Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt», sayfa 2

Yazı tipi:

BİRİNCİ BÖLÜM
PEYGAMBERLERİN HAYATI

Hz. Âdem (a.s.)’ın Kıssası

Allah (c.c.) Hazretleri, âlemi yoktan var etti ve Âdem’i de topraktan yarattı. Sonra Âdem’in cesedine ruh üfledi ve “Ona secde ediniz.” diye meleklere emretti. Bütün melekler, Hz. Âdem’e secde ettiler fakat iblis, kibir ve hasedinden dolayı secde etmedi. Bunun üzerine Hakk’ın huzurundan kovuldu ve lanetlendi. Kendisine “şeytan-ı racîm” denildi. Bundan dolayı o da Hz. Âdem’e düşman oldu. Ondan sonra Allah, Havva’yı yarattı ve Hz. Âdem’e eş kıldı. İkisini de Cenabıhak, cennete koydu. Onlara, “Yiyiniz, içiniz, fakat şu ağaca yaklaşmayınız.” dedi.

Şeytan ise bir yolunu bularak cennete girdi. Âdem ve Havva’nın yanına varıp onlara vesvese verdi. “Rabb’iniz, sizi o ağaçtan niçin menetti biliyor musunuz? Eğer siz ondan yerseniz artık sizin için ölüm olmaz, ebediyen cennette kalırsınız.” diyerek önce Havva’yı ve onun vasıtasıyla Âdem’i aldatıp ikisine de o ağacın meyvesinden yedirdi. Bunun üzerine Allah, onları cennetten çıkardı ve yeryüzüne indirdi. Hz. Âdem, Hint tarafına; Havva, Cidde’ye düştü. Âdem çok ağladı ve Cenabıhakk’a yalvardı. Nihayet Cenabıhak, onun tövbesini kabul buyurdu. “Mekke tarafına git.” diye vahiy gönderdi. Hz. Âdem Aleyhisselam da oraya gidip Havva ile buluştu. Ondan sonra diğer insanlar, onlardan üredi ve nice kavimler ve sınıf sınıf insanlar türedi.

Şeytanın da zürriyeti çoğaldı. Âdem’in evlat ve torunlarını azdırmakla meşgul oldu.

Hz. Âdem’in vefatından sonra peygamberlik oğlu Şit Aleyhisselam’a geldi ve Hak tarafından ona elli sahife nazil oldu. Kâbe’yi ilk olarak taştan bina eden odur.

Hz. İdris (a.s.)’ın Kıssası

Hz. Şit’ten sonra peygamberlik İdris Aleyhisselam’a geldi ve ona da otuz sahife nazil oldu. İlk önce kalem ile yazı yazan ve elbise diken odur. Ondan evvel Âdemoğulları hayvan derisi giyerdi.

İdris Aleyhisselam’a göklerin sırları açılmıştı. Nihayet Cenabıhak, onu diri iken göğe kaldırdı.

Hz. Nuh (a.s.)’ın Kıssası

Hz. İdris göğe çekildikten sonra Âdemoğulları doğru yoldan ayrıldılar ve putlara tapmaya başladılar. Cenabıhak, onlara Nuh Aleyhisselam’ı gönderdi. Hz. Nuh, nice yıllar kavmini tevhide (Allah’ın birliğine inanmaya) davet etti. Yalnız oğulları Sam, Ham, Yafes ve hanımları dışında pek az kimse iman etti, diğer insanlar ise kulak asmadı. Hatta kendisinin Yam adında bir oğlu da iman etmeyenlerdendi.

Hz. Nuh Aleyhisselam, kavmine nasihat ettikçe onlar, kendisine eza ve cefa ettiler, onu hakir görüp alay ettiler. Sonunda kendisine ümitsizlik geldi ve onlara beddua etti. Duası kabul oldu ve “Bir gemi yap!” diye Allah tarafından kendisine vahiy geldi.

Hz. Nuh, kırda, sudan uzak bir yerde gemi yapmaya başladı. Kavmi, oradan geçerken onunla eğleniyor, “Peygamber idin, dülger oldun!” diyorlardı. O da “Hoş zamanı gelince biz de sizinle eğleniriz.” diyordu.

Gemi bitti, tufan alametleri ortaya çıkmaya başladı. Hz. Nuh, kendisine inananlar ile beraber gemiye bindi ve her çeşit hayvandan birer çift aldı. Her taraftan su yükselmeye başladı. Hz. Nuh, oğlu Yam’ı da gemiye binmesi için çağırdı. “Ben dağa sığınıp kurtulurum.” diye gemiye binmedi. “Bugün Allah’ın merhametinden başka sığınacak yer yoktur.” diye Hz. Nuh, oğluna nasihat ederken araya bir dalga girdi ve Yam boğuldu. Babalık yüreği bu ya, Hazreti Nuh üzülmeye başladı. Ne çare ki Cenabıhak, bütün müşriklerin helakini irade buyurmuştu. Yam da müşrik olduğundan onlara katıldı.

Tufan her tarafı kapladı. Su, dağları aştı. Yeryüzündeki insanlar ve hayvanların hepsi telef oldu. O durumda Nuh’un gemisi, dağlar gibi büyük dalgalar arasından yüzüyordu. İşte bu şekilde tufanın etkisi, altı ay kadar sürdü. Sonra Allah’ın emri ile yağmurların arkası kesildi ve sular çekildi. Gemi, Cudi Dağı’nın üzerine oturdu ve gemidekiler selamet ile indiler. Âlem, bir başka âlem oldu.

Ondan sonra insanlar, Hazreti Nuh’un üç oğlundan üredi. Onun için Nuh Aleyhisselam’a İkinci Âdem denildi. Arapların, İranlıların ve Rumların babası Sam, Sudan halkının babası Ham ve Türk kabilelerinin babası Yafes’tir.

Âdemoğulları, böyle büyük bir bela görmüşken, sonradan yine azıttılar ve doğru yoldan saptılar. Tevhid-i Bârî’yi unuttular, putlara taptılar. Nitekim detayları aşağıda açıklanacaktır.

Hz. Hud (a.s.)’ın Kıssası

Tufandan sonra Yemen bölgesinde, Hadramut civarında Ahkaf denilen yerde Ad kavmi ortaya çıktı.

O bölgeyi mamur ettiler ve güzel binalar yaptılar fakat doğru yoldan saptılar, putlara taptılar.

Cenabıhak, onlara Hud Aleyhisselam’ı gönderdi. İçlerinden pek az kimse iman etti. Geri kalanlar ise şirk ve sapıklık içinde kaldı. Allah, onları şiddetli bir rüzgâr ile helaka uğrattı. Hazreti Hud ile ona iman edenler bir yere çekilip kurtuldular.

Hz. Salih (a.s.)’ın Kıssası

Ad kavminden sonra Şam ile Hicaz arasında Hicr denilen yerde Semûd kavmi ortaya çıktı. Onlar da dağları deldiler, taşları oydular, gayet muhkem evler yaptılar fakat onlar da Hak yolundan saptılar. Cenabıhak, onlara Salih Aleyhisselam’ı gönderdi. O da kavmine büyük mucizeler gösterdi. İçlerinden pek az kimse iman etti. Diğerleri iman etmeyip küfür ve sapıklık içinde kaldılar.

Sonunda gökten bir kuvvetli ses geldi, tamamı helak oldu. Hazreti Salih ile ona iman edenler, Mekke’ye varıp orada ibadet ile meşgul oldular.

Hz. İbrahim (a.s.)’ın Kıssası

Nuh Aleyhisselam’ın çocukları önce Irak bölgesine yerleşmişler ve Fırat Nehri’ne yakın bir yerde Babil şehrini kurmuşlardı.

Sonra içlerinden bir grup ayrılarak, Dicle kenarında ve şimdi Musul dediğimiz şehrin karşı yakasında Ninova şehrini kurmuşlardır.

Babil’in kadim ahalisi olan Nabt kavmi Süryani diliyle konuşurdu. Babil’i başkent yapıp oradan her tarafa hükmederlerdi.

Sonra Ninova’da ortaya çıkan Asur Devleti galip geldi. Ninova’yı başkent yaptı ve Babil de oraya tabi oldu.

Daha sonra Babil’de Keldani kavmi kuvvet bulmuş ve Nabt kavminin ilim ve bilgisine vâris olmuştur.

Babil ahalisi arasında Sâbie dini ortaya çıkmıştı ki yıldızlara taparlardı. Cenabıhak onlara İbrahim Aleyhisselam’ı gönderdi ve ona yirmi sahife indirdi. Hz. İbrahim, kavmini tevhide davet etti. İnanmadıkları gibi, Babil Hükümdarı Nemrûd, onu ateşe attı. Allah onu korudu, ateş onu yakmadı. İbrahim Aleyhisselam selamete erdi. Bazıları bu mucizeyi görüp ona iman etti.

Hazreti İbrahim, müminler ile beraber Şam bölgesine hicret etti ve Mısır’a gitti. Sonra Kenan iline geldi, orada yerleşti.

Hz. Lut (a.s.)’ın Kıssası

Hz. İbrahim’in kardeşinin oğlu olan Lut Aleyhisselam, onunla beraber Babil bölgesinden Şam tarafına geçmişti. Sodom bölgesine peygamber olarak gönderildi.

Bu bölgenin halkı ise küfür ve fücûr içinde bir halk idi. Yolsuzluk içinde, hiçbir kavmin yapmadığı fuhşiyatı icra ederlerdi. Hz. Lut, onları doğru yola davet etti, kendisini dinlemediler. Onlara çok nasihatlerde bulundu fakat kabul etmediler. Cenabıhak da onların başına taş yağdırdı. Depremlerle köylerinin altını üstüne getirdi.

Tamamı helak oldu. Yalnız Lut Aleyhisselam, aile fertleriyle geceleyin içlerinden çıkıp kurtuldu.

Hz. İsmail (a.s.) ve Hz. İshak (a.s.)’ın Kıssaları

Hz. İbrahim’in hanımı Sare, çocuk doğuramadı. Hacer adlı cariyeyi kocasına verdi. Ondan İsmail Aleyhisselam doğdu. Bundan dolayı Sare, fazlasıyla kederlendi. Cenabıhak da ona merhamet ve inayet etti. İhtiyarlık vaktinde İshak Aleyhisselam’ı doğurdu. Sonra Hacer ile oğlu İsmail’i kıskandı ve “Bu diyardan uzak olsunlar.” diye ayak diretti. Hz. İbrahim Aleyhisselam çaresiz kaldı. Hemen Hacer ile İsmail’i aldı ve Mekke’ye götürüp orada bıraktı. Cürhüm kabileleri o zaman Mekke civarında idiler.

Hazreti İsmail, onlarla yakınlaştı ve onlardan kız aldı. Hazreti İsmail’in on iki evladı oldu. Bu münasebetle Cürhüm kabilelerinden bazıları gelip Mekke’de yerleşmişlerdir. Ondan sonra Cenabıhakk’ın emri ile Hz. İbrahim, Mekke’ye gitti ve Hz. İsmail ile birlikte Kâbe-i Mükerreme’yi yeniden inşa ettiler.

İsmail Aleyhisselam, Yemen kabilelerine ve Amalika’ya peygamber oldu ki o vakit Amalika kabileleri, Arap Yarımadası’nın Şam tarafında yaşıyorlardı. Sonra Hazreti İsmail’in oğulları ve torunları çoğaldı ve etrafa yayıldı. Nereye gittilerse galip oldular ve Amalika kabilelerini o bölgeden sürüp çıkardılar.

Hazreti İbrahim vefat edince yerine İshak Aleyhisselam geçti. Hz. İshak’ın iki oğlu oldu. Biri Ays ve diğeri Yakub idi. Ayrıca amcası İsmail Aleyhisselam’ın kızını aldı ve ondan birçok evladı oldu. Onlar da çoğaldılar ve Şam tarafına sahip oldular.

Hz. Yakub ise babası İshak Aleyhisselam’ın vefatıyla birlikte onun yerine geçti. Peygamber oldu ve babasının yurdu olan Kenan ilinde kaldı. Onun da bu bölgede evlat ve torunları çoğaldı.

Yakub Aleyhisselam’ın lakabı İsrail idi. Onun için oğullarına ve torunlarına Beni İsrail denildi.

Hz. Yakub (a.s.) ve Hz. Yusuf (a.s.)’ın Kıssaları

Hz. Yakub’un on iki oğlu var idi. İçlerinden Yusuf’u hepsinden fazla severdi. Yusuf, bir rüya görüp babasına anlattı, “Gördüm ki on bir yıldız, güneş ve ay, bana secde ediyorlar.” dedi.

Yakub Aleyhisselam anladı ki on bir yıldız, on bir kardeşine işarettir. Cenabıhak, onu kardeşlerine üstün kılacaktır.

“Oğulcağızım gördüğün rüyayı kardeşlerine söyleme. Zira şeytan, insana düşmandır. Olur ki kardeşlerine vesvese verir ve kalplerine kıskanma düşürür, sonra sana bir hile düşünürler. Cenabıhak, sana nübüvvet ve büyük devlet verecek.” dedi ve Yusuf’a bir kat daha fazla sevgi gösterdi.

Yusuf’un büyük kardeşleri ise ona haset ettiler ve hile ile onu kıra götürüp, bir kuyuya attılar. Onu bırakıp, eve geri döndüler ve “Yusuf’u kurt yedi.” diye babalarına yalan söylediler. Sonra içlerinden birisi, Yusuf’a yemek götürdü. Bir de görsün ki kuyu başına bir kervan gelmiş; Yusuf, kuyudan çıkarılmış. Dönüp diğer kardeşlerine haber verdi. Hemen oraya gittiler, “Bu bizim kölemiz idi kaçtı.” diyerek pazarlık ettiler. Çok ucuz ücret ile Yusuf’u sattılar. Yusuf, o zaman on sekiz yaşında idi. Kardeşlerinden korkup sustu ve Allah’a tevekkül ederek kervana katılıp gitti. Kervan meğer Mısır’a gidiyormuş. Yusuf da beraberce Mısır’a ulaştı. Aziz, yani Mısır Meliki’nin Maliye Bakanı, onu satın aldı.

Yusuf’un güzellikte eşi benzeri yoktu. Olgunluk ve düşüncede yaşıtlarına göre daha üstün idi. Yüzünde nurlu bir parlaklık vardı. Bir büyük zat olacağı yüzünden, gözünden belli oluyordu.

Aziz’in çocukları olmuyordu. Yusuf’un tavır ve gidişatını beğendi ve ona sevgi besledi. Hatta ona ikram ve itibar etmesi için Zeliha’nın haremine gönderdi. Sonra Yusuf bir iftiraya uğradı. Hiç suçu yok iken zindana konuldu. Yusuf’la beraber rastgele iki köle daha zindana girdi. Birisi Mısır Hükümdarı’nın şerbetçisi ve diğeri ekmekçisi idi. Birer rüya görmüşler, anlamlarını Yusuf’a sormuşlardı. Yusuf, biraz vaaz ve nasihat etti, onları tevhide çağırdıktan sonra, “Ey zindan arkadaşlarım, biriniz çıkıp efendisine şerbetçi olacak ve diğeriniz asılacak. İşte rüyalarınızın tabiri budur.” demiş ve şerbetçiye, “Efendinin yanında beni yâd et.” diyerek kendisinin hapisten çıkması için ondan yardım istemişti.

Rüyalar, Yusuf’un tabir ettiği şekilde çıktı. Şerbetçi, zindandan çıkıp, önceden olduğu gibi Mısır Hükümdarı’nın şerbetçisi oldu. Ekmekçi de zindandan çıkarılıp asıldı. Ama Yusuf’un ricası şerbetçinin hatırından çıktı. Nice yıllar gelip geçti. Yusuf’un durumunu Mısır Hükümdarı’na arz edemedi.

İhtiyaç anında kuldan yardım istemek kötü değildir fakat peygamberlerin şanına yakışmayan bir durumdur.

Yusuf gibi bir nebi-yi zîşanın, her işini Allah’a ısmarlamak ve her muradını Allah’tan istemek lazım iken şerbetçiden şefaat istemesi ve Melik’ten yardım umması, kendisinin yedi yıl zindanda kalmasına sebep olmuştur.

Nihayet Mısır Hükümdarı bir rüya görmüş ve rüya tabircilerine manasını sormuş. “Bu bir karışık düştür, yani yalancı rüyadır. Böyle karışık rüyaların tabiri yoktur.” demişler. O zaman şerbetçinin hatırına Yusuf gelmiş. “Durunuz, ben size bu rüyayı tabir ettireyim.” deyip zindana gitmiş, Yusuf’u görüp Melik’in rüyasını söylemiş ve tabirini rica etmiş. Yusuf da Melik’in rüyasını tabir edip demiş ki: “Yedi sene bolluk olacak. Biçtiğiniz ekinlerden yiyeceğiniz kadarını alıp, gerisini başaklarında bırakınız. Sonra yedi sene kıtlık olacak. Önceki yedi sene içinde biriktirmiş olacağınız zahireleri yersiniz. Ondan sonra yine bolluk olur.”

Şerbetçi dönüp bu tabiri Melik’e arz etti. Melik de “O zatı bana getirin. Ben onu kendi hizmetimde çalıştıracağım.” dedi. Bunun üzerine Yusuf Aleyhisselam zindandan çıktı ve Melik ile görüşüp söyleşti. Melik, onun görüş ve zekâsına bakıp fevkalade beğendi. Bu arada Aziz vefat edince onun yerine Yusuf’u Maliye Bakanı tayin etti ve onu kendisine vezir yaptı. Zeliha’yı nikâh ile ona verdi. Zeliha ise bir hükümdarın kızı ve güzellerin başta geleni idi. Hazreti Yusuf’un ondan Efrayim ve Menşa adlı iki oğlu ile Rahmet adında bir kızı oldu. Hazreti Yusuf, Mısır’da ziraati çoğalttı ve yedi sene içinde pek çok zahire biriktirdi. Ondan sonra kıtlık ve pahalılık seneleri geldi. Bu dönem yedi yıl sürdü. Mısır bölgesinden başka, Şam tarafında da kıtlık ve pahalılık vardı.

Mısır Hükümdarı’nın ambarlarından başka bir yerde zahire bulunmaz oldu. Herkes elinde ne varsa verip zahire alırdı. Mısır hazineleri para ile doldu. Böylece herkese istediği kadar zahire verilse de birtakım tamahkârların lüzumundan fazla zahire alıp daha pahalı satmak amacıyla saklayarak fiyatın yükselmesine sebep olmamaları için Hazreti Yusuf, zahireyi nüfus sayısına göre verirdi.

İşte böyle bir zamanda Yusuf’un kardeşleri de Kenan ilinden kalkıp da zahire almak için Mısır’a gitmeye mecbur olmuşlardı. Hz. Yakub Aleyhisselam ise Yusuf’tan ayrıldığından beri ağlıyordu. Hasretinin ateşiyle ciğerini dağlıyordu. Küçük oğlu Bünyamin, diğer kardeşlerinden ziyade Yusuf’a benzerdi. Hazreti Yakub, onu Yusuf’un yerine koyup, onunla biraz teselli bulurdu.

Bu sebepten dolayı Yakub Aleyhisselam, Bünyamin’i yanında alıkoyup, diğer on oğlunu zahire getirmek için Mısır’a gönderdi. On kardeş Mısır’a vardılar, Yusuf’un huzuruna girdiler. Yusuf, kardeşlerini tanıdı. Onlar Yusuf’u tanıyamadılar. Zira bunca yıldan beri ondan bir haber alınmadığı için, Kim bilir nerede vefat etti gitti, diye düşünüp sağ kalmış olabileceğini hatırlarına getirmediler. Kaldı ki Yusuf’un divanı büyük ve gösterişli olduğundan onun yüzüne pek de dikkatli bakamazlardı. Hazreti Yusuf onlara, “Siz kimsiniz, işiniz nedir? Casus olmayasınız?” dedi.

Onlar, “Haşa biz casus değiliz. Biz, bir babanın evladıyız ve babamız yaşlı bir muhteremdir, nebi-yi zîşandır. Adı Yakub’dur.” dediler.

“Kaç kardeşsiniz?” diye sordu.

“On iki kardeş idik. Birimiz kırda telef oldu, on bir kişi kaldık.” diye cevap verdiler.

“Şimdi burada kaçınız mevcuttur?” diye sordu.

“Burada on kişiyiz.” dediler.

“Biriniz nerede?” dedi.

“Babamızın yanındadır. Ölen kardeşimizin yerine onunla teselli buluyor.” dediler.

“Bu sözlerinizin doğru olduğuna bir şahidiniz var mı?” diye sordu.

“Biz bu bölgenin yabancısıyız, bizi burada kim tanır?” dediler.

Bunun üzerine Yusuf Aleyhisselam, her birinin hissesine göre zahire verdikten sonra Bünyamin için de başka bir hisse verdi, hepsini ziyafete davet etti ve onlara ilgi gösterdi.

“Görüyorsunuz ki zahire hususunda ne kadar dikkat ediyorum. Ne kadar adaletli davranıyorum ve misafirlere nasıl riayet ediyorum. Bir daha geldiğinizde öteki kardeşinizi de getiriniz ki doğru söylediğinizi bileyim. Eğer onu getirmezseniz size zahire yoktur, benim yanıma gelmeyiniz.” dedi.

“Onlar fark etmeden zahire bedellerini yüklerinin içlerine yerleştiriniz.” diye memurlarını tembihledi.

Döndüler, babalarının yanına geldiler, “Baba, eğer Bünyamin bizimle beraber gitmezse bize zahire verilmeyecek. Onu da bizimle beraber gönder. Biz onu her şekilde koruruz.” dediler. Yakub Aleyhisselam, “Daha evvel Yusuf hakkında nasıl emin oldumsa Bünyamin hakkında da öylece emin olurum fakat Allah, Hayrü’l-hafizin ve Erhamü’r-rahimin’dir.” (Allah koruyup gözetenlerin en hayırlısı ve merhametlilerin en merhametlisidir.) dedi.

Bir de yüklerini açıp zahire bedellerini bulunca, “Daha ne isteriz, işte sermayelerimiz de geri verilmiş. Hemen, tekrar Mısır’a gidelim ve daha fazla zahire getirelim. Bu getirdiğimiz zahire bize yetişmez.” dediler. Bünyamin’i gözetmek üzere babalarına kuvvetli söz verdiler. Allah’a ahdedip, Bünyamin’i de alarak Mısır’a gittiler. Mısır’a vardıklarında Yusuf Aleyhisselam, onları ağırladı, onlara ikramda bulundu ve önem verdi. Bir ara Bünyamin’i yalnız buldu ve gizlice, “Ben senin kardeşinim. Şaka yollu bir vesile ile seni yoldan döndürüp alıkoyacağım, endişe etme.” dedi.

Bütün kardeşlerinin yüklerini hazır ettirdi, Bünyamin’in yüküne bir altın tas koydurdu ve dönüp gitmeleri için ruhsat verdi. Tam yola düzülüp giderlerken arkalarından görevli memur yetişti. “Ey kafile! Siz hırsızmışsınız.” diye onları çağırdı.

Yakub’un oğulları dönüp, “Kaybınız nedir?” dediler.

“Hükümdarın tası yok. Onu her kim getirirse, bir deve yükü zahire müjdesi var. Ben de verileceğine dair kefilim.” dedi.

Dediler ki: “Biz buraya fesat için gelmedik, hırsız da değiliz.”

Dedi ki: “Sözünüz yalansa çalanın cezası nedir?”

“Her kimin yükünde bulunursa cezası, onu tutup esir etmektir. Biz, hırsızlara böyle ceza veririz.” dediler.

Bunun üzerine kafileyi çevirdi, yükleri aramaya başladı ve önce büyük kardeşlerin yüklerini aradı. Sonunda tası Bünyamin’in yükünden çıkardı. Mısır Hükümdarı’nın kanununda hırsızları tutup esir etmek yok idi fakat Hazreti Yusuf, Bünyamin’i alıkoymak için babasının şeriatını kardeşlerine söylettirdi ve bu şekilde Bünyamin’i ellerinden aldı.

Büyük kardeşleri dedi ki: “Ey Aziz! Bünyamin’in bir ihtiyar babası vardır. Onu pek sever, ayrılığına dayanamaz. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Bize büyük iyilik etmiş olursun.”

Hazreti Yusuf dedi ki: “Biz, sizin fetvanız üzerine onu alıkoyduk. Maazallah başkasını alırsak zalim oluruz.”

Ondan ümidi kesince geri çekildiler ve bir yere geldiler. Hepsinin büyüğü, diğerlerine şöyle dedi: “Bilmez misiniz ki babanız sizden söz aldı. Daha önce Yusuf hakkında ne yaptığınızı da biliyorsunuz. Ben buradan ayrılıp gitmem, ta ki babam tarafından bana izin ve ruhsat verilinceye kadar yahut Allah tarafından bu işe bir çözüm bulununcaya kadar. Gidiniz, babanıza, ‘Senin oğlun hırsızlık etti. Biz ancak gördüğümüze şahidiz. Tas, onun yükünden çıkarıldı, gördük. Biz ne yapalım? İnanmazsan tahkik et, Mısır’dan sor, bizimle beraber bulunan kafileden sor.’ deyiniz.” dedi ve Mısır’da kaldı.

Diğer dokuz kardeş döndüler, utanarak, sıkılarak babalarının yanına geldiler ve durumu gördükleri gibi söylediler.

Yakub Aleyhisselam, aşırı mahzun oldu ve “Bu da bir oyundur. Yoksa bizim şeriatımızda hırsızın esir edildiğini Mısır hükümdarı ne bilir? Sabır güzel şeydir. Ola ki Cenabıhak bana üç kardeşi birden getirir.” dedi. Beri tarafa döndü, “Vah Yusuf!” dedi ve hüzünle ağlamaktan gözlerine perde indi.

Oğulları, “Vallahi sen, Yusuf diye diye hasta düşeceksin yahut helak olup gideceksin.” dediler.

“Ben kalbimde tutamadığım hüzün ve kederimi ancak Allah’a arz ederim. Ondan başka kimseye arz-ı hâl etmem, beni kendi hâlime bırakınız, bilmediğiniz şey var ki bana malumdur.” dedi.

Yusuf kaybolalı yirmi bir yıl olmuştu. O zamandan beri bir haber alınamamış olması nedeniyle kardeşleri onun sağlığından ümitlerini kesmişlerdi.

Yakub Aleyhisselam ise Yusuf’un hâlâ hayatta olduğunu biliyordu.

Ya Allah tarafından ona vahiy gelerek Yusuf’un sağ olduğu bildirilmişti ya da Yusuf’un küçükken görüp de kendisine söylemiş olduğu rüyaya nazaran onun huzurunda kardeşleri secdeye varmadıkça vefat etmeyeceğini biliyordu. Bunun üzerine, “Oğullarım gidiniz, Yusuf ile Bünyamin’i arayıp sorunuz ve Allah’ın lütfundan ümidinizi kesmeyiniz.” dedi.

Dokuz kardeş, yine Mısır’a vardılar ve Yusuf Aleyhisselam’ın huzuruna girdiler. Bünyamin de orada hazır idi.

“Ey Aziz! Açlıktan hâlimiz yamandır. Yiyici çok, yenecek yok. Elimizdeki sermaye cüzidir. Sen lütuf ve ihsan et, ihtiyacımıza göre zahire ver, bize sadaka ver, kardeşimizi bağışla. Babamız yaşlı bir kişidir, Yusuf’tan ayrılalı pek mahzundur. Şimdi Bünyamin’in ayrılığı, ona bela üstüne beladır. Ağlamaktan gözleri görmez oldu.” diye yalvardılar.

Yusuf Aleyhisselam, artık şakayı bırakıp gülerek, “Siz cahillikle Yusuf’a ne yaptığınızı biliyor musunuz?” dedi.

Kardeşleri o vakit uyandılar, “A! Sen Yusuf musun?” deyip hayrette kaldılar. “Evet, ben Yusuf’um. Bu da kardeşimdir. Cenabıhak bize lütuf ve ihsan etti. Allah, sabreden kullarını mahrum bırakmaz.dedi.

Onlar da “Cenabıhak, seni bizlere üstün kılmış. Biz hata etmişiz.” diyerek özür dilediler, tövbe ve istiğfar getirdiler.

Bunun üzerine Hazreti Yusuf, onları teselli etti ve “Bugün size serzeniş yoktur. Allah, erhamü’r-rahimindir. Sizi affeder. Bu gömleğimi götürünüz, babamın yüzüne sürünüz, gözlerinin perdesi açılır, evvelki gibi görür. Hem de bütün ailenizi alıp buraya getiriniz.” dedi ve onları babalarının yanına gönderdi. Vakta ki kafile Mısır’dan ayrıldı. Sanki rüzgâr, o gömleğin kokusunu aldı ve derhâl Kenan iline götürdü, hemen o zaman Yakub Aleyhisselam, “Yusuf’un kokusu geliyor. Ah bana bunadı demeyiniz.” diye söylendi. Yanında bulunanlar, “Sen hâlâ eski yanlışlık ve eski şaşkınlık üzerindesin. Yusuf’u çok fazla sevdiğinden onu dilinden düşürmezsin ve onunla buluşmayı arzularsın.” dediler. Sonra oğulları geldi. Yusuf’un gömleğini yüzüne koydukları gibi gözleri açıldı. “Ben size Yusuf’un kokusu geliyor, demedim mi?” dedi.

Ondan sonra Yakub Aleyhisselam, bütün oğulları ve ailesiyle beraber Mısır’a gitti. Yusuf Aleyhisselam, Mısır’ın Meliki ve ahalisi ile birlikte onları Mısır’ın dışında karşıladı. Onları alıp sarayına getirdi. Babasını ve anasını tahta çıkardı. Tamamı onun için şükür secdesine gittiler. Hazreti Yusuf, o zaman babasına, “İşte benim daha önce gördüğüm rüyanın tabiri budur ki aynıyla çıktı. Rabb’im bana lütuf ve ihsan etti. Beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi, hepimizi birleştirdi. Rabb’imin hikmeti çok fazladır. Lütuf ve keremi sonsuzdur.” dedi ve dönüp Cenabıhakk’a hamd ve şükretti.

Bu şekilde Hz. Yakub Aleyhisselam, Yusuf’una kavuştu ve muradına erdi. Ondan sonra bütün oğulları ile beraber Mısır’da on yedi sene daha ömür sürdü. Hazreti Yakub’un vefatında Yusuf Aleyhisselam elli altı yaşında idi. Yüz on yaşına kadar yaşadı.

İşte bu şekilde Beni İsrail, mümtaz ve muhterem bir sınıf olarak Mısır’da yerleşti, birleşip çoğaldı.

Önce Hazreti Yusuf’u vezir yapan Melik vefat etti. Onun ardından Yusuf Aleyhisselam da ahiret yurduna gitti. Sonraki Mısır hükümdarları Beni İsrail’e itibar etmediler.

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6865-40-2
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu