Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Türk-Moğol Mitolojisi», sayfa 2

Yazı tipi:

Aktaranın Ön Sözü

Türk-Moğol ilişkileri farklı yönleriyle araştırmacıların dikkatini çeken bir konudur. Türkiye Türkçesine Kazak Türkçesinden aktarmış olduğumuz bu eser Türklerin Moğollarla ilişkilerini mitoloji çerçevesinde ele almaktadır. Türkiye’de Türk-Moğol dil ve kültür ilişkileri gündemde olan bir konu olmakla birlikte bu alanda kaleme alınan eser sayısının az olduğu söylenebilir. Batı’da bu ilginin çok daha fazla olduğunu da ifade edebiliriz. Bu bakımdan eserin Türkiye’de konuya ilgi duyanlar için önemli bir açığı kapatacağı düşüncesindeyiz.

Türk-Moğol Mitolojisi kitabının yazarı Akedil Toyşanulı, Moğolistan’da Bayan Ölgiy’de dünyaya gelmiş olması hasebiyle Kazak ve Moğol dünyası hakkında bilgileri sadece okuduğu kaynaklarla sınırlı değildir. Bu bakımdan eser daha dikkat çekici bir hâle gelmektedir. Aynı zamanda bu çalışma büyük Kazak folklor araştırmacısı Prof. Dr. Seyit Kaskabasov’un danışmanlığında hazırlanmış bir doktora tezidir. Bu hususun çalışmaya ayrı bir değer kattığı düşüncesindeyiz.

Eser, yazarı tarafından bize 2018 yılında Atırav şehrinde katılmış olduğumuz bir toplantıda takdim edildi. Öncelikle okuduğumuz bu eseri Türkiye Türkçesine bir an önce kazandırmak istemiş olsak da bunu ancak bu yıl gerçekleştirebildik. Aktarmada bize takdim edilen 2016 tarihli baskı esas alınmakla birlikte, yazarın isteğiyle kendisi tarafından hazırlanan Kısa Mitolojik Sözlük de çalışmaya eklenmiştir. İlgili kısım basılı kitapta bulunmamaktadır. Bu hususu özellikle belirtmek istiyoruz.

Eser Türkiye Türkçesine aktarılırken mümkün olduğu kadar terminoloji bütünlüğü sağlanmaya çalışıldı. Bu husus bizi oldukça zorladı. Zira alana ilişkin terminolojinin bizde de tam anlamıyla oturmadığı bu aktarma esnasında bir kez daha anlaşıldı. Bu bakımdan kaynak metindeki anlam korunmakla birlikte Türk okurunun daha rahat anlayabileceği bir üslup yakalanmaya çalışıldı. Bazı kısımlarda hem Kazak Türkçesi hem de Türkiye Türkçesi ifadeler verilerek metin daha anlaşılır kılınmaya çalışıldı. Zaman zaman da Türkiye Türkçesinde karşılığını bulamadığımız kavramlar ve nesneler için A.N. (aktaranın notu) kısaltması ile notlar düşüldü. Gayretimize rağmen her çalışmada olduğu gibi eldeki çalışmada da eksiklik ve kusurlar olabilir. Bunların bütün sorumluluğu tarafımıza aittir.

Bu kıymetli eserinin Türkiye Türkçesinde yayımlanması için gerekli izni veren Akedil Toyşanulı’ya; esere yazdığı sunuş ve desteklerinden dolayı Uluslararası Türk Akademisi Başkanı Prof. Dr. Darhan Kıdırali’ye; aktarmayı kontrol eden Aynur Mayemerova’ya teşekkür ederiz. Bununla birlikte metnin son biçiminin oluşmasında Türkiye’den de birçok kişinin katkı ve desteğini gördüm. Metni kontrol eden ve önerileriyle son şeklini almasında önemli katkısı olan hocam Prof. Dr. Mehmet Aça’ya, metni okuyan Doç. Dr. Ömer Aksoy, Dr. Cemalettin Yavuz ve Sabri Topal’a da teşekkürü bir borç bilirim.

Son teşekkürü ise çalışmalarımızı yayımlama konusunda her zaman destek ve teşviklerini gördüğümüz Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Dr. Yakup Ömeroğlu’ya etmek istiyorum. Yayınladıkları eserlerle Türk Dünyası’nın kültür ve edebiyat ocağına dönüşen Bengü Yayınları arasında eserlerimizin yayımlanmasının bizim için bir onur olduğunu da belirtmek isterim.

Ön Söz

Araştırmanın kısa tarihçesi şu şekildedir: Türk-Moğol halklarının folklorunun içerisinde halk nesrinin mit türünü de barındırdığı konusu, Kazaklar arasında 1980 yılında S.A. Kaskabasov, Buryatlar arasında 1980 yılında N.O. Şarakşinova, Moğollar arasında da 1984 yılında Ş. Gaadamba gibi bilim adamları tarafından ilk kez bilimin bir nesnesi hâline getirilmiştir. Türk âlimi Bahaeddin Ögel, 1971 ve 1988 yıllarında Türk Mitolojisi adlı iki ciltlik eser kaleme almış ve burada Kırgızların Manas, Sahaların Er Sogotoh destanları ile Oğuz ve Dede Korkut destanlarını mit düzleminde incelemiştir. Tanınmış Macar âlimi L. Lorints, 1973 yılında Moğollarda türeyiş mitlerinin olmadığı yönünde bir fikir ileri sürmüştür (Lorints, 1972: 251-253).

Bunlar neyi göstermektedir? Bize göre bu durum, meselenin kendine özgü eşsiz bir poetik görünüşe sahip olan Türk-Moğol halklarının manevi aşamadaki mitolojisinin incelenmesinin teorik ve metodolojik temellerinin bilimsel anlamda çok geç şekillenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeplerle ilişkili olarak Kazak ve Moğol folklorunda mit türü başka halklarla karşılaştırıldığında biraz geç ortaya çıkmış, onu inceleme işi de yavaş ilerlemiştir. Meselenin böyle oluşu; bu türün en eski zamanlardan günümüze kadar seyrek ve dağınık bir şekilde gelmiş olması, Semavi dinlerin tesirinde kalmış, birçok farklı toplum ve dönemin dolambaçlı yollarından geçmiş ve farklı türlerle kaynaşmış olması, kısacası tarihî dönem bakımından en eski tür olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu görüşten yola çıkarak Türk-Moğol mitolojisi malzemelerini bir araya getirip toparlayarak bunları sınıflandırma, inceleme çalışmaları gündemdedir. Çalışmada doğru bir şekilde sınıflandırılan Kazak-Moğol mitolojik metinlerini etiyolojik ve kozmogonik olarak iki gruba ayırdık. Etiyolojik mitler eski dönemleri ihtiva etmekle birlikte bu mitlerde geçen bazı konular etiyolojik masallar içerisinde de yer almaktadır. Dolayısıyla onların sınırını belirleme konusunda hassasiyet gösterdik. Öncelikle hayvanlarla bitkilerin ve coğrafi şekillerin ortaya çıkışını anlatan örnekleri inceledik. Kültürün ortaya çıkışını anlatan metinler de bu türe girmektedir. Bunlar da burada manevi ilişki ve sağlam bir birliktelik kurmaktadır. Çünkü bu konuyu içeren örnekler (kültürel tahıl, müzik aletleri, sanatın ortaya çıkışı vd.) bütün olarak ele alındığında insan ile tabiatın arasının mesafeli olduğu dönemi işaret etmektedir ve etiyolojik türe yakındır. Söz konusu kozmogonik mitlerin merkezinde de eski konular vardır. Örneğin mitin bu türü eski kabilelerde seyrek görülmektedir. Bu da gök cisimlerinin durumlarının ve özelliklerinin bilinmesiyle gelişen şuurun göstergesidir. Bundan dolayı kozmogonik mitlerde halk astronomisinin ulaştığı bilgi, yani bir dereceye kadar bilimsel düşünce boy göstermektedir. Bu nedenle onların aynı şekilde olduğu ve evrelere ayrıldığı dikkat çekmektedir. Yine de bu örnekler son dönemlerde ortaya çıkmakla birlikte kendisinden daha eski evrelere ait olan etiyolojik mitlerle karşılaştırıldığında ilginç özellikler sergilemektedir. Böyle oluşu halkın gök cisimleri ile tabiat olaylarının daima tılsımlı güçlerle ilişkili olduğunun düşünülmesindedir. Kısaca söyleyecek olursak araştırmanın bölümleri kronolojik sıralamaya tabidir.

Elbette Kazaklar ve Moğolların mitolojik malzemesinin, folklorun diğer türlerine ait özelliklerin doğru tespit edilebilmesi için bir basamak olduğu açıktır. Örneğin mit ile kargış türünün ilişkisi de böyledir.

Avrasya bozkırında henüz bölünmemiş keçe örtüyü, ağaç uvıkları1, Türk-Moğol halklarının folklordaki ortaklığını mit türü bağlamında bütün olarak incelemenin önemi büyüktür. Şimdiye kadar yalnızca Kazak ve Moğolların mitolojisi özelinde değil, genel olarak Türk-Moğol halklarının mitolojisi kapsamında da karşılaştırmalı araştırmalara gidilmemiştir. Hatta millî folklor araştırmalarında Kazak mitolojisinin kendisinin özel olarak incelenmediği de açıktır. Mitolojik malzemeyi sistemli bir şekilde derleme ve inceleme işi de yeteri kadar ele alınmamıştır. Bunun bir sebebi mitolojinin, halkın eski inançlarıyla doğrudan ilişkili olmasından ötürü Sovyet döneminin ideolojisine bir yönüyle zıt olmasıdır. Türk soylu halklar ancak bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bu sahaya hevesle yöneldiler. Türk-Moğol halklarının birliği meselesine de bağımsızlık kazanıldıktan sonra gerçek değeri verilmeye başlandı. Kazak-Moğol mitolojisinin karşılaştırmalı olarak incelemesi; Türk-Moğol halklarının eski medeniyetinin kökenini ortaya koymaya, eski dünya görüşünü aydınlatmaya, bugünkü bazı sembollerin sırrını açıklamaya, türün tabiatının tanınarak görkemli geçmişinin açıklanması ve örneklerinin incelenerek manevi hazineye tekrar eklenmesine yardım eder.

Ş. Velihanov’un 1862-63 yıllarında yapmış olduğu öncü çalışmaların ardından Kazak ve Moğol mitolojisi günümüze değin hiçbir şekilde karşılaştırılıp incelenmemiştir. Moğolların ünlü âlimi D. Banzarov’un Kara Din, nemese Mongoldağı Şamandık [Kara Din ya da Moğollarda Şamanlık] (Banzarov, 1848) adlı eserini okuduktan sonra Ş. Velihanov’un fikir yarıştırmak maksadıyla yazmış olduğu Kazaktağı Şamandıktın Kaldığı / Sledi şamanstva u kirgizov [Kazaklarda Şamanlık Kalıntısı] (Valihanov, 1961: 469-493) adlı eseri, gerçek anlamıyla Kazak ve Moğol mitolojisini karşılaştırmak için iyi bir başlangıç olur. Bundan sonra G.N. Potanin’in eserinin içinde mitolojik metinleri de barındıran genel Türk-Moğol folklor malzemesi, bu dönemin bilim âleminde egemen olan göç teorisi çerçevesinde karşılaştırılmıştır. Bununla birlikte devrimin erken dönemlerinde yayımlanmış olan Dala Valayatının Gazeti [Bozkır Vilayetinin Gazetesi], Etnografiçeskoye Obozreniye [Etnografik Bakış], Jivaya Starina [Canlı Geçmiş] vd. neşriyatlarda ve bazı derlemelerde metinler yayımlanmıştır.

Kazak folklor araştırmalarının temelini atanların eserlerinde mit adlandırması ile karşılaşılmasa da eski insanların zihninde yer alan manevî unsurlar zaman zaman dile getirilmektedir. Örneğin, A. Baytursınulı “İnsan, ilkel döneminde canlı cansız varlıkları ayırmamıştır. Canlı da cansız da aynı şekilde yaşıyor, aynı ömrü sürüyor gibi görünmektedir… Tabiattan kopup gidecek yeri olmayınca insanın kendisi de tabiatla birlikte, tabiatla ilişkili, onunla kökeni bir şekilde ömür sürmüştür. Cansız varlıkları canlı olarak tanımıştır.” (Baytursınulı, 2003: 278-279) demektedir. H. Dosmuhammedulı; Kazak halk edebiyatını incelerken Kozmogonik anlatmaları gök ışıkları, gök gürlemesi, yıldırım, kayan yıldız, Demirkazık, Yetigen, Ülker, gökkuşağı vd. hakkında olanlar şeklinde türlere ayırmaktadır (Dosmuhamedulı, 1991: 34).

Sovyet döneminde, M. Avezov’un eserlerinde Türk-Moğol folklorunun birliği meselesinin bazı noktalarına temas edilmektedir. Örneğin Geser (Avezov, 2003: 47), Jengir (Avezov, 1940) destanları değerlendirilmekte, Kazak ve Moğol masallarında ortaklıkların bulunduğuna dikkat çekilmektedir (Avezov 2003: 293). Genel olarak M. Avezov’un eserlerinde mit adlandırması ile karşılaşılmakta, sonrasında ise kısaca açıklama yapılıp eski insanın bilim ile din konusunda ortaya koyduğu fikirler beyan edilmektedir (Berdibayev, 1982: 63-64). Bundan sonraki dönemlerde R. Berdibay (1982: 63-64) ile Ş. Elevkenov (Alevkenov, 1983) eserlerinde mitlere dikkat çekmektedir.

Miti, ulusal araştırmalarda ilk kez folklor türü olarak 1980 yılında S. Kaskabasov ele alır (Kaskabasov, 1980: 27). Onun bu konudaki düşüncesi 1984 yılında yayımlanan Kazaktın Halık Prozası [Kazak’ın Halk Nesri] (Kaskabasov, 1984: 64-93) adlı çalışmasında kesin olarak sonuca bağlanmıştır. Yazarın başka eserlerinde de mitolojinin bazı noktaları ele alınmıştır. Bilhassa onun uzun yıllar süren araştırmalarının neticesi olarak Kazak mitolojisinin tarihî-dönemsel özelliklerini (Kaskabasov, 2002: 288-345) ayrıntılı bir şekilde gözler önüne sermesi, Türk-Moğol folklor araştırmaları için büyük önem taşımaktadır. S.A. Kaskabasov, dünya mitolojisini; ilkel toplum döneminde oluşmuş ruh-iyelik mitoloji, sonra kölelik toplumu zamanında ortaya çıkan çok tanrılı mitoloji, en sonunda da feodal yönetimlerde oluşan tek tanrılı mitoloji olmak üzere üç temel döneme ayırarak incelemiştir. (Kaskabasov, 2002: 72). Âlim, Kazak mitolojisini en eski devirlerde oluşmuş olan ruh-iyelik mitoloji içerisinde değerlendirmektedir. Kazak mitolojisinin sistemleşememişliğini ve dağınıklığını tam olarak göstermektedir. Eserinde Türk-Moğol halklarının mitolojisinin de aynı özelliklere sahip olduğunu ifade etmektedir.

Çin’de yaşayan Kazak alimi N. Mınjanulı’nın Kazaktın Miftik Anızdarı [Kazak’ın Mitik Efsaneleri] (Mınjanulı, 1996) adlı çalışmasında millî mitolojimizle ilgili sağlam fikirler bulunmaktadır. Bununla birlikte eserde seyrek karşılaşılan bazı sağlam metinler de yayımlanmıştır. Türk bilim adamı Metin Ergun’un Türk Dünyası Efsanelerinde Değişme Motifi (Ergun, 1997) adlı çalışmasında Kazaklardan 40 metin yer almış, Türkçeye aktarılmak suretiyle yayımlanmıştır. Ancak bu eserde Dala Valayatının Gazeti’nde (Dala Val. 1989:72) yayımlanmış Bulbul men Kızıl Gul [Bülbül ile Kızıl Gül] adlı Litvanya masalı da Kazaklara ait bir metin olarak sunulmuştur (Ergun, 1997: 622).

Folklor araştırmacısı Ş. Kerim bazı mit metinlerini yayımlar (Kerimov, 1988) ve mitolojideki dev sureti ile ilgili bir makale kaleme alır (Kerim, 2003). T. Konıratbay, Osetin mitolojisi hakkındaki makalesinde G. Dumezil’in ilim âleminde güçlenen fikirlerine başka bir şekilde yaklaşıp Nart destanında Türk manevi hayatının da payının olduğunu belirtir (Konıratbay, 2003:84).

Aynı şekilde M. Avezov Edebiyat ve Sanat Enstitüsü tarafından çıkarılan Kazak Fol’klorının Tipologiyası [Kazak Folklorunun Tipolojisi] (Kazak Folklorının, 1981), Kazak Folklorının Tarihilığı [Kazak Folklorunun Tarihiliği] (Kazak Folklorının, 2002) gibi kolektif eserlerde konu ile ilgili ilave kaynaklar bulunmaktadır. Özellikle, âlim Ş. İbrayev, P. Avesbayeva’nın hazırladığı Kazaktın Miftik Engimeleri [Kazak’ın Mitik Anlatmaları] (Kazaktın Miftik, 2002) adlı eser, derleme metinlerin bir araya getirilmesi için ilk adımlar olmuştur.

Bununla birlikte A. Margulan (Marğulan, 1985), A. Konıratbayev (1987a, 1987b), Z. Ahmetov (Ahmetov 1973), B. Vahatov (Vahatov, 1983), M. Jarmuhammedulı (2001), E. Tursınov (1973; 1976), B. Abılkasımov (1993), Ş. İbrayev (1993; 2002; 2005), B. Azibayeva (1990), T. Konıratbay (2000), K. Matıjanov (2007), Ş. Kerim (1999) gibi bilim adamları eserlerinde türlerin tipolojisi meselesini ele almıştır.

Türk bilim adamı Murat Uraz, 1967 yılında Türk Mitolojisi adlı bir eser kaleme almıştır (Necatigil, 2002; Konıratbayev, 2003). Bundan daha sonra Türk bilim adamı Bahaeddin Ögel’in 1981 ve 1988 yıllarında Ankara’da yayımlanan Türk Mitolojisi adlı iki ciltlik monografisi, soydaş halkların mitolojisinin bütüncül bir şekilde ele alınmasının önünü açan bir eser olmuştur (1993; 2006). Âlim; Hun, Eski Türk, Uygur Kağanlığı devrindeki eski manevi mirasları inceleyerek Türk, Altay, Saha, Kırgız, Türkmen vd. birçok halkta karşımıza çıkan zenginliği bir bütün olarak ele almıştır. Mesela Moğol soylu halklardan Buryatların kozmogonik mitleriyle ismi geçen toplulukların mitleri arasında karşılaştırmalar yapmıştır (Ögel, 1993). Protomoğollara ve Türklere ait olup Çin kaynaklarında karşılaşılan mitik unsurları incelemiştir (Ögel, 1993: 549). Kidan, Uygur, Altay mitlerinde karşılaşılan Manihaizm ve Budizm unsurlarını ayıklayıp ortaya koymuştur. Özellikle köken mitlerine derin bir mana yükler. Kazak âlimi A. Marğulan, O Harektere i İstoriçeskoy Obuslovlennosti Kazahskogo Eposa [Kazak Destanının Tarihi Koşulsallığı ve Karakteri Üzerine] adlı makalesini de bilim alemine sunar (Ögel, 1993: 152). Fakat B. Ögel’in Kırgızların Manas, Sahaların Er Sogotoh destanları ile Oğuz, Dede Korkut destanlarını aynı mit türü çerçevesinde incelemesi, bugün bizim takip ettiğimiz teorik bakış açısına uygun değildir. Elbette B. Ögel çeşitli sebepler neticesinde Kazak mitolojisi hakkında tek tük dolaylı kaynakları kullanmakla sınırlı kalmıştır.

Moğollarda Buryat âlimi N.O. Şarakşinova 1975 yılında yayımlanan Buryatskoye Narodnoye Poetiçeskoye Tvorçestvo [Buryat Halk Şiiri Sanatı] (Şarakşinova, 1975) adlı eserinde miti açıklar. Onun, Mifı Buryat [Buryat Mitleri] (Şarakşinova, 1980) adlı eseri Moğol mitolojisinin araştırılmasına örnek bir yol açar. Bundan sonra Moğol âlimi Ş. Gaadamba mit türünün belirgin noktalarını inceleyip 1984 yılında ilk defa konu ile ilgili makale yazar (Gaadamba, 1984), sonraki çalışmalarında ise bu fikri geliştirir (Gaadamba, 1988). Profesör D. Tserensodnom’un bir araya getirip ön sözünü yazdığı Mongol Mifologiyası [Moğol Mitolojisi] (Tserensodnom, 1989) adlı hacimli çalışmada 240 metin ele alınıp yayımlanmıştır. Yazar, birkaç açıklamasında Kazak materyallerine de yer vermiştir. Mesela Bayan Ölgi bölgesinde yaşayan Kazaklardan derlenen üç örneği yayımlamıştır (Tserensodnom, 1989: 94-95, 169-170, 219). Prof. Dr. S. Dulam, Moğol Mifologiyasının Obrazı [Moğol Mitolojisinin Sureti] (Dulam, 1989) adlı monografisinde Türk-Moğol örneklerini incelemiştir. Bu, Moğolistan’da bu türü özel olarak ele alan etkili bir eserdir.

Kırgız âlimi K. Bayjigitov, 1985 yılında yayımlanan Kırgız Mifteri, Ulamış-tarı cana Legendaları [Kırgız Mitleri, Anlatmaları ve Efsaneleri] adlı eserinde Kırgızların mit, efsane ve hikâyelerini Kazak, Altay ve Hakasların bazı metinleri ile karşılaştırır (Bazılhan, 1985). Azerbaycanlı bilim adamı A. Acalov’un Azerbaycan Mifoloji Metinleri adlı çalışmasında 593 mit metni verilmiş ve bunlar açıklanmıştır (Acalov, 1998).

Ş. Bira’nın son dönemde yazmış olduğu eserlerinde Moğol İmparatorluğu’nun siyasi-ideolojik yapısına dayanak olan değerleri Türk-Moğol psikolojisinin birliği çerçevesinde değerlendirmesi önemli bir yeniliktir (Stebleva, 1972).

Genel olarak dil bilimi sahasında Türk-Moğol halklarının manevi dünyasını karşılaştıran, bilimsel açıdan nitelikli çalışmalar vardır. Bunlar arasında özellikle Altay dilleri (Türk, Moğol, Tunguz dillerini) uzmanı, Altayist filolog Prof. Dr. Bazılhan Bukatulı’nı zikretmek gerek. Bazılhan Bukatulı, uzun yıllar Kazak ve Moğol dilleriyle doğrudan meşgul olup 65 bin kadar sözün kök, morfem kuruluşunu dikkatlice inceleyip bunun neticesinde “Kazak ve Moğol dillerinde 3500 kök sözcük var; bunun 2000’inin kökü ortak, anlamı aynıdır. Geriye kalan 1500 kökün anlamı ile şekli bazı değişikliklerle temelleri bakımından birbirine uymaktadır. Bu iki dilin ortaya çıkışı aynıdır, bunlar akraba dillerdir.” şeklinde bir neticeye ulaşmış olması, mitolojik malzemelerin dilde korunan ortak kökü bilme konusunda sağlam bir dayanak olmaktadır (Bazılhan, 1973; 1984; 1999; 2000).

B. Bazılhan “Aral Denizi’nden Mançurya’ya, Baykal Gölü’nden Çin Seddi’ne kadarki uçsuz bucaksız bölgeye VI-X. yüzyıllarda Batı, Doğu Türk Kağanlığı’nın idaresindeki Uygur, Kerey, Nayman, Tatar gibi Türk boyları; bugünkü Moğolistan’ın milattan önceki dönemlerde de sakini olan Moğol boyları ile birlikte komşu olarak yerleşmişlerdir. O dönemde Türk, Moğol göçer boyların sosyal-ekonomik hayatı ortak olmuştur. Bu benzerlik Kazak ve Moğol dillerini de içinde bulunduran Türk, Moğol dillerinde temel söz varlığının ortak oluşunu beraberinde getirmiştir.” şeklindeki sözleriyle fikirlerini ifade eder (Bazılhan, 1973: 4).

Âlim V.V. Mindibekova, 2004 yılında yazdığı Janrovaya Spetsifika Hakasskih Mifov [Hakas Mitlerinin Tür Özellikleri] adlı tezinde Hakas mitlerini sistemli bir şekilde incelemiş, bu mitleri Buryat mitleri ile karşılaştırmıştır (Mindibekova 2004). Tanınmış bilim adamı F.G. Hisamitdinova, 2011 yılında yayımlanan Slovar’ Başkirskoy Mifologii [Başkurt Mitolojisi Sözlüğü] adlı eserinde, Başkurt sözlü mirasını akraba halklardaki örneklerle birlikte inceler ve mitolojik bakış hakkında sağlam bilgiler verir (Hisamitdinova, 2011).

Sovyet dönemi bilim adamları İ.V. Stebleva (Stebleva 1972), S.Yu. Neklyudov (Neklyudov 1978, 1981), N. L. Jukovskaya (Jukovaskaya 1980), S. G. Klyaştornıy (Klyaştornıy 1981), N. A. Alekseyev (Alekseyev 1992)’in çalışmalarında Türk-Moğol mitolojisinin bazı meseleleri ele alınmış ve bizim konumuzla da ilgili bilgiler verilmiştir. Fakat söz konusu eserlerde Kazak mitleri dikkatli bir şekilde incelenmemiştir. Kısacası bugüne kadar Kazak ve Moğol mitolojisi karşılaştırmalı olarak özel bir çalışmanın konusu olmamıştır. Bu nedenle de bu çalışmanın yapılması gerekli görülmüştür.

Çalışmada Kazak ve Moğol mitolojisinin konumuzla ilgili malzemeleri sistemli bir şekilde bir araya getirilip ilk kez bir bütün olarak karşılaştırılmış, sınıflandırılıp incelenmiştir. İki halkın mitolojik malzemelerinin birbirinin eksiğini tamamladığı ve bu şekilde belirsizliğini yitirmiş bazı eski suretlerle kavramların yeniden kurgulanmasına olanak sağladığı da kanıtlanmıştır. Bu mesele, Türk-Moğol folklor araştırmalarında ilk defa manevi bütünlük düzleminde, geniş çerçevede, sistemli bir şekilde incelendiğinden Türkiye Türkü, Altay, Teleüt, Tuva, Hakas, Şor, Saha, Buryat, Kırgız, Nogay, Tatar, Özbek, Türkmen gibi kardeş halkların sözlü miraslarından kaynak olarak geniş bir şekilde faydalanılmıştır. Kazak ve Moğol mitolojisinin ruh-iyelik dönemde, dağınık durumda ve eski evrede olduğu ortaya koyulmuştur. Halk hazinesine girmiş, büyük dinlerden gelip yerleşmiş bazı şekiller ile içerikler de incelenmiştir. Bununla birlikte Türk-Moğol mitolojisindeki yaratıcı kahraman ile aldatıcı suretlerin ortaklığı tespit edilmiştir.

Çalışmanın malzemelerinin toplanması konusunda Türk-Moğol mitolojisi ile ilgili eski ve yeni malzemeleri derlemiş olan farklı kaynaklar mümkün olduğunca çalışmaya dahil edilmeye çalışılmıştır. Çalışmaya Kazakistan Cumhuriyeti Merkezi Kütüphanesi, M. O. Avezov Edebiyat ve Sanat Enstitüsü ve Moğolistan Millî Bilim Akademisi Dil ve Edebiyat Enstitüsünün el yazmaları raflarında yer alan eserlerin yanı sıra zikredilen kurumlar tarafından yayımlanan çok ciltli kitaplar kaynaklık etti. Yazarın halk ağzından derlediği malzemeler ile bilimsel geziler neticesinde elde edilen malzemeler de işe yaradı. Çin’in Doğu Türkistan bölgesinde ve Türkiye’de yayımlanan eserler de çalışmaya dâhil edildi.

Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. “Birinci Bölüm”de hayvanlar ve bitkiler, coğrafi şekiller hakkındaki etiyolojik mitler; “İkinci Bölüm”de medeniyet ve sanat hakkındaki anlatmalar; “Üçüncü Bölüm”de kozmogonik mitler incelendi. Mit ile geleneğin, maddî medeniyet ile mitolojik sistemin ilişkisini ortaya koymak; millî bilimsel çalışmalarda sırasını bekleyen gerekli işlerden biridir. Bu sebeple Kazakların geleneksel çadırının kuruluşu ve anlamı hakkındaki bağımsız bir çalışmamızı içeren “Dördüncü Bölüm”e de yer verdik.

Elbette Türk-Moğol halklarında boylar ve ulusların ortaya çıkışını tasvir eden totemik-şecere mitleri ile Tenir [Tanrı], Umay, Kıdır Ata [Hıdır ata], Aldaşı gibi birçok ruh-iyeyi tasvir eden teogonik mitler, baksılar hakkındaki şaman mitleri, kıyamet hakkındaki eskatoloji mitleri de bulunmaktadır. Mitlerin söz konusu türlerini detaylı bir şekilde inceleme geleceğe bırakılmıştır. Yazar ayrıca Moğol folklorunda Eski Türkler ve Kazaklar ile ilgili olan köken mitlerinin bazı örneklerini Kazak Türkçesine tercüme edip açıklamalar yaparak zamanında yayınlamıştır (Toyşanulı, 2006:).

Mitin Görkemli Âlemi: Özü ve Bilgi Düzeyi

Günümüze kadar “Mit nedir?” sorusuna her dönemin araştırmacısı kendi bakış açısı doğrultusunda farklı cevaplar vermiştir. Bu durum doğaldır da. Folklor bilimi bakımından mit; insanın, dünyanın, dünyadaki bütün varlıkların yaratılışını ve ortaya çıkışını beyan eden halk nesrinin eski örneklerindendir.

Mitte dünyanın nasıl yaratıldığı anlatılmakta, onun biçimi ve şekli açıklanmakta, “Neden böyle?” sorusuna cevap verilmektedir. Bir varlığın yaratılışını anlatıyor deyişimiz; yaratıcı ruh ya da yaratıcı bir sırlı gücün, iyenin, özel ya da kutsal bir kahramanın hareketini tasvir etmek ve o yaratılan nesnenin sebeplerini, özelliklerini, asıl manasını açıklamak demektir. Bu nedenle mitte rol alan ilahlar ile kahramanlar, kutsal atalar olan demiurglardır. Bu mitik devir (mitik zaman); bu ilahlar ile kahramanların, özel ruhların, totem ataların hareket ettiği, ilk dönem dünyasının varlığa getirildiği dönemdir.

Öncül bilim adamlarının detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştığı üzere miftik vakıt [mitik zaman], miftik kenistik [mitik düzlem], mifologiyalık oylav [mitolojik düşünce] kavramları miti açıklamak için kilit durumdadır. Bununla birlikte bunlar mitolojiyi özgün kılan temel kategorilerdir.

Mitik zamanın gelişiminin başı, kronolojik bakış açısına göre dünya ve içerisinde yer alan nesnelerin yaratıldığı dönem olduğu için olağanüstü bir devir ve ilk seviyedir. Mitik zamanda ilahlar ve kahramanlar aktiftirler, insanoğlu ise daha pasiftir ve yavaş hareket eder. Hâlbuki daha sonraki tarihî dönemlerde ilahların hareketleri yavaşlar, insanoğlu aktif hale gelir. Mitte daima geçmiş zaman anlatılır fakat o, günümüzde şekillenmiş dünyanın anlaşılması için yol göstermektedir. Mitik zamanda insan dünyaya gelir ve bununla birlikte ilk ölüm gerçekleşir; hastalık, günah, ecel, türlü iyilikler ile türlü zalimlikler, uğursuzluklar yaratılır. Mitik zaman, ilk insanın ölümünden sonra basit düz çizgideki tarihî zamana dönüşür. Mitik zaman o sıfır noktasından başlar, bunu mevsimlerle gök cisimlerinin oluşumu izler, mevsimlik adetler kompleksi oluştuktan sonra da dönemlere ayrılmış zamana geçiş yavaş yavaş gerçekleşir. Kısaca söylersek o düz bir çizgi değildir. Daha sonraki zamanlarda, sonraki her mevsimde daire gibi tekrar edip (dönüp) duran zaman adlandırmasının ilk özgün şeklidir.

İlk insanın ölümünden sonra tarihî zaman başlar. Tarihî zaman sıradan ve ölümlü kişinin hayatı ile ölçülür. Tarihi zaman, kutsallık ile geleneksel özellikten arınmıştır. Mesela 22 Mart 2016, bir sonraki yılda yatay düzlemde 22 Mart 2017 olarak aritmetik şekilde verilmektedir. “Dünyanın yaratılışının tamamlanmasından günümüze dek sürekli tekrarlanmaktadır.” şeklinde açıklanmaktadır yani bilinçte kodlanmıştır. Bunu örneklemek için bir kişinin öldüğünü varsayalım. Söz konusu durum, İslam mitolojisine göre şu şekildeki bir mitle izah edilebilir: Şeytanın aldatmalarına kanıp, yasak elmayı yiyerek günah işleyen Âdem nesli; sahip olduğu özelliklerinden sıyrılıp yeryüzünde ölümlü kula dönüşür, kendilerine abıhayat içerek sonsuza kadar yaşama hakkı verilmez ve insanoğlu, bu güzel durumdan mahrum kaldığı için Azrail gelip canını alır.Yani insan ölür, sebebi de en başta ecelin peyda olmasıdır. Bu durum bugün de tekrar edip durmaktadır demek mümkündür. Yani eski mit tekrar etmektedir. Aynı olayı Türk mitolojisi çerçevesinde şöyle açıklamak mümkündür: Tanrı ilk insanı yarattığında köpek onu düzgün koruyamamış; böylelikle şeytan, insanın üstüne tükürmüştür. Bu sebeple insan hastalığa maruz kalmıştır. Tanrı, kargaya ölümsüzlük suyunu vermiş; karga bu suyu döktüğü için içememiştir. Bundan dolayı insanoğlu ölümlü zayıf bir kula dönüşmüştür ve şimdi ölmektedir. Kısacası mitik zamanda bir sebep vasıtasıyla ortaya çıkan durum, şimdi tarihî zamanda da tekrarlanmaktadır. Mitik zamana döngüsel zaman denilmesi bu nedenledir.

Mitik zaman folklorda, olağanüstü olaylar ve muhteşemliklerin ortaya çıktığı özel bir zaman; tertip ve düzenin, kavmi devam ettirecek değerler ile örf-adetlerin şekillendiği adil bir devir olarak övülmektedir. Daha sonraları bu toplumsal-ütopik özelliğe vurgu “Ergenekon”, “Ötüken”, “Jeruyık”, “Jideli Baysın”, “Bumbın Oron”a taşınmış ve övülmüştür. Mitik zamanın başlangıcının işaretleri Moğol, Buryat, Hakas, Altay, Tuvaların arkaik destanlarında iyi korunmuştur. Kazaklarda bayağının bay zamanı [eskinin bay zamanı], koy üstinde boztorğay jumırtkalağan zaman [koyun üstünde bozturgayın yumurtladığı zaman], Alaş Alaş bolğanda, Alaşa han bolğanda, tanbasız tay, ensiz koy bolğanda [Alaş Alaş olduğunda, Alaşa han olduğunda, damgasız tay, işaretsiz koyun olduğunda], bayağı ötken zamanda, din musılman amanda [eski, geçmiş zamanda, din, Müslüman sağ olduğunda] şeklindeki kalıntılar göz önüne gelmektedir. Orhun Abideleri’nde “Yukarıda mavi gök, aşağıda kara yer yaratıldığında, ikisinin arasında kişi oğlu yaratılmış.” ifadesiyle mitik zaman tasvir edilmektedir. Moğolların arkaik destanının başlangıcında mitolojik devrin izlerini çok güzel bir şekilde tasvir eden bir gelenek vardır:

 
Yer yaratılırken,
Ateş yanarken kavda,
Çiçek tomurcuklanıp çiçeklenip,
İlk gün attığında.
Süt denizi su birikintisiyken,
Ulu dağ balçık iken,
… Dev ağaç kavak
Zayıf çubuk çağında,
Yeri taşıyan balina
Küçücük balık çağında.
 

Böylece âlemin ilk ortaya çıkışı ile başlayan mitik zaman devri, âlemin sonunun geleceği eskatolojik ahir zaman ile tamamlanmaktadır. Mitte sürekli olarak geçmiş zamandan bahsedilse de ahir zaman hakkındaki mitte gelecek tahmin edilmekte; onda yaratıcılık değil tam tersine yok oluştan, kaosun ortaya çıkışından söz edilmektedir. Ahir zamanda âlemi düzene sokan yaratıcının yenilişi ve bu düzene kasteden zalim güçlerin galibiyetinden söz edilmektedir. Fakat ahir zamandan sonra dağılan âlemin tekrar yaratılacağı, ahiret hesabı olup zalimlerin cezalandırılmasıyla da yenilenen alemin tekrar ortaya çıkacağı söylenmektedir.

Mitik mekân; dikey yönde yukarı, orta, aşağı olmak üzere üç dünyaya ayrılmaktadır. Bu üç âlemi yerin göbeğindeki Ulu Bayterek’in birleştirdiği söylenir. Türk-Moğol mitolojisinde bazen Bayterek alınıp yerine kozmos dağı (Sümber dağı, Altay dağı) yerleştirilmektedir. Kazak destanında kozmos dağı Jer ortası Köktöbe [Dünyanın ortası Köktöbe], Meken izdep jigitter kel keteli, Jer ortası Köktöbe belgi eteli [Yer arayıp yiğitler gidelim, Yerin ortası Köktöbeyi belirleyelim]; Moğol destanında ise Bolzootın bor tolgoy [İşaretli boz /ak tepe] şeklinde adlandırılmaktadır. Yukarı dünya ilahlar ile ruhların, orta dünya insanoğlunun, aşağı dünya türlü ölüm iyeleri ile zararlı ruhların mekânı olarak kabul ediliyordu. Mitik ilahlar ile olağanüstü kahramanlar bu üç âlemi rahatça gezebilir, buralarda rahatça hareket edebilirdi.

Örneğin, kozmos ağacı Alp Bayterek’in başı göğe ulaşmaktaydı. Onun başına üç âlemi gezebilen Simurg (alp kara kuş) yuva yapmıştı. Gövdesine masal kahramanı insan yerleşmiş, kökleri ise aşağı âleme kadar uzamıştır. Orada ise ölüm iyesi ejderha yerleşmiştir (Kaskabasov, 2008).

Kazak mitinde “Yukarı gök âleminde ülke var, onlar kemerin başına yerleşmiş; orta dünyada insanlar kemerin beline yerleşmiş, aşağı dünyadaki halk kemerin sonuna yerleşmiş.” denildiğinde bu üç uzamdaki hayat sahiplerinin özellikleri ortaya koyulmaktadır. Kazakların bir başka mitinde “Gök âleminde bir alp ihtiyar var. Onun burnu dağın mağarası gibi. Ona bir çift mızraklı atlı inse rahatlıkla sığar; o yemek yediğinde kırk koyun, kırk tava ekmek yer ve kırk torba kımız içerdi. Onun koyunları çok, koyunlarının yünü de türlü türlü renktedir. Yağmur, şimşek olduğunda bu ihtiyar koyunlarını kucaklayıp sağar, işte bize parlayarak görünen Kempirkosak [gökkuşağı] budur!” şeklinde bir anlatı mevcuttur. Bu mitte de gök âleminde bir ülke olduğu şeklindeki eski düşünce yer almaktadır.

1.uvık; çadırın kafes şeklindeki kısmını oluşturan birbirine monte edilerek kafesi oluşturan her bir sırık, dal (Aktaranın notu)