. Kimi zaman insan kafalı bir yılan şeklini alır.
Evrensel ilahlar arasında görünüşe göre aslen yıldızlarla ilgili bir varlık olarak “yazı tanrıçası” veya kader tanrıçası Sek-ha(u)it’i (veya muhtemelen Sekha(u)tet) de hesaba katabiliriz. Oldukça ilginç bir ilah olan Sekha(u)it, kalemiyle tüm dünyanın rotasını yönlendirmektedir. Ona “kitapların ilahi yerinden önce var olan”, başka bir deyişle “tanrıların kitaplık görevlisi” denmektedir. Bir pasajda “güneyin kütüphanesinden önce var olan” unvanıyla anılmaktadır. Burasıyla eski Nekhbet merkezinde bir yerleşim yeri işaret ediliyor veya daha ziyade burası, dünyanın derinliklerindeki, yani güneydeki, evi için bir ipucu olabilir. Gökyüzünün altıyla bağlantısı semavi doğası işaret edilerek baş aşağı duran iki boynuzla gösterilmekteyken, makamı, bir din adamı kostümü (yani leopar derisi), kalem ve hokka (veya omzundan aşağı sarkan birbirine bağlı iki hokka) ile sembolize edilmektedir. Boynuzlar arasındaki yıldız bu doğaya işaret etmektedir; ancak bütün yıldızların beş ışınlı çizildiği resim geleneğine zıt bir şekilde bu özel yıldız yedi ışınlıdır. Bu, henüz anlamadığımız veya Asya’dan gelmiş olması muhtemel bir sembolizmin özenli bir göstergesidir. Bir kader tanrıçası olarak Sekhait, kozmik ağacın dibinde, başka bir deyişle gökyüzünün en derinliklerinde (güney) veya gökyüzünün yukarısı ve aşağısının buluştuğu noktada oturur. Burada, ağacın veya yapraklarının üstünde yalnızca yaşam süresi gibi (en azından krallar için) bütün gelecek hadiseleri yazmaz; aynı zamanda gelecek nesillerin bilmesi için büyük olayları da kayda geçirir. Zira gelmiş ve gelecek olan her şey daha önce gördüğümüz üzere yıldızlarda yazılıdır. Dolayısıyla o kimi zaman Heliopolis’in kutsal Persea’sına yerleştirilir. Aynı zamanda gökyüzü, İsis gibi, gündüzleri gökkubbe veya Neftis gibi gökyüzünün daha uzak ve daha az bilinen bir simgesiyle özdeşleştirilir. Ancak tahmin edebileceğimiz üzere Nut’la özdeşleştirilmez. Nispeten erken bir tarihte sıradan halk bütün bu sembolizmin değerini kaybederek Sekha(u)it’e Sefkhet ‘Abui (Boynuzlarından [başka bir deyişle kafasından] Vazgeçen) gibi anlamsız bir isim vermiştir.
50. şekil: Meskhenet
Her ne kadar Mısırlı din adamlarının çok iyi astronomlar oldukları iddia edilse de Mısır inancında gezegenler (asla dinlenmeyen yıldızlar) Babil’de sahip oldukları gibi bir değere sahip olmamıştır. Hiçbir yerde özel bir put olmamışlardır ve bunlardan üçü (veya aslında dördü) gökyüzünün hükümdarı sıfatıyla aynı tanrının, yani Horus’un tezahürü olarak adlandırılıyorsa erken dönemlerde bunların birbirinden ayrılmasına çok fazla özen gösterilip gösterilmediği oldukça şüphelidir. Sabahyıldızının (muhtemelen bir zamanlar akşamyıldızından farklı olan) her zaman gezegenlerin en önemlisi olduğuna şüphe yoktur. “Yükselen Tanrı” (Nuter Dua) olarak isimlendirilen bu yıldız erkek olarak kabul ediliyordu. Gizli güneş tanrısının geceye ait temsili olarak kabul edilerek Osiris’i veya onun ruhunu, Feniks’i (benu, bin) veya Horus Ra olarak yeniden doğan Osiris’i sembolize ediyordu. Akşam güneşine daha sonraları “Osiris’i Taşıyan” veya “Feniks’i Taşıyan” da denmiştir. En eski metinlerde sabahyıldızı ve Orion, gökyüzünün hükümdarları olarak genellikle birbirleriyle kıyaslanmaktadır. Açık bir şekilde dişi bir öz olarak görülen Venüs-İsis’e Mısır’da yalnızca en geç dönemlerde rastlamaktayız (Venüs’ün Gökyüzünün Kraliçesi olduğu düşüncesinin erkek bir tanrı ‘Athtar veya Lucifer gibi daha eski bir yoruma önceden ağır bastığı, Asya’da yaygın olan bir düşüncedir). Daha erken dönemlerde Sothis’in ve Venüs’ün güneş tanrısının kızı ve eşine benzerliğinin yanı sıra Osiris-Horus’un annesine benzerliği de belirsizdir ve bu benzerlik yalnızca muğlak bir şekilde gerçekleşmiş olabilir. Diğer gezegenlerin önemi ise daha azdır. Jüpiter’in ismi daha sonraları “Horus, Sırları İfşa Eden” (Up-shetau) şeklinde yanlış okunmuştur. Doğrusu Upesh (Parlak Yıldız) veya “Parlak Horus” ve ayrıca “Güneyin Yıldızı” şeklindeydi. Satürn “Boğa Horus”, Mars ise “Kızıl Horus” veya “Ufkun Horus’u” (Har-akhti) idi. Sebg(u)-Merkür’ün bilge Thout ile hiçbir şekilde bağlantılı olmaması Asyalı ve Avrupalı benzerlerinden beklentimizden dolayı kısmen şaşırtıcıdır. Aslında kimi zaman bu yıldız şeytani tanrı Set’e ithaf edilir.
51. şekil: Sekhait, Thout ve Atum kralı içine yerleştirerek bir kralın ismini kutsal ağacın üzerine yazıyorlar
52. şekil: Roma döneminden bir resimde Satürn gezegeni
Sabitlenmiş yıldızların hepsi ya tanrıdır ya da “ruh”tur ve “hiçbir zaman kaybolmayana”, yani yıl boyunca kuzeyde görünen yıldızlara özel bir kutsallık atfedilir. Bu yıldızların güneş tanrısının hizmetkârı olmak gibi bir işlevleri de vardır. Hizmetinde silah taşırlar ve kurye olarak görevlerini yaparlar. “Nut’un çocukları”, kutsal çiçekleri ve çeşitli bitki tarlalarını düşündüler ve bu alanların da kutsal ölülerin kaldıkları yerler olduğunu hayal ettiler. Bununla birlikte bu kutsal topraklara “tanrıları meydana getiren, tanrıların her yıl kendi günlerine göre üzerinde büyüdükleri toprak” gibi isimler verdiler. Ancak tanrıların yıldızların biçiminde ve izledikleri yolda vücuda geldiği Mısır inancında, bunlardan yalnızca en fazla dikkat çekenin önemli bir yeri vardır. İlki köpek yıldızı veya Mısırlıların Sopdet (Grekçesi Σωθις) dediği Sirius’tur. Köpek yıldızı sabit yıldızların ve gökyüzünün kraliçesi olduğu için Sothis-Sirius, önceleri Hat-hor veya İsis’le özdeşleştirilmekteydi. Bu nedenle genellikle gökkubbe üzerindeki hâkimiyetini sembolize etmek için bir geminin içine uzanmış bir inek olarak tasvir edilir. İnsan şeklinde resmedildiğinde genellikle onun gibi bir kolunu kaldırarak komşusu Orion’un (ve oğlunun veya erkek kardeşinin ve kocasının veya babasının) refakatçisi olarak gösterilir. Dikkate değer başka bir tasvirde sabah güneşi Horus ile ilişkili (veya daha doğrusu ona karşı) bir şekilde gösterilir ve dolayısıyla gezegenlerin bu önderi ve metinlerden henüz açıklayamadığımız gökyüzünün yöneticisiyle ilginç bir ilişki içerisindedir. Dahası aynı resim ok ve yay tuttuğu için onu bir takımyıldızı, okçu bir tanrıça ile harmanlamaktadır. Sabit yıldızların bu en parlak olanı yılın düzenlenmesinde kullanılır. Bundan dolayı Sothis’e “yıl (yıldız)” denilmektedir ve üç yüz altmış beş günden oluşan ve belirli bir takvim düzenine sokulmamış, bin dört yüz altmış yıllık astronomik döngü “Sothis döngüsü” olarak adlandırılır. Sopdet’in İsis’le özdeşleştirilmesi Osiris mitinde ona önemli bir rol vermektedir.
53. şekil: Sothis-Sirius
55. şekil: Sothis ve Horus-Osiris birleşiyorlar
54. şekil: Sothis (“İsis” namlı)
Mısır inancında takımyıldızlar da Babil’de olduğunun aksine, dini düşüncenin temelinde fazla bir yer bulmamış gibi gözükmektedir. Bunların tasvirleri, Babillilerin takımyıldızlarınınkinden büyük ölçüde farklılaşmaktadır. Dolayısıyla 60. şekilde görülebileceği üzere Mısır Aslanı, aynı isme sahip Babil kümesiyle ilişkili değildir. “Devin” veya “Güçlü Adamın” (Nakht) Asya’da “Kahraman, Dev” denen Orion’la hiçbir ortak noktası yoktur. Zodyak’ın Asya’ya özgü on iki simgesi bile Grek dönemi öncesinde Mısır astronomisinde katiyen bulunmamaktadır. Daha yaygın bilinen mitolojide Pleiades’in boğasına yapılan atıflar veya Virgo mitinde Spica ve Hidra’nın bahsinin geçmesi gibi bunlara yapılan atıflar pek azdır ve henüz MÖ 2000’de ortaya çıkmış gibi gözükmemektedir. Mısırlılar yılı bölümlere ayırmak için Zodyak ile ilgili kıdemli yıldızlar gibi işaretler yerine gökyüzünde her biri on günlük otuz altı bölüm işaretliyorlardı. Beş artık gün, ayrı ayrı sayılıyordu. Bu yıldızlar kuşağı, köpek yıldızı Sopdet-Sothis yani “yılın hanımefendisi” ile başlamaktadır. Grekoromen dönemlerde Zodyak’a ait işaretler oldukça yaygın hale gelmiş olup epey gelişmiş temsillerde bunların betimlemelerine rastlamaktayız.
56. şekil: Dendera’dan yıldızlar
Bütün takımyıldızlarının en olağanüstü ve güzel olanı, “güney bölgesinin önünde süratli, geniş adımlı Orion”, tıpkı Asya mitolojisindeki gibi gökyüzünün kahramanını temsil eder. İlk zamanlar muzaffer güneş tanrısı Horus’la özdeşleştirilir. Bir kutu veya küçük bir tekne içindeki babası Osiris (başka bir deyişle Osiris’in dengi Horus’un ölü veya doğmamış formu) ise en çok doğrudan aşağıdaki takımyıldızı, yani Argo gemisi veya onun asıl yıldızı Canopus’la ilişkilendirilir. Bununla birlikte iki tanrı ve onların takımyıldızları sıklıkla aynı ilahın tezahürleri olarak serbestçe yer değiştirebilir. Koşarken arkasına bakan bir adam olarak Orion’un temsil edilmesinin tarihini MÖ 2000’den öncesine kadar takip edebiliyoruz. Çoğunlukla, sağ kolunu kaldırmış biçimde tasvir edilir. Kimi zaman elinde bir yıldız veya hayatı simgeleyen bir hiyeroglif tutuyor olsa da genellikle eli boştur. Daha sonraları, savaşçı Horus’la ilişkilendirilebilmek için elinde bir mızrak tutarken tasvir edilmeye başlanmıştır. Gördüğümüz üzere Orion genellikle Sothis’in bir refakatçisi olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni Krallık döneminde ayrıca, bir yıl miti olarak evrensel bir mitolojinin içinde gelişen iki Orion düşüncesine de rastlamaktayız. Bu semavi ikizler 58. şekilde gösterildiği gibi birleşik veya ayrı bir şekilde gözükürler. Mısırlılar, bu düşüncenin evrensel mitolojinin pek çok versiyonunda bulunan Osiris-Set mitleriyle benzer olduğunun farkında değilmiş gibi gözüküyorlar. Aynı şekilde muhtemelen Orion’un (veya onun muadili veya çifti olan Argo? gemisinin dümencisi Canopus) “yüzü geriye dönük” veya “geriye bakan” aşağı dünyanın gemici adamıyla benzerliği daha erken bir tarihte bile unutulmuştur.
57. şekil: Orion’un erken döneme ait bir tasviri
58. şekil: Orion Çifti
Diğer kıdemliler arasında en göze çarpanı Shesmu (Grekçe yazımı Σεσμη) takımyıldızının asıl yıldızı, gecenin son saatlerinin efendisi olarak arada sırada karşımıza çıkan kısmen yaman bir özelliğe sahip eski bir ilah olan on altıncı yıldızdır. Adının işaretlendiği basma bir hiyerogliften hareketle daha sonraki teologlar onun bir yağ baskıcısı ve merhem yapan, “laboratuvarın efendisi” olduğu anlamını çıkarmışlardır. Ancak daha eski metinler onu daha çok bir kasap veya bir aşçı olarak tarif etmektedir. Shesmu, ya insan şeklinde ya da öküz veya aslan kafasıyla resmedilir. Görünen o ki aslan kafası daha özgündür. Başka bir deyişle Shesmu, benzer bir şekilde muhtemelen aslan başlı olan tanrıça Shesemtet’in refakatçisi gibi gözükmektedir. Bir zamanlar Shesemtet’in mensuplarının onuncu, on birinci, on ikinci ve on üçüncü yıldızlarıyla temsil edildikleri düşünülüyordu. Bu yüzden bir zamanlar Shesemtet kudretli bir ilahtı ve gökyüzünün hanımefendisi olarak adlandırılıyordu. Bununla birlikte, piramit çağında bile neredeyse unutulmuştu ve sonrasında tamamen gözden kayboldu. MÖ 2000’de ismi anlamından koparılmış bir şekilde kıdemli yıldızlar listesindeki yerini almıştı.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.