Kitabı oku: «Kızıl Odanın Rüyası III. Cilt»
Cao Xueqin (Ts’ao Hsueh-Ch’in), Çing Hanedanlığı döneminde, çeşitli kaynaklara göre 1715, 1724-1763 ya da 1764 yıllarında yaşayan Çinli yazardır. Çin edebiyatının dört büyük klasik romanından biri olarak kabul edilen Kızıl Odanın Rüyası ile tanınır.
1610’ların sonlarında, Mançu Hükümdarlığı’nın özel hizmetindeki bir Han sülalesinde doğmuştur. Ataları, Sekiz Sancak’ın Beyaz Sancak birliklerindeki askerî hizmetleriyle kendilerini göstermişler; ardından saygınlık ve zenginlik kazandıkları resmî görevlere gelmişlerdir.
İmparator Kangxi döneminde sülalenin prestiji ve gücü zirveye ulaşmıştır. Cao Xueqin’in büyükbabası Cao Yin, Kangxi’nin çocukluk arkadaşı annesi Sun Hanım, Kangxi’nin sütannesidir. Kangxi, hükümdarlığının ikinci yılında, Cao Xueqin’in büyük büyükbabası Cao Xi’yi Nanking’de İmparatorluk Tekstil Müdürü olarak atamıştır. Cao Xi 1684 yılında ölünce, Cao Yin görevi devralmıştır. Cao Yin dönemin en önde gelen ediplerinden biri ve meraklı bir kitap koleksiyoncusudur.
1712 yılında Cao Yin ölünce, Kangxi görevi Cao Yin’in tek oğlu Cao Yong’a vermiş; o da 1715 yılında ölünce, Kangxi ailenin baba tarafından yeğeni Cao Fu’yu evlat edinmelerine izin vermiş ve bu görevi o sürdürmüştür. Böylece sülale üç kuşak boyunca İmparatorluk Tekstil Müdürlüğü’nü üstlenmiştir.
Ailenin talihi, Kangxi’nin ölümünden sonra İmparator Yongzheng’ın tahta geçişine kadar devam etmiştir. Yongzheng aileye karşı ciddi şekilde saldırıya geçmiş, mülküne el koymuş, Cao Fu hapse atılmıştır. Bir yıl sonra Cao serbest bırakılınca, iyiden iyiye fakirleşen aile Pekin’e taşınmak zorunda kalmıştır. Cao Xueqin, küçük bir çocukken yoksulluk içinde yaşamıştır.
Cao Xueqin’in çocukluğuna ve yetişkinliğine dair hemen hemen hiç kayıt yoktur. Redoloji âlimleri Cao’nun doğum tarihini hâlâ tartışmakta, öldüğünde kırklı yaşlarında olduğunu düşünmektedirler. Cao’nun, Cao Fu’nun mu, yoksa Cao, Yong’un mu oğlu olduğu bilinmemekle beraber, Cao Yong’un tek oğlunun 1715 yılında doğduğu kesin olarak bilinmektedir; bazı redoloji âlimleri bu çocuğun Cao Xueqin olduğuna inanırlar. Aile kayıtlarında Cao Yong’un tek oğlu Cao Tianyou olarak geçer. Kayıtlarda ne Cao Zhan ne de Cao Xueqin’in izine rastlanır.
Cao Xueqin hakkında tüm bilinenler, çağdaşları ve arkadaşlarından edinilen bilgilerdir. Cao, Pekin’in batı kırsalında, resimlerini satarak, yoksulluk içinde yaşamıştır. Alkoliktir; arkadaş ve tanıdıkları zeki ve yetenekli biri olduğunu; on yıl, bir kitap -muhtemelen Kızıl Odanın Rüyası– üzerinde sebatla çalıştığını söylerler. Özellikle tepe ve kayalık resimleri ve şiir konusundaki yaratıcılığı övgü almıştır. Cao, romanını tamamlanmaya yakın bir noktadayken 1763 ya da 1764 yılında ölmüştür. Romanının, en azından taslağı tamamlanmış el yazmalarının bazı sayfaları dost ve akrabaları arasında dolaşırken kaybolmuştur. Cao sağken bir oğlunu kaybetmiş, karısı kendisinden sonra ölmüştür.
Çocukluğundaki lüks yaşam, onu soylu ailelerin ve yönetici sınıfın yaşam tarzlarıyla tanıştırmış; ileri yaşındaki yoksulluk, hayatı daha açık ve etkili bir şekilde gözlemlemesini sağlamıştır. Kendi hayat anlayışı, yenilikçi fikirleri, ciddi tutumu ve büyük ustalığıyla birleşince, Çin klasik romanının zirvesi olarak kabul edilen Kızıl Odanın Rüyası ortaya çıkmıştır.
Hayatının eseri, ölümünden sonra ün kazanır. Bir yorumcunun dediği gibi, “kan ve gözyaşı” içinde yazılan bu eser, şöhretli bir ailenin zirveye çıktıktan sonra düşüşünü bütün canlılığıyla ortaya koyar. Cao’nun, muhtemelen oğlunu kaybetmenin acısına dayanamayarak aniden öldüğü dönemde, ailesi ve arkadaşları el yazmalarını temize çekiyorlardı. 80 bölümlük bu çalışma, Cao’nun ölümünden sonra Pekin’de elden ele dolaşmaya başlamış ve kısa sürede koleksiyoncuların gözdesi olmuştur. 1791 yılında Cao’nun çalışmalarına ulaştıklarını iddia eden Cheng Weiyuan ve Gao E. 120 bölümlük “tamamlanmış” versiyonunu düzenleyip basarlar. Pek çok modern âlim, son 40 bölümün Cao Xueqin tarafından tamamlanıp tamamlanmadığını sorgulamaktadır.
Serpil Demirci, Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesinde İngiliz Dil Bilimi okudu. Reklam sektöründe çalıştı. Edebiyat ve edebiyat dışı çevirileri var.
Çevirilerinden Bazıları: Kızıl Şefin Fidyesi (O’Henry), Başaran Akıl (J. Brown), Bütün Pazarlamacılar Yalancıdır (S. Godin), Gece Dönencesi (M. Gruber), Lanetli Kadın (D. Lindsay). Ben-Hur: Bir İsa Hikâyesi (L. Wallace).
GİRİŞ
Kızıl Odanın Rüyası (Hóng Lóu Mèng) ya da Taşın Hikâyesi olarak adlandırılan ve Çin’in dört büyük klasik romanından biri olarak kabul edilen, bir şaheser niteliğindeki bu kitap, Cao Xueqin tarafından 18. yüzyılın ortalarında yazılmış, ilk kez 1792 yılında yayımlanmıştır.
Dört yüzü aşkın karakterin yer aldığı roman, yan yana konaklarda yaşayan iki koluyla Jia sülalesinin altın çağını, günlük ilişkilerini, hayal kırıklıklarını, ümitlerini, ümitsizliklerini ve çöküşünü anlatır.
İlk bakışta sayısız karakter ve olayın esrarengiz bir karmaşası izlenimi veren roman, muhteşem bir psikolojik derinlik, felsefi yaklaşım ve çok katmanlı yapısıyla, zengin bir aile destanını, trajik bir aşk üçgenini, aşamalı bir uyanışı ve arınmayı, gayet yalın bir şekilde ortaya koyar.
Dil açısından, her biri bir mesaj iletmek üzere incelikle seçilmiş, iki, hatta üç anlam taşıyan eş sesli kelimelerle dolu olan ve yazarın, yer yer kader ve reenkarnasyon göndermelerine yer verdiği eserde, 120 bölüm boyunca, hayal ile gerçeğin iç içe geçtiği, kesintisiz bir diyalog sürüp gider.
Roman bir taraftan, maddi dünyanın (kızıl toz) hayalî ve geçici doğası üzerine Budist bir yaklaşım; diğer taraftan, soylu ve büyük bir ailenin zenginlik, şan şeref ve kendi kendisini yok ediş hikâyesidir.
Roman, yazarı Cao Xueqin’in kendi ailesi ve buna bağlı olarak Çing (Mançu) Hanedanlığı’nın yükselişi ve çöküşünü yansıtan, yarı otobiyografik bir eserdir. Yazar, birinci bölümde ifade ettiği gibi, “Bu hareketli ve tozlu dünyada, hiçbir şey başaramamış biri olarak, birden geçmişte tanıdığı bütün genç kızları hatırlamış… Ve onların unutulup gitmelerine izin vermek istememiş.” Bunu yaparken de zamanın Çin kültürünü, şiirler, bilmeceler, hayaller, rüyalar ve masallar eşliğinde muhteşem bir şekilde gözler önüne sermiştir. Esaslı bir aile destanını, pek çok hayatın birbirine geçmiş dokusuyla örerken, 18. yüzyıl Çin toplumuna ilişkin protokol, toplumsal yapı, aile yapısı, eğitim, yeme içme şekli, çay kültürü, festivaller, atasözleri, tiyatro, müzik, mimari, cenaze âdetleri, gelenekler, batıl inançlar gibi unsurları ayrıntısıyla sunmuştur.
Romanda, idealist ile gelenekselin, aşk ile kaderde yazılı evliliğin, Konfüçyüsçü bir baba ile asi oğlunun, fâni ile ruhani dünyanın, gerçek ile hayalin çatışması da sergilenir.
Yazar, kitabın tam da kalbinde yer alan trajik aşk hikâyesini yüzeysel olarak anlatmak yerine, karakterlerin zihinlerinin ve aralarındaki girift ilişkilerin derinliklerine inerek, feodalizmin ikiyüzlülüğünü ve zalimliğini, üst sınıfın gerileyişini ortaya sererek, trajedinin sosyal kökenine dokunur. Roman, feodalizmi, onun kokuşmuş siyasetini, evlilik sistemini, ahlaki ilişkileri eleştirir; acımasızlığını ve insaniyetsizliğini kınar. Bu yönüyle Çin’deki feodal toplumun bir analizi olarak ansiklopedi niteliğinde görülmektedir.
Kızıl Odanın Rüyası, âdeta bir karakter deryasıdır. Romanın başkahramanı Baoyu, soylu, feodal sınıfa başkaldıran, aristokrat yaşam tarzını reddeden, erkekleri hor görüp, feodal sistem tarafından baskılanan ve ezilen kadınlara ilgi gösteren bir asidir. Kadın kahramanı Daiyu de isyankâr bir karakterdir, feodal toplumdaki kadınların kötü kaderini ve baskılarına direnci temsil eder ama soylu kızlara özgü olduğu üzere, onun da zayıflığı sakin ve aşırı kırılgan yapısıdır. İkisinin tersine, diğer bir kahraman olan Baochai, feodal toplumun geleneksel bir kadını olarak resmedilir. Ayrıca söz konusu ailenin alt basamadığında, türlü türlü iyi, saf ve cesur hizmetçi kızlar vardır. Roman, özellikle insan karakterini irdeleyişi, fiziki görünüşlerini, duygu ve düşüncelerini ortaya koyuşu ve karakterleriyle mükemmel bir uyum içindeki günlük yaşantılarını ayrıntısıyla gözler önüne serişi açısından büyük bir sanatsal başarıdır.
Romana adını veren “Kızıl Oda”nın, Çin’in varlıklı ailelerinin kızlarının yaşadıkları, iç içe bölümlerden geçilerek ulaşılan, korunaklı özel odalarını ya da kitabın beşinci bölümünde, roman kahramanı Baoyu’nün rüyasında gittiği kırmızı odayı ifade ettiği düşünülmektedir.
Aynı zamanda, “Kızıl” kelimesiyle, Budist düşüncede, dünyevi ihtişam, lüks, zenginlik ve şeref gibi kavramları içeren, her şeyin bir illüzyondan ibaret olduğu maddi dünya için kullanılan “Kızıl Toz” ifadesine atıfta bulunduğu da söylenebilir.
Romanda belli bir zamandan söz edilmez ama Çing (Mançu) Hanedanlığı (1644-1912) döneminde geçtiğine dair bazı üstü kapalı göstergeler bulunmaktadır.
İlk kez 1792 yılında yayımlanan eserin ilk 80 bölümü Cao Xueqin tarafından yazılmış; Cao’nun el yazmalarına ulaştıklarını iddia eden Cheng Weiyuan ve Gao E bunları düzenlemiş ve 120 bölüm hâlinde basmıştır. Pek çok modern âlim, son 40 bölümün Cao Xueqin tarafından tamamlanıp tamamlandığını sorgulamaktadır. Cao Xueqin hayattayken, ilk 80 bölümün el yazmaları arkadaşları arasında dolaşmış ve büyük bir ilgi görmüştür.
60 yılı aşkın bir zamandır, bazı Çinli âlimler tarafından bu esere ilişkin modern eleştirel çalışmalar yürütülmektedir. Bütün bu akademik çalışmalar, Redoloji olarak adlandırılan özel bir alanın oluşmasını sağlamıştır. Redoloji’deki çalışmalar genellikle dört grupta toplanmaktadır. Birincisi, Zhou Chun, Chen Yupi, Xu Fengyi gibi âlimlerin yer aldığı, eleştirel düşünce grubu yorumcular; ikincisi Wang Mengruan ve Cai Yuanpei’nin yer aldığı alegorik düşünce grubu endeksçiler; üçüncüsü Hu Shi, Yu Pingbo ve Zhou Ruchang’ın yer aldığı araştırmacı düşünce grubu metin eleştirmenleri ve dördüncüsü de Zhou Ruchang ve Li Xifan gibi âlimlerin yer aldığı edebî düşünce grubu edebiyat eleştirmenleridir.
ÇEVİRİDE KULLANILAN KAYNAKLAR
–The Story of the Stone, or The Dream of the Red Chamber, David Hawkes, John Minford
–A Dream of Red Mansion, Glayds Yang
https://dream-of-the-red-chamber.fandom.com/wiki/Dream_ of_the_Red_Chamber_Wiki
AÇIKLAMALAR
5. Bölüm’de, Baoyu’nün gördüğü kayıtlardaki resimler ve dizeler, ilk üç kayıttaki otuz altı kızın her birini bekleyen kadere dair üstü örtülü işaretler ortaya koyar.
Baktığı ilk şey, üçüncü kaydın ilk sayfasıdır. Karanlık bir gökyüzü resmi ve Bulutsuz bir gökyüzünde / Berrak aya nadiren rastlanır, dizeleri Baoyu’nün hizmetçisi Qingwen’in (rengârenk berrak bulutlar) hüzünlü kaderine bir göndermedir. Adının anlamı üzerine küçük bir oyun yapılmıştır.
Sonra üçüncü gruptaki ikinci kızın kaydı gelir: Xiren. Resimdeki çiçek demeti, çiçek anlamındaki soyadı Hua’yı temsil eder. Benzer şekilde minder de isminin Çince anlamı Xiren’e gönderme yapar. Arkasından gelen talihten iltimaslı aktör, onun sonunda evlendiği Jiang Yuhan’dır.
Baoyu, daha sonra İkinci Kayıt dolabına gider, bunlar ikinci gruptaki kızlarla ilgilidir. Bu sefer, Xiangling’i anlatan ilk resme bakar. Resim Xiangling’i değil de küçük bir kızken, kaçırılmadan önceki adı Yinglian’i (lotus) ifade eder. Xiangling hayatı boyunca çok zulüm görmüş; Xue Pan’in, adı osmantus anlamına gelen, korkunç karısı Xia Jingui’den de çok çekmiştir. Keşişin söylediği sözlerdeki gizemli “eriyen kar” ifadesi, soyadı Çincede kar ile eş sesli olan Xue Pan’i belirtir.
Baoyu, Birinci Kayıt dolabına döner. Burası birinci gruptaki on iki kızın kaderiyle ilgilidir. Sıralaması, kendisi için söylenen Altın Günlerin Rüyası şarkılarınınkiyle aynıdır:
Bir ve İki: Lin Daiyu ve Xue Baochai
Resim basit bir işareti ortaya koyar. İki ağaç Lin’in (ağaç, orman) Çince karşılığını, “yeşimden kemer” ise Daiyu’yü ifade eder. Daiyu’nün ismindeki dai “kemer” kelimesiyle eş seslidir; yu da “yeşim taşı” demektir. Kar yığını, Baochai’in soyadını, yani Çince kar kelimesiyle eş sesli olan Xue’yi; altın toka da “değerli saç tokası” anlamındaki ismi Baochai’i ifade eder.
Birinci şarkıda, Varsın yakıştırsın onlar birbirlerine / Altın ile yeşim taşını dizeleri Baochai (altın) ile Baoyu’nün (yeşim taşı) evliliğini ifade eder. Malum taş ve çiçek Baoyu ile Daiyu’nün sembolleridir. “Kristal kar” Baochai’in soyadı Xue’yi, “ormandaki yapayalnız peri” Daiyu’nün soyadı Lin’i anlatır.
İkinci şarkı zaten kendi kendisini açıklar.
Üç: Yuanchun
Yuan anlamındaki “ağaç kavunu” Yuanchun’e gönderme yapar. “Üç bahar” Yingchun, Tanchun ve Xichun’dür. “Tavşan” ile “kaplan” Çin yıllarına isim veren astrolojik işaretlerdir. Yuanchun, tavşan yılından hemen önceki kaplan yılında ölür.
Dört: Tanchun
Roman boyunca Tanchun uçurtmayla ilişkilendirilir. Bu onun ana motifidir. Bu nedenle 22. Bölüm’de Büyükanne Jia’nın partisinde, Tanchun’ün sorduğu bilmecenin cevabı uçurtmadır.
Tanchun üç baharın içindeki en yetenekli ve en zeki olanıdır. Kaderinde uzak bir vilayette görev yapan genç bir delikanlıyla evlenip gitmek vardır ve ailesini belki de bir daha hiç göremeyecektir. Dördüncü Şarkı, gözyaşları içindeki gelini evlilik sürgününe götüren tekneye gönderme yapar.
Beş: Shi Xiangyun
Xiang, Hunan vilayetinde kuzeye doğru, Dongting Gölü’ne akan nehirdir. Yun “bulut” demektir. Shi Xiangyun, Büyükanne Jia’nın ağabeyinin torunudur. Çocukluğunda öksüz kalıp, sevgisiz ve sert bir amca ve yenge tarafından büyütülmüştür. Onun kaderinde de mutlu bir evlilik yapmak ama kısa bir süre sonra kocasını kaybetmek vardır.
Beşinci şarkıdaki Gaotang üzerindeki bulutlar ve Xiang Nehri’nin suları, bir kere daha Xiangyun’ü ima eder.
Altı: Miaoyu
Miaoyu’nün Çincedeki anlamı yeşimdir. Bu nedenle resimde yeşim taşı vardır. On iki kız arasında Jia ailesiyle akrabalığı olmayan tek kişi o olsa da birkaç yıl Baoyu ve diğerleriyle Manzara Bahçesi’nde yaşamıştır. Temizliğe hastalıklı bir düşkünlüğü ve saflığa takıntısı vardır ama sonu kaçırılmak ve tecavüze uğramak olur.
Yedi: Yingchun
Yingchun üç baharın en büyüğüdür; diğer herkesin karşı çıkmasına rağmen duygusuz ailesi tarafından kendisine çok kötü davranan, sarhoş, kumarbaz, ahlaksız ve korkunç Sun Shaozu ile evlendirilir. Çin’deki çok eski bir fablda, Dongguo Bey ve kurt Zhongshan arasında geçen bir olay anlatılır. Çok okuyan, âlim Dongguo Bey, kurdu avcılardan kurtarır ama avcılar gittikten sonra çok aç olan kurt onu yemeye niyetlenir. Bu nedenle Kurt Zhongshan yalnızca gaddarlığın değil, aynı zamanda nankörlüğün de sembolü olmuştur. Sun ve ailesinin bir şekilde Jialara borçlu oldukları ima edilir.
Sekiz: Xichun
Üç baharın en gencidir. Tıpkı kuzeni Baoyu gibi sonunda dünyadan elini eteğini çekip, kendisini dine adar.
Dokuz: Wang Xifeng
Xifeng’ın adı Zümrüdüanka anlamına gelir. Buz dağı belki de ailenin çöküşünden sonra Xifeng’ın yaşadıklarına gönderme olabilir.
Dokuzuncu şarkı daha açık ve anlaşılırdır.
On: Qiaojie
Xifeng’ın kızıdır. Bu isim Xifeng’ın ricası üzerine Liu nine tarafından verilmiştir ve Çin mitolojisine göre Dokumacı Kız’la ilişkilendirilen bir festivalle aynı adı taşır. Odalık olarak satılmaya kalkışılınca Liu nine tarafından köye götürülerek kurtarılır.
On Bir: Li Wan
Li soyadı erik demektir. Li Wan, Baoyu’nün küçük yeğeni Jia Lan’ın annesidir; onun adı orkide anlamındadır. Jia Lan, ailenin talihinin enkazından yüksek bir memur olmak üzere çıkar ve törenlerde annesine saray kıyafetleri giymeye hak kazandırır.
On İki: Qin Keqing
Görünüşe göre, çok güzel ve cilveli bir kadındır ve 7. Bölüm’de Jiao Da’nın iddia ettiği gibi kayınpederi ile ilişkisi vardır.
Yatak odası, şehvet düşkünü bir kadına yakışır paha biçilmez eserlerle doludur. Baoyu, onun yatağında uyurken rüyasında Büyük Boşluk Hayalî Diyarı’na gider ve hem Xue Baochai hem de Lin Daiyu’yü temsil eden, Keqing ile beraber olur.
Ölüm nedeni belirgin bir şekilde ifade edilemese de intihar ettiği ima edilir.
Öte yandan, Ningguo Konağı’ndaki şaşkınlık doğuran olayların asıl suçlusu, ailenin reisi olarak sorumluluk üstlenmeyi reddeden Jia Jing’dir.
58. BÖLÜM
Kayısı ağacının gölgesinde bir aktris sahne aşkı için yas tutar.
Kızıl Neşe Avlusu’nun efendisi bir kızın sevgisine anlayış gösterir.
Önceki bölüm, Tanchun ve Xichun’ün Bambu Evi’ne gelişi üzerine, Xiuyan ve diğer üçünün konuşma konularını değiştirmesiyle bitmişti. Yeni gelenler Daiyu’nün sağlığını sorunca, sohbet genel ve önemsiz konulara döndü, kısa bir süre sonra da dört misafir izin isteyip kendi yollarına gitti.
***
Önceki bölümde sabık imparatorun dul eşinin öldüğünden ve bütün soylu kadınların ve başkentte oturan resmî görevlilerin eşlerinin mevkilerine uygun matem kıyafetleri giyerek Saray’a gitmek zorunda kaldıklarını söylemiştik. Özel bir ferman yayınlanarak bir yıl boyunca mevki sahibi insanların müzikli ya da oyunlu eğlenceler düzenlemeleri, üç ay boyunca da halkın evlilik kutlamaları yapmaları yasaklandı. Büyükanne Jia, Xing Hanım, Wang Hanım, You Shi ve Jia Rong’un karısı Hu Shi ile beraber matem törenlerine katılmak üzere her gün Saray’a gitmek zorunda kaldılar ve çok nadiren saat iki olmadan geri dönebildiler.
Saray’ın yan binasındaki salonlardan birinde yapılan bu törenler yirmi bir gün sürecekti; bu sürenin sonunda tabut, başkentten on gün sürecek bir uzaklıktaki Xiaoci vilayetinde, sabık imparatorun Anıt Mezar’ına götürülecekti. Oraya vardığında, birkaç gün daha katafalkta bekletilecek ve gömülmeden önce yine törenler yapılacaktı. Başından sonuna kadar bütün bu merasim bir ay sürecekti. Kuzen Zhen ve You Shi’nin cenaze törenine katılmaları gerektiğinden, bu süre boyunca Ning ve Rong konakları sahipsiz kalacak demek oluyordu. Bir aile meclisi toplandı ve her iki konaktan sorumlu olacak en azından bir kişinin kalmasına karar verildi ve hamile olduğu gerekçesiyle You Shi için Saray’dan izin istendi.
Aynı zamanda Xue teyze de gençlere göz kulak olmak üzere görevlendirildi. Tabii bunun için Bahçe’ye taşınması gerekince hangi dairede kalacağı problem oldu. Baochai’in yanında Xiangyun ile Xiangling kalıyordu; Li Wan, Büyükanne Jia’nın geçici olarak sorumluluğuna verdiği Baoqin’i misafir ediyordu; Bayan Li ve kızları hâlâ şehirdeki erkek kardeşinin evinde kalsalar da sık sık uğrayıp üç dört geceyi orada geçiriyorlardı; Yingchun dairesini Xiuyan ile paylaşıyor; Tanchun de bütün zamanını evin idaresiyle geçiriyordu. Sürekli uğrayıp onu bunaltan Odalık Zhao ve Jia Huan’ın gürültülü çekişmeleri dairesini Xue teyzenin yaşaması için hiç de uygun olmayan bir hâle getiriyordu. Xichun’ün evi çok küçüktü. Geriye sadece Bambu Evi kalıyordu. Bu şartlar altında hâliyle Bambu Evi’ne taşındı ve bunu memnuniyetle yaptı çünkü bu düzenlemeleri konuşurlarken Büyükanne Jia, Daiyu’nün onun ilgisine ihtiyaç duyan genç bir kız olduğunu vurgulamıştı. Zaten Xue teyze Daiyu’yü çok seviyordu. Şimdi onunla aynı daireyi paylaşınca, sağlığına çok daha fazla ilgi gösterebiliyor, yeterli şekilde ve iyi beslenmesini, ilaçlarını zamanında almasını sağlıyordu. Daiyu daha önce hiç böyle iyi bakılmamıştı. Sık sık dile getirdiği kelimelerle bile yeterince ifade edemediği bir minnet duyuyordu. Xue teyzeyi annesiymiş gibi görüyor; Baochai ve Baoqin geldiği zamanlar onlara da sanki kardeşleriymiş gibi davranıyordu. Bir aylığına da olsa öksüz torunundan ayrı kalacağı için endişelenen Büyükanne Jia bu durum karşısında hem rahatladı hem de mutlu oldu.
Artık Bahçe’de yaşamaya başlayan Xue teyze kendisini kuzenlerin rahatlığına ve hizmetçilerin disiplinine adadı. Ne kadar önemli olursa olsun, evin diğer işlerine karışmak istemiyordu. You Shi de her gün Rong Konağı’na gelmesine rağmen yoklama almaktan daha fazlasını yapmıyor, yetki kullanmaya pek yanaşmıyordu. Orada kalan tek sorumlu kişi olarak diğer konağın meseleleriyle işi başından aşkındı; bir de Büyükanne Jia ve diğer hanımların tören aralarında Saray yakınlarında geçici olarak dinlenmeye çekildikleri yerin erzaklarını ve yatak takımlarını temin ediyordu.
Ning ve Rong konaklarının kıdemli üyeleri bu işlerle meşgulken, hizmetçi ve uşaklar da boş durmuyorlar; bazıları her gün Saray’a gidip gelen hanımlarına eşlik ediyorlar; bazıları geçici olarak kalınan yerlerin tedarik ve bakım işleriyle ilgileniyorlar, bazıları da öncü grup olarak hanımları gelmeden önce odaları hazır hâlde tutuyorlardı. Normalde uygulanan disiplinin eksilmesi üzerine, iki konağın geride kalan hizmetkârları görevlerini savsaklıyor ya da geçici başkâhyaların öncülüğünde birleşip yetkilerini kötüye kullanmak üzere bu istisnai şartlardan yararlanıyorlardı. Rong Konağı’nda erkek personel olarak sadece Lai Da ve diğer bir iki kişi kalmıştı. Lai Da’nın neredeyse güvendiği bütün yardımcıları gitmişlerdi. Onların yerine getirdiği insanları tecrübesizlikleri nedeniyle işe yaramaz ve aptal buluyordu. Hırsızlıkları gayet aşikâr, raporları güvenilmez, tavsiyeleri taraflıydı. Kusurlarının ya da neden oldukları sıkıntıların haddi hesabı yoktu.
Böyle bir zamanda, aktör ya da aktris toplulukları olan bütün büyük aileler bu insanlara yol vermişlerdi. Bunu duyan You Shi, konuyu ailenin diğer üyeleriyle de müzakere ettikten sonra, Wang Hanım’a daha tasarruflu bir uygulamayla aynı şeyi yapmayı teklif etti.
“Bu aktris kızları satın aldık tabii.” dedi. “Müzik yapamadıklarına göre, onları da hizmetçi olarak kullanmamak için hiçbir neden yok. Sadece eğiticilerini gönderebiliriz.”
“Olmaz.” dedi Wang Hanım. “Onlara hizmetçi muamelesi yapamayız. Hepsi özgür ve saygıdeğer ailelerin kızları, sadece bakamadıkları için oyuncu olarak satıyorlar. Bizi eğlendirmek için bir iki yıllığına verildiler. Şimdi onları serbest bırakma fırsatı doğduğuna göre, birkaç tael verip gönderebiliriz. Atalarımız da böyle yapardı; bunu yapamayacak kadar soysuz ve pinti olduğumuzu sanmıyorum, bari bu konuda atalarımızı örnek alalım. Tabii eski oyuncu topluluğundan birkaç kişi hâlâ bizimle birlikte yaşıyor ama onların burada olmalarının özel nedenleri var. Kendileri gitmek istemediler, biz de yaşları geldiğinde çalışanlar arasından eş bulup evlendirdik.”
“Peki o zaman, kendilerine soralım.” dedi You Shi. “Eğer gitmek isterlerse, ailelerini çağırtıp, para verir, göndeririz. Böylesi daha iyi olur. Aksi takdirde, güvenilmez insanlar gelip onları alır ve dışarı çıkar çıkmaz başkalarına satarlar; bizim yaptığımız iyilik de boşa gider. Gitmek istemeyen burada kalır.”
Wang Hanım bu teklifi kabul edince, You Shi bu kararı Xifeng’a bildirmesi için birisini gönderdi. O da muhasebe memurlarına, eğitmenlerin her birine sekiz tael ödeyip istedikleri yere gitmekte özgür olduklarını iletmelerini söyledi. Armut Ağacı Avlusu’ndaki kostümler, tiyatro malzemeleri ve diğer taşınabilir eşyalar envanterlerle karşılaştırıldı, depoya kaldırıldı ve başlarına bir bekçi kondu.
Küçük aktrislere gelince, You Shi hepsiyle tek tek görüştükten sonra, çoğunun gitmek istemediğini anladı. Bazıları ailelerinin yaşadığını ama kendilerine hiç aldırmadığını, geri gidecek olurlarsa yine satılacaklarını söylediler; bazılarının anne babası yoktu, amcaları ya da ağabeyleri satmıştı onları; bazılarının gidecek kimseleri yoktu; bazıları da Jia ailesine o kadar bağlanmışlardı ki ayrılmak istemiyorlardı. Neticede üçü hariç hepsi kaldı. Wang Hanım dediklerinden sonra artık onları gönderemedi ve kalmalarına izin verdi. Gidecek olan üçünü, öz anne babaları gelene kadar kendileriyle kalmaları için sütanneleri aldı. Konakta kalacak olanlar da çoğunlukla Bahçe’de olmak üzere, farklı dairelere hizmetçi olarak yerleştirildiler. Grubun lideri Wenguan Büyükanne Jia’ya verildi. Başrol oyuncusu Fangguan, Baoyu’ye, hizmetçi kızı oynayan Ruiguan, Baochai’e; erkek rolünü oynayan Ouguan, Daiyu’ye; baş savaşçıyı oynayan Kuiguan, Xiangyun’e; ikinci savaşçıyı oynayan Douguan, Baoqin’e; yaşlı erkeği oynayan Aiguan, Tanchun’e gitti. You Shi de yaşlı kadın rollerini oynayan Jiaguan’ı aldı.
Bu şekilde görevlendirilen küçük aktrisler, tıpkı özgürlüklerine kavuşturulan kafes kuşları gibi, bütün gün Bahçe’de neşeyle dolaşmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Başka insanların hizmetinde çalışmaya alışkın olmadıkları ve nakış işlemeyi bile bilmedikleri gayet açık olduğundan kimse onlara müdahale etmedi. İçlerinden bir ikisi bir becerileri olmadığı sürece geleceğin kendileri için pek parlak olmayacağını anlayacak kadar sağduyuluydu ve artık tiyatro eğitimleri devam etmeyeceği için dikiş ya da ip eğirme gibi ev içi becerileri öğrenmeye kendilerini adadılar. Ama onlar istisnaydı.
Sonra sabık imparatorun eşi için büyük adak günü geldi ve Büyükanne Jia ile diğer hanımefendiler, sabahın dördünde Saray yakınlarındaki geçici konaklama yerlerine doğru yola çıktılar. Biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra Saray’da ölünün ardından verilen kahvaltıya katıldılar. Kahvaltının ardından da biraz dinlenmek üzere evlerine döndüler. Öğle yemeği yediler. Kısa bir dinlenmeden sonra öğle ve akşam adakları için Saray’a geri gittiler. Tekrar geçici evlerine dönüp akşam yemeği yedikten sonra konağa geri geldiler. Geçici olarak kaldıkları yer, yüksek mevkideki bir ailenin, Budist rahibelerin sürekli olarak ibadet ettikleri bir tapınağındaydı. Rahibeler ibadet salonunun doğu ve batısındaki avlularda kalıyorlardı ama bu avlularda çok fazla boş oda vardı. Rong hanımları doğu avlusundaki odaları kiraladılar, Pekin Prensi’nin hanımları da batı avlusundakileri. Saray’a gitmek üzere aynı saatte çıkıp, aynı saatte döndükleri için iki tarafın hanımları birbirleriyle karşılaşma ve nezaket sohbeti etme fırsatı buluyorlardı. Ama bu haricî meseleler bizi ilgilendiren şeyler değil.
Şimdi Bahçe’ye dönelim. Büyükanne Jia ve Wang Hanım cenaze töreni için bir ay gibi uzun bir süre evde olmayınca, onca genç hizmetçilerin ve kadınların etrafta dolanıp keyif çatmaktan başka yapacakları fazla bir şey yoktu. Bahçe’deki farklı dairelere yerleştirilen Armut Ağacı Avlusu’ndakiler de eklenince sayıları iyice artmıştı. Böylelikle birdenbire daha öncekinden çok daha fazla insan Bahçe’ye doluşmuş oldu.
Genç aktrisler kibirli yaratıklardı; hizmetkârlara karşı çok buyurucu ve acımasızdılar. Yiyecekleri ve giyecekleri konusunda çok talepkâr ve titiz oldukları gibi, sivri dilli ve kavgacıydılar da;
dolayısıyla geçinmesi çok zor insanlardı. Armut Ağacı Avlusu kadınları onlardan nefret ediyorlardı ama şimdiye kadar açıkça tartışmaktan kaçınmışlardı. Bu kadınlar için tiyatro okulunun kapanması büyük bir ferahlama oldu. Bazıları kurtulmalarının verdiği sevinçle geçmiş geçmişte kaldı diye düşündüler. O kadar da yüce gönüllü olmayan diğerleri hâlâ hırs besliyorlardı ama bu dağıtım onları önceki görevlerinden azat ettiği için onlara karşı olan savaşlarını başka topraklara taşımadılar.
Bahar Temizliği Festivali gelmişti. Jia Lian her zamanki adakları hazırlatarak Jia Huan, Jia Cong ve Jia Lan’la beraber şehrin dışındaki Demir Eşik Tapınağı’na, aile mezarlarını temizlemeye ve ölüler için adak sunmaya gitti. Jia Rong da Ning Konağı’nın erkekleriyle aynı şey için yola çıktı. Ailenin gençlerinin içinde sadece Baoyu, henüz tam olarak iyileşmediği için gidemedi. Öğlen yemeğinden sonra Xiren onun uykusunun geldiğini fark etti.
“Ne güzel bir gün!” dedi. “Neden biraz Bahçe’de dolaşmıyorsun? Yemek yer yemez uzanırsan hazımsızlık yapar.”
Baoyu isteksiz bir şekilde terliklerini giydi, eline bir baston alıp avludan geçerek Bahçe’de dolaşmaya başladı.
Bahçe’nin bakımı ve ürünleri son zamanlarda bir grup uzman kadının ellerine bırakılmıştı; yılın bu dönemi bahçıvanlar için çok yoğun geçtiğinden, dört bir yanda bambuları keserek düzelttikleri, ağaçları ve çalılıkları budadıkları, bitkileri topladıkları, çiçek soğanlarını diktikleri, tohumları ektikleri görülüyordu. Diğer kadınlar gölün üzerinde ellerinde direklerle tekneleri idare ediyorlar, dipteki çamuru tarayıp lotus kökü dikiyorlardı. Göle nazır minyatür bir kaya dağının üzerinde Xiangyun, Xiangling, Baoqin ve birkaç genç hizmetçiden oluşan bir seyirci grubu manzaranın tadını çıkarıyordu. Baoyu yavaş yavaş yanlarına doğru gelirken, Xiangyun numaradan korkmuş gibi yaparak bağırdı.
“Çabuk, tekneleri gönderin hemen! Kuzen Lin’i almaya gelmişler!”
Herkes gülünce Baoyu kıpkırmızı kesildi.
“İnsanlar hastayken ne yaptıklarını bilmezler. Dalga geçmeniz hiç hoş değil!” dedi sert bir şekilde.
“Bu kadar komik olmasaydın sen de!” dedi Xiangyun. “Her zaman böyle farklı olmak zorunda mısın? Senin hastalığın bile herkesinkinden başka.”
Baoyu bir süre onlarla oturdu ve çalışan kadınları seyretti.
“Burası biraz rüzgârlı.” dedi Xiangyun. “Kayalar da soğuk. İçeri girsen iyi olmaz mı?”
Baoyu de zaten öyle yapmayı düşünüyordu, Daiyu’yü görmeye gidecekti. Bastonuna dayanıp kalktı, kızlarla vedalaşarak, İçe İşleyen Koku Köprüsü’nden geçip karşı kıyıdan yürümeye başladı. Salkım söğütlerden yeni sürgünler altın ipler gibi sarkıyor; şeftali ağaçlarının çiçek tomurcukları kızıl bir sis oluşturuyordu. Suni kaya dağının arkasındaki büyük kayısı ağacı çiçeklerini çoktan dökmüş, yeşil yapraklar ve bezelye büyüklüğünde kayısılarla dolmuştu.
“Ne fena!” diye düşündü. “Birkaç gün hasta yatınca kayısı çiçeklerini kaçırdım.
Şimdi yeşil yaprakların gölgesinde,
Dallar kayısıyla dolmuş.
Ağaca bakarak duruyordu. Bunlar Du Mu’nun, Huzhou’ya son ziyaretinde, on iki yıl önce tanıştığı güzeller güzeli, genç dansçı kızın artık çoluk çocuklu bir kadın olduğunu gördüğü zaman yazdığı dizelerdi. Nasıl devam ediyordu?
Esmeden önce hırsız rüzgâr,
Beyaz kırmızıdır baharda çiçekler;
Şimdi her dalda yeşil yapraklar,
Aralarından minik meyveler sarkar.
Xing Xiuyan’in nişanını düşündü. Evlenmesine bir iki yıl vardı. O da tıpkı Du Mu’nun sözünü ettiği kız gibi çoluk çocuk sahibi bir anne olacaktı. Elbette insanların evlenmeleri gerekiyordu; türlerini devam ettirmek zorundaydılar. Ama güzel bir kız için bu nasıl bir sondu!
Beyaz kırmızıdır baharda çiçekler…
Çok geçmeden kömür karası bukleleri gümüş rengine dönecek, gül yanakları kırışıp solacaktı. Bunu düşünmek onu çok üzdü ve elinde olmadan içini çekti. Ağaca bakmaya devam ederken, küçük bir kuş havalanıp dallardan birine kondu, var gücüyle şakımaya başladı. Baoyu’nün gündüz rüyası başka bir şekle büründü.
“Bu kuş ağaçlar çiçek açtığında da buraya gelmiş olmalı.” diye düşündü. “Şimdi söylediği şarkı da dökülüp giden çiçekler için bir ağıt. Sesinden anlaşılıyor. Ne yazık, kuşların dilinden anlayan Gongye Chang1 buralarda değil! Ne diyor diye sorardım ona. Kayısı ağaçları seneye yine çiçek açtığında buraya tekrar gelir mi acaba?”