Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar», sayfa 2

Yazı tipi:

4

O gece hasta sair gecelerden daha iyi bir hâlde sabahı buldu.

Hatta asıl uyku addolunacak surette birkaç saat istirahat da etti.

Hem de öyle sayıklamalar filanlar olmaksızın uyudu.

Bu gece Feride Hanım’ın sabaha kadar kalbinden neler geçtiğini ne kadar tafsil etmiş olsak yine hakkıyla tasvir edememiş oluruz. Kadın nazarında Demir Bey’in Hristiyan olduğu hususunda hiçbir şüphe kalmadı. Hükmetti ki bu adam kesin Fransız’dır. Sonra Mısır’da mı her nerede ise Hristiyanlıktan dönüp Müslüman olmuştur. Ama hakkıyla dönmüş mü? Yoksa bazı zariflerin söyledikleri gibi hızlıca dönerek yarı yolu geçip yine eski noktasına mı gelmiştir? İşte kadıncağızın asıl merakı bu oldu.

Haremde Demir Bey’in bir odası vardır ki görseniz bir tüfekçi dükkânından farkını bulamazsınız. Gerçi bir farkı, bu odada demir ocağı bulunmamasından ibarettir. Fakat demir ocağı da bahçenin bir tarafında, asıl bahçıvan kulübesi olan yerdedir. Haremdeki bu odada ise bazı pek ince işlerde kullanılacak parlak örsler, çekiçler, boy boy el makineleri, sabit makineler ile eğelerin iri dişlisi, ince dişlisi, dört köşeli, üç köşeli, sıçankuyruğu, balıksırtı nevinden olanları sırasıyla muntazaman delikli tahtalara geçirilmiş görülür. Hususi bir raf üzerinde de en küçüğünden âdeta büyüklerine kadar türlü türlü cımbızlar, kerpetenler kıskaçlar asılmış ve tanzim olunmuşlardır. Bunların yanında irili ufaklı birçok pergeller, taksim pergelleri, kumpaslar müşahede olunur. Bir tarafta paket paket zımpara kâğıtları vardır. Diğer tarafta da erkekli dişili vida açmaya mahsus boy boy paftalar bulunur. Delik delmek için kemaneli miskab ve daha büyük deliklerde kullanılmak için cırcır ve ondan daha büyüklerinde kullanılmak için makineli miskab bulunduğu gibi ufacık fakat mükemmel bir torna tezgâhı ile yine ufacık fakat mükemmel ve planlı bir atölye bilhassa dikkatleri üzerine çeker. Hele raflar üzerinde eskisinden, kırığından, döküğünden alınız da en yeni ve mükemmellerine varıncaya kadar birçok tabanca, tüfek, kılıç, şiş, kama, hançer, yatağan, saldırma, muşta gibi silahlar da görülür ki bu odada bulunan alet edevatın işte burada yapıldığı anlaşılır.

Demir Bey’in ne ile geçindiğini henüz tamamıyla tasvir etmemiş bulunduğumuzdan ihtimal ki bu odanın lüzumunu, hikmetini takdir etmemişsinizdir. Feride Hanım’ın ahbap ve ecdadından kalan gelirlerinin toplamı bugünkü günde ayda elli lirayı geçer. Demir Bey’in emekli maaşı da beş yüz Mısır kuruşudur ki İstanbul’un altın kuruşu hesabıyla altı yüz yirmi beşi geçer. Familyanın bütün masrafını Feride Hanım karşılar. Demir Bey ise aldığı maaşı yalnız işte şu odada görülen şeylerin yolunda sarf eder. Bir de haftada bir gün, hem de mutlaka pazar günleri Beyoğlu’nda sarf eder.

Bizim Demir Bey “kâr hane” tabir ettiği bu iş odasına her sabah girip kuşluk yemeğine çağırıldığı zaman, arkasında Acem gömleği ve önünde önlük olduğu hâlde âdeta bir tüfekçi ustası kıyafetiyle çıkar. On dakika bir çeyrek zarfında güç hâl ile ellerini yıkayıp temizleyebilir. Yemeği müteakip yine iş odasına gider. Ta akşam yemeği zamanında, yine kuşluk vaktindeki hâl ve kıyafetiyle çıkar. Oda içinde bulunduğu müddet zarfında ne ile meşgul olur, bilir misiniz? Şimdiye kadar yapılmış olan kılıçlardan, hançerlerden başka bir türlüsünü yapmak ve mevcut tabancalardan tüfeklerden daha başka türünü icat etmek ile uğraşır. Gerçi birçok yeni icada muvaffak olmuştur. Ama yeni icatlarını kimseye göstermez. Kendi tabirine göre bu odaya sadece vakit geçirmek için girer. Zira vaktini bu odada geçirmeyecek olursa nerede geçirebileceği hususunda kendisi dahi kararsız kalır. Kimse ile görüşmez ki, kendisini başka türlü eğlendirebilsin. İçki içmez. Feride Hanım ahret evladı edindiği iki cariyeye müzik öğrettiği ve çocukların ustalarının delaletiyle güzelce çalgı çalmaya muktedir bulundukları hâlde dahi Demir Bey müzikten de hoşlanmaz ki çocuklar ile eğlenebilsin.

İşte şu yalnızlık hâli Demir Bey’i sabahtan akşama kadar iş odasında hapsettiği gibi pazar günleri Beyoğlu’na gittiği zaman da başkaları için pek de gönül eğlendirmeye sebep olamayacak surette zaman geçirir. Mesela bir aralık Zincirlikuyu yolunu tutup gide gide Maslak’a kadar varır. Sonra geri döner. Bu gidişle Bentlere kadar vardığı günler dahi olur. Bazı kere Kâğıthane yolunu tutar. Hele bir defasında Beyoğlu’ndan Kâğıthane ve oradan Eyüp’e, Eyüp’ten İstanbul’a, nihayet Galata yoluyla Cihangir’e varmaktan ibaret bir gezinti yapmış ve bundan ziyadesiyle memnun olmuştur.

Şimdi Demir Bey’in iş odasında bulunduğu zamanlar çekiç tıkırtısı, eğe gıcırtısı oradaki meşguliyetini gösterirdi. Bazı kere ise hiç sesi sedası çıkmaz. Feride Hanım birkaç defa bu sükûn ve sükûtu merak ederek kapının anahtar deliğinden bakmıştı. Gördüğü şeyler üzerine odaya girmek istemiş ise de iş odasında bulunduğu müddetçe kapıyı sürgülemek de Demir Bey’in mutadı olduğundan girememişti. Kapıyı açtırmak için tıklattığı hâlde içeriden Demir Bey:

“Yahu yasaktır! Şimdi buraya girilmez.”

Kesin emriyle kapıyı açmaktan imtina etmişti. Demir Bey bir kere “olmaz” deyince bir daha bu sözü geriye alır mı?

Feride Hanım, anahtar deliğinden baktığı zaman ne görmüştü, bilir misiniz? Bir dolabın kapısı açılarak ortaya birçok kâğıtlar, kitaplar ve elbiseye, silaha benzer şeyler çıkarıldığını görmüştü. Eğer ziyadesiyle merak etseydi, bunların ne gibi şeyler olduklarını elbette öğrenebilirdi. Fakat kocasının nasıl ters tabiatlı bir adam olduğunu bildiği ve küçük meraklarının ne kadar acı tekdirlere meydan açtığını birkaç defa tecrübe etmiş bulunduğu için bu meraklarda pek ileriye varmamayı lüzumlu görmüştü.

Bu bölümde bir misal olarak arz edelim ki:

Demir Bey elbise değiştireceği zaman gerek Feride Hanım ve gerek cariyeler yeni giyeceği pantolonu, yeleği, ceketi filanı getirip bir tarafa koyarlar. Beyefendi kendi kendisine giyinir. Hiç kimsenin yardımını istemez. Bir defasında değiştireceği yeleğin ceplerindeki eşyayı çıkarıp, yeni giyeceği yeleğe koymak için Feride Hanım, parmaklarını yeleğin bir cebine sokmuş ise de çıkaramamıştı. Nasıl çıkarabilsin ki! Demir Bey’in büyük bir endişeyle verdiği “Dur!” emri üzerine kadıncağız donakalmıştı. Kadının bu korkusu üzerine Demir Bey yüzünü yumuşatarak:

“Korkma! Fakat bilmiş ol ki cebime benden başka kimsenin parmaklarının girdiğini istemem. Benim hiçbir şeyimi karıştırmamak lazımdır. Gizlediğim şeyleri açığa çıkarmamalı. Açık olan şeylerimi de saklamamak gerek. Bana hiç karışmamalı. Ben de sana karışmam. Senin köşeni bucağını asla araştırmam. Anladın mı? Tatlı tatlı yaşayıp geçinmemiz böyle mümkün olabilir.” demişti.

O zamandan beri bu hükmü teyit edecek daha birtakım vukuat olduğu için Feride Hanım da kocasının gizlisini açığını artık hiç merak etmemeye alışmıştı.

Ancak hastanın bu gece gösterdiği hâl ve tavırlar artık bu alışkanlıkta devama imkân mı bırakır? Zikredilen vaka üzerine kadıncağızın aklına neler gelmişti neler! Aklına her ne gelmiş ise hepsi de kocası aleyhindeki şüphelerini kuvvetlendirmişti. Hele iş odasındaki dolap? İşte hanımın asıl dikkati bu dolaba dikildi kaldı.

Daha o geceden dolayı muayene için iş odasına gitti ise de kapıyı kilitli buldu. Kapıyı kırsın! Öyle ya! Artık Demir Bey’den ümitler kesilmiş değil mi? Fakat ya herif vefat etmezse? Demir Bey’in, hanımı üzerindeki tesiri öyle bir derecededir ki, hanım kocasının hayatından ümitlerini kestiği zaman da bir balta alıp oda kapısını kırmaya cesaret edemez. Nihayet sabahı beklemeye mecbur oldu.

Ee, sabah olduğu zaman kapıyı kırabildi mi?

Hayır! Kırmak şöyle dursun, o lüzum bile sabahleyin tabibin gelişiyle bertaraf oldu. Zira tabip hastayı muayene edince, hastanın düne göre daha iyi olduğunu ve ateşinin biraz daha düştüğünü gördü:

“Kurtuldu! Kurtuluyor! Kurtulacak!” diye hanıma müjde vermeye başladı. Hele hastanın o akşamki hâli tabibe hikâye edildikten sonra tabip bu nöbet ile gitmeyen hastanın, bundan sonra nöbetler tekrar etmeyecek olursa mutlaka kurtulacağını hanıma temin etmeye başladı.

Demir Bey ölmeyecek. Demir Bey kurtulacak. O hâlde odanın kapısını kırmaya imkân mı kalır? Fakat merak da hanımın içini yiyip bitirmekte olduğundan kapıyı mutlaka açmak lazım gelmekle bir çilingir çağrıldı. Çilingire:

“Bu kapıyı o kadar ustalıkla açacaksın ki, anahtar deliğinden maymuncuk girmiş olduğu asla belli olmayacak.” tembihi tekrar ve tasdik olunmuştu. Gerçi kapı da o kadar ustalıkla açıldı. Çilingir ağa odanın içini görünce şaşırdı kaldı. Dedi ki:

“Bu kadar alet ve edevat bende olsaydı saatçilik bile ederdim.”

Sonra mahut dolabın kapısı da yine böyle ustalıkla açıldı. Hanımefendi bu iki kapıya yeniden birer anahtar yapılmasını çilingire emrettiğinden kapının kilitleri büyük bir dikkatle söküldü. Çilingir kilitleri alıp gitti.

Feride Hanım çilingirin defolup gitmesini dört gözle bekliyordu. Zira dolabın içinde görmeye başladığı eşya gittikçe merakını arttırıyordu.

Çilingir gider gitmez Feride Hanım bu eşyayı muayeneye başladı. Eşyanın bir kısmı kitap olmasıyla bunları muayeneye başladığında gördü ki hepsi Fransızcadır. Eline bir büyük paket geçti. Açtı. İçinden bazıları matbu ve bazıları el yazısıyla yazılmış birçok kâğıtlar çıktı. Matbu evraklardan bazıları üzerinde armalar çizilmiş idi ki işbu armaların birtakımları kız, melaike ve istavroz resimleri oluşturduğundan bunlar Feride Hanım’ın tahminlerini kesine yaklaştırmıştı. Hele bir paket daha bulunarak içinden birçok insan resimleri çıkması ve bunların tamamı ya tüylü şapkalı Avrupa askerî komutanları veyahut bazılarının başı açık ve bazılarının külahlı papaz ve bizce “kız hekimi” denilen rahibeler resmi bulunması ve arada bir hayli de kadın, erkek sivil resimleri çıkması Feride Hanım nazarında hep kocasının asıl mensubiyetinin ne olduğunu ispat edecek delillerden idiler.

Dolap içinde bir de büyük yol sandığı bulundu. Feride Hanım bunu açtığı zaman içinden bir iki kat Frenk zabiti üniforması çıktı. Bir torba içine konulmuş olan birçok mahfazaları açtığında her birinden birer nişan veyahut madalya çıkıyordu ki nişanların ya kendileri istavroz şeklindeydi ya da üzerlerinde bu resimlerin bulunması hasebiyle hep Demir Bey aleyhindeki şüpheyi kesin hüküm derecesine vardırdıktan başka bu hükmü takviye de ediyordu. Bir de madalyaların da tamamı hep Frenk madalyaları değil miydiler? Tesadüfe bakınız ki madalyalardan bir tanesi Kırım’a mahsus madalyaydı. Bir tarafında Osmanlı nişanı var ise de Feride Hanım o tarafa bakmamış ve madalyanın o zamanki Frenkçe tarafına bakıp bunu da kocasının aleyhinde çok açık bir delil olmak üzere telakki etmişti.

Muayene ettiği eşyayı yine evvelce bulduğu hâl üzere yerleştirerek odadan çıktığı zaman Feride Hanım’da bet beniz kül kesilerek hâl ve şanından anlaşılıyor idi ki, Demir Bey o anda vefat etse sevincinden allar giyinmek mertebesinde biçarenin aleyhinde kesin hüküm vermiştir.

5

Doktorun dediği gibi hastaya yeni nöbetler gelmedi. Malum hayal gördüğü gecede sonra ikinci geceyi daha rahat geçirdiği gibi ikinci günün sonunda doktor hastanın ateşini gayet normal buldu.

Hastada geçici olarak bir iştahsızlık belirdiyse de kısa sürdü. Bu gibi hastalarda bu gayet normaldi. Biz Demir Bey’i böyle yavaş yavaş iyileşmeye doğru bırakalım da Feride Hanım’ın kocası aleyhindeki düşüncelerine bir göz atalım.

Kocasının asıl mensubiyetini kendince keşfetmiş olduktan sonra Feride Hanım bu adam ile bundan sonra birlikte yaşamanın mümkün olamayacağını gereği gibi zihnine yerleştirdi. Eğer Demir Bey sıhhatine kavuşmuş olsaydı, ihtimal ki ayrılma davasına hemen o anda başvuracaktı. Ancak adamcağız henüz hasta yatağından kalkamadığından ve bunun biraz daha devam edeceğinden ve Feride Hanım’ın da ona olan merhametinden şimdilik bir şeye girişilmiyordu.

Böyle bir işte hatırlara her şey gelebilir. Mesela denilebilir ki Feride Hanım asıl Demir Bey’in ihtiyarlığından, huysuzluğundan bezmiştir de adamcağızın hangi dine ve millete mensup olduğunu bahane ederek ondan ayrılmak istiyor.

Biz eğer bu ailenin daha önceki hâlini, yaşantısını bilmeseydik şu düşünceyi belki kabul edebilirdik. Fakat biliyoruz ki Feride Hanım kocasından asla bıkmış, bezmiş değildir. Demir Bey her ne kadar farklı mizaçlı bir adam idiyse de yüreği, tabiatı sağlam mert bir adam olduğundan zevcesi kendisinden korkmakla beraber bu mertçe olan faziletlerine de hayrandı. Demir Bey zevcelerine hem bağlı, hem seven, hem de örnek olan kocalardandır. Evin tüm serveti karısının olmakla beraber zevceye mahkûmiyet bu adamda görülmez. Fakat zevceyi kendi esareti altına da almaz. Zevcesini vazifesinin dışına çıkartmadığı gibi zevcesinin kendi ailevi hukukunu da saygıyla daima korur.

Zevcesini aşağılamak için değil; sadece ıslah etmek için uyarır. Uyarısı ve tekdirini müteakip onun gönlünü almayı da çok iyi bilir.

Okuyucularımız arasında bazılarının böyle bir kocayı beğenip beğenmeyeceklerini bilemeyiz. Ancak asıl kadınlık denilen şeyin heveslerini ve hislerini dikkate alarak görüyoruz ki, kadın kısmı zorba kocayı sevemeyeceği gibi, miskin kocayı da hiç sevemez. Muhabbetine de, himayesine de itimat edebileceği mert insanların yanında hayatını sürdürmeyi benimser ve bunu büyük bir bahtiyarlık sayar. Feride Hanım böyle bir kadın olduğu gibi, Demir Bey de böyle bir adamdır.

İşte Demir Bey ile Feride Hanım arasındaki münasebeti şu kadarcık olsun öğrendikten sonra okuyucularımız da elbette kabul ederler ki Feride Hanım kocasından ayrılmaya vesile aradığı için onun mensubiyetini hayalinde büyülttükçe büyültmüş değildir. Hatta şu da katiyen bilinecek şeylerdendir ki Feride Hanım eğer Demir Bey’den ayrılacak olursa başka bir kocaya varamaz. Gerçi kendisi kırklık bir kadın olmakla beraber servetinin fazlalığı hasebiyle gençlerden bile kendisiyle evlilik için pek çok adamlar çıkabilir. Ama bakalım Feride Hanım ecdadından kalma servetini istedikleri yerde yesinler içsinler diye bu kocaların eline terk eder mi? Öte tarafta yirmisini geçmiş bir de oğlu vardır! Bakalım bu delikanlıyı bir üvey pedere baba demeye razı edebilir mi? Bunlardan başka Feride Hanım kocaya varmayı sadece cinsi hislerini tatmin etmek için düşünen bir kadın da değildir. Eğer izdivacı o yolda telakki etseydi on beş on altı yaşında körpe bir kız olarak evvelce de dediğimiz gibi yaşlanmaya yaklaşmış olan bir adamla çeyrek asırdan fazla ömrünü, yani kendi ömrünün en kıymetli zamanını geçirebilir miydi?

Kısacası Feride Hanım kocasından ayrılmayı zihnine koymuştu. Bunun için düşündüğü şeyler her ne ise yanlıştır. Bu hatıralarda ısrar aynı iftira hükmünü alır. İşin doğrusu şudur ki, Feride Hanım gayet dindar bir kadındır. Zaten mensup olduğu Şemsizadeler familyası tüm fertleriyle dindardı. Ailesinde çok salih ve ilim ehli insanlar çıkmıştır. Pederi sağ olsaydı Feride Hanım’ı yine kendisi gibi züht ve takva sahibi bir adama verirdi. Pederinin vefatıyla yegâne velisi sayılan validesi Mısır ricaline mensup bir zatın hanesinden çırak çıkmış bulunması sebebiyle Demir Bey’i yine o eski efendisinin familyası tarafından tanımış ve işte şu münasebetle kızını bir askere, yani bu asker emeklisine vermiştir. Bu seçme işinde Feride Hanım’ın validesini en ziyade teşvik eden şey, damadın yaşını başını almış bir insan olmasındandır. Gerçi Demir Bey buna uygun bir adam çıktığı gibi kayınvalidesini son nefesine kadar hoşnut etmiştir.

Şimdi Feride Hanım böyle salih kadınlardan olduğu hâlde ömrünü din değiştiren bir adam ile geçirmiş olduğunu görürse üzülmez mi?

Bu üzülme hâli, tüm dindar insanlar için tabiidir. Feride Hanım gibi İslami yaşantıyı taassup derecesine vardırmış olanlarda bu teessürün hükmü daha ziyadeye varacağı aşikârdır. Diyebiliriz ki, Demir Bey’i şu hasta hâli ile kapı dışarı etmiş olsa bile Feride Hanım kınanmaz. Ancak yine de o dindarlığın vermiş olduğu merhamet düşüncesiyle biçare hastayı üzmeyi düşünmemiştir.

Ama kendi üzüntüsünün pek ziyadeye vardığını gizleyemeyiz. Şu sırrın inkişafı gününden itibaren biçare kadıncağız üzüntüsünden âdeta erimeye başlamıştı. Bundan sonra kocasıyla nasıl ömür geçireceğini bilemediğinden veyahut hiç de ömür geçiremeyeceğine hüküm verdiğinden dolayı değil! Şimdiye kadar nasıl ömür geçirebilmiş olduğunu düşündükçe ızdırabından vücuduna kıymayı bile düşünüyordu.

Kâh oluyordu ki kendi kendisine teselli vermeye çalışarak:

“Benimkisi de artık delilik ya! İşte heriften ayrılmaya karar verdim! Yüreğim rahat etmeli değil midir? Şimdiye kadar geçen zaman geçmiş gitmiş! İyi de olsa geçmiş, fena da olsa geçmiş!” sözleriyle epeyce üzüntüsünü teskin ediyordu. Hatta şu tesellinin ardından Demir Bey hakkındaki nefret ve düşmanlığına da bir sükûnet gelerek:

“Varsın aslen Fransız olsun! Mısır askerlik hizmeti esnasında Müslümanlığı kabul etmiş. Yirmi beş yıl birlikte yaşadığımız hâlde asıl lisanıyla bir kelime bile konuştuğunu işitmemiş olmam onun bu din değiştirme konusunda samimi olduğunu göstermez mi? İşi lüzumsuz büyütmek de manasızdır.” demeye kadar da varıyordu. Fakat şu yirmi beş senelik müddet zarfında asli mensubiyetini zevcesine belli etmemiş olmasını Demir Bey’in dürüstlüğüne sığdıramıyordu. Yirmi beş yıl müddet kendisini bu şekilde aldatmış olmasını yine aklına sığdıramayarak yine kendini yiyip bitirmeye başlıyordu.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra oğlu Mustafa Kamerüddin Bey Paris’ten geldi. Biçare çocuk pederin evine o kadar çekinerek yaklaşıyordu ki görseydiniz yüreğiniz acırdı.

Mazur değil midir? Acaba pederi hayatta mı? Yoksa validesi kendisini feryatlar figanlarla mı karşılayacak? Bu hâl zor bir hâldir. Mevla bu hâli gurbetten gelen hiçbir kimseye göstermesin.

Mustafa Kamerüddin Bey konağın kapısını çaldı ve Mehmet Ağa kapıyı açtı. Bereket versin ki kapıyı açan Mehmet Ağa oldu. Bahçıvan Selim Nişo veyahut Aşçı Şaban kapıyı açmış olsalardı, daha kötü olurdu. Çünkü bunlar beyin Fransa’ya gidişinden sonra konağa girmiş olduklarından beyi tanımazlardı. Mehmet Ağa ise eski emektarlardan olmakla beyin kapıdan girdiğini görür görmez koşup eteklemekle sarılmak hareketlerini birbirine katarak:

“Vay velinimetim! Vay velinimetzadem! Safa geldiniz! Ne kadar da büyümüşsünüz!” diye sevinç gösterince pederinin hayatta olduğunu Mustafa Kamerüddin Bey ilk önce Mehmet’in neşesinden anladı. Ardından:

“Pederim nasıl? Onu haber ver! Allah aşkına doğru söyle!” sualini sorunca Mehmet Ağa’dan:

“Şimdi üst kata çıkar görürsünüz! Hamdolsun beyefendi kurtuldu. Fakat bilmiş olunuz ki âdeta kefeni yırtarak kurtulmuştur.” cevabını alınca delikanlı bütün bütün ikna olarak merdivenden yukarıya fırladı.

Kapının çalınması ve açılması ile konuşulması bir oldu. Feride Hanım zaten onun sesiyle kendine gelmişti. Mustafa Kamerüddin Bey merdivenden yukarıya çıkarken validesi de hemen merdivene doğru yürüyordu. Divanhanede valide ile oğul karşı karşıya gelerek sarmaş dolaş oldular. Feride Hanım iki elleriyle oğlunun başını tutup kendisine çekerek şapır şapır birkaç defa öptükten sonra başı yine ellerinden bırakmaksızın ileriye doğru dürterek ve yakından hayran hayran bir daha temaşadan sonra yine kendisine çekip tekrar öpmeye başlıyordu. Bu hareketler esnasında delikanlı da validesine sarılarak onun şefkatli öpücüklerine hasret öpücükleriyle karşılık veriyordu. Ana ile oğlun şu kavuşmaları öyle bir levhadır ki bir hikâye yazarının kaleminden ziyade onu bir ressamın fırçası tasvir etmelidir.

İki dakika kadar devam eden şu ilk buluşmayı müteakip Mustafa Kamerüddin Bey pederi hakkında validesinden de bir haber almak hususunda acele etti. Sordu ki:

“Pederim nasıldır? Mehmet’in verdiği haber doğru mudur? Pederim kurtuldu mu?”

“Kurtuldu!”

Feride Hanım’ın bu kelimeyi nasıl telaffuz ettiğini tahmin edersiniz? Oğlu ile buluşmadan dolayı sevinç hâlinde bulunan kadıncağızın tavrında bin sevinç alameti daha peyda olarak mı söylediğini tahmin edersiniz?

Gerçi Mustafa Kamerüddin Bey de bu kanaatteydi. Ancak o dakika biçare Feride Hanım’ın kocası aleyhindeki düşmanlık ve nefretine en ziyade kuvvet vermiş olduğu bir dakika olmasıyla kadıncağız şu sözü sevincini arttırarak söyleyeceğine bilakis neşe tavrını değiştirerek söylemişti. Âdeta, “Kurtuldu! Kurtuldu, ama keşke kurtulmasaydı! Keşke geberseydi!” manasını çağrıştıracak bir tavırla söylemişti.

Ama Mustafa Kamerüddin Bey o anda bu tavrın hükmünü takdir edemedi. Bilakis pederi pek fena hasta veyahut vefat etmiştir de hakikati kendisinden gizlediği için böyle söylüyorlar gibi bir mana ile telakki etti. Zira Mustafa Kamerüddin Bey pederini yalnız kendi öz babası olduğu için değil; onun çok büyük ve dürüst bir adam olduğu için pederine başkaca bir muhabbeti vardı.

Fakat hakikate varmak için hemen oracıkta validesi ile soru ve cevabı çoğaltmadı. Validesinin nazar ve teveccühünden pederinin yattığı odayı öğrenerek hemen o tarafa can attı.

Kapıdan içeriye girdi. Gayet endişeyle iki adım attıktan sonra irkildi durdu. Babasını karyoladan inmiş ve köşe minderine oturmuş görünce gerçekten kefeni yırtarak kurtulmuş olduğunu derhâl hüküm ile koştu, bir deri bir kemik kalmış, sararmış, solmuş olan eline sarılarak şapır şapır öpmeye başladı.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6485-94-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre