Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 6
Bazı İleri Gelenlerin Vefatı
Yüz yetmiş bir senesinde Endülüs Emiri Abdurrahman-ı Emevi (r.a.) vefat etti. Yerine oğlu Hişam geçti. Yüz yetmiş dokuz senesinde imam-ı Medine olan Malik İbni Enes (r.a.) vefat etti. Yüz seksen bir senesinde İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin en büyük talebelerinden olan İmam Ebu Yusuf (r.a.) Hazretleri vefat etti.
İmam Cafer-i Sadık Hazretleri’nin oğlu İmam Musa El-Kâzım İbni Cafer İbni Muhammed İbni Zeynelabidin İbni’l-Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib (r.a.) Hazretleri, yüz seksen üç senesinde Bağdat’ta tutuklu iken vefat etti. Hapis sebebi, yüz yetmiş dokuz senesinde Harun Reşid Medine’ye varıp da Ravza-i Mutahhara’ya girdiğinde etrafındaki halka övünür şekilde, “Esselamü aleyke ey amcam Resulullah!” dediğinde Mûse’l-Kâzım Hazretleri yaklaşarak, “Esselamü aleyke ey babam!” deyince Harun Reşid’in rengi değişmiş, “Bu övünme ne, ya Kâzım?” demiş ve onu beraberine alarak Bağdat’a götürüp hapsetmişti. Bu defa vefat ederek hapisten kurtuldu.
Yüz seksen dokuz senesinde yedi şöhretli kıraat âliminden ve nahiv imamlarından İmam-ı Kisaî’nin vefat ettiği gün İmam-ı Azam Hazretleri’nin ikinci talebesi ve Hanefi mezhebinin muharriri olan İmam Muhammed Şeybani Hazretleri de vefat ettiğinde Harun Reşid, “Bir günde fıkıh ile nahiv ilmini defnettik.” demiş olduğu mervidir. Yüz doksan senesinde İmam Hazretleri’nin talebesinden Esed-i Kûfî vefat etti, rahmetullahi aleyhim.
Önceden açıklandığı üzere veziriazam iken Harun Reşid’in hapsetmiş olduğu meşhur Yahya İbni Halid İbni Bermek de bu sene vefat etti, rahmetullahi aleyh. Oğlu Fadl İbni Yahya da aynı şekilde mahpus iken bu yüz doksan üç senesi başlarında, kırk beş yaşında olduğu hâlde vefat etti. Cenazesi meydana çıkarıldığında insanlar ağlayarak ve feryat ederek namazını kıldılar. Dünya güzellikleri içinde benzeri görülmemiş güzel ahlaklı, övülmeye değer sıfatlara sahip bir zat olduğu “Tarih-i Kâmil”de yazılıdır, rahmetullahi aleyh.
Nahiv imamlarının imamı olan Sîbeveyh (r.a.), bir rivayete göre kırk yaşını aşkın olduğu hâlde, yüz doksan üç senesinde vefat etmiştir.
Harun Reşid’in Vefatı
Açıklandığı üzere Harun Reşid, doksan iki senesi içinde kendisine isyan ile Semerkant’ı zapt eden Râfi ile savaşmak üzere Horasan tarafına gittiği zaman hastaydı. Yüz doksan üç senesi başlarında Cürcan’a vardığında hastalığı ağırlaştı. Oğlu Memun’u bazı askerî emirler ile birlikte Rey şehrine gönderdi. Kendisi de Tûs’a gitti ve orada hastalığı şiddetlendi, cemaziyelahirin üçüncü günü, kırk yedi yaşında vefat etti.
Hilafet zamanı olan yirmi üç sene, bu kadar ay zarfında çok altın sarf etmiş ve bol bol bahşişleri vermişken yine de vefatında beytü’l-malda milyonlarca altın vardı. Genç iken tahta geçti ve genç iken dâr-ı bekaya gitti. Zamanı Abbasi Devleti’nin en parlak devriydi. Tatlı ömür geçirdi, çok zevk ve sefa sürdü. Zamanında ulum ve maarif çok ilerledi, bilhassa Arap edebiyatı fevkalade gelişti. Rahmet ve mağfiret üzerine olsun.
Harun’un Oğulları Emin, Memun ve Mutasım’ın Hilafet Devirleri
Daha önce açıklandığı üzere Harun Reşid, Horasan işleri için Rey’e vardığında kadı ve emirleri toplayarak, Memun’un veliahtlığını yenilemiş ve ordudaki mal, hazine, silahlar ve hayvanlar tamamen Memun’un olup, kendisinin onlarla alakası olmadığını ifade ile şahit tutmuştur. Mülkünden vazgeçmiş ve sonra Anadolu’ya gaza için giderek, Memun’u Rakka’da bırakıp bütün devlet işlerini ona devrederek kendisini halifenin kaymakamı yapmıştı. Bu muameleler ise Emin’e ağır gelmiş olduğu hâlde yukarıda olduğu gibi babasının çok hasta olduğunu duyunca, kardeşi Salih’e, babasının veziri olan Fadl İbni Rebia ve diğer gerekli olanlara emirnameler yazıp özel memur ile Tûs’a göndermiştir. Bu emirnameler, gerek Rebia’nın gerek diğer vekil ve emirlerin mevkilerinde kalmalarını bildirir olduğu hâlde babası vefat etmedikçe gizli tutulmasını kesin olarak tembih etmişti. Reşid’in vefatında Emin’in gönderdiği memur önce mektupları meydana çıkardı. Gerek Rebia gerek diğerleri mevkilerinde bırakıldıkları müjdesiyle ve asker de çoluk çocuklarına kavuşma hevesiyle hemen Emin’e biat ile Bağdat’a döndüler. Salih İbni Reşid de Hâtem, Kadîb ve Bürde’yi (Hazreti Peygamber’in yüzüğünü, asasını ve hırkasını) kardeşi Emin’e gönderdi. Verilen söze göre bu ordu Memun’un malı iken onlar Harun Reşid’in ahit ve vasiyetini unuttular. Rey’de bulunan Memun, bundan haberdar olunca onları iade için memurlar gönderdiyse de gelen memurları kovarak süratle Bağdat’a gittiler. Hâlbuki daha önce Bağdat’ta Emin’e biat etmişti. O zaman Seyyide Zübeyde, Rakka’da olup, Harun Reşid’in hazineleri de onun elindeydi. Oğlunun hilafete seçilmiş olunduğunu haber alınca hazineleri yanına alarak Bağdat’a gitti. Emin de vekil ve emirler ile Bağdat’ın ileri gelenleri ve eşrafı, hep beraber olduğu hâlde validesini Enbar’da karşıladı. Zübeyde, o hazineleri oğluna teslim etti. Emin, bu şekilde hilafet tahtına oturdu. Memun da doğu taraflarında bir müstakil hükümdar gibi kaldı ve kardeşine layık olan hediyeler takdim ederek tebrik merasiminin icrasına mecbur oldu.
Çünkü anadan babadan Haşimi olan üç halife gelmiştir ki Hazreti Ali ve oğlu Hazreti Hasan (r.a.) ile Emin İbni Reşid’dir. Bu yönüyle Beni Abbas’ın yanında Emin’in pek fazla şan ve itibarı olduğu hâlde annesi Seyyide Zübeyde’nin yanındaki hazineler onun elinde kaldı. Babası Horasan tarafına gittiğinde ordusunu mülkünden vazgeçmek şeklinde Memun’a mal etmişken, vefatında ordu da Bağdat’a dönünce bütün devlet ve kuvvet onun eline geçti. Bunun üzerine Memun, ona boyun eğdiğini ve razı olduğunu göstermeye mecbur oldu. Fakat ordudaki komutanlara ve vekillere ve bilhassa veziriazam olan Fadl İbni Rebia’ya, babasının söz ve vasiyetini bozmuş olduğundan dolayı çok gücenmişti. Fadl İbni Rebi ise bunu düşünerek Memun’un eline fırsat geçerse kendisine kurtulma yeri bulunamayacağını göz önünde bulundurup düşünerek her nasıl olursa olsun Memun’u veliahtlıktan çıkarma sevdasına düştü. Birkaç sene evvel İslam ile müşerref olan Fadl İbni Sehl ki gerek askerî işlerde gerek mülki işlerde maharet ve iktidarı inkâr edilemeyecek, cin fikirli bir kalem ve kılıç sahibi olduğu hâlde Memun’un sır ortağı ve özel olarak danıştığı bir kimseydi. O da hâkimane, kurnazca oyunlar ile Memun’un hilafet makamına geçmesine çalışıyordu.
Sonuç itibarıyla bu iki Fadl, birbirleriyle hile ve desise oyunları oynuyorlardı. Fakat Fadl İbni Sehl, pek uzak görüşlü olduğu hâlde zarı da uygun gelmekle daima kazanmakta idi. Şöyle ki Emin’in ilim ve fazileti var ise de görüş ve tedbiri zayıftı. Heva ve hevesine tabi olup, faydasız oyunlar ve yiyip içmeyle meşgul olduğundan devlet işlerini düşünmeye vakti yoktu, nasihat de dinlemezdi. Hilafet tahtına oturduğu gibi eğlence yerlerini tanzim ile işe başladı. Her tarafa yazılı emirler gönderip, ne kadar mahir şarkıcı, çalgıcı ve oyuncular var ise getirerek, eğlence âlemlerinde günlerini geçirmeye devam etti, devlet hazinesindeki para ve cevherleri boş yere harcadı. Hatta bir şarkıcıya bir kayık dolusu altın verdiği rivayet edilmiştir. Bu yönüyle günden güne halkın ona karşı nefret ve ümitsizliği çoğalmaktaydı.
Memun ise zaten tedbirli, akil, âlim ve fadıl bir zat olduğu hâlde Fadl İbni Sehl’in halisane ihtarlarına uygun hareket ederek, Hulefa-i Raşidin’i taklit edercesine halkın işlerini görmeye gayret etmekteydi. Bu şekilde kamuoyunu kazandığından Fadl İbni Sehl’in tedbirleri faydalı ve tesirli olmakta ve günden güne ümitleri kuvvet bulmakta idi.
Memun’un ahlakının güzelliği her tarafça malum olunca Maveraünnehir tarafında başkaldıranlar derhâl aman diledi, Memun da onlara aman vererek o bölgenin durumunu düzeltti. Kâbil emiri ve Tibet meliki gibi emir ve hükümdarlar ile güzel ilişkilerini sağlamlaştırarak şark hududunu emniyete aldığı gibi Rey’de güvendiği şahsiyetleri görevlendirerek Irak tarafındaki sınırını da emniyete almıştır. Fakat Emin, onun bu gibi tasarruf ve işlemlerini kabul etmemiştir.
Fadl İbni Rebi ise Memun’u veliahtlıktan çıkararak Emin’in büluğa ermemiş oğlu Musa’yı veliaht yapmak üzere Emin’i kandırmış, Ali İsa İbni Mâhan gibi bazı emirler de onun fikrine itibar edince Emin de buna karar vermek üzere konuyu müzakereye açmıştı. Her ne kadar bazı emirleri, ahit bozmanın uğursuzluğundan ve sonucun tehlikesinden bahisle bu fikrin sakatlığını açıklamışlarsa da Emin, veziri Fadl İbni Rebi’nin görüşünü tercihle evvela yüz doksan dört senesi içinde minberlerde Memun ile Kasım’dan sonra kendisinin küçük oğlu Musa’ya dua edilmesi için her tarafa fermanlar yazdı. Ondan sonra Memun’un kendi üzerine Musa’yı takdim etmesini ve Horasan’ın bazı bölgelerinden vazgeçmesini teklif etti. Memun bu teklifi kabul etmeyip, ilk önce Emin’in ismini paralardan sildi ve onunla postayı kesti. Horasan ile Irak arasındaki dar geçitleri muhafaza altına aldı. Neyin ve kimin nesi olduğu bilinmeyen kimse Horasan’a giremez oldu.
Fadl İbni Sehl ise Emin’in çok özel yakınlarından bazılarını ve Fadl İbni Rebi’nin kâtibini Memun tarafına çekerek, Bağdat’ın bütün sırlarını ve hatta özel meclislerinde cereyan eden müzakereleri daima haber almaktaydı.
Emin, küçük oğlu Musa’yı veliaht yapıp yüz doksan beş senesi başlarında Memun’un ismini hutbelerden çıkararak onun yerine Musa’ya dua edilmesini emretti. Mekke’ye adam gönderip babası Reşid’in Kâbe’ye asmış olduğu iki kıta hücceti getirtti ve ikisini de Fadl İbni Rebi yırttı.
Ona karşılık Memun da Emin’in ismini hutbelerden çıkarttı. Rey sınırındaki askerinin eksikliklerini tespit ederek komutanların meşhurlarından Tahir İbni Hüseyin’i başkomutan olarak Rey şehrine gönderdi. Geriden ona destek için bir ordu teçhizine başladı.
Emin ise Memun’u tutup getirmek üzere elli bin askerden oluşan ve pek donanımlı bir ordu hazırlayıp techizatlandırarak, daha evvel Horasan valisi olan Ali İbni İsa İbni Mâhan’ı başkumandan olarak atadı ve maiyetine pek çok emir verdi.
Başkumandanlığa İbni Mâhan’ın seçilmesine sebep şu imiş ki Harun Reşid zamanında Horasan valisi iken yöre halkına zulüm, adaletsizlik yapmış ve halkın ileri gelenlerini küçümsemiş, hatta Tahir’in babası Hüseyin’in de yüzüne karşı sövüp sayarak ona hakaret etmiştir. Bu yüzden bütün Horasan halkının nefretini kazanmıştı. Sonunda mahallî şikâyetler ile görevden alınmış olduğundan bu defa Horasan üzerine gidecek ordu başkumandanlığına tayin olunursa bütün Horasan halkı ona karşı silaha sarılarak Memun’a samimiyetle ve fedakârca hizmet edecekleri düşüncesi vardı. Fadl İbni Sehl, halifenin yakınlarından getirtmiş olduğu adama, İbni Mâhan’ı başkumandan olduğunu gizlice yazıp fikrini çelmesi ve onu aldatması üzerine halifenin de onu Horasan ordusu başkumandanı olarak atadığı rivayet edilir.
İbni Mâhan ise bu gizli hileden gafil olarak kendisinin Horasan’da nüfuz ve haysiyetinden bahisle Bağdat’ta atar tutardı ve kendi gibi gafil olan büyük ve küçük şahsiyetlere yüksekten bakardı. Bağdat’tan hareket ettiği zaman veda için hilafet ve saltanat padişahının annesi olan Seyyide Zübeyde’nin kapısına vardı. Seyyide Zübeyde, ona Memun’u tavsiye ederek, “Ya Ali! Emirü’l-müminin benim oğlum olup şefkatli bakışımın nazargâhıdır. Fakat Memun da evladım gibidir. Şefkatim ona da yönelmiştir! Ona eza ve cefa edilmesine razı olmam. Mülk için iki kardeş arasına nefsaniyet girdi. Fakat onların kardeş olduklarını unutma. Sen Memun’un akranı değilsin. Onun yüzüne karşı acı söz söyleme, ona kölesi ve hizmetkârı gibi muamele et. Ondan evvel ata binme. O binerken üzengisini tut. Sana söverse de tahammül et. Fakat gerçekten mecburiyet görürsen onu bununla bağla!” dedi, İbni Mâhan’a bir gümüş zincir verdi. İbni Mâhan da “Emriniz üzere hareket edeceğim.” diyerek veda etti. Yüz doksan beş senesi şevvalinde pek gösterişli bir alay ile Bağdat’tan çıkıp Horasan tarafına gitti. Giderken Emin, onu vekil ve emirleriyle birlikte uğurladı.
Tahir Bin Hüseyin, Rey’de harbe hazırlanmış olarak giderlerken, İbni Mâhan’a şunu ifade etmiş: “Onun bu orduya karşı durmak haddi mi? O asker idare edecek adam mı? Biz Hamedan geçidini geçtiğimiz gibi o firar eder.” diyerek düşmanı hakir görmek gibi bir büyük hatada bulunarak, zafere engel olan kibir ve gurur ile ileri gitti. Ordu Rey Eyaleti hududundan içeri girdiğinde, İbni Mâhan’a emirleri tarafından tedbir olsun diye ileriye öncüler çıkarılması ve ordunun etrafında hendek çevrilmesi lüzumu ihtar edildiğinde İbni Mâhan, “Böyle Tahir gibi adamlar için öyle külfetlere gerek yoktur.” diye mağrur bir edayla cevap verdi. Vakıa Bağdat ordusu, Rey’deki askerin kat kat fazlası olduğu hâlde emirü’l-müminin adına hareket etmek de İbni Mâhan’a manevi anlamda büyük bir kuvvetti. Fakat Tahir de pek yiğit ve savaşta mahirdir. Maiyetindeki Horasan askerinin başbuğu olan Ahmed İbni Hişam da uzak görüşlü ve tedbirli biri olup gayet fedakârca karşılık vermeye karar vermişti. İbni Mâhan, Rey şehrine on saat kadar yaklaştığında Tahir dört bin kadar seçkin süvari ile Rey’den çıkıp, beş saat beride bir mevki seçerek ordu kurdu. Ahmed İbni Hişam’ın uyarısı üzerine minbere çıkıp Emin’i hal ile tahttan indirerek, Memun’un adına hutbe okudu ve askerine gayret ve cesaret verdi.
İki ordu karşı karşıya gelip de iki taraf yekdiğeri üzerine hücuma başladığında yine İbni Hişam’ın uyarısı üzerine Tahir, birkaç yıl önce, İbni Mâhan’ın Horasan valiliğinde Harun Reşid’in Horasan ehlinden Memun için almış olduğu ahdin bir nüshasını mızrağının ucuna geçirip iki saf arasında durdu ve İbni Mâhan’dan aman istedi, o da aman verdi.
Tahir, hemen İbni Mâhan’a hitaben, “Allah’tan korkmaz mısın? Bu senin bizden aldığın biat nüshası değil mi, Allah’tan kork! Bir ayağın çukurda!” deyince İbni Mâhan, “Şu herifi tutup bana getiriniz.” dedi. Ordusundan biri seçilip meydana çıktı, Tahir onun üzerine hamle yaparak elinden kılıcını alıp kendi kılıcıyla onu vurdu, yere düşürdü ve bu olay manen ve maddeten Bağdat askerlerine dehşet verdi. Bunun üzerine savaşa başlandı. Sağda ve solda bazı hücumlar yapıldı. Tahir, var kuvvetiyle dalgalı deniz gibi dalgalanan Bağdat ordusunun içine daldı, öndeki bölükler bozulup arkadaki bölüklerin üzerine düştü. Ordudaki askerler birbirine karıştı. Sanki bu ordunun ortasında girdaplar oluştu. Hezimet, İbni Mâhan’ın yanına kadar geldi. Tahir’in adamlarından biri bir ok ile İbni Mâhan’ı vurdu, yere düşürdü ve başını kesip Tahir’e getirdi.
Bağdat ordusu tamamen bozuldu. Gecenin karanlığı örtünceye kadar Tahir’in süvarisi iki saatlik mesafeye dek onları izledi, kimini idam kimini esir ettiler ve pek çok ganimet aldılar. İşte o sırada Tahir, “Her kim silahı terk ederse emindir.” diye ilan edince bozgun asker silahlarını attı, atlarından indi ve bu suretle kurtulmuş oldu.
Tahir dönüp Rey şehrine gitti ve İbni Mâhan’ın kesik başıyla beraber Memun’a müjdeyi takdim etti. Memun, Tahir’e yardım için bir ordu donatırken bu muzafferiyet haberiyle gönlü sevinçli oldu ve insanlar gelip onun hilafetini tebrik ettiler.
Ama Emin’e başkomutanının öldürüldüğü ve ordusunun bozguna uğradığı haber verildiğinde, özel hizmetçisi Kevser ile avlanmakta olduğundan, “Bırak beni, Allah belanı versin! Şimdi bunun sırası mı? Kevser iki balık tuttu, ben hâlâ bir şey tutamadım!” diyerek haber veren adamı azarlamıştır. Ondan sonra Emin, Abdurrahman Enbarî’yi yirmi bin askerle Hamedan’a gönderdi. O da Hamedan’a vardı, kalesini sağlamlaştırdı ve Tahir geldiğinde çıkıp savaştı. Fakat bozguna uğrayıp kaleye kapandı. Tahir pek sıkı kuşatıp zorlayınca ahali sıkıntı içinde kaldı ve çaresiz Abdurrahman, vire ile kaleyi teslime mecbur oldu. O sırada Tahir, bir miktar askeri sevk ederek, Kazvin ve ona bağlı yerleri zapt etmişti.
Süfyani diye bilinen Ali İbni Abdullah İbni Halid İbni Yezid İbni Muaviye ki anası Nefise binti Ubeydullah İbni Abbas İbni Ali İbni Ebu Talib’dir. “Ben Sıffin’in iki şeyhinden, yani Ali ve Muaviye’denim.” derdi, o da bu senenin zilhiccesinde hilafet davası ile çıkarak ve Şam valisine üstün gelerek onu Dımışk şehrinden çıkardı. Fakat Emin tarafından sevk olunan askerle, muharebe esnasında Süfyani öldürülmüş ve muavinleri perişan olmuştur.
Fadl İbnu’r-Rebi, Emin’in yolsuz tavır ve gidişatına bakıp şaşkın olduğu hâlde zorla yüz doksan altı senesi içinde bir ordu daha hazırlayarak Tahir’in üzerine gönderdiyse de ordu komutanları arasına anlaşmazlık ve düşmanlık düşünce birbirleriyle kavga ederek Hankîn’den salkım saçak geri dönüp geldiler. Tahir de gelip Hulvan’ı zapt etti. Peşinden Tahir’e yardım için Memun tarafından Herseme İbni A’yen adlı emirin başbuğluğuyla Hulvan’a bir ordu geldi. Her-seme, Hulvan’da kaldı, Tahir askeriyle Ehvaz’a gitti ve orasını zapt etti. Memun ise kendisinin hutbelerde emirü’l-müminin unvanı ile anılmasını emretti. Boylamca Cebel-i Hamedan’dan Tibet’e kadar ve enlemce Bahr-i Fars’tan Bahr-i Deylem ve Cürcan’a kadar olan şark memleketlerini Fadl İbni Sehl’e verdi. Harp işleri başkanlığını da vererek onu hem vezir hem başkomutan yaparak “iki başkanlık sahibi” unvanıyla adlandırdı. O esnada Bağdat’ın içinde ihtilal ve isyan çıkaran asiler, recep ayında Emin’i tahttan indirdiler ve annesiyle beraber bir köşkte hapsederek, Memun’un hilafetini ilan ettiler. Fakat eşraf ve emirlerden bazıları meydana çıkıp insanları toplayarak asileri yenip sindirdiler. Emin’i tekrar hilafet makamına oturtarak biati yenilediler. Fadl İbni Rebi ise kötü sonucu sezerek kaçıp saklanmıştır.
Yine o sırada Tahir, Vâsıt’ı işgal ederek, Bahreyn, Umman ve Yemame’ye emirler atadı. Basra ve Kûfe de kendisine itaat edince gelip Medayin’i zapt etti. Bu sene Mekke ve Medine’de de Memun’a biat olundu.
Bağdat’tan peyderpey sevk olunan grupla muharebe esnasında hezimete uğrayınca Tahir korkmadan geldi, bir koldan kendisi ve bir koldan da Herseme, Bağdat şehrini muhasaraya başladılar. Şehir üzerine neft ateşleri ve mancınık taşları yağdırdılar. Beri taraftan da o şekilde savunmaya geçildi. Tahir şehrin bir mahallesini işgal edip hemen hendek kazdırdı, siper aldığı gibi beri taraftan da ona karşı hendekler kazılıp siperler alındı. Bu suretle on beş ay uzayan muhasara günlerinde iki taraftan atılan mancınık taşları ve neft ateşleriyle bir dünya cenneti hükmünde olan Bağdat şehrinin güzel ve pek hoşa giden ev ve köşkleri yıkılmış ve yanmış oldu. Cennetlerden bir numune ve cihanda imrenilecek bir yer olan bahçe tarlaları yerine hendekler ve siperler kaldı. Keskin şıranın verdiği keyifle başlar döndüğü hâlde misk-ü anber kokularıyla içlerini şenlendirmeye, güzel saz ve tatlı söz dinlemeye alışmış olan şair ve zariflere, cehennem dumanına bir örnek olan neft kokusu ve mancınık taşlarının patırtısı ne kadar zordur. Haydi burasını geçelim, bunlara üzülmeyelim de onlar, sefa verici, ağzına kadar dolu kadehin mahmurluğunu çekmişler diyelim. Ama nice yıllardan beri imar ve süsüne hesapsız hazineler harcanan Bağdat’ın hasretli âşık kalbi gibi temelinden yıkılmasına üzülmemek mümkün değildir.
Kevser bir gün savaşı görmek üzere çıktığında yüzüne bir taş parçası isabet eden Emin, kendi eliyle onun yüzünden akan kanları silerken yanıp yakılarak ve esef ederek bir gazel söylemeye başlayıp tamamlayamadığından, Abdullah İbni Temîmi adlı şairi getirerek gazeli ona tamamlatmıştır. Bunun için İbni Temîmi’ye üç katır yükü para vermiş olduğu İmam Suyûtî’nin “Halifeler Tarihi”nde yer almıştır.
Muharebenin uzaması sebebiyle Emin’in paraları tükenince askere vermek üzere altın ve gümüş kapları bozdurup para kestirdi ve haremdeki mallarının satılması için emir verdi. Fakat muhasara altında olan bir şehirde malları kim alır? Herkes yiyeceği, içeceği düşünüyordu. Tahir ise muhasarayı şiddetlendirince dışarıdan yiyecek temini zor oldu. Emin’in askeri dağıldı, sergerdeleri birer birer Tahir’e tabi olup kendi yanında yalnız satıcı, amele, şerir, esâfil ve hapistekiler güruhu kaldı. İşte bunlar Tahir’in askeriyle karşı karşıya gelip savaşırlardı. Hatta bir gün Tahir’in Kasr-i Salih Mahallesi’ne giren bir birliğiyle o kadar şiddetli savaştılar ki Tahir’in pek çok askeri kırıldı ve nice muteber sergerdeleri öldü. Bu şekilde Emin de biraz nefes aldı. Fakat şehir içinde yiyecekler azaldı, fiyatlar iyice yükseldi. Belediye zabıta amiri insanların evlerine girip zorla zahirelerini sattırmaya başladı. Bu da muhasarada olanlara ağır geldi. Nihayet yüz doksan sekiz senesi muharreminin sonlarında Tahir bin El-Hüseyin zorla Bağdat’ı istila etti, adamları Emin’i tutarak bir odaya hapsettiler. Ondan sonra Tahir’in emriyle gece gelip o biçareyi boğazladılar. O zaman yirmi sekiz yaşındaydı. Hilafet süresi dört sene sekiz ay ve küsur günden ibarettir. Allah af ve rahmet etsin.
Tahir, bir gün sonra, erkenden Emin’in kesik başını bir bahçe duvarı üzerine koyarak insanlara gösterdi. Kesik baş ile beraber mühür, hırka ve asayı, Horasan’da bulunan Memun’a gönderdi ve fetih durumunu bildirdi. Bağdat ehline de aman verdi. Cuma günü şehre girerek minbere çıktı. Memun’un namına hutbe okudu ve Emin’i kötüledi. Emin’in annesi Seyyide Zübeyde ile oğulları Musa ve Abdullah’ı, Yukarı Zap Bölgesi tarafına gönderdi. Asker ise Emin’in öyle vahşi şekilde katli üzerine müteessir ve pişman oldu, pek çok mal isteyerek Tahir’in üzerine hücum etti. Tahir, bu isyanı kendi askerleriyle Bağdat askerinin ittifakına bağlayarak korkuya düşüp, bazı emirleri ile birlikte Bağdat’tan savuşup Akrakuf’a kaçtı ve hazırlıklara başladı. Diğer emir ve reisler onun yanına gelip, “Bu hadise bir grup sefihin işidir.” diyerek, özür dileyerek onu Bağdat’a götürdüler.