Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 15
İmâdu’d-Devle’nin Vefatı ve Büveyhoğulları ile Samanoğullarının Savaşları
İmâdu’d-Devle’nin evladı olmadığından kardeşi Rüknü’d-Devle’nin Fena Hüsrev adlı oğlunu yanına alarak Fars ülkesi için onu kendisine veliaht yapmıştır. Üç yüz otuz sekiz yılında İmâdu’d-Devle Şiraz’da vefat edince Fena Hüsrev, Fars emiri oldu. Ama beylerbeyi unvanı babası Rüknü’d-Devle’ye intikal etti. Mu’izzü’d-Devle de ona tabi oldu.
İmâdud-Devle’nin yanında büyük adamlar ve kendisiyle aynı değerde beyler olup onlar Fena Hüsrev’i küçük gördüklerinden, Hüsrev gereği gibi hükûmeti eline alamamıştı. Babası Rüknü’d-Devle, Şiraz’a giderek ve Mu’izzü’d-Devle de Bağdat’tan askerle vezirini göndererek, Hüsrev’in hükûmetini tesis edip kuvvetlendirdiler. O zaman mahlas ve lakap vermek hilafet makamına ait olduğundan, Halife Mutî tarafından Fena Hüsrev’e Adudu’d-Devle mahlası verildi.
Horasan ve Maveraünnehir Emiri Nuh İbni Nasır Samani tarafından verilmiş olan emir üzerine Horasan Başkomutanı Mansur İbni Karatekin ise üç yüz otuz dokuz yılında bir büyük ordu ile Rey şehri üzerine yürüyünce, Rüknü’d-Devle’nin kaymakamı İsfahan’a kaçmış olduğundan Mansur, Rey şehrine girerek her tarafa asker gönderip, Rüknü’d-Devle’nin memurlarını kovup bütün dağlık bölgeleri ele geçirmiştir.
Rüknü’d-Devle, o zaman Şiraz’da bulunduğundan, bu durumdan haberdar olduğu anda hemen ileri giderek kardeşi Mu’izzü’d-Devle’ye emirname yazıp, Irak’a komşu olan yerlerden Horasanileri defedip kovmak üzere asker sevk etmesini bildirmiş olduğundan, Mu’izzü’d-Devle hemen Sebüktekin adlı teşrifatçısı ile Deylemî, Türk ve Araplardan oluşan büyük bir ordu sevk etti. Sebüktekin, Horasanilere galip gelerek Hamedan’ı zapt etti. Rüknü’d-Devle de askeriyle oraya geldi. Yanında çok miktarda asker toplandı. Fakat Mansur’un askeri daha fazla olduğundan, Hamedan üzerine yürümeye cesaret edemeyip İsfahan’a gitti. Rüknü’d-Devle de mevcut maiyetinde olan askerle o tarafa hareket etti. Aralarında nice günler şiddetli muharebeler vuku buldu. İki taraf da erzak yokluğundan şiddetli bir sıkıntıya düştü. Hatta Rüknü’d-Devle, kaçmayı düşünürken Mansur ondan evvel davranıp geceleyin çadırlarını terk ederek kaçmıştır.
Mu’izzü’d-Devle’nin Umman’ı İşgali
Daha önce açıklandığı üzere Mu’izzü’d-Devle, Basra’ya giderken çöl yolundan hareket etmesi nedeniyle Karâmita’nın itiraz etmelerini Umman Emiri Yusuf İbni Vecîh fırsat bilerek Karâmita’yı kendi tarafına çekip meylettirdi ve onlar da karadan kendisine yardım edince üç yüz kırk bir senesinde büyük bir donanma ve çok sayıda askerle gelip Basra’yı muhasara etti. Mu’izzu’d-Devle’nin Ehvaz’da bulunan veziri bu durumu haber aldığı gibi ileri gidip Basra’nın imdadına erişerek Ummanîleri bozguna uğrattı. İbni Vecîh kaçarken gemileri, mühimmat ve silahları hep Mu’izzü’d-Devle’nin askerine kalmıştır. Çok zaman geçmeden Yusuf İbni Vecîh vefat ederek hükûmeti Karâmita eline geçmiş ve daha sonra Mu’izzü’d-Devle, bir büyük donanma sevk ederek Umman’ı istila etmiştir.
Rüknü’d-Devle’nin Yine Horasan Başkomutanı ile Savaşması
Daha önce açıklandığı üzere Horasan Başkomutanı Mansur İbni Karatekin, Rüknü’d-Devle ile İsfahan’da meydana gelen muharebede kaçtıktan sonra çok vakit geçmeyip vefat edince ona halef olan eski Horasan Başkomutanı Ebu Ali İbni’l-Muhtac, Merv’de asker hazırlayarak, üç yüz kırk iki yılında Rey üzerine hareket etti. Rüknü’d- Devle’nin askerî gücü ona eşit olmadığından, Taberek Kalesi’nde mevzilenerek savunmaya karar verdiğinden Ebu Ali gelip onunla aylarca savaştı. Fakat zafer kazanamadı. Nihayet Rüknü’d-Devle’nin her yıl Samani emirine iki yüz bin altın vermesi koşuluyla barış yaptılar. Bunun üzerine Ebu Ali Horasan’a döndü. Fakat “Ebu Ali muharebede doğruluk ve içtenlik ile davranmadı.” diye Emir Nuh Samani’ye gammazlanınca Ebu Ali, Horasan başkomutanlığından alındı. O da gücenip Rüknü’d-Devle ile haberleşerek, üç yüz kırk üç yılında Rey’e geldi, Rüknü’d-Devle kendisine fevkalade ikramda bulundu.
Ebu Ali, Horasan’ın halife tarafından kendisine verilmesini istedi. Rüknü’d-Devle de kardeşi Mu’izzü’d-Devle’ye yazıp Horasan’ın Ebu Ali’ye verilmesi hakkında halife tarafından ferman getirtti. Ebu Ali, bu ferman ile Nişabur’a gitti. Halife Mutî Lillah adına hutbe okuttu ve Horasan’ı istila etti. İşte o esnada Nuh İbni Nasır-ı Samani öldü, yerine geçen oğlu Abdülmelik tarafından sevk olunan çok sayıda askere, Ebu Ali mukavemete güç yetiremeyip Rey’e geldi ve üç yüz otuz dört senesinde dâr-ı bekaya gitti. Ondan sonra da Horasan askerleri ile Rüknü’d-Devle arasında birçok muharebe vuku bulmuştur. O esnada Mu’izzü’d-Devle de Azerbaycan ve diğer taraflarda iç savaşlar ile meşguldü. Ve kendisini en çok uğraştıran İmran İbni Şahin idi.
İmran İbni Şahin’in Durumu
İmran İbni Şahin, Camide köyü ahalisinden olup pek çok suç ile itham olunduğundan, üç yüz otuz sekiz senesinde Batîha’ya iltica etmişti. Batîha dediğimiz Basra sazlıklarıdır ki Fırat Nehri taşınca Basra civarına kadar uzunluğu yirmi ve eni sekiz dokuz saatlik araziyi istila eder, birçok göl, ada, sazlık ve kamışlık ortaya çıkar, bu adalar arasında kayıklar yürür ve bazı Araplar bu adalarda sazlıklardan kulübeler yapıp otururlardı. İbni Şahin, cezalandırılmaktan kurtulmak için bu Batîha’ya sığındı. Balık ve su kuşlarını avlayarak geçinmekteyken, yanına balıkçılardan ve hırsızlardan birçok kişi toplanınca, bir dereceye kadar hükûmet memurlarına karşı durabilecek kadar kuvvete erişti.
Bununla birlikte hükûmet tarafından üzerine bir büyük kuvvet gönderilir korkusuyla Basra hükümdarı olan Ebu’l-Kasım El-Beridî’ye sığınmıştır. O da ona Camide ile Batîha Bölgesi’nin idaresini bırakmıştı. Bunun üzerine İmran İbni Şahin, askerini çoğaltıp silah tedarik ederek, Batîha’daki tepeler üzerinde hisar ve kuleler inşa etti. O bölgeye hâkim olup, gelip geçenlerden, hatta sultanın askerlerinden bile haraç almaya başladı. Asker ise malikâneleri olan köylere varmak için oralardan geçmeye muhtaç idi. Bundan dolayı Mu’izzü’d-Devle, Batîha üzerine tekrar tekrar veziri ile ordular sevk ettiyse de askeri bozguna uğrayarak çaresiz İmran İbni Şahin ile barışıp Batîha Bölgesi’ni ona bıraktı. İbni Şahin, ondan sonra vefatına kadar kırk sene Batîha’da ve havalisinde böyle başıboş, zorbalıkla hüküm sürmüştür.
Çeşitli Olaylar
Üç yüz otuz dokuz yılında İslam âlemi için mühim bir olay meydana gelmiştir. Şöyle ki yirmi iki sene evvel Karâmita güruhu, Hacer-i Esved’i Kâbe-i Mükerreme’den sökerek, hükûmet merkezleri olan Hecr beldesine götürmüşlerdi. Bu yıl onu Kûfe’ye getirdiler. Kûfe Mescidi’ne koyarak halka ziyaret ettirdiler ve sonra Mekke-i Mükerreme’ye götürdüler. Hemen esas makamına konuldu ve çevresine bir gümüş çember geçirildi.
Üç yüz kırk üç yılında Mu’izzü’d-Devle’nin adamlarıyla Mısırlılar Mekke-i Mükerreme’de muharebe etmiş, Mu’izzü’d-Devle tarafı galip gelmiştir. Mekke’de önce Rüknü’d-Devle, Mu’izzü’d-Devle, oğlu ve veliahdı olan Bahtiyar adlarına ve daha sonra Mısır hükümdarı olan İbni Togaç adına hutbe okunmuştur.
Üç yüz kırk dokuz yılında Türklerden iki yüz bin kadar çadır İslam ile müşerref oldu. Hârgâh, deriden yapılmış çadır ve oba demek olduğundan bir hârgâh bir hane halkı demektir. Bu kadar halkın bir defada İslam dinine girmeleri, İslam âleminde önemli olaylardandır. Fakat bunlar, bedevi ve vahşi topluluklar olduklarından, zorla ve yağma ederek mal alma gibi Müslüman’a yakışmayan hareketlerden de geri durmazlardı.
Üç yüz elli yılında Ebu’l-Abbas İbni Ebi’ş-Şevârib yıllık iki yüz bin dirhem vermek üzere başkadı tayin olundu. Para ile olaylar hakkında hüküm (kadılık) verme daha önce görülmemiş olup, bu çirkinlik ilk defa meydana geldiğinden, Halife Muti Lillah, huzuruna Ebu’l Abbas’ı kabul etmedi ve meclisine dâhil olmamasını emretti. Mu’izzü’d-Devle ise sonra belediye başkanlığını ve zaptiye bakanlığını da o şekilde belli bir ücrete bağlamıştır.
Üç yüz elli bir yılında Şia güruhu, Mu’izzü’d-Devle’nin emriyle Bağdat mescitlerinin kapıları üzerine, “Muaviye İbni Ebu Süfyan’a, Fatıma’dan Fedek’i zorla alana, Hasan’ın, dedesi Aleyhisselam’ın kabrinde defnolunmasına mâni olana, Ebu Zerr’i sürgüne gönderene ve Abbas’ı şûradan çıkarana Allah Teâlâ lanet eylesin!” diye yazdılar. Halife mağlup ve mahkûm olduğundan bir şey yapmaya muktedir değildi. Fakat ehlisünnetten bazıları geceleyin bu yazıları sildiklerinden, Mu’izzü’d-Devle yeniden yazdırmak isteyince veziri Mühellebi, silinen yazıların yerine “Allah, peygamber soyuna zulmedenlere lanet eylesin!” diye yazılıp, lanette Muaviye’den başkasının belirtilmemesini nasihat edince öyle yapıldı. Arkasından Basra’da ve Hamedan’da, halk arasında mezhep kavgasıyla fitne ortaya çıkarak pek çok adam ölmüştür.
Mağrip’in Durumu
Zenâte Kabilesi’nden Ebu Yezid Harici ki ehlisünneti tekfir edip, mal ve canlarını mübah sayan Nekkâriyye mezhebindendi. Batıl olan mezhebine o yörenin halkını davet ederek başına pek çok serseri toplamıştı. Üç yüz otuz üç yılında bazı beldeleri zapt etti. Kâim İbni Mehdi-i Ubeydî tarafından üzerine gönderilen askere galip gelerek Tunus’u istila ettikten sonra gelip Mehdiyye’de Kâim’i kuşatmış ve otuz dört yılında ondan vazgeçerek Kayrevan’a gitmişti. O esnada Kâim ölünce oğlu İsmail Mansur yerine geçti. Hazırladığı mükemmel bir ordu ile bizzat Kayrevan’a gidip, üç yüz otuz beş senesine kadar Ebu Yezid ile savaştı. Sonunda Ebu Yezid bozguna uğrayarak kaçınca Mansur onu takip ederek üç yüz otuz altı yılında Ebu Yezid Harici, yaralı olarak esir alındı ve öldü.
Mansur ise çalışkan ve çok gayretli bir adam olduğundan Ebu Yezid Harici sorununu bertaraf ettikten sonra deniz ve kara kuvvetlerini mükemmelleştirmek için gayret etmiştir. Sicilya Adası’nda Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında savaş devam etmekte olup Hristiyanlar, Konstantiniye kayserinden yardım istediler. Kayser tarafından çok sayıda asker gönderildiği gibi Mansur da Afrika’dan Sicilya’ya mükemmel bir ordu gönderdiğinden üç yüz kırk yılında yapılan muharebede Rumlar bozguna uğrayarak İslam askeri muzaffer olmuştur.
Üç yüz kırk bir yılında Mansur vefat edip yerine oğlu El-Mu’izz Lidinillah hilafet tahtına geçmiştir. Aşiretlerin başlarına buyruk olanlarını davet edip gönüllerini alarak, Berberi kavmini taltif ederek hayli kuvvet kazanmıştır. Deniz ve kara kuvvetlerini geliştirerek gazalar yapmakta, Endülüs Emiri Abdurrahman-ı Emevi ile yarış etmekteydi. Fakat mezhepçe aralarında nefret ve ayrılık olduğundan, biri diğerinin aleyhinde bulunuyordu. Üç yüz kırk dört senesinde aralarında birçok deniz savaşı meydana gelmiştir.
Üç yüz kırk beş yılında da Mansur’un bir büyük donanması ile Sicilya emiri Rum diyarına gaza etmiştir.
Sicilmase Emiri Muhammed İbni Vâsûl bir zamandan beri Şakir Lillah ve emirü’l-müminin unvanını alıp kendi adına para bastırmakta olduğundan, Mansur üç yüz kırk yedi senesinde Rum kölelerinden Cevher’i başkomutan atayarak bir büyük ordu ile Garb-ı Aksa’ya göndermişti. Cevher, bütün savaşlarda muzaffer olarak İbni Vâsûl’u tutmuş ve Atlas Okyanusu sahiline kadar gitmiştir. Kısacası Afrika’da Ubeydiyye Devleti önemli bir güç ve kuvvet kazanmıştır.
İleri Gelenlerin Vefatı
Üç yüz otuz beş yılında âlim ve Arap bilginlerinden, meşhur eserler yazmış Ebu Bekiri’s-Savlî vefat etti. Üç yüz otuz dokuz yılında da nahiv ilminin ünlü bilginlerinden Zeccâc’ın ömür şişesi kırıldı, vefat etti. Rahmetullahi aleyhimâ.
Yine bu yıl İslam filozoflarının en büyüğü olan Ebu Nasır Farabi, hayat defterini dürdü. Farab köyünde doğmuş bir Türk idi. Türkçeden başka bazı dilleri bildiği hâlde Bağdat’a gelip güzel Arapça tahsil ettikten sonra felsefe ilimleri ile meşgul oldu. Mantık ilminde mahir olan meşhur Hakim Ebu Bişr Meta İbni Yunus’un dersine devam etti. Sonra Harran’a gidip Muktedir’in hilafet günlerinde vefat eden Yuhanna İbni Haylân adlı Hristiyan filozoftan ders aldı. Sonra Bağdat’a gelip felsefe ilimlerini tamamladı, Aristo’nun kitaplarını açıkladı ve yazdı. Musiki ilminde maharet kazandı. Eserlerinin çoğunu Bağdat’ta tamamladı. Sonra Şam’a gitti, oradan Mısır’a geçti ve dönüp Şam’a geldi. Türk elbisesi giyip kıyafetini asla değiştirmedi. Bir gün Seyfu’d-Devle meclisinde Şam’ın faziletlileri toplanmış olduğu hâlde yapılan sohbet ve konuşmalarda onun sözü üstün ve diğerlerinin sözleri alt olunca ondan sonra herkes susmayı tercih ederek onun sözlerini yazmaya başladılar. Farabi ise Şam’da kalmayı ve yalnızlığa çekilmeyi tercih ederek daima bahçelerde ve akarsu kenarlarında oturur ve dünya işlerinden uzak dururdu. Seyfu’d-Devle tarafından tahsis olunan günlük dört dirhem ile yetinirdi. Seksen yaşında iken üç yüz otuz dokuz senesinde dâr-ı bekaya göçtü. Gufire lehû.
Mantık ilminin mucidi olan Aristo’ya “Muallim-i Evvel” denildiği gibi bu ilmi Arap dilinde en güzel açıklayan Farabi’ye de “Muallim-i Sânî” denilmişti. Sonra felsefi ilimleri bir mertebe daha araştırıp zenginleştiren İbni Sina’ya da “Muallim-i Sâlis” denilmiştir.
Üç yüz kırk yılında Hanefi mezhebinin fakihlerinden meşhur Ebu’l-Hasan El-Kerhî vefat etti. Fazlasıyla abit bir zat olup ancak amelde Hanefi mezhebinde olduğu hâlde itikatta Mutezile mezhebinde idi.
Mütenebbî diye bilinen meşhur Şair Ahmed İbni’l-Hüseyin ki bir aralık Semâve Çölü’nde peygamberlik davasına kalkarak başına Beni Kelb’den pek çok kişiyi toplamış olduğundan, Mısır ve Şam Emiri İhşid’in Humus’ta vekili olan Lü’lü onun üzerine gidip topluluğunu perişan ve kendisini esir etmişti. Bunun üzerine Mütenebbî, tövbe ve istiğfar ederek kurtulup Seyfu’d-Devle İbni Hâmdân’ın yanına ve oradan Mısır’a varıp Kâfûr İhşidî’yi methetmeye başladı. Üç yüz elli tarihinde onu hicvedip yanından uzaklaşarak, Fars Emiri Adudu’d-Devle’nin yanına gelmiş ve onu methettikten sonra üç yüz elli dört yılında Kûfe’ye döndüğü sırada, yolda giderken çöl Arapları onu ve oğlunu öldürüp mallarını gasp etmişlerdir.
Üç yüz elli altı yılında “Kitab-ı Agânî” ve birçok eserin sahibi Ebu’l-Ferec El-İsfahanî bu fânilik meclisini terk etti.
Rüknü’d-Devle’nin veziri olan Ebu’l-Fadl İbnu’l-Amîd, üç yüz elli dokuz yılında ahiret yolculuğuna çıktı. Nadir bulunan bir zat idi. Güzel tedbir almada, siyasette, devlet işlerinde, yazışmada ve edebî yazılarda başkalarının ulaşamayacağı üstün özellikle ve kendisinde toplanmış olan pek çok faziletler başkasında toplanmamıştır. Birçok ilimde mahir idi. Hem de şeci ve bahadır idi. Her hâlükârda Rüknü’d-Devle’nin yüzünü ağartmış ve oğlu Adudu’d-Devle’ye devlet idaresini, ilim ve âlimleri sevip saymasını o öğretmiş idi. Doğrusu yerini boş bırakıp gitti. Fakat ileride kendi yerini tutacak bir zat yetiştirmişti ki bu kişi Ebu’l-Kasım İbni Ubbâd olup, İbni Amîd’in sohbet ve gözetiminde bulunduğundan ona “Sahib-i Vezir” derlerdi. Ve sonra “Sahib İbni Ubbâd” diye bilinmiştir. Bu da Müeyyidü’d-Devle’nin bütün işlerini düzeltmiştir. Sahib, veziriazam olarak vefatına kadar Rüknü’d-Devle’nin oğullarına pek güzel hizmet etmiştir. İbnu’l-Amîd’in en büyük hizmetlerinden biri devletine bir vezir yetiştirmektir.
Vefat Eden Melikler
Üç yüz otuz dört yılında Mısır ve Şam emiri olan İhşid İbni Togaç Şam’da iken dâr-ı bekaya göç edince yerine oğlu Ebu’l-Kasım Enûcûr geçirildi. Fakat küçük olması nedeniyle babasının zenci kölesi ve en ileri gelen komutanı olan Kâfûr adlı hadım ağa, saltanatın vâsisi olup devlet idaresi onun elinde kaldı. Hemen Enûcûr’u alıp Mısır’a götürdü. Halep Emiri Seyfu’d-Devle İbni Hâmdân İhşid’in vefatını işittiği zaman askerle varıp Şam’ı istila ettiyse de arkasından Kâfûr gelip Şam’ı geri almıştır.
Üç yüz kırk dokuz yılında Enûcûr vefat edip yerine kardeşi Ali İbni İhşid tahta oturtuldu. Fakat o da küçük olduğundan Mısır Devleti eskiden olduğu gibi Kâfûr’un elinde kaldı.
Üç yüz elli yılında Endülüs emiri olan Abdurrahman En-Nasır vefat edince oğlu Hâkim’e biat edilip Müstansır diye lakap verildi. Yine bu sene Horasan ve Maveraünnehir emiri olan Abdülmelik İbni Nuh Samani vefat etti. Yerine kardeşi Mansur İbni Nuh tahta geçti.
Önceden geçtiği gibi Mısır emiri olan Ali İbni İhşid üç yüz elli beş yılında vefat etti. Kâfûr, Mısır emîrliğinde tamamen bağımsız kaldı. Pek siyah bir hadım ağa olup vaktiyle İhşid onu on sekiz altına satın almıştı. Sonra adı Mısır, Şam, Hicaz ve Mekke minberlerinde zikredilir oldu.
Şöyle ki İhşid’in vefatında oğulları küçük olduğundan, İhşid Devleti’ni Kâfûr onların adına güzelce idare etmeye muvaffak oldu. Onların vefatından sonra Mısır saltanatı müstakil kaldı. Onun hakkında Mütenebbî’nin güzel övgüleri vardır.
Üç yüz elli altı yılı safer ayında Halep Emiri Seyfu’d-Devle İbni Hâmdân vefat edince, yerine Şerif Ebu’l-Maâlî diye lakap verilen oğlu Sa’du’d-Devle geçti. İki sene sonra Seyfu’d-Devle’nin kölesi Fer’aveyh, efendisinin oğlu olan Ebu’l-Maâlî’ye isyan ederek Halep’i zapt etti. Fakat bir sene sonra aşağıda açıklanacağı gibi Rumlar Halep’te Fer’aveyh’i muhasara etmişlerdir. Yine üç yüz elli altı yılı rebiülahirinin on üçüncü günü Irak Emiri Mu’izzü’d-Devle İbni Büveyh vefat edince yerine oğlu İzzeddin Bahtiyar tahta geçti. Mu’izzü’d-Devle’nin vefat haberi Umman’a ulaşınca oradaki komutan Umman beldesini Fars emiri olan Adudu’d-Devle İbni Rüknü’d-Devle’nin memurlarına teslim etmiştir. Yine bu sene Kirman Emiri Ebu Ali İbni İlyas vefat etti ve evladı arasında rekabet ortaya çıkınca Fars Emiri Adudu’d-Devle İbni Rüknü’d-Devle, Kirman Bölgesi’ni zapt etmiştir.
Musul Emiri Nasıru’d-Devle İbni Hâmdân ihtiyarlayıp mizaç olarak sinirli hâle gelince evladını ve devlet büyüklerini sıkıştırıp onlara karşı haşin ve sert davranır oldu. Onlar da kendisinin aleyhine davrandılar. Oğlu Ebu Tağlib üç yüz elli altı yılında babası Nasıru’d-Devle’yi tutup hapsetmişse de kardeşlerinden bazıları bu konuda muhalif bulunduklarından, birbirleriyle vuruşurken Nasıru’d-Devle hapiste vefat etmiştir. Oğulları birbirleriyle muharebeye devam etmişler ancak Ebu Tağlib, diğer biraderlerine galip gelmiştir.
Yine üç yüz elli altı yılında Mısır ve Şam emiri olan Kâfûr vefat ettiğinde yerine Ali İbni İhşid’in oğlu Ebu’l-Fevâris Ahmed tahta geçirildiyse de fikirler ve görüşler farklı olduğundan ve idare işlerinde farklı düşünceler bulunduğundan Mısır’ın durumu karıştı.
Afrika Emiri Mu’izz Alevi, bu durumu öğrenince babasının Rum kölelerinden Cevher adlı komutanı bir büyük ordu ile Mısır’a sevk etti. Üç yüz elli sekiz yılında Cevher henüz Mısır’a ulaşır ulaşmaz İhşidiyye askerleri firar edince Cevher hemen Kahire civarında ordusunu kurdu. Kahire şehrinin imarına ve Mu’izz Alevi adına hutbe okutmaya başladı. Daha sonra ezanda Şiilerin usulü üzere “Hayya alâ hayri’l-amel.” denmeye ve namazlarda besmele yüksek sesle okunmaya başlanmıştır. Cevher, Mısır’da yerleşince bir ordu göndererek Şam beldelerini istila etmiştir.
Yukarıda geçtiği gibi Seyfu’d-Devle’nin vefatında yerine oğlu Ebu’l-Maâlî tahta geçmişken, Seyfu’d-Devle’nin kölesi Fer’aveyh, efendisinin oğluna isyan ederek zorbalıkla Halep’i ele geçirmiş ise de bir taraftan Rumların devam eden hücumları, diğer taraftan Mısır askerlerinin işgal gayesi güden hareketleri arasında şaşırmış vaziyette kalmıştır. Humus’ta bulunan Ebu’l-Maâlî’ye baş eğerek, üç yüz elli dokuz yılında Ebu’l-Maâlî adına Halep’te hutbe okuttu. Onunla beraber bu sene gerek Halep’te ve gerek Humus’ta Mu’izz Alevi adına da hutbe okunmuştur. Yine bu sene Mekke-i Mükerreme’de ve Medine dışında Halife Mutî adına hutbe okunmuşsa da Medine-i Münevvere’nin içinde Mu’izz Alevi adına hutbe okunmuştur.
Ubeydiyye Devleti’nin kuruluşu sıralarında Karâmita güruhu, halkı Ubeydî halifesi adına davet etmişken sonra aralarına benlik davası girdi. Hele Mu’izz Alevi’nin Mısır ve Şam’ı istila etmesi üzerine Karâmita onu kıskanarak, üç yüz altmış yılı içinde Şam’ı istila ettikten sonra Mısır’a geldi. Ayn-ı Şems’te ordu kurup Cevher ile savaştılar. Önceleri galip geldilerse de sonra mağlup olarak Şam tarafına geri döndüler.
Mu’izz Alevi ise o esnada Afrika ve Trablusgarp vilayetlerine ve Sicilya Adası’na başka başka valiler atamış; saray halkını, aydınları, devlet adamlarını, özel askerlerini, baba ve dedelerinin tabutlarını yanına alarak hareket etmişti. Üç yüz altmış iki yılı içinde İskenderiye’ye ulaştı. Oradan yukarı hareketle ramazan ayında, Cevher’in yeniden inşa ettirmiş olduğu Mısır’ın Kahire şehrine girdi. Sonrasında Afrika yönünde nice ihtilaller ve muharebeler meydana geldi. Altmış üç senesinde Karâmita, Mısır üzerine hücum ederek, Mu’izz ile şiddetli muharebe ettiyse de işin sonunda bozuldu. Çoğu öldürülmüş olup kılıç artıklarını da takip için Mu’izz Alevi tarafından on bin gözde süvari göderildi. Karâmita, Şam diyarında duramayıp Lahsa’ya ve Katîf’e kadar kaçıp gittiler. Bunun üzerine Mu’izz’in askeri Şam’ı ele geçirmiş ve bu yıl Mekke’de de Mu’izz’in adına hutbe okunmuştur.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.