Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt», sayfa 4

Yazı tipi:

Hz. İlyas (a.s.) ve Hz. Elyasa (a.s.)’ın Kıssaları

İlyas Aleyhisselam, peygamber olduğunda kavmi Ba’al adlı puta tapmakta idi.

“Ba’al’dan vazgeçiniz ve her şeyin yaratıcısı olan Allah’a ibadet ediniz.” diye nasihat etti. Dinlemediler. Allah’ın azabı ile korkuttu, kulak asmayıp Hazreti İlyas’ı beldelerinden kovdular.

Cenabıhak, onların beldelerinden bereketi kaldırdı. Yağmur yağmaz oldu. Açlıktan leş yediler ve nihayet Hazreti İlyas’ı arayıp buldular ve onun nasihatiyle amel ettiler. Allah da onların üzerinden bu belayı kaldırdı. Sonra yine kâfir ve günahkâr oldular. İlyas Aleyhisselam da usandı. Allah’a niyaz edip izin aldı ve onların içinden çıkıp başka tarafa gitti ve inzivaya çekildi.

Ondan sonra yerine Elyesa geçti ve halka vaz-ü nasihat ile meşgul oldu. Daha sonra kendisine peygamberlik geldi ve o da bir müddet Beni İsrail’in durumunu ıslaha çalıştı.

Beni İsrail ise günden güne azıttı. Kitabullah’ı terk etti ve hemen melik ve memleket münazalarıyla uğraşır oldu. Nihayet Cenabıhak onların üzerine Asur Devleti’ni musallat etti. İşte o zaman Yunus Aleyhisselam da Asur Devleti’nin başkenti olan Ninova şehri ahalisine peygamber olmuştu.

Hz. Yunus (a.s.)’ın Kıssası

Hazreti Yunus da Beni İsrail peygamberlerinden olup, Ninova ahalisine peygamber oldu ve onları tevhide davet etti. Onlar putlarını terk etmediler. “Allah tarafından azap gelecek ve kırk güne kadar Ninova şehri yere batacak.” diye onları korkuttu, yine kulak asmadılar.

Hazreti Yunus onlara darıldı ve kendilerinden ümidini kesti. Kızgınlık ve hiddet ile Dicle kenarına indi ve bir gemiye bindi. Hâlbuki Allah tarafından vahiy gelmedikçe peygamberlerin memuriyet yerlerini bırakıp da bir tarafa gidivermeleri caiz değildi. Onun için gemi yürümedi. Gemi kaptanı, “İçimizde bir suçlu adam olmalı. Kura çekelim, kime isabet ederse onu denize atalım.” dedi. Kura çektiler, Yunus’a isabet etti. O da “Suçlu benim.” deyip kendisini suya attı, derhâl onu bir büyük balık yuttu.

Hazreti Yunus, ettiğine pişman oldu. Tövbe ve istiğfar etti. Cenabıhak da tövbesini kabul etti ve hemen balık onu çıkarıp bir kenara attı. Balığın karnında Hazreti Yunus’un cismi pelte gibi olmuştu. Cenabıhak, ona taze kuvvet ve sıhhat verdi ve onu yine Ninova ahalisini davete gönderdi. Hazreti Yunus’un gemiye bindiği gün gökyüzü kararmış ve Ninova şehrini bir kara duman kaplamıştı. Ahali korkup Yunus’u aramış, bulamayınca gerçekten onun haber verdiği şekilde bir musibet geleceğini anlamış ve hemen şehir dışında Tövbe Tepesi denilen yere çıkmışlar. Feryat figan ederek Allah’a yalvarmışlar. Allah da onların tövbesini kabul buyurmuş ve vadedilen azabı üzerlerinden kaldırmış idi.

Hazreti Yunus, dönüp Ninova’ya gitti ve halkına ilahi ahkâmı tebliğ etti. Halk da onun nasihatiyle amel etti ve bir müddet azaptan kurtuldu. Sonraları doğuda ve batıda büyük vakalar meydana geldi. Nice devlet ve milletin bağlantıları bozuldu ve yeni devletler, topluluklar ortaya çıktı.

Bu gruptan, doğuda Medler ve Babil eyaletindeki Keldaniler itaat etmez oldular. Medler ile Babil valileri ittifak kurup, Asur Devleti’ne isyan ederek devlet başkenti olan Ninova şehrine saldırdılar. Ninova şehri muhasaradan kurtuldu ve Asur Devleti yeniden kuvvet buldu, Babil yine bir vali ile idare edilir oldu fakat doğu tarafı eski hâline getirilemedi, Medlerin hükûmeti başlı başına kaldı.

Asur Devleti yine eski büyüklüğünü kazanmak için doğu ve batıya ordular sevk ettiği sırada İsrail Devleti üzerine de musallat oldu ve bir aralık Beni İsrail’den birçok esir aldı.

Bir müddet İsrail Devleti, Ninova hazinesine vergi vermeye mecbur oldu. Sonra vergi vermekten imtina ederek Asur Devleti’ne karşı geldi.

Bunun üzerine Ninova hükümdarı, bir büyük ordu ile İsrail Devleti’nin üzerine gitti ve başkenti olan Sebastiye şehrini istila etti. İsrail Devleti’nin hükümdarını ve bütün ileri gelenlerini tuttu ve onları Horasan taraflarına dağıttı. Asurilerden ve Keldanilerden birçok halk getirip Beni İsrail’in beldelerine iskân etti.

İsrailîlerden olup da o olayda kaçıp kurtulanlar ve köşede bucakta kalanlar Yahuda Devleti’ne sığındılar. O zaman Hazreti Süleyman’ın torunlarından, Kudüs-i Şerif’te halife bulunan Hazkıya’nın başına toplandılar.

İşte bu suretle İsrail Devleti, Hazreti Musa’nın vefatından itibaren sekiz yüz otuz yedinci yılın sonunda battı. Ortaya çıkışı ise beş yüz altmış altıncı senenin başlarında idi. Bu hesaba göre İsrail hükümdarlarının hükûmet süreleri iki yüz altmış bir seneden ibarettir. Ondan sonra Beni İsrail hükümdarlığı, Hazreti Süleyman’ın torunlarına münhasır oldu ve Yahuda Devleti, İsrail Devleti’nin yıkılmasından sonra, yüz altmış bir sene devam etti.

Yahuda Devleti’yle İsrail Devleti, birbirlerini kıskanırlar ve daima birbirlerinin aleyhinde bulunurlardı fakat kardeş oğulları olduklarından, İsrail Devleti’nin o şekilde yıkılması ve bunca Beni İsrail halkının esir olması Yahuda Devleti’ne pek fazla tesir etmiştir. Hatta o zaman Kudüs-i Şerif’te yaşayan Hazreti Eş’iya Aleyhisselam Asurilere beddua etti.

Asur Devleti ise İsrail Devleti’ni mahvettikten sonra Yahuda Devleti’ne göz dikti ve aradan çok zaman geçmeden Kudüs-i Şerif üzerine bir ordu gönderdi fakat Hazreti Eş’iya Aleyhisselam, Asur askerinin Allah tarafından bozguna uğrayacağını önceden haber verdi. Gerçekten Asur ordusunda hastalık çıktı ve çok sayıda asker telef oldu. Ninova hükümdarı ümidini kaybederek Ninova’ya döndü. Bu suretle Yahuda Devleti kurtuldu.

Fakat Beni İsrail, ondan sonra yine yanlış hareketlere başladı ve Hazreti Eş’iya’nın nasihatlerini dinlemedi. Sonunda o muhterem zatı şehit ettiler.

Hazkıya’nın vefatıyla birlikte yerine geçen oğlu, halka zulüm ve eziyet eder oldu. Her türlü günaha, fisk ve fücura daldı. O zaman Asur Devleti, o gaddar ve günahkâr hükümdarın üzerine musallat oldu ve onu tutup bir müddet hapsettikten sonra yıllık bir miktar vergi vermek üzere yine Yahuda hükümdarı olarak Kudüs-i Şerif’e gönderdi.

Daha sonra Beni İsrail, yine azıttı. Şeri ahkâmı bir tarafa attılar ve Allah’ın emir ve nehyini unuttular.

İşte o vakit Kudüs-i Şerif’te Hazreti Ermiya Aleyhisselam, Beni İsrail’e peygamber olarak gönderildi ve Tevrat-ı Şerif’i meydana koydu. Şeri ahkâmı icra ettirmeye başladı.

O esnada Asur Devleti, şark tarafına hareket etti. Fakat zafere ulaşamadı. Ondan sonra batıya yönelerek Kudüs-i Şerif üzerine hücum etti. Fakat bir yahudi kızı, ordu başkomutanını çadırın içinde öldürdü. Bu şekilde Asur askeri bozuldu ve Yahuda Devleti kurtuldu.

Ama Asur Devleti, bu bozgunun uğursuzluğundan kurtulamadı. Zira o bozgun üzerine Asurlulara bağlı olan birçok kavim isyan etti. Ninova’nın hiçbir tarafta hükmü geçmez oldu ve Babil valisi kuvvetlenmekle bağımsız bir hükümdar mertebesine geldi.

Ondan sonra Medliler hükûmeti ile Babil valisi, Ninova aleyhine ittifak ettiler. Babil valisinin oğlu ve başkomutan olan Buhtunnasır bir büyük ordu ile gitti ve Medlerin asakiriyle birlikte Ninova’yı muhasara etti. Sonunda galip geldiler. Ninova şehrini yaktılar, yıktılar ve yok ettiler. O esnada Buhtunnasır’ın babası vefat etmiş olduğundan Babil’e döndüğünde saltanat tahtına oturmuştu. Bu suretle Asur Devleti, tamamen yıkıldı ve onun yerine iki devlet kuruldu. Biri Med Devleti’dir ki şimdi İran dediğimiz yerler onda kaldı. Diğeri Keldani Devleti’dir ki Asur Devleti’nin batı tarafı onun hissesine düştü ve Babil şehri ona başkent oldu.

Babil şehri, bu şekilde tekrar başkent olduktan sonra Buhtunnasır onu büyüttü. Birçok yüksek bina ve büyük tahkimat ile süsledi, imar etti.

Hazreti Musa’nın vefatından Buhtunnasır’ın hükümdar oluşuna kadar kaç yıl geçmiş olduğu ihtilaflı bir meseledir fakat tarihçiler arasında meşhur ve muteber olan rivayete göre dokuz yüz yetmiş-dokuz senedir.

Buhtunnasır, tahta geçişinden birkaç sene sonra Beni İsrail üzerine hücum etti. Beni İsrail hükümdarı gördü ki karşı durmak kabil değildir. Çaresiz ona baş eğdi. Onun tarafından atanmış bir vali gibi Kudüs’te kaldı ve üç sene bu şekilde ona itaat etti.

Ondan sonra Beni İsrail hükümdarı, başkaldırarak Buhtunnasır’a karşı durdu. O da asker gönderdi ve onu Kudüs’ten çıkardı, yerine oğlunu geçirdi. Fakat çok geçmeden onu da tahttan indirdi, ulema ve Beni İsrail eşrafı ile beraber Babil’e götürdü, hepsini hapsetti.

Hazreti Danyal Aleyhisselam ile Hazreti Uzeyr de bu esirler arasındaydı, sonradan Buhtunnasır, Hazreti Danyal’ın kadrini anlamış ve ona hayli hürmet ve riayet etmiştir.

Buhtunnasır, o şekilde Beni İsrail hükümdarını Babil’de celbettikten sonra yerine amcasının oğlu Sıdkıya adlı zatı kendi tarafından bir kaymakam hükmünde olmak üzere Beni İsrail üzerine hükümdar tayin edip Kudüs’e gönderdi. O da bir müddet Buhtunnasır’a tabi olarak Kudüs’te hükûmet etti. O sırada Hazreti Ermiya Aleyhisselam, Kudüs-i Şerif’te olup Buhtunnasır ile Sıdkıya’yı korkutuyordu ve Beni İsrail’e de günahlarından tövbe etmeleri için nasihat ediyordu.

Beni İsrail ise Allah’a asi olduğu gibi, günahları sebebiyle Allah tarafından üzerlerine musallat olan Buhtunnasır’a da isyan etmek istiyordu. Hazreti Ermiya Aleyhisselam gördü ki Beni İsrail’e söz geçmez, vaaz ve nasihat tesir etmez. Hemen içlerinden çıkıp bir tarafa savuştu. Sıdkıya da Buhtunnasır’a karşı harekete kalkıştı. Onun üzerine Buhtunnasır, çok sayıda asker ile beraber vezirini gönderdi. Bu vezir varıp bir müddet Kudüs-i Şerif’i muhasara ettikten sonra zorla içeri girdi. Kudüs’ü yaktı ve Beytü’l-Makdis’i yıktı. Beni İsrail’in kimisini öldürdü kimisini Sıdkıya ile beraber esir edip Babil’e gönderdi. Beni İsrail’den bazıları Mısır’a ve bazıları Mekke-i Mükerreme’ye kaçıp kurtuldu. Kudüs-i Şerif’te yalnız âcizler ve fukara güruhu kaldı.

Buhtunnasır, Babil’den ve diğer taraflardan birçok halk gönderip, Kudüs-i Şerif tarafında Beni İsrail’in geri kalanı ile karışık olarak iskân ettirdi ve üzerlerine kendi kaymakamını atadı. Bu olay Buhtunnasır’ın tahta geçişinin on dokuzuncu senesinde meydana geldi. Bu suretle Yahuda ve Bünyamin torunları da perişan oldu. Yahuda Devleti tamamen battı ve hükûmet Beni İsrail’in elinden gitti.

Sıdkıya, Beni İsrail hükümdarlarının sonuncusuydu. Ondan sonra içlerinden hükümdar çıkmadı. Gerçi sonraları, bir ara Beni İsrail’e içlerinden reisler atandıysa da onlar, beldenin büyüğü makamında olup, hükümleri Kudüs-i Şerif’in dışarısına taşmamıştır. Buhtunnasır, bu şekilde Kudüs-i Şerif’i harap ettikten sonra bütün Şam bölgesini zapt etti, emir ve fermanını Mısır’a kadar yürüttü. Civarda bulunan kavimleri ve kabileleri korkuttu. Sonra kendisinin halefleri de bir müddet onun izinden gitti.

Bu şekilde Keldani Devleti, altmış sekiz sene kadar Babil’de hüküm sürdü. Sonra İran’da ortaya çıkan Keyaniyan Devleti gelip Babil’i ele geçirerek Keldani Devleti’ni mahvetti. O zaman Beni İsrail de esaretten kurtulup vatanına döndü. Kudüs-i Şerif’te toplanıp yetmiş seneden beri harap duran Mescid-i Aksa’yı yeniden bina ettiler. Bu defa Babil’den dönüşlerinde iki binden fazla ulema mensubu beraber bulunuyordu, hatta birisi de Hazreti Uzeyr idi.

Fakat önceden Kudüs şehri yanıp Beytü’l-Makdis de yıkıldığı zaman Tevrat-ı Şerif de kaybolmuş ve o vakitten beri Beni İsrail içinde ahkâm-ı şeriyye unutulmuş idi. Bunun üzerine Hazreti Uzeyr ulema ve Beni İsrail şeyhi ile bir yere geldi ve Tevrat-ı Şerif’i ezberden okudu. Diğerleri dinleyip yazdılar ve Musevi şeriatının ahkâmını yeniden meydana koydular. Bu şekilde Beni İsrail, Keldanilerin elinden kurtuldu. Lakin hükûmeti kendi ellerine geçiremeyip İranilere tabi oldular. Ondan sonra, Buhtunnasır’ın üzerinden dört yüz otuz beş sene geçmişken meşhur Büyük İskender İran Devleti’ne galip geldi. Babil’i fethettiği sıralarda Kudüs’ü de ele geçirdi; Beni İsrail, Yunanlıların hükmü altına girdi.

Sonra Romalılar çıkıp Yunan memleketlerini zapt ettiklerinde Kudüs’ü de ele geçirdiler ve Beni İsrail, Romalıların hükmü altında kaldı.

İşte o zamanlar Beni İsrail üzerine, içlerinden biri başkan olarak atandı. Fakat bu reisler kaymakam ve şehrin büyüğü makamında bulunurdu.

Hz. Zekeriyya (a.s.), Hz.Yahya (a.s.) ve Hz. İsa (a.s.)’ın Kıssaları

Hazreti Zekeriyya, Süleyman Aleyhisselam’ın neslindendir. Beytü’l-Makdis’te Tevrat yazan ve kurban kesen başkan idi. Cenabıhak ona nübüvvet verdi. Hanımı İşa, çocuk doğurmadı. İşa’nın kız kardeşi Hanne ki Beni İsrail’in büyüklerinden İmran adlı zatın zevcesi idi. Onun da evladı olmadı. Hanne, “Cenabıhak bana bir çocuk verirse Beytü’l-Makdis hizmetine vakfedeceğim.” diye adak adamıştı.

O zamanda erkek çocuklarını Beytü’l-Makdis hizmetine tayin etmek âdet idi. Hanne’nin de istediği erkek çocuk olduğundan, o şekilde nezretmişti. Hamile iken kocası İmran vefat etti. Kendisi de arzusunun aksine kız doğurdu. Ona Meryem adını koydu. “Ya Rabbi ne yapayım. Kız doğurdum, sen onu kabul et.” diye Cenabıhakk’a yalvardı ve onu alıp Beytü’l-Makdis’e götürdü, “Alınız bunu, Mescit’e nezirdir.” deyip Beytü’l-Makdis hademesine verdi. Bir büyük zatın kızı olduğundan hepsi onu büyütüp terbiye etmeye rağbet gösterdi ve Hazreti Zekeriyya Aleyhisselam, onu alıp, hanımının yanına götürdü. Bu suretle Hazreti Meryem, teyzesi İşa’nın yanında büyüdü. Sonra Hazreti Zekeriyya, ona Beytü’l-Makdis’te hususi bir oda yaptırdı. Hazreti Meryem, odasına çekildi. Ve ibadet ile meşgul oldu. Yanına Hazreti Zekeriyya’dan başka kimse giremezdi.

Hazreti Zekeriyya Aleyhisselam, kendisinden sonra yerini tutacak evladı olmadığından üzüntülü idi. Hanımı zaten çocuk doğurmamış, kendisinin de yaşlanmış olması nedeniyle artık çocuğunun olma ihtimali kalmamıştı.

Cenabıhakk’ın lütfu çoktur. İhsan ve inayetinin sonu yoktur. Bir gün Cebrail Aleyhisselam, Allah tarafından, Hazreti Zekeriyya’ya gönderildi. İşa’dan Yahya adında bir çocuk olacağını haber verdi ve Hazreti İsa’nın da dünyaya geleceğini bildirdi.

Ondan sonra Cebrail Aleyhisselam, Hazreti Meryem’in yanına vardı ve yakasından üfürdü. Hazreti Meryem hemen gebe kaldı. Önce İşa gebe kalıp Yahya’yı doğurdu. Altı ay sonra da Meryem’den İsa doğdu. Hazreti Meryem onu sardı, beşiğe koydu ve alıp kavminin yanına götürdü.

“Meryem! Sen ne yaptın? Baban fena adam değildi. Anan da fahişe değildi. Sen bir fena iş yapmışsın.” deyip hemen onu taşlamak üzere ellerine taş aldılar. Hazreti Meryem, “Ona sorunuz.” diye eliyle İsa’ya işaret etti. “Biz beşikteki çocukla nasıl söyleşelim?” dediler.

Hemen Hazreti İsa söze başladı: “Ben, Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi, beni peygamber yaptı ve nerede olsam beni mübarek kıldı. Doğduğum gün, öldüğüm gün ve sonra dirildiğim gün bana selamet verecek.” dedi. Yahudiler, bunu işittikleri gibi hayrette kaldılar ve Hazreti Meryem’den el çektiler.

Fakat “Babasız çocuk olur mu?” diye Yahudiler aralarında dedikodu yaptılar. Hazreti Zekeriyya hakkında suizanda bulundular ve sonunda onu şehit ettiler. O zaman Zekeriyya Aleyhisselam yüz yaşında idi.

Ne garip şeydir ki Yahudiler, Hazreti Âdem’in anasız ve babasız olarak yaratıldığına inanırlarken, Hazreti İsa’nın yalnız babasız olarak yaratıldığına inanamadılar.

Meryem Aleyhisselam, İsa’yı aldı ve amcasının oğlu Yusuf Neccâr ile beraber Mısır’a gitti. On iki sene orada kaldılar. Ondan sonra Hazreti Meryem ile oğlu İsa, döndüler. Kudüs’e geldiler ve Nasıra köyüne indiler. Hazreti İsa, otuz yaşına girinceye dek orada kaldılar.

Hazreti Yahya, küçük çocuk iken Tevrat-ı Şerif’i eline aldı, Beni İsrail’e vaaz ve nasihat etmeye başladı ve babası gibi Hazreti Musa’nın şeriatıyla amel etmek üzere Beni İsrail’e peygamber oldu.

Ondan sonra Hazreti İsa Aleyhisselam otuz yaşına geldiğinde, yeni bir şeriat ile gönderildi ve ona İncil-i Şerif nazil oldu. Onun şeriatı gelince Musa’nın şeriatı hükümsüz bırakıldı. Hazreti Yahya Aleyhisselam da onun şeriatına tabi oldu. Hatta o esnada Beni İsrail üzerine başkan olan kişi, kardeşinin kızını almak istedi ve Musa şeriatı üzere nikâh akdini Hazreti Yahya’ya teklif etti. O zaman ise Hz. İsa şeriatında kardeş kızını almak haram kılınmıştı. Onun için Hazreti Yahya da nikâh akdinden kaçındı. Kız ve anası gücenip Hazreti Yahya’nın öldürülmesi için ısrar ettiler. Kudüs reisi bulunan kişi de Hazreti Yahya’yı getirip onların huzurunda boğazlattı.

Hazreti İsa Aleyhisselam, bir ölüyü diriltti ve anadan doğma körlerin gözlerini açtı. Su üzerinde yürüdü ve daha bu yolda çok mucizeler gösterdi. Kendisine yalnız on iki kişi iman etti ki onlara havariyyun denilir. Onların birincisi Şem’ûnü’s-Safa’dır ki Nasara arasında ona Butrus (Petros) denilir ve birisi de Şem’ûn adında biridir ki ona da Yuda denilir.

Diğer Yahudiler, imana gelmek şöyle dursun, Hazreti Yahya gibi Hazreti İsa’yı da öldürmeye karar verdiler. Hazreti İsa Aleyhisselam, son defa olarak havariyyun ile bir gece birleşip, gizlice sohbet ediyordu. Yahudiler ise onu öldürmek için sıkı sıkıya arıyordu.

Hz. İsa, havariyyuna dedi ki: “Horoz ötmeden, yani sabah olmadan biriniz beni inkâr edecek, pek az paraya satacaktır.” Gerçekten havariyyundan Yuda Şem’ûn, sabah olmadan vardı, Yahudilerden bir miktar rüşvet alıp, Hz. İsa’nın yerini bildirdi.

Yahudiler hemen Hz. İsa’yı tutup da öldürmek için koştular, oraya gittiler. Hırs ve telaşla yanılıp o hain Yuda’yı tuttular. Onu astılar. Gerçekten İsa’yı astıklarını sandılar. Yüce Allah, Hz. İsa (a.s.)’ı İdris (a.s.) gibi göğe kaldırdı. Onu dünya sıkıntısından kurtardı.

Bundandır ki Yuda’nın adı Hristiyanlar arasında hakaretle anılır, fena ve hain kişilere Yuda derler.

Hz. İsa göğe çekildikten kırk sene sonra Romalılar, Kudüs’e saldırarak Yahudilerin kimini öldürdüler kimini esir aldılar. Kudüs’ü yağma ve harap ettiler. Yahudi kitaplarını tamamen yaktılar. Beyt-i Mukaddes’i yıktılar. Kudüs şehrini İsrailoğullarından temizlediler.

Böylece Yahudiler, darmadağınık oldular. Ondan sonra bir yerde toplanıp da bir topluluk kuramadılar. Her yerde hor görüldüler ve hakaretle karşılandılar. Fakir ve yoksul düşüp aşağılandılar. Hz. Musa’nın ölümünden Hz. İsa’nın doğumuna kadar bin yedi yüz on altı yıl geçmişti.

Hz. İsa (a.s.), otuz yaşına gelince kendisine peygamberlik geldi. Üç yıl kavmini Allah’ın birliğine çağırdı. Sonunda on iki kişi imana gelip, Hak yolda ona arkadaş oldular. Onların da birisi, sonunda kendisine hıyanet etti. Ondan sonra havariyyun, Hz. İsa (a.s.)’ın vasiyeti üzerine çevreye dağıldılar. Hristiyanlığı halka yaymaya çalıştılar.

Sonradan İncil diye meydana birçok kitap çıktı. Bir kısmı havariyyundan bazılarına, bir kısmı da onların talebelerine dayandırıldı.

Bunlar ise Hz. İsa’nın hayatı hakkında tarih yollu kaleme alınmış kitaplardı. Bunlarda İsa (a.s.)’ın bazı hâlleri, vasıfları belirtilmişti. Ara yerlerde İncil ayetleri yazılmıştı fakat bunlar birbirine uygun değildi.

Hristiyanların başkanları gördüler ki bunlar birbirine uymuyor. Hepsini gözden geçirdiler. İçlerinden dördünü ayırdılar. Onları diğerlerine göre doğruya daha yakın buldular. İşte İncil diye Hristiyanlar arasında dolaşan bu dört kitaptır. Onlar da tamamıyla birbirine uymaz. Asli İncil ele geçmemiştir.

Havariyyun dağılıp uzaklara giderek Hz. İsa’nın dinini halka öğretmişlerse de o zaman dünya, Allah’ı tanımayan ve O’na ortak koşanlarla doluydu. Hz. İsa’nın dini açıkça yerine getirilemeyip, üç yüz seneden fazla gizli tutuldu. Hristiyanlar yer altlarında, mağara ve mahzen gibi yerlerde gizlice ibadet ederlerdi. Duyulup tutulanlar eza ve cefa görür, bazen işkenceye uğratılırdı.

En sonunda Roma İmparatoru Konstantin, Hz. İsa’nın doğum tarihinden üç yüz on yıl sonra Hristiyanlığın açıkça yerine getirilmesine izin verdi.

Daha sonra Kostantiniye şehrini kurdu. Roma Devleti’nin eski başşehri Roma’yı terk ederek, bu Kostantiniye şehrini başşehir yaptı. Kendisi de Hristiyan oldu. Ondan sonra Hz. İsa (a.s.)’a iman edenler çoğaldı. Hz. İsa’nın dini pek çok yere yayıldı. Hz. İsa’nın dinine girenlere “Nasara” denildi.

Fakat vaktiyle Hristiyanlığın esasları, güzelce kaydedilmediğinden, iş piskoposların ellerine kaldı. Birtakım maksatlarla anlaşmazlık çoğaldı. Roma Devleti ikiye bölündü. Biri Doğu Roma İmparatorluğu’dur ki başşehri İstanbul’du. Diğeri Batı Roma İmparatorluğu’dur ki başşehri Roma’ydı.

Bu iki ve eski başşehir, birbirini kıskandı. Bu yüzden Roma Devleti ikiye ayrıldığı gibi, mezhepçe de Hristiyanlar ikiye bölündü.

Bir kısmı “rimpapa”ya, yani Roma piskoposuna bağlandılar. Bunlara “Katolik” denildi. Bir kısmı İstanbul patriğine bağlandılar. Bunlara da “Ortodoks” denildi. Sonraları birbirine aykırı birçok mezhep ortaya çıktı. Hristiyanlık tamamen aslından uzaklaştırıldı.

Hâlbuki diyanetteki asıl gaye, şirkten yani Allah’a ortak koşmaktan sakınmak olduğundan, Hristiyanlar şirk koşanlara mahsus olan putlardan son derece kaçınırlarken, sonradan Hristiyan ibadethanelerine resimler asıldı. Kiliseler bayağı şirk koşanların tapınaklarına benzetildi.

Öteki milletler ise Allah’ı tanımazlar, O’na ortak koşarlardı. Hayli zaman peygamber de gelmedi. Uzun bir süre peygambersiz geçti. Bütün dünya sapıklıkta kaldı.

Romalılar bütün Avrupa kıtasını ele geçirdikten başka, Anadolu, Mısır, Şam ve Irak’ı dahi aldılar. O çağlarda Romalılar diğer milletlere göre daha medenilerse de ahlaksızlığa düşkün, sefahat ve işrete dalmış olduklarından, vardıkları yerlerde medeniyetle beraber pek fena âdetler bıraktılar. Bu yüzden birçok millet ve kavmin ahlakı bozuldu. Bereket versin ki Romalılar, Arap Yarımadası’nı ele geçiremediler. Kendilerinin çirkin huyları ve fena âdetlerini Araplara bulaştıramadılar.

Fakat Arap kabileleri de çöllerde, tamamen göçebe bir hayat yaşıyorlardı. Kendilerini cahillik kaplamıştı. Kimi Hristiyanlığa, kimi Yahudiliğe meyletmişti. Birtakımı da tırnak kesmek, boy abdesti almak ve sünnet olmak gibi, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (a.s.)’ın dinlerinden kalma hükümlerle amel etmekteydiler. Yine bir kısmı da puta tapar olmuşlardı. Her sene hac mevsiminde Arap kabilelerinden pek çok kimse Mekke’ye gelip Kâbe’yi ziyaret ederken, bir taraftan da Kâbe’deki putlara taparlardı.

Kısacası o çağlarda dünya pek karanlık ve karışık bir duruma gelmiş ve düzelmesi için de bir peygamberin gönderilmesi gereği hasıl olmuştu.

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6865-40-2
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu