Kitabı oku: «Şiirler, Karasözler», sayfa 3
Yazı tipi:
Yabancı elde bulunsa
Yabancı elde bulunsa
Sırdaşın, saygılaştığın,
Çoğalırmış fiskosçun, sır paylaştığın…
Halkta iyi bulamazsın,
Başına iş geldiği gün,
İyi geçimliliği geride,
Ne için o düşünsün?
Açıp verir düşmanına
Kendi görmüş olmasın.
Ateşli düşmana rastlasa,
Kırgınlığı konuşulsa,
“Aferin batır” deyip,
“Sağlam gidiyor” diye ekleyip,
Över över doldurur ya.
Eski dostun görünce,
Hesapsız ant içer de,
“Ervah, Allah” deyip de,
“Sır vermek için söyledim de”
“Düşmanını aldatıp geldim” der de,
Allah’tan korkmaz cahil işte
İmanını yıpratır böyle.
Gelir gider çok dolanır,
“Ben dostunum” der dolaşır,
Düşmanlığını başarır.
“Aldatır” der hasmına,
El çektirmez akrabana,
Rast geleni kışkırtır ya.
Hastalıklı olur çıkar,
İyi günde gelen yakınlar.
Yakadan tuttuğu gün düşmanlar,
Kendileri it gibi topuklar.
Evde oturur, atıp tutarlar,
Hepsi hatip, gıdaklar,
Avluya çıkıp birinin,
Diğeri sözünü onaylar.
Düşman çok olsa başında,
Biri kalmaz yanı başında.
Yedeklesen, donar kalır ya.
Dışarı çıkınca kendini
Yaddan beter karalar.
Yalvarmakla gün görür,
Yakınını satar haklı görür,
Zar zor bulduğu çözümdür.
Akrabalara kinci
Genç çocuktan beterdi,
Hem aklı yok, hem bildiği,
Geliriyle gideri.
Yakına yanaşıp mal katmaz,
Düşman görse, can katmaz,
Neden sadece bilir ki,
Ağır ile yeğninin
Arasından geçmeyi?
Yoldaşı azıcık şaşırdığında,
Evvela ondan işitirsin ha,
“At üstünde hamile kaldı ya!”
Ağır işle karşılaşsa,
Kırgınlığı konuşulsa,
Küskün olmuşçasına,
Bahane eder boşuna.
Öğrenmez ki birinden,
Yakınarak dolaşır şereften.
Düzelmişse eğer istikbaliniz,
Çevrenizde artar istemeseniz,
Hem güzeliniz, hem zengininiz.
“Falancayı vurayım” diyen,
“Filancayı kırayım” diyen,
Darlıkta sıkıntıya düşen,
Varlıkta yağma eden,
Çok bahadırla dolar çevreniz.
Eğer sözünü dinleseniz,
Kimse kalmaz çevrenizden,
Eğer sözünü dinlemeseniz,
Fesatlaşarak çürür içinden.
Herkesin var ya akrabası,
Hangisi kovmuş düşmanı?
Yağmur yağdığında koynunda,
Güneş vurduğunda boynunda;
Cayılmaz ödev olduktan sonra,
Herkesin gönlü soğur ya…
İyi günde gelen akrabalar,
Sıra beklemez kendi evinde,
Hatip kesilir ya patavatsızlar…
Sıra gelse bilen birine,
Söz bulamaz sıkıntıdan söylemeye.
Şakacı kesilir beceriksizce,
Korkaktır düşmana gelince,
Serbest yerde asabicesine,
Dik başlı kesilir, kükrer işte…
Edep ile ağırbaşlılıkla,
Mizacı tatlı olmaz da,
Sasık mağrur kesilir ya,
Geveze övünücü onmaz da,
Bencilleşip yalpaklaştıkça…
Birine hükmedici iş yapsa,
“Kendi gücüm” diye düşünür ya,
Eğer gücüyle olmasa,
“Az evvelki iyinin bana
Yaptığı” diye söylemez ya…
Yabancıdan çekinir işi yok,
Düşman kahreden gücü yok,
Kendi başına bıraksan,
Hiç bir şeyden doyası yok…
Şakası ters, sözü saygısız,
Söylenen söze inançsız,
Kendi fenalığını görmez,
Kazan kaldırır bir suratsız.
Böyle hastalıklı akrabalar,
Nereden peydahlanırlar(?),
Gönle ümit veren hayatlar!
Usanmayı beladan,
Halk unuttu tamamen.
Bütün ülke hakikaten,
İtleşip kalır mı, ebediyen?
İçeni sarhoş, yiyeni tok,
Kaygı paylaşacak biri yok,
Hiç olmazsa olsaydı
“Bulut parçalı, yer saklanmalı.”
Önemli kurul yok oldu,
Halk gıybete boğuldu,
Ülke içinde ara bulucu,
Alıp çevirmez ki tümünü,
Arzu edilen ortak sürüyü…
Yok ki el yamayan yöneticiler,
Boş konuşarak ülke gezerler.
Gizlice giderek buluşanlar,
Rüşvetle görevde kalanlar,
Ücretini senden zorla alırlar.
Ruslar yaptırsa kongresini,
Halkını tutar atanan yönetici.
Kurnaz rütbeli, aç kadılar iyi
Kiralar bozulmuş yüreğini…
Russuz toplantı yapılsa,
Çağıran kişi de gitmez ha.
Uzlaşma sağlayıp bir kişi,
Helal malını almaz ki…
Nimeti gitmiş el güder,
Vakti geçmiş söz eder,
Şimdi bizim yöneticiler,
Yarına ümit gütmezler.
Başlar bağlansa uluya,
Kim saldırabilir namusa.
Yabancıya bakacak yüzü yok,
Yakarmadan duran g…tü yok,
İşi gider yanlışa…
Ulus boyunun adı Tobıktı,
Kurnazların sayısı çoğaldı.
Zenginin işini göremeyen,
Borcunu bütün vermeyen,
Rastgele kişiler doldu taştı.
Kazak, malını karıştıran,
Halkı belaya uğratan,
Musibete bulaştı.
İçinden çıkan iyi adamlar,
Düzeltemedi, kan ter akıttı.
Yabancı ülke insanının,
Bitmedikten sonra haramın,
Gönlü tamamen umutsuzlaştı.
Tüccar kaçtı bu ülkeden,
Alacaklarını tahsil edemeden…
Ayaktakımı avare dolandı,
Varlıların yanına sığışamadı.
Geçimsizlik oldu halka,
Talandan alı koyamadı.
İnancı olmasa da, andı olan,
Ülke düzeni bozuldu yahu,
Devlet denen töresi bulunan.
Bu gün bile kaygılanan
Kimse yok, utanmadan…
Şiir; sözün padişahı, söz aydınlığı
Şiir; sözün padişahı, söz aydınlığı,
Zorlukla ahenkleştirir dahi olanları.
Dile kolay, yüreğe alev dokunmalı,
Tastamam, usturuplu gelsin etrafı.
Yabancı sözle bulanmışsa laf arası,
Bu, şairin bilgisiz ve çaresiz olması,
Anlatıcı ile dinleyicilerin çoğu cahil,
Bu yurdun, söz tanımaz bir parçası.
Evvela ayet, hadis – sözün en başı,
Kafiyeli ilâhiler gelir dinlenme arası,
Ahengiyle ilgi çekmese okunması,
Niye söylesin onu Elçi’si ile Allah’ı.
Mescitte ulemanın hutbe okuması,
Velilerin münacatı kederli yakarışı,
Bir sözü diğerine uyaklama çabası,
Uğraşır her biri olabildiğince imkânı…
Şiirle, herkesin var ya bir uğraşı,
O zaman olur, söz seçme yarışı,
İçi altın, dışı gümüş sözün asını,
Uyuşturur Kazak’ın hangi balası?
Önceki eski kadıya baksam meraklı,
Deyimlerle anlatırmış, sözleri uyaklı,
Şairleri anlayışı kıt, cahillikten olmalı,
Abuk sabuk şiir yazmış ağıt yakmalı.
Kopuzlu dombıralı kalabalıkta söyler,
Övgü şiiri okur, her birine ithaf eder,
Önüne gelenden şiir ile hayırlar diler,
Yok eder söz kadrini, yurdu gezerler.
Mal için dilini bezer, öz canını kiralar,
Mal ister birini yanıltır, birini büyüler,
Başkasının ülkesinde dilencilik eder,
Ülkesini “zengin” diye över, lanetler.
Nerde zengin farfara oraya gider ayırmaz
O kadar mal alır, yığsa da zengin olamaz.
Kazak için “şiir” dediğin, değerli sayılmaz,
Boş laf görünür sararıp solsa da anlamaz…
Eski yönetici gibi, oturuyorum boş deyimlerle
Eski şair gibi, mal için feryat ediyorum ben de.
Söz düzeldi, dinleyici sen de düzelsene,
Sizlere de gelmek istiyorum, aheste aheste…
El atıp alan “yiğidi” anlatsam, merak uyandırır,
“Kadını”, “bahtı” anlatsam sohbeti koyulaştırır,
Öylesine gün geçirecek laflar zamanımızı alır,
Dinler idin bir sözü bin defa sorarak, anlattırır…
Akıl sözüne ilgisiz, halk geçimsiz,
“İnancım tek ona” der, direnirsiniz,
Kibirlice yiyip gider, başı eğitimsiz,
Kötüleyip anlatsam küsenlersiniz.
Çözüm bulur, çam ağacını yaş dala bağlar,
Herkes yürür, alacağı malın kılıfını hazırlar.
Övgü arayan mal düşkünü, bunu ne anlar,
Seç-seç çıkmasa içinden binde bir adamlar.
Mal yığar art niyetle çalar, karla hararet basar,
“Kurnazsın” dese, kıvançla adımını geniş atar,
“Sızlansam-atıp tutsam bir fayda düşer mi” der,
Ülkenin zenginini çıldırtır “düşman ilgisini çeker.”
Sabır ve sorumluluğa, hiç kimse ilgi duymaz,
İnsaf, utanma, ar ve namusu gerekli bulmaz,
Derin düşünce ve derin bilime ihtiyaç duymaz,
Yalan ile gıybeti, yün döver gibi abartır aymaz.
1888
Birinin yakını ölse, karalı o
Birinin yakını ölse, karalı o,
Ölüm gören yüreği yaralı o,
Gözyaşını kesmeden ağlar,
Niçin feryadını şiire döker o?
Damat al, gelin ver, düğününde gül,
Kız tanıştır, mürüvvetiyle yurt güldür
Kınası, şarkısı, bir de yüz-açarı var,
Gül, şiirsiz ilgi çekici olur mu bunlar?
Çocuk doğsa, bekler ki toyu yapıla,
Onlar da şiir okurlar, bağıra çağıra.
Eski iyilerden kalan örf ile âdet ya,
Şiir ile deyim söylemek, baksana…
Doğduğunda, dünyanın eşiğini açar şiir,
Bedenin, şiirle toprağın koynuna verilir,
Ömründeki ilgi çekici her şey şiir gibidir,
Boşa bölme, sakin sakin düşünsene bir.
Şiiri, söylemek bir yana, anlamazsın,
Söylesen, gücüyle başa çıkamazsın,
“Sen bilmezsin” diye söylemez misin,
Niye bunca inatlaşır, “olur” demezsin?
“Şiir” dediğin; her sözün yakışması,
Söz kafiyesi, uygun olup yaraşmalı,
Sözü tatlı, manası düzgün gelmişse,
Kim onunla çekişmekten hoşlanırdı?
Karnı tok nadanlar anlamaz sözü,
Sözü anlardı, yüreğinin olsa gözü,
Doğru sözün kadrini bilir cana da,
Uygun vakit değilse söyleme sözü.
Hediye bekleme, verse alma hiç kimseden,
Neyin eksilir, güzel şiir ile söz söylemekten,
Hayran olunacak adama saygı göstersen,
Uzakta dur, şiirini satıp bir şey edinenden.
Çok cemiyette söz tanır kişi bulunmaz ki,
Öyle yerde söz söylemek alay olur sanki.
Birisi o yana, birisi bu yana verir dikkatini,
Sözün tamamını dinleyecek Kazak yok ki.
Şortanbay9, Dulat10 ile Bukar Jırau11 tanınır
Kazak şiirini yamayıp toparlayan bunlardır.
Hey gidi fani dünya hey, söz tanır kişi olsa,
Eksikliği her yerde hissedilir, görülür daha!
Maksadım; dil geliştirmek, hüner saçmak,
Nadanın gözünü koyup, gönlünü açmak…
“Örnek alsın” diyorum, akıllı-fikirli gençler,
Akılda yok eğlence, evvel başta Hay-i Hak.
Güz
Göğü kapladı, rengi soğuk gri bulutlar,
Güz oldu, nemli sisler dünyayı basar,
Bilmiyorum; doymuş mu, donmuş mu
Yılkı oynamış, tay yarışır, kısrak kaçar?
Yeşil otlar çiçekler kalmadı eskisi gibi,
Gençler gülmez, koşmaz çocuklar gibi,
Rengi kaçmış, sefil ihtiyar kocakarı gibi,
Yaprağından ayrılan ağaçlar, kurur gibi…
Biri deri tabaklar, karışıma bulamış,
Yırtılmış giyimi, sarkmaya başlamış,
Kaynanasına eğirtip deve yünü ipini,
Genç hanımlar, yamar yırtılmış evini.
Kaz, turna katarlanarak beriye dönse,
Altında ak tepecik, yürür bir kervan ise.
Hangi köyü görsen, biraz kederlice işte,
Neşe-oyun görünmez, kaçmış keyfi de.
Kocakarı ile ihtiyar çömelmiş, bala titrer,
Keyifsiz kara soğuk, kırlarda esip gürler,
Etli kemikler, çorbalar olmadıktan sonra,
Evde it durmaz, sıçan avlar, orda-burda…
Dullaması12 eskimiş, ateşi sönmüş halkın ülkesi,
Yel vursa, toza-toprağa karışır, duman olur hali,
Ocağı tütmeyen evinin, rengi sararmış ya hani,
Sürtüşmekten korkan halkımın, kurusun düzeni…
Kasım, Aralık ile o bir-iki ay
Kış başı Kasım, Aralık ile o bir-iki ay
Biri erken gelmiş, biri geç kalmış say.
Erken gitsem “yer kaparım” diye,
Yelkıranıyla merada oturur ya bay!
Fakir, yaşar ya kendisi mal güderek,
Yakmaya odun yok, sürekli oturarak,
Katı karışımı ısıtır, kürkünü tabaklar,
Keçeleri yamar kadını, titrer donarak…
Küçük çocuğa, ateş de yok harlı yanan,
Önünde durup pişiremeden, öle yazan,
Kocakarı-ihtiyarı olsa, ne kadar da zor,
Uğuldayan yel de sıkıştırır bir taraftan…
Eskimiş ya, birer birer kesen bayın evi,
Neresine sığsın yoksulun hâli, vaziyeti?
Kızmadan verse, yarım kap mal tezeği,
Budur, fakire verdiği en büyük hediyesi.
Kar yağsa da, donmaz ki zengin balası,
Evi sıcak, keçeyle kaplamış ya etrafını.
Hizmetçi oğlu, zengin oğluna yalvarışlı,
Ustalıkla akıtarak dolanır ya gözyaşını…
Zengin, evine giremez uygun biçimde,
Çocuklar çıkarsa, yemeğini alıp kaçan,
Uzağa gidemez o, evinin duldasından,
Yığılı yüklüğün güneyinde yer bulan.
Anasıyla babası gözetler evladını,
O da kendisi gibi it olsun, fitne fücur.
Sıkılır, doğru dürüst içemez çorbasını,
Akranından utanır, her yeri tarumar olan.
Hizmetçi evine canı acıyıp, aş vermez bay,
Fazla hayır, hususi hizmet dolayısıyla vay!
Zenginde merhamet, hizmetçide meyil yok,
Sanki köreltmiş ikisini de, hay Allah’ım hay!
Fakir biçare çekingenmiş gibi alsa da,
Emek bilmez zenginin yeri de yok ha!
Yola düşürmeden çoluk çocuk, ihtiyarı,
Bir kış olsun koru, taş kalpli olma bunca.
Kış
Ak giyimli, heybetli ya da aksakallı,
Kör mü, sağır mı, ayırmaz diri canı,
Rengi soğuk, üstü başı apak kırağı,
Bastığı yeri büyüleyerek, gelip kaldı.
Nefes alışı-ıslık, ayaz ile kar yağışı,
Eski akraban-kış geldi, gaile saldı.
İncecik kalpak giymiş, bakmış şaşı,
Ayaz ile kızarmış, güzelleşmiş başı.
İki gözünün üstüne yağar, sis gibi sardı,
Başını silkse, kar yağar, huzur kalmadı.
Boran gibi uğuldayıp şiddetlendiğinde,
Altı kanatlı13 saray, küyiz ev çalkalandı.
Heveslenip koşuşan, genç çocukların,
Eli-yüzü kabardı, don çaldı uzuvları.
İçlik ile kürkünü üst üste giyen çobanı,
Bakmaya dayanamadı, döndü arkasını…
Kar küremekten yılmaz şaşkın yılkı,
Dermanı tükenmeye tez yakınlaştı.
Kışla birlikte burnunu soktu kurtlar,
Çobanlarım, kaptırmayın itlere malı…
El değmemiş malı güdün, iyi gözetin,
Uyku ondurmaz, çalışın, buz kapladı.
İt yiyeceğine Kondıbay, Kanay yesin,
Dinleme, bu cahil kocakarı ihtiyarı…
Yelsiz gece, ay parlak
Yelsiz gece, ay parlak,
Işığı suda titrek…
Obanın canı, derin vadi,
Taşımış nehir gürüldeyerek.
Kalın ağaç yaprağı,
Fısıldar kendi kendine.
Görünmez yerin toprağı,
Güzelleşmiş yemyeşil yüzeyiyle.
Dağ canlanarak, türkü yakar ya,
Ürüyen it ile “hoşt hoşt”a.
Gelmez mi idin bekleyip yolda,
Görüşmeye uzağa?
Çekinmeden dingince,
Bir soğur, bir ısınır gönlünce,
Dinlenemez huzur bulup,
Boşuna telaşlanır, ürkekçe…
Söz söyleyemez tereddütle,
“Küt küt” eder yüreği de,
Oturmaz mıydı güvenle,
Yemeğe dalıp çenesiyle…
İçim ölmüş, dışım sağlıklı
İçim ölmüş, dışım sağlıklı,
Rastgelene diyorum hâsılı;
“Bugünkü dost, yarınki düşman”
Ben ne yaptım, aman aman?
Kendi evinde nehir gibi,
Gürler, anlatsa şikâyetini.
İnsan önüne çıktığında
Mıymıntı, raşitik ve özenli…
O gün, sen böyle miydin
Bu yaptığın nedir, yiğidim?
Üç gün arkan boşalınca,
Huysuz isyankâr oluverdin…
Can sıkılsa, canlanır neşeyle,
Can eritir güler yüzü-içtenliğiyle,
Can huzur bulunca, sen niye
Kaba mizaçlı olursun böyle?
Hırsızlık ile kurnazlığa
Bağlanınca kestin bağını.
Borçluyken beş verirsin,
Alacaklıyken yine altısını…
Bir araya geldiğinde görürsün
Yüzlerce fasıllı türlü davayı.
Nihayetinde senin gibiler,
Görmez mi kuşatılmayı.
Tekrar geleceğin kapıyı,
Sımsıkı kapatma yakışıklı.
Büyüsen de erişsen de,
Bir gün lazım olur, bu varlıklı…
Yönetici oldum işte
Yönetici oldum işte
Bütün malımı vererek…
Devede hörgüç, atta yele
Kalmadı yâre yedirecek…
Böyleyken dahi halkımı,
Tutamadım sımsıkı.
Güçlülerim söz söylese,
Baş sallarım tasdiklerce…
Halsizin sözünü savsarım,
İyi anlamam yan oturarak.
“Kongre var” dese, yüreğim
Keyiflenmez vızıldanarak.
Başkalarına sır vermeden
Boş gülerim, tebessümle.
Öylesine yürürken bir gün,
Tellal geldi, iyilikseverce…
“Sancak’tan çıktı karar, Kongre var”,
“İşe yara, yürü eve” dedi, emrivakiyle.
Şaştım kaldım, gün az, zaman dar,
Yürek gitti güm güm atarak, delice…
Günüm güçlü kuvvetli geçse de,
Çabaladım zorbalık ederek, işte.
Rütbelileri, yöneticileri toplattım;
“Birlik olun”, “el ele verin” dedim,
“At yararlı, küyiz-ev güzel olsun,
Hepsine de özenin” dedim…
Cesaretlendim ya, halkıma
Konuşarak yürürüm kasıntıyla;
“Allah yazmışsa, yurdumun da,
Ak sütünü aklarım bu defa” derim ya,
Kuvvetliymişçesine, koruyacakmışçasına,
Teçhizatımı bütünlerim ha…
Kolayca Kongreye,
Övmem ki kavmimi,
Kendi obama söylerim;
“Vermedim” diye “kuvvetimi.”
Övünürüm kibirlenerek,
Kongre’de sözüm geçerli.
“Gösterdim” der, işaret ederim
Tehlikeli yerimi…
Söz çoğaldı, devam etti,
Övüngenin g..tü göründü.
Kazak’ı yiyen kuvvetli “er”
Belaya çattı da baş eğdi.
İleri geri çekişti,
Davası, kazancı yenildi.
Coşkusu güçlü asilerin
Başına yular giydirildi.
Büyük küçük şairlerin
Hepsi söz oldu, derildi.
Cesareti yeten kadı sertti,
Bileyip ne yapsın yüreğini.
“Öz malım” dediği zenginliği,
Sahibine teslim edildi.
Satılık canlar çevirdi,
Kuruttu orada erini.
Dilekçe vericiler çoğalıp gitti,
Büküldü yöneticinin beli,
“Ne yapsın biçare” demez ki.
Bir kurutmadan terimi,
Gün batıncaya kadar çabalarım,
Seğirterek ileri geri…
Etek gitmiş serilirken,
At g..tünde dalgalanırken.
“Sancak’a yetsin” der gibi,
Kükrüyorum kötülerken.
Kimilerini değneğim,
Bağırttı değip giderken.
Kurnazların çoğu pısıyor,
Yüzleşemez ya nara atarak…
Açarak göğsü, hava sıcak,
Koynuna gitti yumuşayarak…
Halkı düzgün yöneticiler
Övünüyor gururlanarak…
Gülüşü başka gaklarcasına,
Sesi bir başka patavatsızca,
Konuşuverse bir yerlerde,
Akımı sert, uğuldarcasına…
Sancak’a girse, başkasından da,
Merhameti yüksek ışıldarcasına…
Halkın bozuk olduktan sonra,
Sancak ta şaklatır durur ya.
Tabandan başlarsın tozmaya,
Boşuna tepeleyip dolaşmakla…
Cahilim kendim de,
Bir mizaçta kalmıyorum.
Uysallığın güçlü olduğunu,
Görsem dahi, uymuyorum.
Kongre’den sonra halkımı
Sıkıntıya sokmayacağım.
Evvelden küfesi boş kötüleri,
İyilerle bir tutmayacağım.
Güçlüler bir yana, güçsüzleri
Olabildiğince ellemeyeceğim.
Sancak varken ki terbiyesizliği
Sancak yokken etmeyeceğim.
Ivır zıvır, saçma sapan şeylere
Fayda görüp meyletmeyeceğim.
“Bu yasak, haylaz” diye,
Hiç kimseyi tekmelemeyeceğim.
“İnançlı olun” diye toplayıp halkı,
Birleştirmeyi sürdüreceğim.
Arabozucuların başkaldırısını,
“Doğru fikir”, diye tasdikleyeceğim.
Nesebim zayıf, neslim boş,
Sadece biraz ailem var.
Ailem kurusun, bilirim;
Yöneticiliğin yolu dar…
Nasıl yardımı olur,
Nadan hepsi hırsızlar?
Demin gördüm, düşünsene,
Utanma, namus, kaldı mı ar?
Sıradaki seçim yapıldığında,
“Düşer mi” diye oylar daha,
“Bu günümü bir gün,
Çok ararım” diyorum ya…
Bu sözümü bir düşünün,
Akıl veren akrabalar…
Kusurlar çoğalıp gitti,
Azar işitti, bozuldu güzelliği.
Bu halkı elde tutabilecek kişi
Ben değilim, gel kurtar hepimizi!
Elden gelmez cefaya
Niye tutuldum ki bu kadar?
Yayıldı işte, yetmez mi(?)
Sancak’a da bir haber?
“Daha şöyle ettin” diye,
Hareket verir, ele alır,
Sert baskı yapıldıktan sonra,
Başım mahkemeye taşınır.
Kirlenip düştükten sonra
Gördüğüm gün ne ola?
Sana malum, haylazlar
Kendi kendine ne bula?
Kâğıt verir, atar-tutar,
En sonunda saçmalar.
Eskisi gibi devran kalmadı,
Büyüklerin yolu daraldı.
Yalan verilen dilekçenin
Akıbeti altındakine bağlı…
Kendi eken, kendi biçer,
Kâğıdı gözünü kör eder.
Bulur bulmaz yalanını,
Suçlarını sayıp döker.
Zalim yargıçların kendisi
Tanıyıp aldı ya nicelerini…
Görmezmiş gibi düşeriz,
Demir gözlü sarayın halini…
Biri diğerinden öne çıksa
Biri diğerinden öne çıksa,
Hünerleri ölçülüp tartılsa,
Okuyan, bilen bilir yalnızca
Nadan, nadandır ne yapsa da.
Okuyan bilir her sözü,
Nadan gibi bakmaz gözü.
Nadan mantıklı düşünmez,
Yalnızca kapristir onun gücü.
Şaşkınlıktan kala kalsanız,
Sevinir nadan, memnun kalır.
Tatminkâr hiçbir şeyi olmaz,
Adammış gibi boşa dayılanır.
Akıl da yok, kaygı da onda,
İşi yok, ters mi, doğru mu?
Dilenip, umarak arar daima
Kuruş mu, yoksa bir som mu?
İt görmüş keçice göz pörtletir,
Akıl hastası deli gibi söylenir.
Yaşından örnek almaz zavallı,
Hüner bulup da ne etsin hakir.
Malum bilgiç adammış gibi,
Birilerine karşı öyle alay edici.
Çırpınarak kendini ağırdan satar,
Bencil, günahkâr, lanetli.
Adamda sorumluluk olsa,
Durmaz o kendini bir tutarak,
Gider gelir, bir yerlerde arar da,
Alır kendi sevdiğini uygun bularak.
Mest olur yöneticin
Mest olur yönetici bolısın,
Büyük sırtını sıvazlayınca.
Kendini metheden Rus’un,
Rütbeli cepken bağışına.
Her gün iyi mi davranır,
Bir tavrından hoşlandığına?
Sırmalı palto tatmin olur mu,
Arını şerefini sattıkça?
Neşelenip göze çarpana,
Salınarak iftihar duyana,
Şaşıyorum, böbürlenerek
Varı yoğu alt üst kılana.
Birileri mest oldu, koyun kesti,
Az değil, koşturup müjde isteyeni.
Düşünceye saldı, avare etti,
Evdeki huzurlu kişiyi.
Hiç bir şey değil, avunur,
Akıl gözüyle bakana.
Küçük çocuk gibi sevinir,
Bir lezzeti tadınca.
Akıl gözü açık olanlar
Güler g…ünü açışına,
Kendi şerefini boşuna
Döküp saçışına.
Sevinilecek kız değil,
Parlak takılar takmaya.
Başkalarını, bizi değil,
Düşürecek kapana.
Bu da hesaba katılır mı,
Arı, itibarı bulunanlarca?
Beynin varsa yaklaşma,
Boş heves peşinde koşana.
Nadanın biriyle beşiyle onmazsın,
İnanırsan, onunu yanına katana.
Kişiliksiz, kötü olmazsın,
Kötülükten kaçana.
O, “oldum ya” deyiverir,
Berduş gezen adama.
Dikkatlice samimidir,
Gözünü diker semaya.
Hâli malum domuzun
Dürtüşünden sakınma.
Bilimden başka her şeyin
Derdi çoktur haddini aşana.
Ona kim ümit bağlar,
“Yolunu bulur” diye şaşınca?
Böyle aşanlar, kavuşurlar
Hiç gecikmeden karşılayana.
Eğitimlinin ettiği söz
Eğitimlinin ettiği söz
Meraklıya olsun gez.
Nuru, sırrı görmesi için
Sinesinde olsun göz.
Yüreği döndür, gönlü uyar,
Söz dinlemez aheste onlar.
Öz hüneri, eli belinde bakar,
Sözü tez anlamaz mı bunlar?
Akbalık tuzlar meczup gibi
Nasihate yakın gelir mi?
Mizacını düzeltmez iradesiz
Doğru söze güvenilmez mi?
“Söylesenize” diyerek yalvarırlar,
Anlayan biriymiş gibi çabalarlar.
Anlamadığı için bıkıp usanırlar,
Uykulu uyanık hımbıllar…
Genç çocuk gibi hevesli,
Bağlı değil aklı düşüncesi,
Bayram ile toy aklındaki
Sırıtkan-alaycı it mizaçlı…
Güzel kız ile ya delikanlı
Olmayınca, kıvrak zekâlı,
Çıkıp gider ya gözleri kapalı,
Onun aklı kârı salgı organı.
İyiye söylesen, canı erir,
Anlar gönül hakikate gelir,
Dert içinde devayı bilir,
Altına, niye bakır denir?
“Aklı Tanrı’dan uzak” inatçı eşek,
Kurnazlık, rezillikle dile düşecek,
Yok sanıyorsan bir hesap edecek,
İstediğin ha bez olmuş, ha ipek!
Sekiz Ayak
Uzaktan kucaklayıp,
Yürekten duygulandırınca,
Ürpertiyle bedene yayılan;
Iraktan çarpıp,
Fırsatını bulunca,
Sertliğe ulaşıp sözü bağlayan,
Tefekkürü noksan kızıl dil,
“Söyleyeceğim” dersen, kendin bil.
Keskinin bıçağı,
Kasnağın bizi,
Örneğini yapamaz senin gibi…
Bilene inci-mercan,
Bilmeyene ucuzundan,
Nadanlar lezzet alamaz ondan.
Sıkılma boşuna, dil ile yak,
Gönülsüz kulak, düşüncesize bak.
Başında beyin olmayan,
Kendinde fikir bulunmayan,
Alaycı afra-tafralı nadanın…
Çoğunluk söylerse inanır,
Yurt söylerse tamamdır,
Alışkanlığı nadan adamın…
Teninde gayret, düşüncende köz,
Olmadıktan sonra, söyleme söz.
Kaynar kanın,
Acır canın,
Huylarını görünce…
“Gayretlen, silkin,
Cesaretlen, berkin,”
Diye nasihat verilince…
Utanmaz, arsız bineğiyle
Kalkıp gider peşine.
Uzağa çıkmadan,
Fısıldar köşe bucaktan,
Hiçbir söze acımadan…
Faydasız aklı,
Yarayı sarmaz lafı,
Atadan farklı çocuğun aklı…
Sezgisiz, düşüncesiz yarım akıllı,
Ar kendi aklında değil, adamakıllı…
Dedikodu taşıması,
Kocaman palavrası,
Düşkünlükten tamamen çıkması…
Böbürlenip övünmesi,
Tabutunu çakması,
Gözlemesi, bakması…
İnsaf, utanma, derin düşünce
Düşünen can yok, merhametlice…
Olmasın kindar,
Olursa herkes sevip sayar,
Canını esirgemez meslek kılar…
Yerli yersiz sırıtmalar,
Uygunsuz alaycılıklar,
Ola mı zenginlik, nasip, bunlar?
Emek harcasan erinmeden;
Doyar karnın dilenmeden…
Ekinin kendigelenini,
Alışverişin beleşini,
Öğrenir, düşünür, mal arar…
Adil ol – zengin bul,
Adam ol – mal bul…
Övünürsen övün o zaman…
Birini, Kazak, diğerin hoş,
Görmez isen, işin hepsi boş…
Malını düşmana,
Başını davaya,
Horlatma, koru… İyi geçimli olsana…
Yalancılık, hırsızlık,
Hükümetinki zorbalık
Kurusun, gözün açılmazsa…
Utanman, arın uyansın,
Bu sözümü düşünüp anlasana…
Yemeği tokluk amacıyla,
Yoksulluk işi olmuşsa
Azdırır insanoğlunu ha…
Didişip boşuna,
Düşman olursan dosta,
Eza çeker, yok olursun ya…
Sahte şikâyetler doldu taştı ya,
Üzülecek vaktin geldi çattı ha…
“İşsiz dolaş avare,
Zorunlu malı al işte”
Diyen kim var Sizlere?
Kurnazlığı sezici,
Rezilliği bilici
Kişi bulunur dürüstlere…
Üç-dört yıllık âdetin
Olur kendine katilin…
Ağrımadan tenim,
Ağrıdı canım,
Kanırttı, kıstırdı başımı…
Daraldı göğüs,
Sıkıştı yürek,
Sıkıp akıttı yaşımı…
Sığınıp alaya, tokluğuna,
Çekti hüner yokluğuna…
Gayretim malum,
Yetmiyor mecalim,
Maksat büyük, ömür küçük…
Geçtikten sonra şenlik,
Gittikten sonra güzellik,
Ne olacak boş efelik?
“Geç” diye dönülecek yol değil,
Yol azığım mal değil…
Bir kişi çok ya,
Yüzlerce acımasıza
Hala yeterli zaman yok…
Kadirli başım,
Gayretli yaşım
Bağırmakla geçti, çare yok…
Boşuna aktı onca ter,
Zilletle geçti ömürler…
Söz ustası, bilgin
Hukukçu, kâhin
Bilinmek maksadı, övünmek…
Çekinip, korkarak,
Yola koyulup, sefere çıkarak
Çekinse halkın, bakarak…
İlendiğin yurt kılacak.
Kurulun güçlü olacak.
Hoş, korktu elin,
Korkutan senin
Hünerin ne, söyleyiver kendin…
El gözler seni,
Sen gözlersin eli,
Kımıldatmadan, bak ta gör…
Oynaşçı hatun olsa iffetsizce,
Ar kalır mı, gözleyen erkekte?
Desteksiz gözlerin,
Tek yalnız kendin
Bakamazsın, başın döner…
Kardeşine benzeyen
Sırrını söyleyen
Sırdaşın, sırtını döner…
O kanı bozuk, alçak hırsızlar
Fırsatı kollayıp, seni avlarlar…
Başı gözü kan olur,
Üstü başı toz olur,
Gene kalkar kayıp kaykılır;
Yıkılıp kalkar,
Bitkin düşer,
Daha da zahmet çeker.
Şeref nerde, ar nerde?
Kıymetli canına faydası ne?
İt ürüse, bala
Değneğini alır da
İtle kinleşip kovalar ya…
Kızarmış gibi “hey” der,
“Ayıp” der, “bırak” der,
Büyükler bulaşır, “yeter” denir.
Onu biliyorsan, bu yaptığın ne?
“Ben de ayıp iş yaptım” desene…
Bilene yol boş,
Olaydı eli boş
Merakın tadını alırdı ya…
Bilmeyen cahil,
Oturur, kaygılı değil,
İmiği doyaydı yatmaya…
Ne o değil, ne bu değil,
Benim de günüm, gün değil…
Bilimi izleyerek,
Dünyayı gözleyerek,
İki tarafa dikkat kesildim.
Kulağını asmaz,
Dilini tutmaz,
Çok nadandan umudu kestim.
İki batman kuyruğun
Tut, yetsin buyruğun.
Jartas’a vardım,
Her gün bağırıp çağırdım,
Ordan da aksiseda çıkardım…
İşitip sesini,
“Bilsem” diye doğrusunu-iyisini,
Çok gezinip aradım…
Kadim Jartas – aynı Jartas,
Gevezelik eder, kıllı bakmaz…
Yaya kalmıştı,
Atlısı çarptı,
Dönüp sözü kim anlasın?
İçte dert dev,
Ağzında alev
Yaktıktan sonra, yaş gözden çıksın.
Köpürerek canını acıtmadan,
Bırakır mıymış ağlatmadan?
Kuştüyünden döşek,
Taş gibi olmuş kesek,
Kalçadan batar, dalamaz uykuya…
Fiskos olursa sözü,
Mest olur yüzü gözü,
Tasalanır halkın, sırrı kalmaz ya…
Eski kurnazlık, aynı aldatmaca,
Sıkıştığı yerde çekişme-dava…
Büyükbabadan altısı,
Anadan dördü,
Yalnızlık çekecek yerim yok.
Akraba pek çok,
Söyleyeyim az çok,
Sözümü anlar halkım yok.
Ölü ozanın mezarı gibi,
Yalnız kaldım, tam gerçeği!
9.Şortanbay Kanayulı (1808-1881). Kazak şair, din hizmetleri görevlisi.
10.Dulat Babatayulı (1802-1874). Kazak şair.
11.Bukar Jırau Kalkamanulı (1668-1781). Kazak ozan. 18’inci asır Cungar saldırılarına karşı Kazak kavimlerini bir araya getiren ve savaşı yöneten tanınmış Abılay Han’ın danışmanı.
12.Dullama: At kuyruğunun kesilmesi. Abay’ın başka şiirlerinde yansımasını bulduğu gibi, yiğidin atı; onun en büyük ganimeti, adeta en yakın arkadaşı gibiydi. Türk töresinde, yiğidi ölen at dul sayılır idi. Çeşitli kaynakların bildirdiğine göre, Alp Arslan ve yiğitleri de Malazgirt Savaşı’na çıkarken atlarının kuyruklarını kesmiş ve mızraklarının ucuna bağlamış idi.
13.Kazakça “kerege” denilen (germe) ve ince kayın çıtalardan çatılan tahta perdeler, küyiz evin (keçe evin) taşınabilmesi ve yeniden kurulurken kolay kurulması için belirli büyüklüklerde yapılır. Bunların dördünün yan yana bağlanması ile kurulan küyiz eve “dört kanatlı”, altısı ile kurulanına “altı kanatlı” denir.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.
₺63,93
Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023ISBN:
978-601-7999-23-0Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap