Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar», sayfa 3

Yazı tipi:

6

Bizim Demir Bey’in gençliğinde ne hâl ve şekilde olduğu görülmek istenirse şu Mustafa Kamerüddin Bey’e bakılmalıdır. Zira Demir Bey’in belki bin defa ağzından:

“Eğer gençliğimde bir resim alınmış olsaydı o resim tamamıyla şimdiki Mustafa’nın resmi zannolunurdu.” dediği işitilmişti. İtiraf edelim ki Demir Bey’in şu ihtiyarlık hâli dahi oğluna tamamen benzemektedir. Yani Demir Bey, Mustafa Kamerüddin’in yaşlısı ve Mustafa Kamerüddin Bey, Demir Bey’in gencidir. Hem bu benzerlik ikisi için de bir şeref olur. Zira Mustafa Kamerüddin’in uzun boyu, geniş göğsü, her birine bir adam oturabilecek genişlik ve metanetteki omuzları, ince beli kendisini “gürbüz kahraman” unvanına nasıl müstahak ederse; gayet beyaz teni, kumral tüyleri, iri ve koyu ela gözleri, uzun ve sık kirpikleri, muntazam ağız ve burnu, sık ve beyaz dişleri, renkli dudak ve yumru çenesi, daimî mütebessim bir hâlde bulunan yüzü dahi bu delikanlıyı “güzel çocuk” vasfına o nispette layık eder.

Mademki her şeyin doğrusunu itiraf ediyoruz, o hâlde Mustafa Kamerüddin Bey’e “güzel çocuk” unvanını kazandırmak hususunda validesinin yardımını inkâr etmemelidir. Bu alanda çalışan aydınların bazıları, her hayvanın yavrusu validesine ve bazıları da mutlaka pederine benzeyeceğini ve birtakımı ise yavrunun pederinden ana rahmine inmesi esnasında hangi tarafın gücü kuvveti fazla ise yavrunun ona benzeyeceğine hükmetmişler ise de bu hükümlerin tamamı haklı itirazlardan kurtulamamıştır. Nihayet hükümlerin en makbulü olmak üzere yavruların pederlerden de maderlerden2 de mutlaka birer hissesi bulunacağı düşüncesi kabul görmüştür. Bu davanın ispatı için kesin bir delil aranır ise, o da Mustafa Kamerüddin’in şahsında bulunur. Zira validesi Feride Hanım da, iri yarı bir kadın olduğu gibi cildinin tazeliği ve tüylerinin koyu kumrallığı ve yüzünün güzelliği “güzel” vasfına en çok uyan kadınlardandır.

Yukarıdaki fıkramızda Mustafa Kamerüddin’in pederine olan muhabbetinden bir nebzecik bahsetmiştik. Pederini yalnız öz babası olduğu için değil; belki pederi bütün insanlar arasında sevilen birisi olduğu için büyük bir muhabbet besliyordu. Bu sözümüzü tekrar ve teyit ediyoruz. Hikâyemizin okumasına devam edildikçe görüleceği üzere, Mustafa Kamerüddin Bey, pederinin Fransızca bildiğine ve iş odasında birçok Fransızca kitapları ve evrakı bulunduğuna vâkıf değil idiyse de, eğer öteden beri bu hakikate de vâkıf olmuş bulunsa idi, bundan dolayı validesi gibi pederinden nefret etmesi şöyle dursun bilakis pederi hakkındaki takdiri daha da ileriye varırdı. Şimdiki hâlde, pederini sair insanların tümünden üstün bulmasını icap ettiren büyüklüğü ise şunlardı: Onun yerinde olan başka babaların zevcesinin malını kendi rezil hisleri yolunda israf ve telef etmesine karşılık babasının karısına nezaketli muamelelerde bulunması, aileler arasında genellikle hasbihâller, şikâyetler çok olduğu hâlde; kendi pederinin zevcesine olan samimi bağlılığı ve başka babaların çocuklarının varlığından güya kendi zevklerini ihlal ediyormuşçasına evladının vücudundan rahatsız oldukları hâlde, kendi babasının kendisine anne şefkatinden fazla şefkat ile muamele etmesi, küçük yaşından beri büyük adam gibi kendisiyle sohbet etmesi, talim ve terbiyesine yardım etmesi, kibir ve kıskançlıktan kaçınması, babasının başkalarına olan iyiliği ve sair güzel hasletleri onun babasına olan muhabbetini arttırıyordu.

Ama Mustafa Kamerüddin’in en küçük yaşlarından beri pederinin şu suretteki büyüklüğünü takdir etmiş olduğunu sanmayınız. Çocuğun gerek peder, valide, akraba ve dostlarının takdir etmeleri onun her yaşta terbiyesini korumasındandı. Zira tüm dünyada görüldüğü gibi, çocukların yaşı ilerledikçe onlar dünyanın iyi ve kötü hâllerini görürler ve bu hâllerden de en ziyade kötü olan şeyleri benimserler. Dolayısıyla Mustafa Kamerüddin kendi pederinin sair babalardan farkını şöyle görmüştür. En evvel sair babalar kendi çocuklarını olur olmaz şeyler için dövüp hırpaladıkları hâlde kendi babası ise bilakis büyük kabahatleri için bile kendisini dövüp hırpalamamıştır. Baba nasihati ile onu uyararak sonradan da takdir etmiştir. Hatta birkaç defa validesi Mustafa’yı bazı kabahatlerinden dolayı haklı olarak dövmüş idiyse de pederi çocuğu validesinin elinden kurtarıp yanına oturtarak:

“Oğlum! Seni uyarmaktan dolayı validene gücenme! Düşün ki valideler çocuklarını gözlerinin bebeği gibi sevdikleri hâlde bu muhabbetlerine tümüyle mugayir olarak niçin dövüyorlar? Onların düşmanı oldukları için denilemez. Elbette onların dostu oldukları için kusurlarını terk ettirmek ve kendilerine zaten güzel şeyleri tercih ettirmek için bu şiddetli muameleye mecbur oluyorlar. Öyle ise validenden dayak yemeye bedel daima lütuf ve merhamet görmek istersen sen de mümkün mertebe kabahat işlememeye çalış!” diye öğütlerde bulunmuştu. Hele Mustafa Kamerüddin’in bazı kusurlarını pederi muahezeye giriştiği zaman çocukta dayak korkusuna bedel pederinin ilgi ve alakasından düşeceği korkusu, biçareyi tir tir titretmeye başlardı. Nihayet babası:

“İşte tekdirimi ettim, söyleyeceklerimi bitirdim. Bunları asla unutmamalısın. Şimdi de gel öpüşelim, barışalım!” deyince büyük bir şevk ve muhabbetle pederine sarılıp matruş yanağını şapır şapır öper ve şu muamele ile babası hakkındaki muhabbetini bir kat daha arttırırdı.

Çocukluğunda babasının büyüklüğünü bu surette takdire başlamış olan Mustafa Kamerüddin olayları algılama gücü arttıkça babasının sair faziletlerini de görüp takdir ederek cidden ve hakikaten o zatın hayranı olmuştu. Zira babasından işittiği sözler kaleme alınacak olsa bir kütüphane teşkil ederler. Bunların ise hepsi ahlaki güzelliğe, insani fazilete ve hikmete dair şeyler olduğundan Demir Bey oğlunun yalnız babası değil, âdeta hocası da sayılmıştır. İnsan ise feyiz, terbiye ve talimi ile feyizlendikçe hocasına en saf, en mukaddes bir muhabbetle arkadaş olur. Dolayısıyla Mustafa Kamerüddin de babasını hem şefkatli bir peder, hem faziletli bir muallim, hem de bunların hiçbirisi olmasa bile onun güzel ahlakından dolayı sevilmeye şayan bir baba olarak kabul etmiştir.

Öyle ya! Bir zamana kadar hiç tanımadığınız bir adamla dostluk kurarsanız. Onu o kadar seversiniz ki, âdeta kalbinizin sevgilisi olur. Bu adam sizin babanız, kardeşiniz midir? Mualliminiz midir? Hayır! Olgun ve kâmil bir insan olduğu ve sevilmeye layık bulunduğu için seversiniz. İşte bizim Mustafa Kamerüddin de pederini hiç tanımadığı hâlde sonradan görüp tanıyacak olsaydı insanlar arasında en ziyade beğendiği zat Demir Bey olacaktı.

Kıssadan maksat hissedir. Şuracıkta düşünelim ki niçin birçok ailenin babası dünyadan ahrete intikal ettikleri zaman oğulları kendisine tam bir hayırlı halef olamıyorlar? Bazı evlatlar vardır ki, mala konmak için, Allah muhafaza etsin, babalarının bir an önce ahrete intikallerini istiyorlar. Niçin? Hiç şüphe etmemelidir ki, pederleri, kendi nefislerinin hoşuna giden bazı hevesleriyle meşgul olmak için çocuklarının kendi yanlarında bulunmalarını ve kendileriyle sohbet ederek vakit geçirmelerini pek hoş görmezler. “Aman şunlar başımızdan defolsunlar!” diye tahammülsüzlük gösterirler. Sanki evladının babası değil düşmanıymışçasına onlar hakkında olumsuz şeyler konuşurlar. Çocuklar biraz büyüyüp de iş görmeye başladıklarında ve aileye maddi katkı sağladıklarında da onların yanlarından ayrılmamalarını isterler. Çocukları yanlarından ayrılmak istediklerinde onlara engel olmaya çalışırlar.

Hâlbuki çocuklar pederlerine itiraf edemedikleri hâllerinin birçoğunu yine gizlice yapmaktan geri durmazlar. Bu hâlin neticesi olmak üzere çocuklar pederlerini, kendilerinin refah içinde yaşamalarına mâni sayarak şu engelin bir an evvel aradan çıkmasını bekliyorlar.

Akıllı olan peder, oğlunun üzerinde zorba bir baba olacağına hikmetli bir arkadaş ve sırdaşı olur. O hâlde oğlunun babasından gizli bir şeyi kalmaz. Her korkusu hakkında pederi kendisini irşat ederek meşru ve makul olmayanlarını yavaş yavaş değiştirme gayretini çocuğun kalbine yerleştirir. Velhasıl, zorba bir pederden ise şefkatli ve samimi bir dost elbette daha hayırlıdır. Zira pederin zorbalığı evladın kötülüğe yönelmesini bir kat daha arttırmaktan başka hiçbir netice hasıl etmediği hâlde; pek çok sadık dostlar kendi arkadaşlarının bir hayli kötülüklerini iyilikle değiştirmeye muvaffak oldukları tecrübeyle sabittir.

İşte Mustafa Kamerüddin Bey, pederini bu derecelerde takdir ettiği, sevdiği hâlde pederi kendisini bu nispette sevmez mi zannedersiniz?

Gerçi Frengistan’a gönderildiği zaman validesi oğlunun iştiyakına tahammülü tükendikçe:

“Oo! Artık sen de ben de evladımızın hasretine dayanamayacak valideler pederler hududundan çıktık. Bu olur ama evladı henüz kucağında bulunan genç valideler ve pederlerde olur. Bundan sonra Mustafa bizim oğlumuz olmaktan ziyade başlı başına bir adamdır. Vazifesi bir çift anaya babaya evlatlık yapmak değil; bize torun olacak çocuklara baba olmaktır. Validesinin dizinin dibinden ayrılmasın diye herifi tahsilinden, eğitiminden, terakkisinden, tekemmülünden menedecek değiliz ya?” diye oğlu hakkında zevcesinin soğukluğa hamledeceği yolda fikirler beyan ettiği çok olur idiyse de, bu mülahazalar da Demir Bey’in çok hikmetli hareket ettiğini gösterir. Her ne kadar zevcesi:

“Sen oğlunu benim kadar sevmezsin de onun için böyle söylersin!” diye muahezeden yüz çevirmez ise de Demir Bey zevcesinin bu hâli âdeta bir bencillik eseri olduğunu pekâlâ bilir. Zira kendisi de oğlunu nefsinden ziyade severdi. Zaten bundan sonra kendi hayatı oğlunun şan ve şerefle geçireceği hayattan ibaret kalacağını hükmederek Mustafa Kamerüddin hakkındaki sevgisini bu şekilde gösteriyordu.

İşte bugün birisi gemiden ve diğeri ölüm yatağından çıkarak birbiriyle kavuşmuş bulunan baba oğul şöyle bir çift baba oğuldurlar.

Mustafa Kamerüddin babasının kansızlıktan cansızlıktan buz gibi soğumuş olan solgun elini ateşli dudaklarıyla kızdırırcasına bir iştiyak ve istekle öptüğü sırada pederi de oğlunun başını öpmeye, saçlarını koklamaya ve oğlundan kurtarabildiği bir eliyle yüzünü gözünü ve taze bıyıklarını okşamaya başladı.

“Sarmaş dolaş” şeklinde olmazsa da onlar kalben sarmaş dolaş olmuşlardı. Bu durum beş dakikadan fazla devam etti. Bu müddet zarfında pederinin lisanından:

“Evladım! Mustafacığım!” sözlerinden başka söz çıkamadı. Oğlunun lisanından da kesik kesik:

“Babacığım! Babacığım!” sözleri işitiliyordu.

Hastanın yatak odasında şu anda peyda olan levhayı yalnız bu baba oğuldan ibaret zannetmiyorsunuz ya? Bunlar levhanın ilk planı, yani birinci mertebede ilk göze çarpan şeylerdi. İkinci planda bir valide ve üçüncü planda yani oda kapısının yarı dışarısında ve yarı içerisinde ikisi beyaz, birisi siyah iki cariye görülüyordu. Bunların üçü de Mustafa Kamerüddin’in Avrupa’ya gidişinden sonra satın alınmış olduklarından konağın ikinci beyefendisi olmak üzere Frengistan’dan dönmüş olan genç ve güzel beyi büyük bir hayretle temaşa ediyorlardı.

Ya valide?

Hah! İşte asıl dikkat edilmesi gereken valide değil midir? Hastanın görmüş olduğu hayaller üzerine biçareden buz gibi soğumuş olan Feride Hanım karşısında kocasıyla oğlunun birbirinin nasıl canı ciğeri olduklarını gösterecek hâl ile kavuştuklarını görünce kendisinin derin hislerinin bunların ikisinden de bambaşka olduğunu büyük bir dehşetle müşahede ediyordu.

Eğer valide, irfanı nefis nimetine nail olmuş bulunsaydı ve şu anda kendi durumunu hikmetli bir fikir ile tayin etmiş olsaydı, görmeli ve hükmetmeliydi ki, hastada müşahede olunan acayip ve garip hâller, Demir Bey’i bu ailede yabancılıkla itham ettirmeyecektir. Belki kendisini yabancı hâlinde bırakacaktır. Zira familya halkı, karı koca ve oğuldan ibaret bulundukları ve işte baba oğul tek vücut oldukları hâlde, bunlardan asıl ayrı kalan ise valide olmuştur.

Feride Hanım haddizatında zeki bir kadın olmakla beraber şu hakikati göremedi. İhtimal ki zeki bir kadın olduğu için… Zekâsı ona başka bir şey gösterdi. O gördüğü şeyi de hakikat sandı. Zira kocasıyla oğlunun şu samimiyetini görmesi üzerine kendi kendisine dedi ki:

“Ah! Gözümün nuru Mustafacığım! Sen babanın ne olduğunu bilsen hiç de o uğursuz eli bu kadar muhabbetle öpmezdin! O el öyle bir harekette bulundu ki hiçbir Müslüman’ın eli o hareketi taklit bile edemez.”

7

Baba ile oğul doyuncaya kadar öpüştükten, koklaştıktan sonra Demir Bey sağ elini oturduğu mendirek üzerine defalarca vurup bu işaretle şöylece yanı başına oturmasını emretti. Mustafa Kamerüddin Bey babasının yanına oturdu. Evvela Demir Bey söze başlayarak şu şekilde bir muhavere cereyan etti:

“Oğlum, âdeta kefeni paralayıp kurtuldum. Daha doğrusunu istersen defnedildiğim mezarın tahtalarını alnım ve göğsüm ile kaldırarak o şekilde çıkıp dünyaya tekrar geldim.”

“Allah’a çok şükür babacığım! Yeni hayatınızı tebrik ederim.”

“Fakat bu tebriki asıl validenin muvaffakiyeti için etmelisin! Zira validen olmasaydı helakim muhakkaktı.”

Demir Bey bu sırada karısının da yüzüne bakarak:

“Ferideciğim! Hayatımın kalanını sana borçluyum. Bundan sonra kaç nefes alacak isem Allah’ın lütfuyla beraber, bu nefesleri yine senin şefkat ve merhametinin sonucu olmak üzere almış olacağım!” dediğinden bu söz Feride’nin dört beş dakikadan beri devam eden dalgınlığını izale ederek aklını başına iade etti. Dolayısıyla dedi ki:

“Hizmet bizden, şifa Allah’tan oldu. Derdi veren de Allah’tır, dermanı veren de!”

Demir Bey hem karısına cevap olmak, hem de oğluna hitap makamında bulunmak üzere dedi ki:

“Mustafa! Gerçek söylerim ki geçirdiğim hastalık validen için cehennem azabı oldu. Düşün ki hastalığım humma3 idi. Zaten titiz bulunan bir adam bir de humma delisi olursa zevcesine ne kadar üzüntülere sebep olur!”

Mustafa Kamerüddin Bey asıl pederini üzmemek lüzumu gördü ve dedi ki:

“Her ne ise babacığım, hepimize birden ‘geçmiş ola’ deriz de bu hastalıkların, bu üzüntülerin bir an önce geçmesini dileriz. Müsaade buyurursanız büyük bir şükür ve iftihar ile arz edeyim ki, bu sene imtihanlarda Paris ilim heyetinin pek ziyade övgülerine mazhar oldum.”

“Zaten bunu bana yazmıştın da… Pek sevinmiş idiysem de sana sevincimin derecesini yazmaya vakit bulamadım.”

“Yazdığınız iltifatname de bence kâfiydi.”

“Hayır hayır! O gün on sekiz ateşli tabancanın son tecrübesiyle meşgul olmasaydım daha fazla yazardım. Fakat iki namlu arasında döner bir dolap ile on sekiz ateşli bir revolver icadı beni dokuz aydan beri meşgul etmekte bulunduğundan o mektubu yazdığım gün bu dokuz aylık yorgunluğun neticesini tecrübe ediyordum. Şimdi lisanen meramımı tamamlamak için derim ki: Bahtiyar ol oğlum, berhudar ol! Senden her ne emelim ve arzum var idiyse tümünü ziyadesiyle yerine getirdin. Bana layık bir oğulsun diyemem. Zira o liyakati çoktan geçtin. Ben sana layık baba görülmez isem, sen benim kusurumu affet.”

“Estağfurullah babacığım!” diye Mustafa Kamerüddin tekrar babasının ellerini öpmeye başladı. Çocuk bu meşguliyette iken Demir Bey de karısının yüzüne bakmaktaydı. Bu bakışta iki mana olabilirdi. Birisi tercüme edilmek lazım gelse:

“Böyle bir oğla malik olduğundan dolayı sen de kendini bahtiyar buluyorsun ya?” demek oluyor idiyse de diğer mana daha parlak olabilirdi. Zira biraz evvel hastalık hâline, cinnetine filanına dair zevcesine teşekkür yolunda söylemiş olduğu sözlere şimdiki söz de ilave edilince karısının yüzüne bakışı:

“Hastalığım ve dalgınlığım zamanında bende görmüş olduğun acayip hâlleri oğluma söylediğin zaman oğlumun benim hakkımda vukuya gelecek nefretini şimdiden affettirmeye çalışıyorum. Sen de ona göre lütfet, mürüvvet buyur, merhamet eyle!” manasını ifade edebilirdi. Hatta Feride Hanım nezdinde bu bakışın asıl manası da bu oldu.

Pederi tarafından gösterilen arzu üzerine Mustafa Kamerüddin Bey üç seneden beri Paris’te nasıl zaman geçirdiğini ve özellikle bu müddet zarfında İstanbul’a üç defa gelebilirdi. Yani yaz mevsimlerinde tatil zamanlarını İstanbul’da ailesinin yanında geçirmek mümkün görülürken niçin gelmediğini anlatmaya başladı.

Konuşmasından özetle anlaşıldığına göre Mustafa Kamerüddin Bey bu tatil zamanlarını Paris’te de geçirmemiştir. Senenin dokuz ayını tahsilde geçirdiği esnada tatil zamanlarını hangi memlekette geçirecek ise o memleketli olan talebeden birkaçıyla dostluğu ileriye götürerek imtihanlardan sonra onların memleketlerine gitmiştir. Bu suretle ilk senenin tatil zamanlarını İtalya ve İsviçre’de ve ikinci senenin tatil zamanlarını Almanya’da geçirmiştir. Bu sene de İngiltere’ye gidecekken pederinin hastalığı üzerine İstanbul’a gelmiştir.

Tahsili, yol ve köprüler daha doğrusu bayındırlık mühendisliği olduğu gibi Avrupa’yı bu suretle gezmesi iyi olacaktı. Bu şekilde hem memleket ve milletlerin hayatları hakkında bir tetkik ve hem de yolların şose, tren ve tünel gibi çalışmalarını bizzat yerinde görüp incelemek olduğunu babasına anlattı.

Hatta boynundaki yol çantasından birtakım kâğıtlar çıkardı ki, bunların bazıları diploma ve bazıları da muallimlerinden aldığı takdirname belgeleriydi. Birtakımları da en muteber gazetelerin kendi hakkındaki övgü ve sitayişine dair idiler. Bunları babasına okudu. Fakat babasının Fransızca anlamadığını bildiği için tercüme de ediyordu.

İşte bu tercüme esnasında Feride Hanım’ın hafif tebessümleri pek manidar idiler. Fakat Mustafa Kamerüddin Bey validesinin yüzüne bakmadığı için tebessümü göremediği ve görse bile manasını anlayamayacağı gibi Demir Bey de olanca dikkatini oğluna hasretmiş olduğundan karısına hiç dikkat etmiyordu.

Babası sordu ki:

“Resmi de ileriye götürdün mü, resmi? Resmi… Çünkü biliyorsun ya? Mühendislik senin seçtiğin bir meslekti; ressamlık ise benim seçtiğim bir meslek.”

“Evet babacığım! Ben de kendi seçtiğim mesleğe uymam için verdiğiniz müsaadenin şükranı olarak size ressamlığa da çalışacağımı vadetmiştim. Bu vaadimi de ifa ettim. Resmi epeyce ileriye götürdüm. Gerçi resim yarışmasına kabul olunamadım ve eserlerimi sergiye koyduramadım ise de size bu konudaki bilgimin derecesini de şununla tarif edeyim ki, zeminleri Şark’a dair olmak üzere yaptığım levhaları yüzerden ikişer yüz ellişer franga kadar satabildim. Bu suretle sattığım resimlerin numarası on dörde ulaştı. Hatta bu yüzden kazandığım para ile de kendime epeyce mükemmel bir kütüphane tedarik ettim.”

“Hâlbuki o paraları yiyebilirdin. Kendi kazandığın parayı kendi istediğin gibi yemene kim mâni olurdu?”

“Bu paraları kendi istediğim gibi yemek bence kitaba vermekti. Sayenizde validemin tahsis etmiş olduğu ayda iki yüz frank ise beni öğrencilik âleminde pek güzel idare ediyordu.”

“Senin gibi kanaatkâr, iffetli ve çalışkan olan çocuktan beklenecek hareket zaten buydu. Dolayısıyla kazandığın parayı başka bir yolda harcamış olsaydın yine mesul olmaz ve gençlik nedeniyle mazur görülürdün.”

“Ben Paris’e gençlik nedeniyle mazur görülecek surette yaşamaya gitmedim! Tahsile gittim. Yaşamak ile tahsil maksadı birbirine uymayacak şeylerdendir. Bundan sonra sayenizde istediğim gibi yaşayabilirim.”

Hasta ihtiyar gözlerini göğe dikti. Ağzından söz çıkmıyor idiyse de bu tavrı oğlunu takdis ettiğine delalet ediyordu. Müteakiben oğlunun başını iki solgun ve titreyen elleri arasına alarak defalarca ve büyük bir istekle öptü.

Nekahet hâlinde bulunan hastayı tahammülünden fazla yormak üzüntüyü sebep olur ki, bu üzüntüden de hastalığın tekrarı derecesinde fenalıklar vukuya gelebilir. Şu noktadan olaya bakınca, Demir Bey, oğlu Mustafa Kamerüddin Bey ile ilk görüşmesinde bu kadar meşguliyeti biçareyi lüzumundan fazla olarak yormuş olacağını yine Feride Hanım dikkate aldı ve:

“Kavuşturan Allah’a çok şükür! Bundan sonra istediğiniz kadar görüşüp konuşmaya vaktiniz vardır. Ancak daha fazla yorgunluğa sebep olmamak için bugünkü mülakata artık son vermelidir.” demesiyle bu söz gerek hasta ve gerek oğlu tarafından memnuniyetle kabul olundu. Hastayı rahatlatmak için yatağına koydular. Ana ile oğul ise diğer odaya çekildiler.

Feride Hanım’ın kocası hakkındaki kötü zannı malumumuz olduğu gibi baba ve oğul tarafından hoş karşılanan şu teklifi de kadının kötü niyetine vermezsiniz değil mi? Oğul ile baba arasında mülakatın uzaması ve muhabbetli sözlerin çoğalması, bunların birbiri hakkındaki takdirlerini daha ziyade kuvvetlendireceği zannıyla Feride Hanım sadece buna meydan vermemek için oğul ile pederi birbirinden ayırmış olacağına inanmak da istersiniz değil mi? Hâlbuki biçare Feride Hanım aleyhinde bu derecelere kadar vesveseli olmayınız. Feride Hanım’ın bu hareketi hemen oğlunu babasından ayırıp da:

“Gel! Gel! Artık o ne olduğu belli olmayan herif ile mülakat yetti. Gel biraz da beni gör ki, onun hakkındaki düşüncelerimi sana hikâye edeyim. Bak o zaman da babanı muhabbete layık bir adam bulur musun?” demek için değildi. Oğlu ile bu hasbihâli açmaya her zaman vakit bulabileceği zaten bilinen bir şeydi. Feride Hanım hakikaten hastayı fazla konuşturarak yormamak için o düşüncesini ortaya koymuştu. Bunu ortaya koymakla isabet de etti.

Oğlu ile diğer odaya geldikleri zaman ise Demir Bey hakkındaki zanlarına dair hiç söz açmadı. Muhavereleri yine baba ile oğlun muhaveresi suretinde devam etti. Yani bir yandan Feride Hanım oğluna babasının hastalığı müddetinde ne kadar zahmet çekip ne derecelerde korktuğunu anlattığı gibi diğer taraftan da Mustafa Kamerüddin Bey üç senedir Avrupa’da kaldığı vaktini nerelere sarf etmiş ve neler öğrenmiş bulunduğunu validesine anlatıyordu.

Baba ile oğul arasında vuku bulduğu gibi oğul ile valide arasında da sarmaşıp koklaşmayı ve öpüşmeye sebep olan pek çok hâller vukuya geldi.

Nihayet akşam oldu. Demir Bey tarafından gösterilen arzu üzerine ana, baba ve oğul üçü birden sofraya oturdular. Demir Bey tabip tarafından izin verildiği derecelerdeki yemeğini kendi tabağında yediği gibi yiyemeyeceği ve fazla gelen yemeğini de oğluna ikram etmekteydi. Bu akşamki sofranın neşesi hakikaten ne kadar tafsil edilse yeridir. Bu ferahlık ise hasta üzerinde şifa bulma anlamında büyük tesir gösterdiğinden dakikadan dakikaya kuvveti arttığı âdeta ayan beyan görülmekteydi.

Yemekten sonra misafiri bundan sonra kendisine mahsus olması lazım gelen yatak odasına götürdüler. Orada gereken hizmetleri validesinin emir ve işaretiyle beyaz cariyeler görüyorlardı. Artık gerek cariyelerin ve gerek Mustafa Kamerüddin Bey’in kalplerinden birbirlerine meylettiklerine dair bir şeyler geçmeye başlayıp başlamamış olduğunu biz bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey varsa o da burada uzun süre bulunmamasından dolayı kendi hanesinin yabancısı hükmünü almış bulunan Mustafa Kamerüddin’in bir hayli zaman uykusunu alamamasından, uykuya daldıktan sonra yorulmasından dolayı ölüm derecesine yakın ve derin bir uykuya varmış olması ve o uykuda sabaha kadar fasılasız devam etmiş bulunması durumundan ibarettir.

2.Anneler.
3.Sivrisineklerin ısırması sonucu bulaşan sarı humma virüsünün neden olduğu ciddi bir hastalık.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6485-94-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 3, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre