Kitabı oku: «Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa II. Cilt», sayfa 8
Bazı Ölümler
Dört İmam’dan İmam Şafii Hazretleri, yüz yetmiş beş hicri yılında Bağdat’a gelince pek çok insan onun mezhebine girmişti. Ve o zaman İmam Ahmed İbni Hanbel de onun talebesi olup ondan ders almıştı. Ondan sonra Medine’ye dönüp arkasından, yüz yetmiş sekiz senesinde yine Bağdat’a geldi. Fakat çok durmayıp Mısır’a gitti. Orada talim ve tedris ile meşgulken iki yüz dört senesinde beka âlemine gitti. Rahimehullahü rahmeten vasi’an.
Yine bu sene İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin talebelerinden ve meşhur fakihlerden Hasan İbni Ziyad Hazretleri ve meşhur muhaddislerden, “Müsned”in meşhur müellifi olan Ebu Davud et-Teyalisî (r.a.) vefat ettiler.
Hicret’in İki Yüz Beşinci Yılındaki Olaylar
Memun iki yüz beş yılında Tahir İbni Hüseyin’i zaptiye nazırı ve oğlu Abdullah İbni Tahir’i Rakka valisi yaptı. Fakat Tahir, Emin’in katili olduğundan Memun onu gördüğünde kardeşi hatırına gelerek gözleri yaş ile doluyordu. Tahir de bunu hissederek muzdarip oluyordu. Bunun üzerine Memun onu Horasan valisi olarak atadı. O da zilkade ayı sonlarında Horasan’a gitti. Ondan sonra Memun, Abdullah İbni Tahir’i kardeşinin yerine zaptiye nazırı olarak atadıktan sonra iki yüz altı senesinde Rakka’dan Mısır’a kadar olan memleketleri Abdullah İbni Tahir’e vererek onu Nasır İbni Akilî üzerine memur etti.
Tahir gayet yiğit ve tedbirli bir adam olup doğu taraflarını emniyet altına aldı. Fakat icraatında istibdat ile işleri yürütürdü. Ondan sonra Horasan Eyaleti “evladiyet” yoluyla büyükten büyüğe geçen bir muhtariyetle idare olunan bir vilayet olup diğerlerine kötü örnek olmuştur.
Ebu Müslüm’in Horasan’da silah arkadaşlarından olup, yüz kırk sekiz senesinde İfrikiyye valisi olan Ağlebi Temîmi’nin evladı da daha sonraları ısrarla hücum ederek Sicilya Adası’nı da zapt etmişlerdir.
Memun iki yüz üç yılında Ziyad İbni Ebih evladından Muhammed İbni İbrahim’i Yemen tarafına memur etmiştir. Muhammed gidip çok savaşlar yaparak, Yemen’in Tehame kısmını fethederek, iki yüz dört senesinde Zebîd şehrini kurmuş ve iki yüz beş senesinde azatlısı Cafer’i birçok hediye ile Memun’a göndermişti. Cafer, işbu iki yüz altı senesinde Memun tarafından iki bin süvari ile Yemen’e geri gönderildi. Bu Cafer dâhilerden ve iktidar sahibi bir zat olup onun himmetiyle Yemen’de Beni Ziyad Devleti kurulmuş ve iki yüz seneden fazla devam etmiştir.
İki yüz yedi yılında Ali İbni Ebu Talib (r.a.) Hazretleri’nin oğlu Ömer’in torunlarından Abdurrahman adlı zat da Yemen’de bulunan Ak şehrinde ortaya çıkarak halkı, Âl-i Muhammed’de rızaya davet edip, Yemen’deki memurların kötü ahlaklarından bezmiş olan halk da ona biat ediverdiler. Fakat Memun bu keyfiyetten haberdar olunca Yemen’e bir büyük ordu gönderdi ve Abdurrahman çaresiz aman dileyerek Bağdat’a geldi. Bu yıl Horasan Valisi Tahir ölünce yerine oğlu Talha, Horasan valisi olmuştur.
Abdullah İbni Tahir, uzun zamandan beri Nasır-ı Akilî’yi Keyusum Kalesi’nde kuşatıp zorlayınca Nasır nihayet iki yüz dokuz senesinde aman diledi. Abdullah da ona aman verdi ve onu Bağdat’a gönderdi. Keyusum Kalesi’ni yıktı. Abdullah İbni Tahir, geçtiği gibi Nasır-ı Akilî işiyle meşgulken, Mısır’da Abdullah İbni Serrâ isyan etmiş ve Endülüs’ten deniz yoluyla bir grup gelip İskenderiye’yi zapt etmişti. Nasır’ın işi bertaraf olduktan sonra Abdullah İbni Tahir iki yüz on senesinde Mısır tarafına yöneldi. İbni Serrâ’ya üstün gelerek onu Mısır’da muhasara etti ve İbni Serrâ aman dileyerek teslim oldu. İbni Tahir onu Bağdat’a gönderdi. Daha sonra İskenderiye’ye vardı. Endülüslüleri kovarak İskenderiye’yi zapt etti ve Mısır’a gereği gibi nizam verdi. Batı bölgesi ise savaş ve boğazlaşmadan kurtulmuş değildi. Memun’un Bağdat’a gelişinden önce kaçıp saklanmış olan İbrahim İbni’l-Mehdi bu sene kadın kılığında, iki kadın ile birlikte giderken tutuldu. Memun’un huzuruna getirildi. Memun onu affederek ikramda bulundu.
İki yüz on bir yılında Yemen’de asiler ortaya çıkınca, iki yüz on iki senesinde Memun o tarafa asker sevkine mecbur olmuştur. Deylem Bölgesi’nde ortaya çıkan Babek-i Hürremî sorunu henüz bertaraf edilmediği hâlde Musul’da da Züreyk adındaki asi galip gelince Memun bu sene o tarafa da kâfi derecede asker göndermiştir.
Özetle Emin’in idamı üzerine hükûmetin bağları çözülmüş olarak doğuda ve batıda ihtilaller ve savaşlar devam ederken Memun bu çözülmüş düğümleri bağlamaya çalışmakta idi. Aleviler yer yer ortaya çıkarak imamet davası için ayaklanmaktaydılar. Fakat gariptir ki Mansur zamanından beri ilim ve fenlerin terakki yolunda aldığı hız kesilmeyip bunca iç sıkıntılar arasında ilmî ilerleyişler devam etmekteydi. Hele Memun’un zamanında peyderpey Yunanca kitaplar Arapçaya tercüme edilerek İslam memleketlerinde hikmet ve felsefe ilimleri pek fazla revaç buldu. Memun fıkıh ve edebiyat ilminde derin bir bilgiye sahip iken sonra hikmet ilmine yöneldi. Bu ilimlerde de mahir oldu. Fakat akli ilimlerde böyle ilerledikçe ehlisünnet dışındaki Mutezile mezhebi de evvelkinden fazla yayıldı.
Mutezile, “Kul, fiilinin halikidir (yaratıcısıdır) ve Kur’an mahluktur.” demek gibi nice bozuk inanç çıkarmakla buna benzer yanlış fikirlerini, felsefi delillerle kuvvetlendirmek için felsefi ilimlere dalıp, “halk-ı Kur’an” bahsinde Memun da onların yoluna girdi. Zaten Aleviliğe meyilli olup Aleviler ile Abbasiler arasına girmiş olan düşmanlığın giderilmesinin gerekli olduğunu düşündüğünden imamet bahsinde Mufaddıle mezhebini seçmiş ve Mutezile ile Şia arasında bir yol tutmuştu. İki yüz on bir senesinde, “Her kim Muaviye’yi hayır ile anar yahut onu ashab-ı kiramdan birinin üzerine tafdil ederse ben ondan beriyim.” diye tellallar vasıtasıyla ilan ettirdi. İki yüz on iki senesinin rebiülevvelinde “halk-ı Kur’an” meselesini meydana çıkardı. Hazreti Ali’yi bütün sahabenin üzerine tafdil (üstün) kılarak, “Resul-ü Ekrem’den (s.a.v.) sonra insanların efdali Ali’dir.” dedi.
İmam Şafii Hazretleri, gerek Bağdat’ta gerek Mısır’da Mutezile ile çok tartışmış idi. Bu konuda dermiş ki: “Cenab-ı Bâri âlemi ancak ‘Kün.’5 emriyle halk etti. ‘Kün’ mahluk olunca Kur’an’ın da mahluk ile halk olunmuş bir mahluk olması lazım gelir.”
Memun, önceleri “nikâh-ı muta”nın (geçici nikâh) da helal oluşuna inanırken Bağdat kadılarının başı Yahya İbni Ektem onu bu fikirden vazgeçirmiştir.
Şöyle ki Memun bir gün bazı nedimleriyle muta meselesini mevzu bahis ederek, “Muta, zaman-ı saadette ve ahd-i Ebu Bekir-i Sıddık’ta cari idi. Onu kim menetmiş?” diye hararetli hararetli söylenirken Yahya İbni Ektem, asık suratla içeri girdi. Memun, “Ya Yahya! Yüzündeki değişme neden?” dedi. Yahya, “Zinanın helalliğine dair söz işittiğimden dolayı hasıl olan gam ve kederden…” deyince Memun, “Zina mı?” diye sordu. Yahya, “Evet, ya emirü’l-müminin, muta zinadır.” demiş ve Memun, “Ne ile sabit?” dediğinde Yahya, “Kitap ve sünnet ile…” diyerek “Kad eflâha’l-müminun Suresi”nin, “İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânühüm feinnehüm gayru melûmîne. Femeni’b-teğa verâe zâlike feülâike hümü’l-âdûn.” ayetini okuyup, “Ya emirü’l-müminin! Zevce-i muta, mülk-i yemini mi, yani odalık cariye midir?” diye sormuş. Memun, “Hayır.” diye cevap vermiş ve Yahya, “Vârise veya mevrûse bir zevce midir?” diye sormuş. Memun yine “Hayır.” demiş. Yahya, Kur’an’ı bu şekilde açıkladıktan sonra, “İşte Zührî, Muhammed İbni Hanife’nin oğulları Abdullah ve Hasan’dan, onlar da babalarından, o da babası Ali İbni Ebu Talib’den rivayet edip Hazreti Ali buyurmuş ki: ‘Resul-ü Ekrem (s.a.v.) nikâh-ı mutaya ruhsat vermiş iken onu haram ve yasak kılarak duyurmamı bana emretti.’ ” deyince Memun, “Zührî’den bu rivayet mahfuz mu?” diye sormuş. Yahya, “Evet, bu hadisi ondan bir cemaat rivayet etti ki onlardan biri İmam Malik’tir.” deyince Memun, istiğfar ve mutanın yasaklanmasına hemen başlamış. Ama halk-ı Kur’an meselesinde kendi bozuk itikadı üzere sabit kaldı.
Talha İbni Tahir’in vefatı üzerine Horasan vilayetini, kardeşi Abdullah İbni Tahir’e teveccüh etmekle küçük kardeşi Ali İbni Tahir onun tarafından vekillikle işlerin idaresine kalkışmış olduğundan Memun, Abdullah İbni Tahir’i Mısır’dan getirterek Mısır ve Şam eyaletlerini kardeşi Mutasım İbni Reşid’e, El-Cezire ve Avâsım eyaletlerini kendi oğlu Abbas’a verdi. Babek-i Hürremî üzerine gönderilen gruplar perişan olunca Abdullah İbni Tahir’i onun üzerine memur etti. Fakat Abdullah, Dinever’de askerin techizatı ile meşgulken Sabur’da ihlal zuhur ettiğinden, Memun’un emriyle Abdullah hemen Horasan’a gitmiştir. Memun da ileride anlatılacağı üzere Bizans şehirlerine sefer etmiştir.
Hicret’in İki Yüz On Beşinci Yılındaki Olaylar
Memun Bizans’a gaza etmek üzere iki yüz on beş senesi muharreminde Bağdat’tan çıktı. Merhum Tahir İbni Hüseyin’in amcasının oğlu olan İshak İbni İbrahim İbni Mus’ab’ı Bağdat kaymakamı olarak atadı. Tikrit’e geldiğinde halkın teveccühüne mazhar olan Muhammed İbni Ali Rıza gelip Memun ile görüştü. Memun ona ikram ve ihtiram ederek pek çok hediye ihsan etti ve önceden nikâh etmiş olduğu kızı Ümmü’l-Fadl ile evlenme işlerini yaptı. Bundan sonra Tikrit’ten hareket edip Musul, Menbic, Antakya, Massîsa yoluyla Tarsus’a geldi. Oradan cemaziyelevvel ayı içinde Bizans’a girdi. Pek çok kale fethettikten sonra döndü.
İki yüz on altı yılında Memun yine Anadolu’ya gaza etti. Ganimetle dönerek Keysûm üzerinden Şam’a ve oradan Mısır’a gitti.
Geçen sene pek çok eserin sahibi meşhur Esmai ve bu sene Emin’in annesi olan Seyyide Zübeyde vefat etmişlerdir. Rahmetullahi aleyhima.
Memun’un Mısır’a ulaşması iki yüz on yedi yılı muharreminde idi. Bazı icraatlardan sonra dönerek yine Anadolu’ya gaza etti. Kayser, barış istediği için onunla haberleşildiyse de barış karara bağlanamadı.
İki yüz on sekiz yılında Memun, Bağdat’taki kaymakamı İshak İbni İbrahim’e emirname gönderdi, Kadılar ve fakihleri toplayarak onları imtihan et, Kur’an mahluk-i muhdestir6 diye ikrar edenleri serbest bırak, kabul etmeyenlerin söylediklerini kayda alıp bana gönder, diye emretti. İshak, hemen kadıların başı Beşir İbni Velidi’l-Kindi, Mukaatil, Ahmed İbni Hanbel, Kuteybe ile diğer kadıları toplayıp getirerek, Memun’un emirnamesini onlara okudu. Ondan sonra Beşir İbni’l-Velid’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” dediğinde Beşir, “Kur’an-ı Kerim kelamullahtır.” dedi ve İshak, “Ben onu sormuyorum. Mahluk mudur diyorum.” dediğinde yine başka mana veren cevaplar verip açıkça “Kur’an mahluktur.” sözünü söylemekten çekindi. İshak, kâtibe emredip onun sözlerini zapt ettirdi. Diğerlerine sordu. Onlar da bu yolda tevilli cevaplar verdiler.
Fakat Ahmed İbni Hanbel’e, “Kur’an hakkında ne dersin?” diye sorduğunda, “Kelamullah’tır.” dedi ve “Mahluk mudur?” dediğinde, “Kelamullahtır diyorum, fazla söz katamam.” dedikten sonra İshak, “Semi ve Basar’ın manası nasıldır?” diye sordu. Ahmed bin Han-bel, “Cenabıhak kendini nasıl vasfettiyse öyledir.” diye cevap verdi ve İshak, “Peki ya manası nedir?” dediğinde yine evvelki sözünü tekrar etti. Daha sonra İshak diğerlerine sorduğunda her biri birer tevilli şekil ile konuyu uzattılar. İshak hepsinin ifadesini kayda alarak Memun’a arz etti. Memun’dan gelen cevapta, “Halk-ı Kur’an’a ikna olmayanları zincire vurulmuş oldukları hâlde, muhafaza altında bana gönder.” diye emretti.
İshak, onları toplayarak durumu ifade ettikten sonra çoğu çaresiz olarak Kur’an’ın mahluk olduğunu ikrar etti. Ancak İmam Ahmed İbni Hanbel, Muhammed İbni Nuh, Secâve ve Kavâriri bunu ikrar etmediklerinden İshak dördünü de zincire vurdu. Tekrar sorduğunda Secâve ile Kavâriri, halk-ı Kur’an’a ikna olunca İshak onları salıverdi. Ama İmam Ahmed ile Muhammed İbni Nuh sözlerinde ısrar edince onları zincire vurulmuş oldukları hâlde Tarsus tarafına gönderdi. Fakat Rakka’ya geldiklerinde Memun’un vefatı haberi gelince Bağdat’a geri dönmüşlerdir.
Çünkü iki yüz on sekiz senesinin cemaziyelahirinin ortalarında Memun, Anadolu’da bulunan Bedendun Irmağı kenarında iken hasta olup recebin on sekizinde vefat etmiştir. Kardeşi Mutasım ile oğlu Abbas onu Tarsus’a götürüp orada defnettiler. Hilafet süresi yirmi sene, beş ay, küsur gündür. Vefatında yaşı kırk sekize varmıştı. Aleviliğe meyletmişti, hatta Fedec köyü gelirini evlad-ı Fatıma’ya tahsis etmiş ve evlad-ı Fatıma’dan müstahak olanlara pay etmek üzere onu Yahya İbni Hasan İbni Zeyd İbni Ali İbni Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib’e teslim etmişti.
Memun, çok düzgün konuşan biri idi. Abbasi halifelerinin en bilgini idi. İmam-ı Suyûti der ki: “Memun, kesin karar sahibi, azim, sabır, ilim, heybet, şecaat, efendilik, cömertlik, görüş ve zekâca Beni Abbas’ın efdali olup, çok güzel tarafları vardı, halk-ı Kur’an konusuyla insanların başına bela olmasaydı…”
Âlimlerin en büyüklerinden ve Memun’un nedimlerinden meşhur Yahya İbni Ektem demiş ki: “Memun gibi ekmel ve ekrem bir adam görmedim.” Afaallahu anhu ve gufireleh.
Memun, yukarıda olduğu gibi vefat edince vasiyeti gereğince kardeşi Mutasım Tarsus’ta hilafet ve saltanat tahtına oturduktan sonra oradan hareketle ramazanın ilk gününde Bağdat’a vardı. İki yüz on dokuz yılında Muhammed İbni Kasım İbni Ömer İbni Ali İbni’l-Hüseyin İbni Ali İbni Ebu Talib, Horasan’da Tâlikan nahiyesinde ortaya çıkıp, Şia halkı arasında bilinen “Âl-i Muhammed’de rızaya biat…” şeklindeki belirsiz ibareyle davet etti. Başına pek çok halk toplandı. Horasan Valisi Abdullah İbni Tahir’in askerleriyle pek çok muharebe etti. Fakat sonunda topluluğu dağıldı. Kendisi de tutuldu, Bağdat’a gönderildi. Mutasım onu “Büyük Mesrûr” diye bilinen Hâdim’in yanında hapsetti. Fakat Ramazan Bayramı gecesi firar ederek kayboldu.
Mutasım’ın ilmi yoktu. Lakin itikatta kardeşi Memun’u taklit ederdi. Bu yıl İmam Ahmed İbni Hanbel Hazretleri’ni getirip imtihan etti. İmam Hazretleri, Kur’an’ın mahlukiyyetine ikna olmadığından, Mu-tasım onu o kadar dövdürdü ki mecalsiz kaldı. Etleri parça parça oldu. Yine sözünde sabit kaldı, o hâlde Mutasım onu hapsettirdi.
Daha önce açıklandığı üzere Mansur zamanında Acemlere ve Türklere çok itibar edilir oldu. Memun’un annesi Türk asıllı bir cariye olduğundan, Türklere daha çok itibar ediyor, onlar da kendisini kız kardeşlerinin oğlu bilerek uğrunda canlarını ve başlarını feda ediyorlardı. Mutasım ise Mısır’da bir sınıf asker hazırlayarak onlara “Megâribe” ismini verdiği gibi Semerkant halkından, Eşrûsene ve Fergana’dan bir sınıf asker hazırlayarak onlara da “Ferâgine” ismini verip askerî birliklerin sayısını arttırdı. Beş altı bin kadar Türk kölesi salınmış, bunlar sokaklarda çekinmeden at koşturup ara sıra çocuk ve kadınlara çarptıklarından insanlar da onları tutup döverlerdi. Bu şekilde bazen dövüşme ve vuruşma gibi suçlar vuku bularak şikâyetler çoğaldı. Bağdat’ta bulunan askerî sınıflar ise onların aleyhinde olduklarından, bir gün bu kölemenlerin üzerine hücum edip saldırmalarından korkulur oldu. Bunun üzerine Mutasım iki yüz yirmi bir yılında “gören sevinir” anlamına gelen “Samerra” beldesinin imarına başlayıp, bitiminde kölemenlerini oraya nakletmiş ve bu şehir kendilerinden sonrakilere de başkent olmuştur.
Türkler, valilik ve komutanlık gibi işlerde görevlendirilip halifenin divanına dâhil değillerken, Mutasım zamanında divana da dâhil olarak devlet büyükleri arasına geçtiler. Ondan sonra en mühim işlerde Türk isimleri söylenmeye başlanmıştır.
Babekilerin Sonu
Yukarıda açıklandığı üzere iki yüz bir yılında, Cavidaniyye içinde ortaya çıkan Babek-i Hürremî, Erdebil ile Zencan arasındaki kaleleri yıkmış, hükûmet merkezi olan Bezz beldesi ise çok engelli, sarp bir mevki olduğundan defalarca üzerine sevk olunan asker bozguna uğramış, batıl mezhep gittikçe genişlemişti. İki yüz on sekiz yılı içinde İran halkından pek çok kişi onun batıl mezhebine girerek Hamedan civarında ordu kurmuş idi. Mutasım, ordu ile Tarsus’tan Irak’a varışında Babek üzerine bir büyük ordu gönderdi. Muharebede Babek’in altmış bin kadar adamı öldü. Fakat kendisi yakalanamayıp yine etrafa çeteler göndererek, tecavüz ve hücum etmekte idi. Mutasım, tekrar üzerine büyük bir askerî birlik gönderip Erdebil ile Zencan arasında Babek’in yıktığı kaleleri tamir edip içlerine muhafızlar yerleştirerek Erdebil yolunu muhafaza altına aldı. Böylece kafileler kaleden kaleye askerle gidip gelmeye başladılar.
Azerbaycan vilayetinde Tavaif hükümdarlarından, Şahî adlı kalede oturan Muhammed İbni Ba’îs ki Tebriz Kalesi de onun elindeydi. Bu esnada Babekileri bir tuzağa düşürüp kimini öldürdü, kimini tutup hapsederek Mutasım’a gönderdi.
İki yüz yirmi yılında Afşin İbni Haydar İbni Kâvs’ı dağ şehirlerine vali atayarak Babek ile muharebeye memur etti. O da gidip Babek sınırına vardı ve Erzend adlı mevkide ordusunu kurdu.
Mutasım da askerin aylıkları için arkadan Büyük Boğa ile Afşin’e yüklüce para gönderdi.
Babek onu haber alınca yolda hazineyi ele geçirme sevdasında iken Afşin de casusları vasıtasıyla durumdan haberdar olarak hemen süratle yetişip habersiz olarak Babek üzerine hücum edip saldırınca Babek askeri kırıldı. Hele piyadesinden biri dahi kurtulmadı. Kendisi az bir atlı ile Muvkan’a ve oradan hükûmet merkezi olan Bezz şehrine canını zor attı. Afşin de ordugâhına gitti. İşte bu sırada Büyük Boğa, hazinelerle salimen Afşin ordusuna ulaştı. Afşin, bu meblağdan askerinin aylıklarını verdi. Ondan sonra Babek üzerine yürüyüp Bezz Kalesi’ne iki saat mesafesi olan bir mevkide ordusunu kurdu. Büyük Boğa da bir askerî birlik ile ilerledi. Babek’i muhasara altına aldı. Meyane’de pek çok kanlı çarpışmalar meydana geldi. Fakat kış mevsimi erişti, soğuklar arttı. O dağlık yerlerde ikamete güç kalmayıp dönülmek mecburiyetinde kalındı.
İki yüz yirmi iki yılına girildi ve bahar mevsimi geldi. Mutasım tarafından Afşin’e yardım için yüklüce mal ve asker gönderildi. Onun üzerine Afşin, yine ileriye hareket etti. Bu yıl da Babek ile aralarında pek çok olaylar ve kanlı muharebeler geçti. İşin sonunda Bezz şehri fethedilerek kalesi tahrip edildi. Hürremîlerden pek çok adamlar öldürüldü. Babek, kardeşi ve çoluk çocuğuyla kaçtıysa da yakalandı. Afşin, iki yüz yirmi üç yılında Babek’i ve kardeşi Abdullah’ı Irak’a götürdü. Mutasım’ın huzuruna çıkardı. Mutasım, hemen Babek’i Samerra’da ve kardeşini Bağdat’ta astırdı, benzerlerine ibret gösterdi. Afşin’e fevkalade ikramda bulundu ve pek çok para ve mücevherat verdi.
Anadolu Savaşı
Babek-i Hürremî, yukarıda olduğu gibi kuşatılıp zorlandığında kaysere mektup gönderip, Mutasım bütün askerini benim üzerime sevk etti. Sizin için tam fırsattır, diye onu tahrik ve teşvik ettiğinden, kayser de yüz binden fazla asker toplayarak Zibetre’yi işgal etmiştir. Erkeklerini öldürüp kadın ve çocuklarını esir ettikten sonra Malatya’ya hareket etmesi üzerine hudutlar üzerinde bulunan muhafız askerler toplanarak savunmaya geçmişlerdir. Babek tutulup idam edildikten sonra Mutasım da büyük ve mükemmel bir ordu ile Irak’tan hareket etti. Askerin öncülüğüne Eşnas’ı, sağ kanada Eytah’ı ve sol kanada Cafer İbni Enbar’ı görevlendirdi. Afşin ise bir birlik ile sağ koldan Ankara’ya yöneldiğinden, kayserin büyük ordusuna çattı. Çok savaştı, sonunda galip geldiğinden Ankara halkı dağılıp Bursa’ya doğru kaçtı. Mutasım büyük ordusuyla Ankara’ya vardı. Afşin de gelip orada ona katıldı. Bundan sonra Mutasım, yine ordusunu üç kola ayırarak Amûriyye’ye yönlendirdi. Önüne gelen ülke ve şehirleri yakıp yıkarak Amûriyye’ye varıp kalesini muhasara etti. Toprak ile dolu koyun derileriyle hendeğini doldurdu. Debbabeler yürüttü ve mancınıklar kurdu. Kale duvarında bir gedik açılınca oradan ramazan başında kaleye girdi. Ahalisini esir ve mallarını ganimet olarak aldı. Şehri ve kaleyi yakıp yıktı. Elli beş gün ikametten sonra Tarsus’a ve oradan Irak’a geri döndü.
Afşin ve Eşnas gibi ileri gelen kumandanları çekemeyen komutanlardan bazıları Haris-i Semerkandî adlı bozguncu vasıtasıyla Kasım İbni Memun’u kandırarak saltanat sevdasına düşürdüler. Bir aralık Mutasım’ı ve sevgili emirlerini idam etmeye karar verdiler. Fakat iş duyulunca Mutasım onları hapsetti ya da idamla cezalandırdı ve Kasım’a Menbic’de yemek yedirdikten sonra su içirmediler. Susuzluktan orada öldüler.
Taberistan Bölgesi Horasan valiliğine katılmış olduğu hâlde Taberistan Emiri Mâzyar İbni Kârin İbni Vendâd Hürmüz’ün, Horasan Valisi Abdullah İbni Tahir ile araları bozulduğundan, Mâzyar onu tanımaz olmuştu. Afşin ise Horasan valiliğine tamah ederek el altından Mâzyar’ı Abdullah aleyhine tahrik etmekte olduğundan, Mâzyar artık halifenin emirlerine de önem vermez oldu. Bunun üzerine iki yüz dört senesinde her taraftan Mâzyar üzerine asker sevk edildi. Mâzyar, sahip olduğu sarp dağlara güvenmekteyken, amca çocuklarını para ve nüfuz vaadiyle elde edince Mâzyar yalnız kalıp tutuldu ve Samerra’ya gönderildi.
Afşin, Babek savaşından dönüşünde akrabasından Menkcûr adlı emiri, Azerbaycan emiri tayin etmişti. Menkcûr’un, bazı köylerde Babek’in bütün mallarını bulup sakladığı Mutasım’a ihbar edilince, Mutasım onu azlederek yerine bir başbuğ gönderdi. Menkcûr isyan ederek Azerbaycan kalelerinden birine kapanmışsa da kendi adamları onu tutup başbuğa teslim ettiler. O da bu esnada onu Samerra’ya göndermişti. Vardığında Mutasım onu hapsetti. Ondan dolayı Afşin’i itham ederek iki yüz beş senesinde onu da hapsetti.
Bir gün sonra Mâzyar geldi, o da hapsolundu ve sorgusu esnasında Afşin’in onunla gizlice haberleştiğini ve kendisini isyana teşvik ettiğini kabul etti. Afşin’in, her ne kadar zahiren Müslüman olmuşsa da kalben atalarının dini olan Mecusiliğe inandığı açıklandı ve buna dair pek çok delil gösterildi. İki yüz altı senesinde büyük ihtimalle zehirlendi ve hapiste öldükten sonra cesedi asılarak insanlara gösterildi.
Filistin’de ne olduğu belirsiz biri çıkarak yüzü peçeli gezdiğinden, ona Müberka denilirdi. Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker görevi yaparak, halife aleyhinde sözler söyler idi. Başına bir hayli kalabalık toplanmıştı. İki yüz yedi yılında Mutasım tarafından gönderilen askerle muharebe ederken yakalanıp hapsedilerek Samerra’ya gönderilmiş ve cemaati dağılmıştır.