Kitabı oku: «Kızıl Odanın Rüyası IV. Cilt»
Cao Xueqin (Ts’ao Hsueh-Ch’in), Çing Hanedanlığı döneminde, çeşitli kaynaklara göre 1715, 1724-1763 ya da 1764 yıllarında yaşayan Çinli yazardır. Çin edebiyatının dört büyük klasik romanından biri olarak kabul edilen Kızıl Odanın Rüyası ile tanınır.
1610’ların sonlarında, Mançu Hükümdarlığı’nın özel hizmetindeki bir Han sülalesinde doğmuştur. Ataları, Sekiz Sancak’ın Beyaz Sancak birliklerindeki askerî hizmetleriyle kendilerini göstermişler; ardından saygınlık ve zenginlik kazandıkları resmî görevlere gelmişlerdir.
İmparator Kangxi döneminde sülalenin prestiji ve gücü zirveye ulaşmıştır. Cao Xueqin’in büyükbabası Cao Yin, Kangxi’nin çocukluk arkadaşı annesi Sun Hanım, Kangxi’nin sütannesidir. Kangxi, hükümdarlığının ikinci yılında, Cao Xueqin’in büyük büyükbabası Cao Xi’yi Nanking’de İmparatorluk Tekstil Müdürü olarak atamıştır. Cao Xi 1684 yılında ölünce, Cao Yin görevi devralmıştır. Cao Yin dönemin en önde gelen ediplerinden biri ve meraklı bir kitap koleksiyoncusudur.
1712 yılında Cao Yin ölünce, Kangxi görevi Cao Yin’in tek oğlu Cao Yong’a vermiş; o da 1715 yılında ölünce, Kangxi ailenin baba tarafından yeğeni Cao Fu’yu evlat edinmelerine izin vermiş ve bu görevi o sürdürmüştür. Böylece sülale üç kuşak boyunca İmparatorluk Tekstil Müdürlüğü’nü üstlenmiştir.
Ailenin talihi, Kangxi’nin ölümünden sonra İmparator Yongzheng’ın tahta geçişine kadar devam etmiştir. Yongzheng aileye karşı ciddi şekilde saldırıya geçmiş, mülküne el koymuş, Cao Fu hapse atılmıştır. Bir yıl sonra Cao serbest bırakılınca, iyiden iyiye fakirleşen aile Pekin’e taşınmak zorunda kalmıştır. Cao Xueqin, küçük bir çocukken yoksulluk içinde yaşamıştır.
Cao Xueqin’in çocukluğuna ve yetişkinliğine dair hemen hemen hiç kayıt yoktur. Redoloji âlimleri Cao’nun doğum tarihini hâlâ tartışmakta, öldüğünde kırklı yaşlarında olduğunu düşünmektedirler. Cao’nun, Cao Fu’nun mu, yoksa Cao, Yong’un mu oğlu olduğu bilinmemekle beraber, Cao Yong’un tek oğlunun 1715 yılında doğduğu kesin olarak bilinmektedir; bazı redoloji âlimleri bu çocuğun Cao Xueqin olduğuna inanırlar. Aile kayıtlarında Cao Yong’un tek oğlu Cao Tianyou olarak geçer. Kayıtlarda ne Cao Zhan ne de Cao Xueqin’in izine rastlanır.
Cao Xueqin hakkında tüm bilinenler, çağdaşları ve arkadaşlarından edinilen bilgilerdir. Cao, Pekin’in batı kırsalında, resimlerini satarak, yoksulluk içinde yaşamıştır. Alkoliktir; arkadaş ve tanıdıkları zeki ve yetenekli biri olduğunu; on yıl, bir kitap -muhtemelen Kızıl Odanın Rüyası– üzerinde sebatla çalıştığını söylerler. Özellikle tepe ve kayalık resimleri ve şiir konusundaki yaratıcılığı övgü almıştır. Cao, romanını tamamlanmaya yakın bir noktadayken 1763 ya da 1764 yılında ölmüştür. Romanının, en azından taslağı tamamlanmış el yazmalarının bazı sayfaları dost ve akrabaları arasında dolaşırken kaybolmuştur. Cao sağken bir oğlunu kaybetmiş, karısı kendisinden sonra ölmüştür.
Çocukluğundaki lüks yaşam, onu soylu ailelerin ve yönetici sınıfın yaşam tarzlarıyla tanıştırmış; ileri yaşındaki yoksulluk, hayatı daha açık ve etkili bir şekilde gözlemlemesini sağlamıştır. Kendi hayat anlayışı, yenilikçi fikirleri, ciddi tutumu ve büyük ustalığıyla birleşince, Çin klasik romanının zirvesi olarak kabul edilen Kızıl Odanın Rüyası ortaya çıkmıştır.
Hayatının eseri, ölümünden sonra ün kazanır. Bir yorumcunun dediği gibi, “kan ve gözyaşı” içinde yazılan bu eser, şöhretli bir ailenin zirveye çıktıktan sonra düşüşünü bütün canlılığıyla ortaya koyar. Cao’nun, muhtemelen oğlunu kaybetmenin acısına dayanamayarak aniden öldüğü dönemde, ailesi ve arkadaşları el yazmalarını temize çekiyorlardı. 80 bölümlük bu çalışma, Cao’nun ölümünden sonra Pekin’de elden ele dolaşmaya başlamış ve kısa sürede koleksiyoncuların gözdesi olmuştur. 1791 yılında Cao’nun çalışmalarına ulaştıklarını iddia eden Cheng Weiyuan ve Gao E. 120 bölümlük “tamamlanmış” versiyonunu düzenleyip basarlar. Pek çok modern âlim, son 40 bölümün Cao Xueqin tarafından tamamlanıp tamamlanmadığını sorgulamaktadır.
Serpil Demirci, Ankara’da doğdu. Hacettepe Üniversitesinde İngiliz Dil Bilimi okudu. Reklam sektöründe çalıştı. Edebiyat ve edebiyat dışı çevirileri var.
Çevirilerinden Bazıları: Kızıl Şefin Fidyesi (O’Henry), Başaran Akıl (J. Brown), Bütün Pazarlamacılar Yalancıdır (S. Godin), Gece Dönencesi (M. Gruber), Lanetli Kadın (D. Lindsay). Ben-Hur: Bir İsa Hikâyesi (L. Wallace).
GİRİŞ
Kızıl Odanın Rüyası (Hóng Lóu Mèng) ya da Taşın Hikâyesi olarak adlandırılan ve Çin’in dört büyük klasik romanından biri olarak kabul edilen, bir şaheser niteliğindeki bu kitap, Cao Xueqin tarafından 18. yüzyılın ortalarında yazılmış, ilk kez 1792 yılında yayımlanmıştır.
Dört yüzü aşkın karakterin yer aldığı roman, yan yana konaklarda yaşayan iki koluyla Jia sülalesinin altın çağını, günlük ilişkilerini, hayal kırıklıklarını, ümitlerini, ümitsizliklerini ve çöküşünü anlatır.
İlk bakışta sayısız karakter ve olayın esrarengiz bir karmaşası izlenimi veren roman, muhteşem bir psikolojik derinlik, felsefi yaklaşım ve çok katmanlı yapısıyla, zengin bir aile destanını, trajik bir aşk üçgenini, aşamalı bir uyanışı ve arınmayı, gayet yalın bir şekilde ortaya koyar.
Dil açısından, her biri bir mesaj iletmek üzere incelikle seçilmiş, iki, hatta üç anlam taşıyan eş sesli kelimelerle dolu olan ve yazarın, yer yer kader ve reenkarnasyon göndermelerine yer verdiği eserde, 120 bölüm boyunca, hayal ile gerçeğin iç içe geçtiği, kesintisiz bir diyalog sürüp gider.
Roman bir taraftan, maddi dünyanın (kızıl toz) hayalî ve geçici doğası üzerine Budist bir yaklaşım; diğer taraftan, soylu ve büyük bir ailenin zenginlik, şan şeref ve kendi kendisini yok ediş hikâyesidir.
Roman, yazarı Cao Xueqin’in kendi ailesi ve buna bağlı olarak Çing (Mançu) Hanedanlığı’nın yükselişi ve çöküşünü yansıtan, yarı otobiyografik bir eserdir. Yazar, birinci bölümde ifade ettiği gibi, “Bu hareketli ve tozlu dünyada, hiçbir şey başaramamış biri olarak, birden geçmişte tanıdığı bütün genç kızları hatırlamış… Ve onların unutulup gitmelerine izin vermek istememiş.” Bunu yaparken de zamanın Çin kültürünü, şiirler, bilmeceler, hayaller, rüyalar ve masallar eşliğinde muhteşem bir şekilde gözler önüne sermiştir. Esaslı bir aile destanını, pek çok hayatın birbirine geçmiş dokusuyla örerken, 18. yüzyıl Çin toplumuna ilişkin protokol, toplumsal yapı, aile yapısı, eğitim, yeme içme şekli, çay kültürü, festivaller, atasözleri, tiyatro, müzik, mimari, cenaze âdetleri, gelenekler, batıl inançlar gibi unsurları ayrıntısıyla sunmuştur.
Romanda, idealist ile gelenekselin, aşk ile kaderde yazılı evliliğin, Konfüçyüsçü bir baba ile asi oğlunun, fâni ile ruhani dünyanın, gerçek ile hayalin çatışması da sergilenir.
Yazar, kitabın tam da kalbinde yer alan trajik aşk hikâyesini yüzeysel olarak anlatmak yerine, karakterlerin zihinlerinin ve aralarındaki girift ilişkilerin derinliklerine inerek, feodalizmin ikiyüzlülüğünü ve zalimliğini, üst sınıfın gerileyişini ortaya sererek, trajedinin sosyal kökenine dokunur. Roman, feodalizmi, onun kokuşmuş siyasetini, evlilik sistemini, ahlaki ilişkileri eleştirir; acımasızlığını ve insaniyetsizliğini kınar. Bu yönüyle Çin’deki feodal toplumun bir analizi olarak ansiklopedi niteliğinde görülmektedir.
Kızıl Odanın Rüyası, âdeta bir karakter deryasıdır. Romanın başkahramanı Baoyu, soylu, feodal sınıfa başkaldıran, aristokrat yaşam tarzını reddeden, erkekleri hor görüp, feodal sistem tarafından baskılanan ve ezilen kadınlara ilgi gösteren bir asidir. Kadın kahramanı Daiyu de isyankâr bir karakterdir, feodal toplumdaki kadınların kötü kaderini ve baskılarına direnci temsil eder ama soylu kızlara özgü olduğu üzere, onun da zayıflığı sakin ve aşırı kırılgan yapısıdır. İkisinin tersine, diğer bir kahraman olan Baochai, feodal toplumun geleneksel bir kadını olarak resmedilir. Ayrıca söz konusu ailenin alt basamadığında, türlü türlü iyi, saf ve cesur hizmetçi kızlar vardır. Roman, özellikle insan karakterini irdeleyişi, fiziki görünüşlerini, duygu ve düşüncelerini ortaya koyuşu ve karakterleriyle mükemmel bir uyum içindeki günlük yaşantılarını ayrıntısıyla gözler önüne serişi açısından büyük bir sanatsal başarıdır.
Romana adını veren “Kızıl Oda”nın, Çin’in varlıklı ailelerinin kızlarının yaşadıkları, iç içe bölümlerden geçilerek ulaşılan, korunaklı özel odalarını ya da kitabın beşinci bölümünde, roman kahramanı Baoyu’nün rüyasında gittiği kırmızı odayı ifade ettiği düşünülmektedir.
Aynı zamanda, “Kızıl” kelimesiyle, Budist düşüncede, dünyevi ihtişam, lüks, zenginlik ve şeref gibi kavramları içeren, her şeyin bir illüzyondan ibaret olduğu maddi dünya için kullanılan “Kızıl Toz” ifadesine atıfta bulunduğu da söylenebilir.
Romanda belli bir zamandan söz edilmez ama Çing (Mançu) Hanedanlığı (1644-1912) döneminde geçtiğine dair bazı üstü kapalı göstergeler bulunmaktadır.
İlk kez 1792 yılında yayımlanan eserin ilk 80 bölümü Cao Xueqin tarafından yazılmış; Cao’nun el yazmalarına ulaştıklarını iddia eden Cheng Weiyuan ve Gao E bunları düzenlemiş ve 120 bölüm hâlinde basmıştır. Pek çok modern âlim, son 40 bölümün Cao Xueqin tarafından tamamlanıp tamamlandığını sorgulamaktadır. Cao Xueqin hayattayken, ilk 80 bölümün el yazmaları arkadaşları arasında dolaşmış ve büyük bir ilgi görmüştür.
60 yılı aşkın bir zamandır, bazı Çinli âlimler tarafından bu esere ilişkin modern eleştirel çalışmalar yürütülmektedir. Bütün bu akademik çalışmalar, Redoloji olarak adlandırılan özel bir alanın oluşmasını sağlamıştır. Redoloji’deki çalışmalar genellikle dört grupta toplanmaktadır. Birincisi, Zhou Chun, Chen Yupi, Xu Fengyi gibi âlimlerin yer aldığı, eleştirel düşünce grubu yorumcular; ikincisi Wang Mengruan ve Cai Yuanpei’nin yer aldığı alegorik düşünce grubu endeksçiler; üçüncüsü Hu Shi, Yu Pingbo ve Zhou Ruchang’ın yer aldığı araştırmacı düşünce grubu metin eleştirmenleri ve dördüncüsü de Zhou Ruchang ve Li Xifan gibi âlimlerin yer aldığı edebî düşünce grubu edebiyat eleştirmenleridir.
ÇEVİRİDE KULLANILAN KAYNAKLAR
–The Story of the Stone, or The Dream of the Red Chamber, David Hawkes, John Minford
–A Dream of Red Mansion, Glayds Yang
https://dream-of-the-red-chamber.fandom.com/wiki/Dream_ of_the_Red_Chamber_Wiki
AÇIKLAMALAR
5. Bölüm’de, Baoyu’nün gördüğü kayıtlardaki resimler ve dizeler, ilk üç kayıttaki otuz altı kızın her birini bekleyen kadere dair üstü örtülü işaretler ortaya koyar.
Baktığı ilk şey, üçüncü kaydın ilk sayfasıdır. Karanlık bir gökyüzü resmi ve Bulutsuz bir gökyüzünde / Berrak aya nadiren rastlanır, dizeleri Baoyu’nün hizmetçisi Qingwen’in (rengârenk berrak bulutlar) hüzünlü kaderine bir göndermedir. Adının anlamı üzerine küçük bir oyun yapılmıştır.
Sonra üçüncü gruptaki ikinci kızın kaydı gelir: Xiren. Resimdeki çiçek demeti, çiçek anlamındaki soyadı Hua’yı temsil eder. Benzer şekilde minder de isminin Çince anlamı Xiren’e gönderme yapar. Arkasından gelen talihten iltimaslı aktör, onun sonunda evlendiği Jiang Yuhan’dır.
Baoyu, daha sonra İkinci Kayıt dolabına gider, bunlar ikinci gruptaki kızlarla ilgilidir. Bu sefer, Xiangling’i anlatan ilk resme bakar. Resim Xiangling’i değil de küçük bir kızken, kaçırılmadan önceki adı Yinglian’i (lotus) ifade eder. Xiangling hayatı boyunca çok zulüm görmüş; Xue Pan’in, adı osmantus anlamına gelen, korkunç karısı Xia Jingui’den de çok çekmiştir. Keşişin söylediği sözlerdeki gizemli “eriyen kar” ifadesi, soyadı Çincede kar ile eş sesli olan Xue Pan’i belirtir.
Baoyu, Birinci Kayıt dolabına döner. Burası birinci gruptaki on iki kızın kaderiyle ilgilidir. Sıralaması, kendisi için söylenen Altın Günlerin Rüyası şarkılarınınkiyle aynıdır:
Bir ve İki: Lin Daiyu ve Xue Baochai
Resim basit bir işareti ortaya koyar. İki ağaç Lin’in (ağaç, orman) Çince karşılığını, “yeşimden kemer” ise Daiyu’yü ifade eder. Daiyu’nün ismindeki dai “kemer” kelimesiyle eş seslidir; yu da “yeşim taşı” demektir. Kar yığını, Baochai’in soyadını, yani Çince kar kelimesiyle eş sesli olan Xue’yi; altın toka da “değerli saç tokası” anlamındaki ismi Baochai’i ifade eder.
Birinci şarkıda, Varsın yakıştırsın onlar birbirlerine / Altın ile yeşim taşını dizeleri Baochai (altın) ile Baoyu’nün (yeşim taşı) evliliğini ifade eder. Malum taş ve çiçek Baoyu ile Daiyu’nün sembolleridir. “Kristal kar” Baochai’in soyadı Xue’yi, “ormandaki yapayalnız peri” Daiyu’nün soyadı Lin’i anlatır.
İkinci şarkı zaten kendi kendisini açıklar.
Üç: Yuanchun
Yuan anlamındaki “ağaç kavunu” Yuanchun’e gönderme yapar. “Üç bahar” Yingchun, Tanchun ve Xichun’dür. “Tavşan” ile “kaplan” Çin yıllarına isim veren astrolojik işaretlerdir. Yuanchun, tavşan yılından hemen önceki kaplan yılında ölür.
Dört: Tanchun
Roman boyunca Tanchun uçurtmayla ilişkilendirilir. Bu onun ana motifidir. Bu nedenle 22. Bölüm’de Büyükanne Jia’nın partisinde, Tanchun’ün sorduğu bilmecenin cevabı uçurtmadır.
Tanchun üç baharın içindeki en yetenekli ve en zeki olanıdır. Kaderinde uzak bir vilayette görev yapan genç bir delikanlıyla evlenip gitmek vardır ve ailesini belki de bir daha hiç göremeyecektir. Dördüncü Şarkı, gözyaşları içindeki gelini evlilik sürgününe götüren tekneye gönderme yapar.
Beş: Shi Xiangyun
Xiang, Hunan vilayetinde kuzeye doğru, Dongting Gölü’ne akan nehirdir. Yun “bulut” demektir. Shi Xiangyun, Büyükanne Jia’nın ağabeyinin torunudur. Çocukluğunda öksüz kalıp sevgisiz ve sert bir amca ve yenge tarafından büyütülmüştür. Onun kaderinde de mutlu bir evlilik yapmak ama kısa bir süre sonra kocasını kaybetmek vardır.
Beşinci şarkıdaki Gaotang üzerindeki bulutlar ve Xiang Nehri’nin suları, bir kere daha Xiangyun’ü ima eder.
Altı: Miaoyu
Miaoyu’nün Çincedeki anlamı yeşimdir. Bu nedenle resimde yeşim taşı vardır. On iki kız arasında Jia ailesiyle akrabalığı olmayan tek kişi o olsa da birkaç yıl Baoyu ve diğerleriyle Manzara Bahçesi’nde yaşamıştır. Temizliğe hastalıklı bir düşkünlüğü ve saflığa takıntısı vardır ama sonu kaçırılmak ve tecavüze uğramak olur.
Yedi: Yingchun
Yingchun üç baharın en büyüğüdür; diğer herkesin karşı çıkmasına rağmen duygusuz ailesi tarafından kendisine çok kötü davranan, sarhoş, kumarbaz, ahlaksız ve korkunç Sun Shaozu ile evlendirilir. Çin’deki çok eski bir fablda, Dongguo Bey ve kurt Zhongshan arasında geçen bir olay anlatılır. Çok okuyan, âlim Dongguo Bey, kurdu avcılardan kurtarır ama avcılar gittikten sonra çok aç olan kurt onu yemeye niyetlenir. Bu nedenle Kurt Zhongshan yalnızca gaddarlığın değil, aynı zamanda nankörlüğün de sembolü olmuştur. Sun ve ailesinin bir şekilde Jialara borçlu oldukları ima edilir.
Sekiz: Xichun
Üç baharın en gencidir. Tıpkı kuzeni Baoyu gibi sonunda dünyadan elini eteğini çekip, kendisini dine adar.
Dokuz: Wang Xifeng
Xifeng’ın adı Zümrüdüanka anlamına gelir. Buz dağı belki de ailenin çöküşünden sonra Xifeng’ın yaşadıklarına gönderme olabilir.
Dokuzuncu şarkı daha açık ve anlaşılırdır.
On: Qiaojie
Xifeng’ın kızıdır. Bu isim Xifeng’ın ricası üzerine Liu nine tarafından verilmiştir ve Çin mitolojisine göre Dokumacı Kız’la ilişkilendirilen bir festivalle aynı adı taşır. Odalık olarak satılmaya kalkışılınca Liu nine tarafından köye götürülerek kurtarılır.
On Bir: Li Wan
Li soyadı erik demektir. Li Wan, Baoyu’nün küçük yeğeni Jia Lan’ın annesidir; onun adı orkide anlamındadır. Jia Lan, ailenin talihinin enkazından yüksek bir memur olmak üzere çıkar ve törenlerde annesine saray kıyafetleri giymeye hak kazandırır.
On İki: Qin Keqing
Görünüşe göre, çok güzel ve cilveli bir kadındır ve 7. Bölüm’de Jiao Da’nın iddia ettiği gibi kayınpederi ile ilişkisi vardır.
Yatak odası, şehvet düşkünü bir kadına yakışır paha biçilmez eserlerle doludur. Baoyu, onun yatağında uyurken rüyasında Büyük Boşluk Hayalî Diyarı’na gider ve hem Xue Baochai hem de Lin Daiyu’yü temsil eden, Keqing ile beraber olur.
Ölüm nedeni belirgin bir şekilde ifade edilemese de intihar ettiği ima edilir.
Öte yandan, Ningguo Konağı’ndaki şaşkınlık doğuran olayların asıl suçlusu, ailenin reisi olarak sorumluluk üstlenmeyi reddeden Jia Jing’dir.
85. BÖLÜM
Jia Zheng, bakan yardımcılığına terfi eder.
Xue Pan, bir başka adam öldürme işine karışır.
Odalık Zhao odasından dışarıdaki Jia Huan’a ateş püskürürken, Huan da oradan bağırıyordu.
“Alt tarafı tencereyi devirdim, biraz ilaç döküldü! Çocuğunu öldürmedim ya! Sizin böyle bağırıp, bana iftira ederek adımı lekelediğinizi duyan da çocuğa bir şey yaptığımı sanır! Bir gün gerçekten işini bitireceğim! O zaman dersinizi alacaksınız! Ayaklarını denk alsınlar!”
Odalık Zhao hışımla dışarı çıkıp Huan’ın ağzına bir tokat patlattı.
“Böyle korkunç şeyler söyleyerek aranıyorsun! Boynunu kırarlarsa görürsün!” dedi.
Bir süre böyle bağırıştılar. Jia Huan, Xifeng’ın iğneleyici sözlerini annesine iletince, kadın daha da çileden çıktı. Artık birisini gönderip özür dilemesi söz konusu değildi ve birkaç gün sonra Qiaojie iyileşse de bu olay ailenin iki tarafındaki kini daha da derinleştirdi.
***
Bir gün Lin Zhixiao, Jia Zheng’a Pekin Prensi’nin yaş günü olduğunu haber verdi.
“Özel bir talimatınız var mı, beyefendi?”
“Her zaman gönderdiklerimizi gönderelim.” dedi Jia Zheng. “Ama önce Sör She’ya haber ver.”
“Tamam, efendim.” dedi Lin ve gerekli ayarlamaları yapmak üzere gitti. Kısa bir süre sonra, Jia She kardeşiyle ziyaretin ayrıntılarını konuşmak için geldi. Kuzen Zhen, Jia Lian ve Baoyu’yü de yanlarından götürmeye karar verdiler. Dört beyefendi için bu sadece sosyal bir yükümlülük olsa da Baoyu için uzun zamandır beklenen bir fırsattı. Yoldaki duraklama esnasında karşılaşmalarından beri prensin yakışıklılığı ve zarif duruşuna büyük bir hayranlık duyuyordu. Hevesle en şık kıyafetlerini giydi ve diğerlerine katıldı.
Saray’a vardıklarında, Jia She ve Jia Zheng kartlarını verdiler; çok geçmeden Saray’ın başharem ağası tespih çekerek dışarı çıkıp tiz bir kahkahayla onları selamladı.
“Umarım hepiniz iyisinizdir.”
Karşılıklı hâl hatır sormalardan sonra üç genç Jia öne çıkıp selam verdi.
“Majesteleri sizi kabul etmekten memnuniyet duyuyor.” diyerek onları içeri aldı başharem ağası. İki kapıdan ve bir avludan geçip prensin evinin iç kapısına geldiler. Orada bir kere daha durup harem ağasının içeriye haber vermesini beklediler; bu arada kapıda görevli küçük hadımlar onları oyaladılar. Kısa bir bekleyişten sonra başharem ağası geri geldi.
“Bu taraftan lütfen.” dedi.
Ciddiyetle yollarına devam ettiler. Tören kıyafetleri içindeki prens, girişten ana salona uzanan üzeri kapalı yolda onları karşılayıp, geldikleri için iltifatlarda bulundu. İki kardeş öne atılıp, saygılarını sunduktan sonra kıdem sırasına göre Kuzen Zhen, Jia Lian ve Baoyu de aynı şeyi yaptılar. Prens, Baoyu’nün elinden tuttu.
“Son karşılaştığımızdan bu yana uzun zaman geçti. Hep aklımdasın.” dedi gülümseyerek. “Söylesene, yeşim taşını muhafaza ediyor musun?”
Baoyu eğilip tek dizini büktü.
“Majestelerinin lütuflarıyla talihsizliklerden korunuyoruz.” dedi.
“Bugün size ikram edeceğim çok özel şeyler yok.” diye devam etti Prens hoş bir şekilde. “Ama en azından sohbet ederek zaman geçirebiliriz.”
Hadımlar kapı perdesini kaldırdılar ve Prens sevimli bir hareketle misafirlerine içeri girmelerini işaret edip önden gitti. Jialar da saygıyla hafifçe eğilerek onu izlediler ve içeri girdiklerinde, ilk önce Jia She yaş gününü kutladı. Prens tevazuyla karşıladı. Sör She diz çöktü, diğerleri de aynı şeyi yaptılar.
Detaylarını anlatmaya gerek duymadığımız bu formaliteler tamamlandıktan sonra, Jialar saygılı bir şekilde izin istediler. Prens hadımlara dönüp, kendi ailesi ve diğer bazı seçkin misafirleri için verilen bir resepsiyona götürülmelerini emretti: Sohbet etmek için Baoyu’nün kalmasını söyledi.
“Otursana.” dedi, diğerleri gidince.
Baoyu kendisine bahşedilen bu şeref için secde ederek teşekkür etti; kapının yanındaki üstü kafes işi, porselen tabureye ilişti. Bir süre okuldaki çalışmalarından, yazdığı kompozisyonlardan ve benzeri şeylerden söz ederken, Prens sevgiyle dinledi. Genç misafirine her zamankinden daha büyük bir ilgi gösteriyor gibiydi. Çay ikram etti ki bu da büyük bir şerefti.
“Vali Wu Ekselansları, dün Majesteleriyle resmî bir görüşme için buradaydı. Babanın Eğitim Müfettişi olarak son görevinde titiz bir tarafsızlık gösterdiğini ve imtihan yaptığı bütün adayların saygılarını kazandığını söyledi. Resmî görüşme sırasına Majesteleri sorduğunda, Wu baban için övgüler yağdırdı. Bu çok hayra alamet bir şey.”
“Bize büyük bir lütuf gösteriyorsunuz, Ekselansları; Vali Wu da çok nazik.”
O konuşurken küçük bir hadım kabul salonundaki resepsiyondan, birçok lort ve beyefendinin ziyafet için teşekkür mesajlarını, şükran kartlarını ve iyi günler dileklerini getirdi. Prens mesajlara bir göz gezdirip lütufkâr bir gülümsemeyle geri verirken, kabulünü bildiren bir şeyler söyledi.
“İzniniz olursa, Majesteleri, Efendi Jia Baoyu için özel olarak emrettiğiniz yemek hazır.” dedi hadım delikanlı.
Prens birkaç talimat daha verdi ve hadım, Baoyu’yü, küçük bir avluya bakan, şahane döşenmiş bir odaya götürdü ve bir başka delikanlıya yemek süresince kendisine refakat etmesini söyledi. Daha sonra Baoyu teşekkürlerini sunmak için geri dönünce, Prens aynı övgülerle sohbetine devam etti. Birdenbire güldü.
“Senin yeşim taşını gördüğümde o kadar beğendim ki dönünce kuyumcularıma tarif ettim ve aynısından yapmalarını istedim. Bugün gelmene çok sevindim. Eve götürmen için sana vereceğim. Belki hoşuna gider.”
Küçük hadımlardan birine yeşim taşını getirmesi emredildi ve Prens bizzat Baoyu’ye verdi. Baoyu iki eliyle alıp teşekkür etti ve izin istedi. Prens iki küçük hadımdan ona eşlik etmesini istedi. Baoyu ailenin diğer üyelerinin yanına gidip, onlarla beraber eve döndü.
Eve vardıklarında Sör She, Büyükanne Jia’ya saygılarını sunup kendi dairesine gitti. Jia Zheng ve diğerleri de aynı şeyi yaptılar ve resepsiyonu detaylı bir şekilde anlattılar. Baoyu babasına Vali Wu’nun destekleyici hareketlerinden söz etti.
“Vali Wu eski bir dostum ve sevdiğim biridir.” dedi Jia Zheng kuru bir şekilde. “Ayrıca çok da dürüst bir devlet adamı.”
Kısa bir sohbetten sonra Büyükanne Jia hepsine izin verdi. Jia Zheng çıktı; Kuzen Zhen, Jia Lian ve Baoyu onu kapıya kadar geçirdiler. Jia Zheng, giderken onlara biraz daha kalıp Büyükanne Jia’ya refakat etmelerini söyledi ve dairesine döndü. Çok geçmeden bir hizmetçi gelip, Uşak Lin’in bir haber iletmek üzere dışarıda beklediğini bildirdi. Bir de üzerinde Vali Wu’nun adı olan bir kart verdi. Jia Zheng, Lin’i içeri almasını söyledi ve onunla konuşmak için verandaya çıktı.
“Ekselansları Vali Wu bugün sizi görmek için uğradı, efendim. Sizin evde olmadığınızı söyledim. Bir şey daha var, Çalışma Bakanlığında bakan yardımcısı makamı boşmuş. Bakanlıktaki resmî görevliler de dâhil bazı insanlara göre, bu görev size verilecekmiş, efendim.”
“Hımmm…” dedi Jia Zheng. “Göreceğiz.”
Lin bir iki meseleyi daha beyiyle görüştükten sonra gitti.
***
Jia Zheng ayrıldıktan sonra, Kuzen Zhen ve Jia Lian kendi dairelerine döndüler, Baoyu de Büyükanne Jia’nın dairesine gitti. O zaman Saray’da geçirdiği günü anlatma fırsatı buldu. Prens’in kendisine ne kadar nazik davrandığını söyledi ve kendisine verdiği yeşim taşını çıkardı; taş elden ele dolaştırılıp yorumlar yapıldı. Büyükanne Jia bir hizmetçiye onu güvenli bir yere kaldırmasını söyledi.
“Ne olursa olsun, kendininkini sakın çıkarma; karışabilirler!” dedi Baoyu’ye.
Baoyu derhâl boynundakini çıkardı.
“Baksana!” dedi. “O kadar farklılar ki nasıl karıştırayım? Aklıma geçen akşam yatarken olanlar geldi, büyükanne. Taşımı çıkarmış yatak perdelerimin içinde bir yere asmıştım, üzerinde bir hale fark ettim ve yatağım gül rengi bir ışıkla aydınlandı.”
“Bak yine saçmalıyorsun!” diye bağırdı Büyükanne Jia. “Perdenin saçakları kırmızı! Lambanın ışığı yansımıştır!”
“Olamaz ki! Lambaların hepsi sönüktü, odam zifirî karanlıktı ama ışıltıyı görebiliyordum?”
Xing Hanım ve Wang Hanım manalı bir gülümsemeyle birbirlerine baktılar. Son günlerde onların da akıllarında gül rengiyle ilgili bir şeyler vardı. Xifeng da esrarlı bir şekilde konuşmadan duramadı.
“Şans işareti.” dedi.
“Ne şansı?” diye sordu Baoyu.
“Sen anlamazsın.” dedi Büyükanne Jia hemen. “Bugün senin için heyecanlı bir gün oldu. Gidip dinlen haydi, burada hikâye anlatıp zaman kaybetme.”
Baoyu bir iki dakika daha kalıp Bahçe’ye döndü. O odadan çıkınca, Büyükanne Jia, Wang Hanım’a döndü.
“Xue Hanım’a gidip konuyu açabildin mi?” diye sordu.
“Evet, anne, konuştuk.” dedi Wang Hanım. “Feng, birkaç gündür küçük Qiaojie ile o kadar meşguldü ki bugüne kadar gitme fırsatımız olmamıştı. Neyse, ablam bu fikre çok memnun oldu ama son kararı bildirmeden önce Pan’in eve dönmesini beklemesi gerektiğini söyledi. Ailenin en büyük erkeği olarak önce ona danışmak istiyormuş.”
“Doğru.” dedi Büyükanne Jia. “Konuşma fırsatı bulmalarını beklemek zorundayız o zaman. Bu arada kimseye bir şey söylemeyin.”
***
Bu hoşbeşi bir tarafa bırakıp Kızıl Neşe Avlusu’na gelen Baoyu’nün Xiren’le konuşmalarına dönelim.
“Büyükannem ve Feng çok gizemli bir şeyler yapıyorlar. Neler olduğunu hiç bilmiyorum.” dedi Baoyu.
Xiren bir an düşündü.
“Benim de hiçbir fikrim yok.” dedi sonunda, tuhaf bir gülümsemeyle. Sonra, sanki bir kere daha düşünmüş gibi ekledi. “Acaba konuşurlarken Bayan Lin orada mıydı?”
“Yok canım! Biliyorsun hasta, yatıyor o.”
Konuşmaları, yan odada tartışan Sheyue ve Qiuwen’in sesleriyle yarım kaldı.
“Ne oluyor size?” diye seslendi Xiren.
“Hep Qiuwen’in yüzünden!” dedi Sheyue. “Kâğıt oynarken hile yapıyor! Kazandığında paramı aldı ama şimdi ben kazandım, para vermiyor. Bütün paramı silip süpürdü.”
“Haydi canım!” diye araya girdi Baoyu gülerek. “Aptallığı bırakın! Birkaç bozukluk için kim kavga eder?”
İki kız öfkeyle surat asıp dışarı çıktı, Xiren de Baoyu’nün yatmasına yardım etti.
Xiren, Baoyu’nün sözünü ettiği gizemli konuşmanın nişan meselesiyle ilgili olduğundan emindi. Şu anki ruh hâlindeyken, böyle hassas bir konunun onu yine bir krize sokabileceğinden korkup bilmiyormuş gibi yaptı. Kendisi de son gelişmeleri öğrenmeye can atıyordu. O gece yatağında yatarken, sabah ilk iş gidip Zijuan’i görmeye karar verdi. Onun kesin haberi vardı ve neler olduğunu anlatırdı.
Ertesi gün erkenden kalktı. Baoyu’yü okula gönderdikten sonra kendi sabah hazırlıklarını bitirip Bambu Evi’ne doğru yola koyuldu. Zijuan avluda çiçek topluyordu, gülerek selamladı onu.
“Merhaba, Xiren. İçeri gelip otursana.”
“Teşekkür ederim. Çiçeklerle meşgulsün. Bayan Lin nasıl?”
“Sabah tuvaletini yeni tamamladı. İlacının ısınmasını bekliyor.”
Zijuan Xiren’i içeri aldı. Daiyu kitap okuyordu, bu da Xiren’e konuşmak için bahane yarattı. Samimi bir şekilde gülümsedi.
“Böyle erken saatte okumaya başlarsanız, yorgun olmanız normal, küçük hanım. Efendi Bao keşke sizi örnek alsa!”
Daiyu cansız bir şekilde gülüp kitabı bıraktı. Bu arada Xueyan, üzerinde bir fincan ilaç ve bir fincan su olan bir tepsiyle geldi. Arkasında da tükürük hokkası ve kâse taşıyan küçük bir hizmetçi vardı.
Xiren, ağızlarından laf almak niyetiyle gelmişti ama bütün bu ilaç telaşının arasında konuyu açma fırsatı bulamadı; istediği bilgiyi alması ufak bir ihtimal olduğundan, aksi Bayan Lin’i kızdırma riskini almak istemedi. Biraz daha oturup havadan sudan konuştuktan sonra vedalaşıp eve döndü.
Kızıl Neşe Avlusu’na yaklaşırken, biraz ileride iki erkeğin durduğunu görüp şaşırdı; daha fazla ilerlemenin doğru olmayacağını düşündü. Ama içlerinden biri onu görmüştü, koşarak yanına geldi. Baoyu’nün hizmetkârlarından biri olan Chuyao’ydu.
“Burada ne arıyorsunuz?” diye sordu Xiren.
“Efendi Yun, Efendi Bao’ya bir mektup gönderdi, cevap bekliyor.” dedi çocuk.
“Ama Efendi Bao’nın okulda olduğunu gayet iyi biliyorsun, ne diye bekliyorsunuz?”
“Ben de öyle söyledim.” dedi çocuk, süklüm püklüm bir şekilde. “O zaman size söylememi ve cevabınızı almamı istedi.”
Xiren sert bir şekilde azarlamak üzereydi ki diğerinin de sinsice yaklaştığını gördü. Dikkatle bakınca bu sinsinin Jia Yun olduğunu anladı. Hizmetkâr çocuğa döndü.
“Zamanı gelince mektubunun Efendi Bao’ya iletileceğini söyle ona.” dedi.
Jia Yun’ün ağır ve sinsi ilerleyişi, aslında güzel Bayan Xiren ile yüz yüze konuşma niyetini saklamak içindi. Neredeyse amacına ulaşmak üzereyken, gayet net şekilde duyduğu ret ifadesi üzerine planından vazgeçip durakladı. Xiren dönüp Kızıl Neşe Avlusu’na doğru yoluna devam etti. Kederli Jia Yun, hizmetkâr çocuk eşliğinde Bahçe’den çıktı.
Xiren, Baoyu okuldan dönünce bu olayı anlattı.
“Bugün Batı Sokağı’ndan Efendi Yun buraya geldi.” dedi kısaca.
“Ne istiyormuş?”
“Senin için bir not bıraktı.”
“Nerede? Bakalım ne diyor.”
Sheyue hemen gidip kitaplıktan alıp geldi; Baoyu’ye verdi. Zarfın üzerinde, ‘Saygıdeğer Amcama’ diye yazıyordu.
“Ne komik!” dedi Baoyu. “Babası olduğumu sanıyordum!”
“Ne?” dedi Xiren.
“Önceki yıl, bana beyaz begonyalar gönderdiğinde ‘İtaatkâr ve Sevgi Dolu Oğlun’ diye yazmıştı ya, unuttun mu? Şimdi amcalık makamına düşmüşüm…”
“Gerçekten hiç utanmanız yok!” diye bağırdı Xiren. “Onun gibi yetişkin biri oğlun diye geçiniyor, öyle mi? Daha aklı başında olması lazım! Sana gelince… Bao Baba! Sen daha…”
Xiren durdu. Kıpkırmızı oldu, hafifçe gülümsedi. Baoyu ne demek istediğini biliyordu.
“Kim bilir?” dedi. “Belki beni manevi babası olarak görüyordur. ‘Çocuğu olmayan keşişin pek çok sadık oğlu olabilir.’ derler. Bunu kabul ettim çünkü bence oldukça zeki ve sevimli biri. Eğer fikrini değiştirmişse, üzülürüm.”
“Aslını sorarsan benim tüylerimi ürpertiyor.” dedi Xiren ve Baoyu mektubu açarken devam etti. “Sinsice yaklaşmaya çalışıyor ve kaypak bir hâli var. Ona zerre kadar güvenmiyorum.”
Baoyu, mektubun içeriğine öylesine dalmıştı ki Xiren’in söylediklerine pek kulak vermedi. Xiren mektubu okuyan Baoyu’nün yüz ifadesini inceledi. Kaş çatma, gülümseme, sonra baş sallama ve nihayetinde tahammülsüzlük.
“Ne diyor?” diye sordu okumayı bitiren Baoyu’ye.
Baoyu, cevap vermek yerine mektubu yırtıp attı. Xiren konuyu değiştirmenin daha akıllıca olacağını düşündü.
“Yemekten sonra çalışmayı düşünüyor musun?” diye sordu.
“Aşağılık herif!”
“Ne oldu?” diye sordu Xiren gülerek.
“Neyse, boş ver! Haydi yemek yiyelim. Sonra hemen yatacağım. Biraz hasta hissediyorum.”
Küçük hizmetçilerden birine bir ateş yakıp mektubu içine atmasını söyledi.
Yemek kısa sürede hazır oldu ama Baoyu’nün pek iştahı yoktu, suratını asıp önüne bakarak oturuyordu.