Kitabı oku: «Su Gibi Geçen Yıllar – Kahraman Emmioğlu Kitabı», sayfa 3
GAZİANTEP’İ KAYBETTİ, İSTANBUL’U KAZANDI
1994 yılında Gaziantep belediye başkanlığınız, bir şekilde engellendi. Bugünden geriye dönüp baktığınızda, “Ben o şehre çok şey katardım!” dediniz mi? Nitekim Ankara, İstanbul, Konya, Erzurum, Trabzon gibi yerlerde Refah Partili belediyelerin neler yaptığını gördüğümüz zaman, hem siz hem Gaziantep kaybetti diye düşünüyorum.
Tabii onu söylemek benim edebime aykırı. Yalnız şunu söyleyeyim, eğer belediye başkanı olsaydık, tam bir dürüstlükle, şehrin çehresini değiştirecek çalışmaları yapacağıma inanıyordum. Çünkü bunun için kâfi miktarda tecrübem vardı. Gerek mimari yönden gerekse kültürel yönden Gaziantep’te çalışma yapılması gereken birçok boşluk vardı. Ümit ediyorum, bunların hepsini de Allah’ın izniyle yapabilecektik ve Gaziantep’e yeni bir nefes olacaktık. Ama kısmet değilmiş.
Galiba size belediyecilik de nasip olmuyor.
Yoo, ben 94’te İstanbul Büyükşehir Belediyesinde bir buçuk yıl genel sekreterlik yaptım. Bizim oradaki o bir buçuk sene içerisinde, fevkalade kıymetli bir çalışma oldu. Bütün lisanlarda “Her başarı zordur.” diye bir tabir vardır. Orada da bizim büyük bir metropolde ilk işimizdi. Burada ciddi bir şekilde düzenin kurulması lazımdı. Biz bunu başardık. Allah razı olsun Tayyip Bey’in güçlü bir idaresi, bize verdikleri yetkiler bunu başarmamızı sağladı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde nasıl bir şey oldu? Önce başkan sizsiniz, o sizin yardımcınız. Sonra kendisi belediye başkanı, siz yardımcısısınız.
Bu çok hoş bir şey aslında, takdiriilahi hatta. Hem talip olduk yani. Doğrusu çok da güzel oldu. Allah selamet versin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi genel sekreterliğini bana teklif ettiğinde “Derhâl!” dedim. Eve geldim, hanıma “Ben genel sekreter oluyorum.” dedim. Hanım “Sen ne yapıyorsun ya! Sen, Tayyip Bey’in sekreteri mi olacaksın?” dedi. Tabii sekreterliği o manada alıyor. Hâlbuki çok mübarek bir hizmetti ve elhamdülillah çok da güzel çalışmalar yaptık. O çalışmalar hâlâ söyleniyor.
Yukarıdan aşağıya kariyer geçmişinize baktığımızda genel sekreterlik anladığım kadarıyla en memnuniyetle yaptığınız iş olmuş.
En çok severek yaptığım bir iş.
Milletvekilliğinden de mi önemli?
Aslında bana sorsan milletvekilliğine hiç dönüp bakmazdım.
Geçmişte yaptığınız müsteşar yardımcılıklarınız, teşvik uygulama başkanlığı filan o kadar önemli değil miydi?
Mesela, teşvik uygulamada bir fonksiyon ifa ediyorsunuz. Ama belli bir noktada kısıtlı. O da çok güzel bir hizmetti. Sanayi bakanlığı müsteşarlığına vekalet ettik, ağır sanayi koordinatörlüğünü yaptık. Elhamdülillah, bütün buralarda, Türkiye’mizin sanayileşmesiyle ilgili gayretli çalışmalarda bulunduk. Bu genel sekreterlik, çok enteresan bir konumda iken bize gelmiş oldu. Bir kere KOSGEB dediğimiz büyük bir teşkilatın idaresinden büyük bir tecrübeyle geldim ben. Sanayi Bakanlığını idare etmiş olarak geldim genel sekreterlik görevine. Sanayi Bakanlığına geldiğimde böyle bir tecrübem yoktu. Birçok aksaklıklarımı orada gördüm. Eksikliklerimi, neler söyleyeceğimi, bakanla olan münasebetlerimin nasıl olması icap ettiğini, her şeyi orada öğrendim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi de bir devletti aslında. Kabul etmek lazım, efendim, cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dı, başbakanı da Kahraman Emmioğlu oldu.
İstanbul’da proje çalışma yönünden gayya kuyusu gibi hizmet var. Müteahhitlik yapmışım, akademisyenlik yapmışım, idarecilik yapmışım, ticaretle uğraşmışım. Bunların hepsinin kullanılabileceği bir alan genel sekreterlik. Bu Allah’ın bir lütfu. Herkese nasip olacak bir görev değil. Onun için çok sevdim doğrusu genel sekreterliği, iyi de çalıştım ve çok da netice verici çalışmalar yapıldı.
Siz edindiğiniz bütün bilgi ve tecrübenizi uygulama sahası buldunuz. Çünkü 1994 yılında İstanbul’da bir zihniyet dönüşümü yaşanıyor. Bir dönem kapanıyor, yeni bir dönem açılıyor. Siz de o dönemin mimarlarındansınız. Günümüz İstanbul’unun pek çok planı o dönemde mi yapıldı?
Tabii! Allah razı olsun, bu işe fevkalade hazırlıklı olarak Tayyip Bey var başta ve kendisiyle eş çalışabilecek, rahat çalışabilecek, birbirimizi anlayacak geçmişi olan, birbirimizin huyunu bilen insanlar olarak, bir ekip kendiliğinden teşekkül etti en üstte. Bu da Allah’ın bir lütfudur.
TAYYİP ERDOĞAN İLE YOLLARI NASIL KESİŞTİ?
Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türk siyasi hayatında olduğu kadar, sizin geçmişinizde de önemli bir yeri var. Tevafuk eseri kesişen yollarınız, uzunca bir süre beraber gidiyor. Siz Tayyip Erdoğan’ı ilk nerede gördünüz? Onu ilk gördüğünüzde ne düşündünüz, ne hissettiniz?
Doğrusunu söylemek gerekirse Tayyip Erdoğan’la geçmişte nerede karşılaştığımızı hatırlayamıyorum. Ama 84 senesinde bana Refah Partisi il başkanlığını kurma yetkisi verildiğinde tanıştık sanıyorum.
Merhum Necmettin Erbakan Hoca o zaman yasaklıydı ve Ahmet Tekdal genel başkandı. Tabii, siz siyasi yasaklı değilsiniz. Aynı zamanda 12 Eylül’ün veto edilenler listesinde de yoksunuz ve oradan kurucu il başkanı yetkisini aldınız.
Evet, Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı kurucu yetkisini bana verdiler. Hoca telefon etti ve “İl başkanlığını kuracaksın.” dedi. Biz hemencecik liste tanzimi ile ilgili çalışmalara başladık. Hemen yanımızdaki, önümüzdeki arkadaşlara “Partinin kuruluşuyla ilgili olan bütün arkadaşları bir bir toplayın ve onlarla bir görüşme yapalım.” dedik. Benim ilk ciddi temasım o toplantıda oldu. O toplantıya Tayyip Bey de gelmişti.
MSP’nin iktidarda oluşu sebebiyle siz 70-80 arası Ankara’da bürokrasiyle ilgilisiniz. Dolayısıyla Sayın Erdoğan’ın, MSP Beyoğlu ilçe başkanlığını ve gençlik kolları başkanlığını biliyorsunuz.
Ben, daha önceden, mesela 73’e kadar olan dönemde Millî Selamet Partisi yönetim kurulundayım. O dönemde meydanda Tayyip Bey yoktu. 73’ten sonraki dönemde var. Onda da ben Ankara’dayım. Ondan dolayı bilmiyorum.
O dönemde siz Sanayi Bakanlığındasınız ve İstanbul’da Refah Partisi il yönetimini teşekkül ettireceksiniz. İstanbul’da Tayyip Erdoğan da var. Henüz genç bir adam. O sizi biliyor, siz de onu biliyorsunuz.
Evet doğru. Ama ilk kurucu listesine ismini yazamıyoruz. Çünkü o da yasaklılar listesinde. Kurucular listesini doldurduk, verdik ve çalışmalara başlayacağız. “Arkadaşlar çalışma yapacağız, bana kim yardımcı olur?” dediğim zaman Tayyip Bey Allah razı olsun çıkageldi. “Ben çalışmaya hazırım abi.” dedi. “Allah razı olsun.” dedim. Başka iki üç arkadaş daha oldu, biz çalışmalara başladık. Birlikte çok sıkıntılar çektik.
Tayyip Bey’in geçmişini biliyorsunuz. Orada sizde nasıl bir intiba bıraktı? Nasıl bir insandı?
Benim Refah Partisi il başkanlığım çok kısa oldu. O kısa dönemde, benim İran’da çok yüklü işlerim vardı.
Ne işi yapıyorsunuz?
İran’da bir fabrika kuruyorum. Eğer bu fabrikayı kuramazsam hepten sefil olurum. Benim hayatım söner. Öyle bir sorun var. Onun için İran’a çok gidip gelmem lazım. O yüzden de benim İstanbul’daki il başkanlığım sırasındaki olan çalışmalara yeterince zaman ayırmam mümkün değil. Yazışmaları yapmam mümkün değil. Ne yapılacak? Birisi bunun sahibi olacak. Bunun sahibi oldu. Allah razı olsun, Tayyip Erdoğan çok da güzel yaptı. Hatta bu çalışmalardan o derece memnun oluyordum ki doğrusu kendisini her görüşte sarılıp öpüyordum. Allah razı olsun, ne güzel gidiyorsun… Ve tam olarak da yetkilendirmiştim. Ha Tayyip Erdoğan, ha Kahraman Emmioğlu; benim imzam yetiyor, her şey yapılıyordu.
84 yılında il başkanlığını kuruyorsunuz ama 12 Eylül’ün toplum üzerinde ağır bir tasallutu var.
Evet, yönetici olarak adam bulmakta çok zorlandım. Kimse gelmiyordu. Korkuyordu. Teşkilatları kurarken işte beş asil, beş tane yedek bulmam lazım. Efendim şunları bulmam lazım, falan filan… Gereken formalitenin ikmali için bile adam bulamadık da bir tanesine yalvardık; “Ya! Nüfus kâğıdının suretini gönder de bu işi yapalım.” dedik. Sonra kim olduğunu gördüm.
Ezcümle siz şunu söylüyorsunuz: Yıl 1984, 4-5 milyonluk bir nüfus var İstanbul’da ve 10 kişi bulamıyorsunuz.
Bulamıyorsun, bulamıyoruz. Millet korkuyor, çekiniyor. Ha! İşin kötü tarafı, çekinmeyecek tıynette olan arkadaşlar da yasaklı. Allah razı olsun, Erdoğan, “Ben varım!” dedi.
Sizin orada gözleminiz Erdoğan, farklı bir dil mi inşa ediyor? Farklı bir siyaset sunumu mu var?
Bana göre orada benim düşündüğüm idareyi net olarak gerçekleştirebiliyordu. Benim için bu iş çok iyi idi.
Siz iktisatçı değilsiniz, mühendissiniz. Partide Tayyip Erdoğan olaylara sosyal bilimci gözüyle bakıyor, siz mühendis gözüyle bakıyorsunuz.
Öyle değil. Ben şahsen o günlerde, meselelere bakış tarzımızda pek fazla bir farklılık görmedim. Mesela kendisinin de rahat çalışması için il merkezini Kasımpaşa’ya götürdük.
Sadece Erdoğan orada daha rahat çalışsın diye… Evet. Erdoğan’da Kasımpaşalılık yeni tezahür etmiş bir şey değil.
Değil. İl merkezini Kasımpaşa’ya taşımayı teklif ettiğinde “Çok iyi olur.” dedim. Kasımpaşa’da yer tuttuk ve il başkanlığını oraya taşıdık. Hâlbuki Kasımpaşa İstanbul il idaresi için en son düşünülecek bir yerdir. Çünkü kör noktada. Doğru düşünülürse ilk yer Fatih’tir. Şüphesizdir yani. İlk zaten Fatih’te başladık. Ve oradaki olan çalışmalarımdan Allah razı olsun o kadar memnun oldum ki… Mesela geliyordum neler yapıldı diye bakıyordum, sonra İran’a gidiyordum. Ben İran’a bir gidişte bir ay kalıyorum, iki ay kalıyorum. Parti çalışmaları bir ay, iki ay beni bekleyebilir mi?
Yine örgütlenme işine dönecek olursak, o arada kaç ilçede örgütlendiniz?
Elhamdülillah, çok büyük bir sıkıntı görmedik. Mesela Silivri’yi en zor düşünürdük; Allah rahmet eylesin talebelerimden Mehmet çıkageldi, dedi ki: “Hocam ne olursunuz bana verin. Ben ilçeyi kurayım.” Şişli çok zordu. Dedim: “Şişli’de ilçe teşkilatını nasıl kurarız?” Dediler ki: “Bir adam tanıyoruz, öğretmen. Eğer ikna edersen bu işi götürebilir.” “Kim bu?” “Ekrem Erdem.” Telefon ettim Ekrem’e. “Ben Refah Partisi İstanbul İl Başkanı Kahraman Emmioğlu, seninle bir görüşme yapmak istiyorum.” “Ama benim parti tecrübem yok.” dedi. “Lan oğlum! Bırak bu ayakları! Boş ver, sen gel bir görüşelim.” dedim. Sağ olsun geldi, görüştük. Hoşuma gitti ve tercih ettik. O da kabul etti ve yürüdü. Diğerlerinde çok zor bir durumla karşılaşmadık. Açıkçası, teşkilatın kurulmasında çok büyük bir zorlukla karşılaşmadık. Allah lütfetti. O zaman da hemen hemen her tarafta, Yalova dâhil, teşkilatımızı kurduk.
Tabii teşkilatımızın kuruluşunda, Allah razı olsun, Tayyip kardeşimin çok büyük yardımı oldu. Benim zamanım olmadığı için o koşturdu. Burada bakıyorum ki bütün emek genellikle onun.
Sizin uzmanlığınız çerçevesinde yeniden bu süreçlere döneceğiz; medeniyet-sanayileşme, sanayileşme-İslam toplumları münasebeti gibi. Ama izin verirseniz yeniden Kasımpaşa’ya taşıdığınız Refah Partisi il örgütüne dönelim. Kasımpaşa’da il başkanlığını taşıdığınız bina, fiziki olarak nasıl bir binaydı?
Fevkalade küçük, basit bir odamız vardı.
Bir il başkanlığı bir odada mı?!
Tabii canım, il başkanlığı olarak bir odadaydık. Başka bir şeyimiz yoktu.
Refah Partisi’nin İstanbul il başkanlığı, 1984 yılında Kasımpaşa’da bir odadaydı!
Tabii… İkinci oda var mıydı yok muydu? Şu anda hatırlamıyorum. Emin ol. Çünkü hiç ihtiyacımız da olmadı. Toplanıyorduk, konuşuyorduk ve meselelerimizi hallediyorduk. Tayyip kardeşimin daha rahat geliş gidişine de imkân hazırlama yanında Kasımpaşa bizim için çok da ekonomik olmuştu.
İl örgütü ne kadar süre orada kaldı?
Çok fazla kalmadık. Altı veya yedi ay orada kaldık.
İstanbul’da örgütlenmeyi tamamlamanız ne kadar sürdü?
Bir buçuk sene falan kaldım il başkanlığı görevinde. Benim dönemimde örgütlenmeyi bitirmiştik.
Sizin il başkanı olduğunuz dönemde, 1984 mahallî idareler seçimi geldi. Bahri Zengin Bey büyükşehir belediye başkanı adayı. Tayyip Bey de Beyoğlu’ndan aday gösterildi. Seçilenleri denetleyecek SEDE isimli bir projeniz var.
Evet.
O dönem için çok popüler ve kulvar dışı bir kampanya. Refah Partisi’nin çok önemli iki kampanyasından biri. Biri o, biri de 91’de farklı bir açılım olarak hayat kadınlarını içine alan bir seçim kampanyası. Sizin o seçimlerde herhangi bir belediye başkanlığını elde etme, kazanma ümidiniz var mı?
Doğrusu belediye başkanlığı kazanacağımıza dair pek ümidim yoktu. Çünkü teşkilatımız yeni ve imkânlarımız fevkalade mahdut idi.
Partiyi nasıl finanse ediyordunuz?
Dostlarımızdan aldığımız birkaç kuruşla idare etmeye çalıştık. Bizim imkânlarımız dostlardan aldıklarımızdan ibaretti. Fazla da zorlamıyorduk. Hareketimizi insanımızın bağrı yanıklığıyla ve davanın başarılı olması için canla başla çalışan insanlarımızın çalışmalarıyla yürütüyorduk. Tabii epey zaman geçti. O sırada nerelerden, kimlerden ne aldık hatırımda değil.
Erdoğan, 1984 yerel seçimlerinde Beyoğlu belediye başkanlığına aday değil mi?
Evet. Ben il başkanlığı görevini 1985’in başında bırakmıştım. Yerel seçim 84’ün Mart ayında olmuştu. O yıllarda benim İran’daki işlerimin çok yoğun olması, birçok şeylerden beni alıkoydu. Orayı da bırakamazdım. Daha önce de ifade ettiğim gibi, bıraksam geçim noktasında bir sürü sıkıntı çekerdim. Aslında benim il başkanlığını kabul etmemem lazımdı. Bir noktada da kabul etmek mecburiyetinde kaldım.
Niye kabul etmemeniz lazımdı? Niye kabul ettiniz il başkanlığını?
Kabul etmemem lazımdı çünkü İran hadisesi beni çok meşgul ediyordu ve eğer yapamazsam büsbütün mahvolma durumum vardı. Hiç kimseye devredemezdim; işin mahiyeti itibarıyla mümkün değildi. Ama il başkanlığı görevini de mecburen üstlendim. Çünkü kabul eden başka insan da o sırada bulunmadı ki Necmettin ağabey (Allah rahmet eylesin.) illa benim olmamı istedi. Bütün mazeretimi beyan ettim Necmettin ağabeye. Rahmetliye “Hocam ne olursunuz; benim şu anda durumum böyledir.” dedim. “Sen dünyaya fazla mı ilgi duyuyorsun?” dedi. Biz de “peki” dedik ve İstanbul il başkanı olduk.
Ama 1980’lerin başında Refah Partili olmak ateşten gömlek gibi bir şey. Yani en yakınlarınızın bile itimadını kaybettiği bir süreç.
İtimat kaybetmek değil korkulan… Bunlar şu andaki idarenin zıddına insanlardır. Bunlar mutlaka bir sıkıntı içerisine girecekler. Sıkıntı içerisine girmek istemeyen insanların hiç bakacakları bir parti değildi.
Hele ANAP gibi bir parti varken… Peki Hoca’nın tabiriyle dünyaya tamah ediyordunuz, bir bir buçuk yıl sonra kendi işlerinize dönmek adına. Bu arada Tayyip Erdoğan Bey’in çalışmalarına sahip çıkıyor olmama adına il başkanlığından ayrılmaya karar verdiniz.
Evet.
İl başkanlığından ayrılma kararınızı ilk kime söylediniz?
İl başkanlığından ayrılacağımı ilk önce Mustafa Hoca’ya söyledim. Mustafa Hoca, burada parti müfettişi idi.
O zaman genel başkan Ahmet Tekdal idi değil mi?
Ahmet Tekdal ağabeye sonradan söyledim. İstanbul’a gelince dedim. “Ahmet ağabey, benim durumum böyle böyle, ben ayrılmak mecburiyetindeyim. Benim yerime de Tayyip Erdoğan’ı tavsiye ediyorum ve mutlaka olmasını da arzu ediyorum. Çünkü kendisi, bütün çalışmalarımda bana yardımcı oldu ve çalışmaların her şeyini biliyor. Fevkalade de yapacağı kanaatindeyim. Ben tavsiye ediyorum.” dedim. Bu kararıma evvela bir itiraz geldi.
Kim itiraz etti?
Müfettiş. Mesela ben bunu söylediğim zaman Mustafa Hoca, “Ya Kahraman! Doğru mu yapıyorsun? Biraz sabırlı olsan. Tayyip Bey’i kabul edeceklerinden şüphem var. Sen devam etsen daha iyi olur.” dedi. Ben de devam etmemin mümkün olmadığını söyledim. Çünkü devam etsem Tayyip Bey’e haksızlık olacak. Hem çalışıyordu hem de adı il başkanı değildi.
Neden sorumlu il başkan yardımcısı idi?
Vallahi zaten benim tek esas yardımcım idi.
Yani, her şeyden sorumlu il başkan yardımcısı.
Evet, her şeyden sorumlu il başkan yardımcısıydı.
Evet, konuyu sonra Ahmet Tekdal’a açtınız. O da kararınıza itiraz etti.
O da hafif itiraz etti ama çok güçlü bir itiraz değildi.
Ankara’dan ne tür tepkiler aldınız?
Ankara’dan evvela “Hayır olmaz!” denildi. Ama biz bastırdık.
İtiraz Erbakan Hoca’nın çevresinden mi geliyor?
Evet, Erbakan Hoca’nın çevresinden geliyordu.
Tayyip Bey, ilk günden beri mi Refah’ın geleneksel kadroları içerisinde rahatsızlık uyandırdı?
Seneler sonra bir büyüğümüzden onun ne olduğunu anladım, Tayyip Bey’in şimdi tam olarak hatırlayamadığım, kendilerine göre uygun olmayan bir tavrına şahit olmuşlar. Onun için “Tayyip Bey olmaz.” diye ifade ettiler. Doğrusu biz de olması için bastırdık. Hatta bu bastırma konusunda Sadık Albayrak (Allah selamet versin.), “Sen gönül ferahlığıyla mı bu il başkanlığından istifa etmek istiyorsun?” diye sordu. “Evet. Çünkü işim var ve yapamıyorum. Durumum müsait değil.” dedim. “Yaparım” diyerek meşgul etmenin de doğru olmadığı kanaatindeyim. Nitekim o sırada -Allah razı olsun- Tayyip Bey bana aynen şunu söylemiştir: “Ağabey senin gitmene lüzum yok. Biz işi zaten götürüyoruz. Sen de uygun olduğun zaman tekrar geri işine dönersin. Şimdi sen işlerini gör. Zaten biz çalışıyoruz. Bizim başkan olmamız mühim de değil.” demiştir. Ben aynen kendisine ifade ettim: “Yok Tayyip, işi sen göreceksin. İşin rantını ben alacağım. Yani bunu kabul etmem mümkün değil, doğru değil bu iş. Onun için çalışıyorsun zaten. Bunun başkanlığını da sen yaparsın ve yapacağından da eminim, inşallah başarılı oluruz. Bu işi götürürsün.” dedim. Nitekim özellikle kongrede çok hararetli olarak Tayyip Bey desteklendi ve il başkanlığı seçimini aldı.
Refah Partisi İstanbul il kongresi nerede yapıldı?
Tepebaşı’nda yaptık.
O kongrede siz aday olmadınız ama Ankara’nın şüphelerini, itirazları bertaraf ettiniz.
Ankara’yı herhâlde ikna ettik ki sonradan fazla bir ses çıkmadı. Biz ısrarla, “Tayyip Bey olacak!” dedik. İtiraz etmediler.
Tayyip Bey bunu biliyor mu?
Biliyor tabii canım! Bilmez olur mu?
O kongre çok ateşli bir kongre miydi? Refah Partisi’nin İstanbul il kongresi, çok heyecan verici bir kongre miydi?
Hatırladığım kadarıyla, bayağı güzel bir kongre olmuştu.
Ankara’nın mukavemetine rağmen, siz Tayyip Erdoğan’ın İstanbul il başkanı seçilmesine vesile oldunuz ve işlerinize döndünüz. Refah Partisi’nde daha sonra siyasetle bağlantınız ne zaman oluştu?
1991 senesinden önce mahallî idareler seçimleri oldu mu?
Çünkü 91 senesine gelene kadar mutlaka bir yerde aday olmuşumdur.
1991 yılında Refah Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi, yüzde 10 ülke barajını aşmak için seçimlerde ittifak yaptılar.
Evet, 1991’de benim milletvekili olmam için Kartal, Pendik ve Tuzla yöresinin insanları kendi aralarında karar alıyorlar ve “Kahraman ağabeyi Millet Meclisine gönderelim.” diyorlar. O tarihte, bu münasebetle bana geldiler.
Kendiniz aday değilsiniz, sizi aday gösterecekler.
Evet, beni aday gösterecekler. Hatta böyle bir heyet evime geldi. Bunu söyledikleri zaman kendilerine aynen, “Siz benim aday olmamı niye bu kadar çok arzu ediyorsunuz? Arif Dağlı gibi, İdris Güllüce gibi genç arkadaşlar var. O arkadaşların önü açık. Biz biraz daha yaşlandık. Siz onların üzerinde durun.” dedim. Fakat onlar “Hayır, biz sizin mutlaka olmanızı istiyoruz.” dediler. Ben de “Siz bu konuyu Hoca’mıza götürdünüz mü?” diye sordum. “Götürdük. Kendisi birinci sıra aday teşkilatın, siz neye karar verirseniz o olacak. Diğerlerini bana bırakın dedi. Biz de bundan güç alarak birinci adayımız siz olacaksınız diyoruz, sizi aday yapmak istiyoruz.” dediler. Ben de “Siz isim olarak Kahraman Emmioğlu birinci adayımız dediniz mi demediniz mi?” diye tekrar sordum. “Yok, demedik.” dediler. “O zaman gidin Hoca’ya, biz Kahraman Emmioğlu’nu birinci aday yapacağız, ne dersiniz Hoca’m diye sorun. Ondan izin alın, öyle gelin görüşelim.” dedim. Onlar ısrar ettiler: “Gitmeye lüzum yok. Çünkü biz Hoca’dan söz aldık. Zaten bir numaralı adayı biz koyacağız.” Bunun üzerine ısrar ettim ve “Gidin, görün.” dedim. Çünkü Necmettin abinin kafasında neden bilmem, benim milletvekili olmam konusu yok, onu biliyorum. Çünkü Hoca’nın kafasında benim yerim bir numaralı bürokrat. Hoca beni iktidar olduğu zaman mutlaka ya genel müdür yapacaktır ya da müsteşar yapacaktır. Onu biliyorum. Ama milletvekili yapmayacaktır. Neden? Ben kendi yorumumu yapayım: Bu konuda Hoca’nın ne düşündüğünü hiçbir şekilde bilme imkânımız yok ama bana sorarsanız şudur:
Kahraman Emmioğlu’nun birtakım kabiliyetleri var; doğruları söyler. Çünkü Hoca’ya düşündüğünü net olarak söyleyen az insanlardan bir tanesi de bizdik. Doğrusu onun için de bana göre, “Milletvekili yaparsak bize sıkıntı verir.” düşüncesi Hoca’nın kafasında mevcuttu. Onun için de hiçbir şekilde beni özellikle seçilecek zamanlarda koymamıştır. Seçilmeyecek olduğum zamanlarda koymuştur. Çok enteresan, arkadaşlar ikinci defa yine geldiler, “Biz illa seni istiyoruz.” dediler. Ben de tekrar aynen şunu söyledim: “Siz Hoca’ya gittiniz mi? Anladım ki gitmemişsiniz. Bakın! Hoca yarın beni ikinci, üçüncü sıralara koyar, birinci sıraya Süleyman Arif Emre abiyi koyar. Siz de bana karşı mahcup olursunuz.” dedim. Nitekim dediğim gibi olmadı. Birinciye sıraya Süleyman Arif abiyi koydu. İkinci, üçüncü sıra değil, beni listeye hiç koymadı! Çünkü o sırada tercih söz konusuydu. İkinci sıraya koysalardı bile benim kazanma ihtimalim vardı.
91 seçimlerinde Adnan Kahveci’nin tercihli seçim fikri uygulanmıştı.
Aynen, benim de seçilme ihtimalim vardı. Çünkü yapılan anketlerde hep ben çıkmışım.
Aynı seçimlerde Tayyip Bey de milletvekilliğini kaybediyor değil mi? Mustafa Baş tercihle önüne geçiyor.
Evet.
Eğer siz de Kartal bölgesinden aday olsanız, Süleyman Arif Bey’in yerine seçilirdiniz. Bu da Hoca’nın kafasındaki şablonu bozardı. Daha sonraki seçimlerde siz de milletvekili oldunuz. Korktuğu gibi Hoca’ya sorun çıkardınız mı?
Hayır, hiçbir şekilde sorun çıkarmadım. Aslında Hoca’ya belki 28 Şubat’la ilgili bir sorun çıkarmışımdır. O da orduyla ilgili konuda görüş beyan etmemdi. O beyanım kendilerine göre belki partiyi sıkıntıya sokmuştur. Onu bilemem. Çünkü Şevket Kazan Bey, dokunulmazlığımın kaldırılmasıyla ilgili fezlekeyi gönderdiğine göre, gene de bir sıkıntı çıkartmışızdır demektir.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.