Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Malta Konferansları», sayfa 2

Yazı tipi:

6. Eski Türklerin Atlı Göçebe Hayatı / Buda Dinini Neden Benimsemedikleri

İşte Türkler, o zaman ayrı ayrı budunlar hâlinde yaşıyor. Bazen, büyük bir hakan çıkınca bunları topluyor (birleştiriyordu). (Mete’nin Hun Devleti’ni kurarken) yaptığı gibi. Daha sonra, umumi hâkimiyet bir zaman Tatarlara geçti. Sonra Göktürklere, en sonra da Cengiz Han’a geçti. O, bütün Türkleri, Mongolları topladı. (Bunlar, atlı) göçebe hayatı yaşıyorlardı; fakat bildiğimiz aşiretler gibi değildi. Evleri, araba üzerinde, fabrikaları da müteharrik. Bir yere kondukları zaman, (obaları ve esnaf çadırları ile) şehir teessüs ediyordu. İlkbaharı takip ederek çimenzâr yerlere konuyorlar(dı). Her türlü debbağlık, saraçlık, (bakırcılık, demircilik, ağaç işleri) ve sair sanayi mevcut. Halılar, kürkler, kalpaklar, (silahlar, kap kacak) yapılıyor.

Bütün masnuatları, hayvan mevaddından. Yiyip içtikleri de mahsulat-ı hayvaniyyeden yapılıyor.

Orhun Kitabeleri’ni yazdıran Bilge Han istedi ki şehir tesis etsin, Buda dinine girsin. Kayınpederi (Veziri Tonyukuk) buna mâni oldu. Kayınpederi, kurultayda bu husustaki fikirlerini, şöyle söylüyordu: O hâlde, Çinlilere mağlup oluruz. Hâlbuki bu vaziyette kalmak, bizim için daha iyidir. Çünkü (çok kalabalık olan) Çinliler, bizi esir ederler. Buda (dini), muharebenin aleyhindedir. Biz ise Türk sulhu (el) yapmak, harben sulhu temin etmek (mecburiyetindeyiz). Bu sebeple de zengin oluyoruz. Buda (dini), bize gelmez. Buda dinine giren Moğollar, her şeylerini kaybettiler. Tibetliler, keza, kavimler içinde en miskin oldular. Budizm, herkesi zahit yapmak esasına müstenittir. Tek tük Budistler, belki ariflik, velilik mertebesine eriyor. Bütün halk, zahitlik perdesi altında, her şeyi yapıyor. Her sene de hac için (Hindistan’a) gittikleri hâlde her fenalığı yapıyorlar.” (Türklerden) yalnız Dokuz Oğuzlar (Uygurlar), Buda dinine girmiştir. Bunların yazıları da ayrıdır. Göktürklerin yazıları, yukarıdan aşağıya doğru yazılır(dı); hatt-ı çûdî. Uygurların yazısı, Hristiyan Nasturi mezhebini Orta Asya’ya yayan Süryanilerden alınmıştır. Muttasıldır; on sekiz harftir. (Türklerin), kable’l-İslam, iki türlü yazıları vardı.

7. Türklerin İslam Dinini Gönüllü Benimsemelerinin Sebebi

Türkler, İslamiyeti (gönüllü olarak ve topluca) kabul etmekle, kendi mizaçlarına muvafık bir din kabul etmiş oluyorlar(dı). (Türklerin) “sulh” (el) tesisini dinî bir vazife bilmeleri ve İslam adı gibi dini de “müsalemet’ten geldiğinden, bu (kabul işi) pek (kolay) olmuştur. “Müslim oldur ki ilah (iri) …”2

(Türkler, İslam olmadan önceleri) zaten Bir Tanrı’ya inanıyorlardı. O da sulhu istiyordu. Bunun için de “cihat”a sevk ediyordu.

İslamiyette, “ümmeti icabet” ve bir de “ümmeti davet” var. Gelmeyenlere cihat var ki sulh dairesini genişletmektir. Bu hususta mektup bir şeyler yoktur.

8. Arapların Eski Dini ve Beni İsrail’in Yehova’sı

Diğer akvamda, eski zamanlardan beri geçen dinî sistemler, birbiri üzerine ilave ediliyor. Sonra, bir tasfiye yapılmıyor. Mesela, Türklerde dört esasına sekiz esasının ilavesi gibi.

Hâlbuki Beni İsrail ile Araplarda, evvela abit ile mabut arasındaki münasebet, evlatla baba arasındaki münasebet gibi değildir. Eskiden cetler, ilah değil, peygamberdir. Beni İsrail ve Araplarda, insanın Allah’a karşı (vaziyeti), kölenin efendisine karşı vaziyeti gibidir. Murakabelikle babalık, evlatlık gibi teklifsizlik yoktur. Çünkü sonra, “mehafet” olmaz.

Beni İsrail, Yehova’dan, son derece korkuyor. O kendisinden başkasına tapılmasını istemiyor. Kendinden evvelki dinî sistemleri, atıyor; içinde yabancı unsur bırakmıyor. Tevrat’ta Yahova, “Benden başka Allah yoktur.” diyor. Akvam-ı Sâmiye’nin dininde, “transcendantale” bir mahiyet var. Onun emirlerine, nehiylerine itaat etmeyen, ceza görecek; diğer dinleri (ve) akvamı ayırıyor.

Mesela, (eskiden Yahudiler) bir yeri fethettiği zaman, eşya ve insanlarını yakıyordu. En masum eşya (bile) yakılıyordu. Beni İsrail’den birisi, böyle bin halı alsa alan ailesiyle beraber yakılırdı.

Bundan dolayıdır ki edyan-ı sairede, imtizaç olabilir. Mesela bir Japon (ailesindeki fertler arasında hem) Şintoizm hem de Budizm olabilirdi. Hâlbuki Akvam-ı Sâmiye’de bu olamaz. Bundan dolayıdır ki Akvam-ı Sâmiye’nin dini, sihri de “tahrim” ediyor. “Sihir vardır; fakat memnudur.” diyor.

9. Beynelmilel Büyük Dinler, Ümmet Dini

Bunlara “edyan-ı mücavebe” demek de doğrudur. Cemiyetten, insandan çıkmış değil. Tamamıyla “categorique”tir. Tesir-i hadsîsi şiddetli oluyor ve insanları alıp sürüklüyor. O derecede ki kavmî olamıyor. Ne Hristiyanlık ne de Müslümanlık, kavmî olamadı. Fakat Musevilik Hazar Türklerini içine alıp beynelmilel bir din oluyor.

(Büyük dinlerde,) kavim yerine, “ümmet” çıkıyor, (ilk medeniyetlerin) eski dinleri, kavmî dinlerdir. Beynelmilel dinler de “câm-i kavm” oluyor; birçok akvam, bir caminin içine giriyor. Ve bunların mecmusuna, “ümmet” deniyor. Bunun için bir Hristiyan, bir Müslüman ve bir de Buda ümmeti var. (Bunlardan) Budizm, diğerleriyle karışabilir. Bunun için her yerde Budizm, başka başkadır.

10. İslamiyetin Ümmet Dini Oluşuna Uyulmaması (634-750)

İslamiyet, iptida Araplarda “ümmet” mahiyetini almakla beraber, (Hazreti) Peygamber’in vefatıyla beraber İslamiyet, ümmet devleti değil, kavim devleti hâlinde kaldı. (Hazreti Peygamber) vefat eder etmez (ensar ve muhacirin hemen) toplandılar: Ensar rüesası, Ebubekir, Ömer, Ebu Ubeyde-i Cerrah. Hazret-i Ebubekir dedi ki: “Halife, Kureyş’ten olacak!” Bu, aristokratik bir şeydir.

(Sonra,) Hazreti Ömer, birtakım kanunlar yaptı. Arap olmayan Müslümanların emir, kaadî olmaması, bu kanunlar icabatından idi. İslam olmayan Araplar(dan) “urban”dan, “haraç” almadı; “Zekât” aldı. (Keza, bu kanunlara göre) Arap’tan “cariye”, olmazdı. Yani, “kavmiyet” kendisini gösterdi. Ve kanun vazetti ki “Arap kadını, küf-vü ile evlenecek.” Bunun, “nusüs”e muhalif olduğunu, söylediler. Hazret-i Ömer de “Ben, kanun yapıyorum; din yapmıyorum!” dedi.

(Böylece, Hazret-i Ömer’in kanunları), Arap’ın vicdan-ı içtimaisi gibi, (başka kavimlerden) Müslüman olanlara, kendi imtiyazını veremiyordu; yalnız “Arap, asîl”, diğerlerleri değildi. Yani eski Türklerin Ak (kemik) ve kara kemikleri gibi. (Yine bu kanunlara göre, Müslümanlar) zerârî, mevali, ehlü-zimmet ve Arap’ın da Kureyş’i ki (hepsi) dört (sınıf) teşkil ediyordu.

Bu devirde ‘‘ümmet” (fikri, tatbikatta) kendini gösteremiyor. Ümmet, dinleri bir olanların, (her hususta) musavatı demektir.

11. Emevilerin Yıkılış Sebebi, Halife Mutasım’ın Türk Ordusu

(Ümmet esasını tanımayan ve Arap kavmiyetçiliği güden Emevilere karşı, Müslümanlardan) Arap olmayanlar, (yani ‘‘mevali” sayılanlar,) “Şuubiye” namıyla bir teşkilat yaptılar. (Bu teşkilat’tan, Merv’de “nakib”ler ile iş birliği ederek 747’de ayaklanan) Ebu Müslim Horasani çıktı; (750 senesinde) Emevileri (yıktı, Abbasilerin devletini) tesis etti. Bu, İslamlar arasında, mevali tefrikasını kaldırdığı için bir nevi “ümmet demokratlığı”dır. Gayrimüslimler, (bu haklardan) hariçtir.

(Fakat Abbasiler devrinde de Araplar,) bu müsavatı hazmedemedi. Harun Reşit’in (786-809), El Emin, El Memun ve Mutasım namında(ki) üç oğlundan, (El) Emin’in anası Zübeyde, Arap’tı. El Emin, halis muhlis Arap demekti. (El) Memun’un anası, Horasanlı idi. Mutasım’ın anası (ise) Türk’tü.

İptida, (EI) Emin (809-813), halife oldu; (EI) Emin’in valileri, (hep Arap’tı). Sonra, (sıraya göre) (EI-) Memun (813-833) geldi. (EI) Memun’dan sonra (da) Mutasım (halife oldu). (EI) Memun, (hilafete geçince) Acemlere ehemmiyet verildi.

Mutasım, halife (833-842) olunca Arap askerini külliyen yanından (Bağdat’tan) teb’id etti. Acemlere de itimat etmedi. (Dayıları soyundan olan Türkleri) tuttu. Irak ve İran’da ne kadar Türk üserası varsa bunları topladı; Fergana Vadisi’nden, birçok Türk esir ve esireleri celbetti. (Bunları iskân için, Bağdat’ın şimalinde) Samarra şehrini, (Türkistan’daki biçimde) tesis etti. (Mahallelerden) her birinin asıl cihat-ı erba’asına Samarra’daki Türklerin ülkelerinin ve boylarının isimlerini vererek, Türkistan’ın modeli olarak yaptı. (Bunları) birbirleriyle evlendirdi. Kocalar gibi kadınlara da maaş tahsis etti. Evlat ve ahfadı da yalnız Türk alacak, başka kavimden evlenmeyecek.

Bu (Samarra’daki Türk) ailelerde, talak imkânı da kalmadı. Çünkü (devletin tuttuğu) siciller, beraber geçti. Çünkü tatlik, şerî bir surette değil, her hanedanın reyi ile olabilecekti.

Burada, böylece, bir Türk ordusu teşekkül ediyor. Ve (Halife) Mutasım, (gençliğini Türkistan’da dayıları yanında geçirirken) Türklerin (eşsiz binicilik, silahşorluk ve harp) oyunlarını, iyi öğrenmiş. Bu tahsilden (sonra, halifeliğinde de zamanının) daha çok kısmını, Türklük’e hasretmiş. Bu esas üzerine, (sırf Türklerden) bir ordu yapıyor ve “İslam ümmeti”nin, bir ordusu vücuda geliyor.

(Böylece,) halifesi Arap’tan (olan İslam devletinde), siyasi kuvvetler bugünden itibaren, Türklerin eline geçiyor. Onun için Araplar, (Arap kavmiyetçiliğine değer vermediğinden) Mutasım’a çok kızarlar. (Selçuklularda ve Mısır’daki) Kölemen Ocağı’nın (ve Osmanlılardaki) yeniçeriliğin menşesi, (Abbasi Halifesi Mutasım’ın 834-835’te Samarra şehrinde Türklerden kurduğu) bu ordudur.

12. Müslüman-Türk Hakaniye Karahanlı ve Selçuklu Devletlerinin Farkları

(Türkler arasında İslamiyet, bilhassa, 920-960 senelerinde çok geniş olarak yayıldıktan) sonra, Selçukiler, (Horasan’dan başlayıp, İslam ülkelerini) fethe geldiler. İran’a (ve) Anadolu’ya yerleştiler. Daha evvel, Göktürklerin ve Uygurların gelişmiş medeniyeti ve yazılı millî edebiyatının vârisi olan, Kaşgar-Balasagun ve Fergana-Semerkant hâkimi Karahanlılar da denilen) Hakaniye Devleti (920-1212), (920’de Kaşgar’da) İslamiyeti kabul etmişti.

Demek ki Türkler, böyle büyük bir tarzda, İslamiyet âlemine girdiler. Selçukilerle gelen Oğuzlar, örfen (Türklerin yerleşik medeniyetine) malik olan kısmı değildi; göçebe hayatı yaşıyorlardı. (Bu yüzden ve “yabgu”luk devletinden geldiklerinden) hakanlık teşkil etmemişler. İşte (bu sebeple) bunlar, geldikleri zaman, (millî) yazıları yoktu; harsları, şifahi idi. (Selçukilerde, Türkçe yazma ananesi kökleşmemiş olduğundan) bunlar İran lisanını, devlet teşkilatında kabul ettiler. Divan lisanı, Farsça oldu; (çünkü vezirler ve kâtipler, İranlıydı).

2. KONFERANS
Malta, 27/28 Teşrinievvel 1919
KAVİM VE ÜMMET DEVİRLERİ / İSLAMLIĞIN TÜRKLERE TESİRİ / ROMA İMPARATORLUĞU’NUN HRİSTİYANLIĞA TESİRİ / OSMANLI İMPARATORLUĞU DÜZENİ / İSLAMİYETİN MİLLETLER CEMİYETİ’NE MÜSAİTLİĞİ

1. Kavim Devri ve Ümmet Devri

Kavim devrinde din, kavme tabidir, yani cemiyete tabidir. Cemiyetin örf (ve) âdeti arasında bir şeydir. Cemiyetin dairesi, kavmin dairesiyle mahduttur. Her kavim kendini, kâinatın mecmusu addediyor. Kendi kavminin tekevvünü içine, bütün kâinatı alıyor.

Mesela bir aşiret, fezayı, kendi karargâhından ibaret görüyor. Ve bütün mevcudatı, bu aşiret içine sokuyor. Amerika yerlilerinde (ve) Afrikalılarda da aynı hâli görüyoruz. Eski Türkler (de) Yunanlı ve Romalılarda (bile), aynı hâli görüyoruz. Yani, (bu cemiyetler) kendinden başka kavim, kabul etmiyor. İlahi ve kutsi mevcudiyete malik olan, kendisidir. Yalnız, (kendisinden ibaret) bir kavim var; hariçte başka bir şey yok(tur).

Bugünkü Cemiyet-i Akvam’ı, o zamanki kavim kabul edemez. Her kavim, diğer akvamı, kendi kadrosu dâhiline almaya çalışıyor. Kendi(ni) asil (hâkim), diğerlerini (mahkûm ve) tabi kabul (ediyor). Kavim devrinde, “beynelmilliyet” yoktur (ve) olamaz. (Çünkü) dinlerin mahiyeti buna mânidir.

Ümmet devrinde kavimlerin, cemiyetten müstakil bir dini var. (Bu büyük) dinin, emir ve nehiyleri vardır. Ümmet dinleri, birçok akvamı içine aldığı gibi, diğerlerini de kabul ediyor. Fakat kavim devrinde böyle değildir. Kavim devrinde, din ve hukuk-i hâkime, diğer kavme mesduttur. Yabancıyı, (daima kendinden) hariç tutuyor.

(Eski) Yunanlılar, (“Barbaroi” dedikleri) yabancıları, (kendi “Helenlik’’leri içine) katiyen almazlardı. Türkler(de) “tat”lar (ve “soğdak”lar), Türk’e karışamazdı.

Ümmet, bilakis, bütün akvamı (kendi dinine ve içine) davet ve hepsinde müsavatı kabul ediyor. (İslamiyette) bilhassa “Şuubiye”de, kavimler ümmet devrinde, “şa’b” namını alır. Ümmetin içinde bu şa’blar, müsavaten mevcuttur. Dine giren kavimler, bir şa’b olur.

Ümmet, kavmin yerine (geçmiş) değil, kavmin fevkinde bir cemiyet-i akvam teşekkül etmiş olur. Ümmet, inhisarcı değildir. Bu, binnisbedir. Çünkü yalnız kendi dinini kabul edenlere, hakk-ı hayat veriyor; diğerleri, ümmet haricinde kalıyor. Onun için, “Dârü’l-İslam”da “sulh”, hariçte “cihat” var.

Ümmet devrinde cemiyet, iki dereceli bir şa’b (hâlindedir, biri kavim), diğeri ümmet derecesidir. Din, artık şa’blarla alakadar değildir. Onun için, semavi bir mahiyet alır. Bütün akvam, dâhiline girmeye davet olunur.

2.Aslında cümle, böyle bırakılmıştır.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

₺32,81
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
Hacim:
70 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6865-35-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 4 на основе 2 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Ses
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin PDF
Средний рейтинг 5 на основе 1 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 4 на основе 1 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок
Metin
Средний рейтинг 0 на основе 0 оценок