Kitabı oku: «İnsanı Tanıma Sanatı», sayfa 5
III. Fantezi
Fantezi, ruhun başka bir yaratıcı yetisinden başka bir şey değildir. Bu aktivitenin izlerini daha önce betimlediğimiz çeşitli olaylarda bulabiliriz. Tıpkı belli başlı hatıraların bilincin keskin odağında yansıtılması ya da hayal gücünün acayip üstyapılarının ortaya çıkarılması gibi fantezi ve hayal kurmanın da ruhun yaratıcı aktivitesinin bir parçası olduğu düşünülmektedir. Gezici herhangi bir organizmada gerekli bir yeti olan önsezi ve önyargı fantezide önemli bir unsuru oluşturur. Fantezi insan organizmasının gezici olmasıyla ilişkili olup aslında bir önsezi ve geleceği görme yönteminden ibarettir. Çocukların ve yetişkinlerin bazen hayal görme olarak nitelendirilen fantezileri daima gelecekle ilgilidir. “Boş düşler” bu fantezilerinin aktivitesinin hedefidir ve gerçek aktivitenin modelleri olarak kurmaca biçimlerde oluşturulurlar. Çocukluk fantezilerine dair incelemeler güç çabasının baskın bir rol oynadığını açıkça gösterir. Çocuklar, hırslı hedeflerine hayallerinde ulaşırlar. Fantezilerinin çoğu “büyüdüğüm zaman” ve benzeri sözcüklerle başlar. Sanki hâlâ büyümek zorundaymış gibi yaşayan birçok yetişkin vardır. Güç çabası üzerine yüklenen belirgin vurgu bize ruh hayatının ancak kişinin önüne belirli bir hedef koyduğunda gelişebileceğini tekrar gösterir. Medeniyetimizde bu hedef sosyal itibar ve takdir edilme hedefidir. Bir birey asla nötr bir hedefte uzun süre kalmaz çünkü insanlığın toplu yaşamına özbenliğin sürekli ölçümü eşlik eder. Bu da üstünlük arzusu ve yarışta başarılı olma ümidine neden olur. Çocukların fantezilerinde açıkça görülen önsezi biçimleri çocuğun gücünün neredeyse tamamen dışavurulduğu durumlardır.
Burada genelleme yapmamalıyız çünkü fantezinin seviyesi ya da hayal gücünün boyutu için kurallar koymak imkânsızdır. Daha önce söylediklerimiz birçok sayıda durum için geçerlidir ancak bazıları için uygun olmayabilir. Hayata saldırgan gözlerle bakan çocuklar fantastik güçlerini daha ileri seviyelere doğru geliştireceklerdir çünkü tedbirli yaklaşımları, tutumlarının bir sonucu olarak daha büyük bir gerginliği uyaracaktır. Kendileri için hayatın her zaman keyif verici görünmediği zayıf çocuklar daha kuvvetli fantezi güçleri geliştirip kendilerini özellikle bu tür bir aktiviteyle meşgul etme eğiliminde olacaklardır. Gelişimlerinin belirli bir evresinde, hayal kurma becerileri hayatın gerçeklerinden kaçınılan bir mekanizmaya dönüşebilir. Fantezi, gerçekliğin suçlanması olarak istismar edilebilir. Bu gibi durumlarda fantezi, hayal gücünü kurgusal bir alet olarak kullanarak kendini yaşamanın rezilliği üstüne çıkaran bireyde bir nevi güç sarhoşluğu halini alır.
Güç çabası ve sosyal his fantezi hayatında büyük rol oynar. Çocukluk fantezilerinde güç elde etme çabalarının bu gücün sosyal amaçlar için uygulanmadan ortaya çıkması pek nadirdir. Bu özelliği, açık bir şekilde, içeriğin kendini bir kurtarıcı, iyi bir şövalye ya da şeytani güçleri, iblisleri ve benzerlerini mağlup eden bir kahraman olmakla meşgul olduğu fantezilerde görebiliriz. Çocuğun kendi ailesine ait olmadığı fantezisi sıkça karşımıza çıkar. Çoğu çocuk gerçekte farklı bir aileden geldiğine ve günün birinde çok önemli bir karakter olan gerçek babalarının gelip onları alacağına inanır. Bu en çok, çektikleri yoksunlukla tahrik edilen, derin bir aşağılık hissine sahip çocukların geçmişe takılmak zorunda kaldıkları ya da aile çevrelerinden aldıkları sevgi ve şefkatten tatmin olmadıkları durumlarda gerçekleşir. Görkemliliğe dair düşünceler sanki çoktan yetişkinmiş gibi davranan çocuğun dışarıya karşı tutumunda kendini ele verir. Bazen bu fantezinin neredeyse patolojik dışavurumlarına rastlanır. Tıpkı sırf yetişkin erkekler gibi görünmek için siperlikli şapka takan ya da yerden sigara izmariti toplayan çocuklarda olduğu gibi. Ya da daha çok erkek çocuklara uygun biçimde giyinerek ve onlar gibi davranarak erkek olmaya karar vermiş kızların durumundaki gibi.
Hiç hayal gücü olmadığı düşünülen çocuklar vardır. Bu elbette hata. Bu tip çocuklar ya kendilerini ifade etmezler ya da fantezilerin ortaya çıkmasına karşı onları mücadele etmeye zorlayan nedenler vardır. Bir çocuk hayal gücünü bastırarak belirli bir güç duygusu hissetmenin yolunu bulabilir. Gerçekliğe ayak uydurmada sorunlu bir çaba içinde bu çocuklar fantezinin yakışıksız ya da çocuksu olduğuna inanırlar ve bunun bir parçası olmayı reddederler. Üstelik bu isteksizliğin, hayal gücünün tamamen kaybolmuş gözükecek kadar ileri gittiği durumlar vardır.
IV. Rüyalar: Genel Görüşler
Daha önce tanımlanmış olan hayallere ek olarak, uyku sırasında gerçekleşen önemli ve anlamlı bir etkinlik olan rüyayı ele almamız gerekir. Genel olarak, rüyanın hayallerde süregelen benzer sürecin tekrarı olduğu söylenebilir. Deneyimli psikologlar bir insanın karakterinin rüyalarından kolaylıkla okunabileceği gerçeğine dikkat çeker. Aslında rüyalar, tarihin başlangıcından beri insanoğlunun düşüncelerini epey meşgul etmiştir. Hayal görmede olduğu gibi uykuda görülen rüyada da gelecek hayatının bir güvenlik hedefine doğru haritasını çıkaran, bu hayatı planlayan ve yönlendiren bir organizmanın aktivitesiyle uğraşırız. Aralarındaki en belirgin fark hayallerin görece kolay anlaşılır olmasına karşın uykuda görülen rüyaların ancak nadiren kavranabilmesidir. Rüyaların anlaşılır olmamaları şaşırtıcı bir şey değildir ve bizler kolayca bunun rüyaların gereksiz ve önemsiz olduğuna işaret ettiğine inanmaya meyilliyizdir. Şimdilik, zorlukların üstesinden gelme ve gelecekteki konumunu sürdürmek isteyen bir bireyin güç çabasının rüyalarında yankılandığının varsayıldığını düşünelim. Rüyalar bizlere ruhsal hayatın sorunları üzerine önemli ipuçları sunar.
V. Empati ve Özdeşleşme
İnsan ruhu yalnızca gerçeklikte olup biteni algılama yetisine değil, gelecekte ne olacağını hissetme ve tahmin etme gücüne de sahiptir. Bu durum, her gezgin organizma için gerekli önsezinin işlevi bakımından önemli bir katkıdır. Çünkü böyle bir organizma sürekli olarak çevresiyle uyum sağlama sorunuyla karşı karşıyadır. Bu yetiye özdeşim ya da empati diyoruz. Bu yeti insanlarda olağanüstü bir biçimde gelişmiştir. Kapsamı o kadar geniştir ki ruhsal hayatın her bölgesinde bulunabilir. Varlığının başlıca şartı önsezi gerekliliğidir. Şayet belirli bir durum gerçekleşeceğinde nasıl davranmamız gerektiğine dair öngörüde bulunmaya, önceden hüküm vermeye, tahmin etmeye zorlanırsak, düşünce, hissetme ve algılama arasında bağıntı kurarak henüz gerçekleşmemiş bir durum hakkında sağlam bir yargı elde edebiliriz. Bir bakış açısı kazanmak çok önemlidir çünkü böylece yeni duruma ya daha çok çaba sarf ederek yaklaşabilir ya da daha çok önlem alarak ondan kaçınabiliriz.
Empati bir insan bir başka insanla konuştuğu anda meydana gelir. Başka bir bireyi anlamak, onunla özdeşleşmek olanaksızsa mümkün değildir. Tiyatro empatinin sanatsal olarak dışavurumudur. Empatiye dair diğer bir örnekse bir başkasının tehlikede olduğunu fark ettiğimizde ortaya çıkan tuhaf tedirginlik hissidir. Bu tip empati o kadar güçlü olabilir ki kişi kendisi için herhangi bir tehlike olmamasına karşın istemsiz savunma hareketleri sergiler. Birisi bardağını düşürdüğünde başkalarının yaptığı meşhur hareketleri hepimiz biliriz. Bowling pistinde bazı oyuncuların topun hareketlerini sanki bu yaptıklarıyla topun gidiş yönünü etkilemek istermişçesine vücutlarını oynatarak topu takip ettiklerini görebiliriz. Benzer biçimde futbol maçları esnasında tribündeki tüm insan grupları tuttukları takımın atak yönüne doğru ilerler ya da rakip takım topa sahip olduğunda hep birlikte direnirler. Motorlu araçlardaki yolcuların tehlikede olduklarını hissedince her zaman istemsizce hayali frenlere bastıkları da yaygın ifadelerdir. Çok az sayıda insan cam yıkayan birini gördükleri yüksek bir binanın önünden belli başlı kasılma ya da savunma hareketleri yapmadan geçebilir. Bir konuşmacı soğukkanlılığını yitirip artık konuşmaya devam edemediğinde dinleyiciler bunalıp tedirgin olur. Tiyatroda özellikle oyuncularla özdeşleşmekten nadiren kaçınırız. Bazen de elimizde olmadan türlü rolleri kendi aramızda oynarız. Bütün hayatımız fazlaca özdeşleşme yetisine dayanır. Şayet, bir başkasıymış gibi davranma ve hissetme yetimizin kökenini arayacak olursak bunu doğuştan gelen bir sosyal hissin varlığında bulabiliriz. Doğruyu söylemek gerekirse bu, kozmik bir his ve içimizde yaşayan tüm kozmosun bağlantılı oluşunun bir yansımasıdır. İnsanoğlu olmanın kaçınılmaz bir özelliğidir. Bize kendi bedenimizde olmayan şeylerle özdeşleşme yetisini kazandırır.
Sosyal hissin çeşitli dereceleri olduğu gibi empatinin de çeşitli dereceleri vardır. Bunlar çocuklukta bile gözlemlenebilir. Kendilerini bebeklerle sanki onlar da insanmış gibi meşgul eden çocuklar vardır. Diğer yandan, başka çocuklar ise bebeklerin içinde ne olduğunu görmekle ilgilenirler. Toplumsal ilişkileri insanlardan daha az değerli ya da cansız nesnelere yansıtarak bir bireyin gelişimi tamamen durdurulabilir. Çocuklukta gördüğümüz hayvanlara karşı işkence vakaları sosyal his ve diğer canlılarla özdeşleşme yeteneğinin tamamen eksikliği olmaksızın gerçekleşemezdi. Bu kusurun sonuçları çocukları, çok küçük değerleri olan ya da hemcinsi insan varlıkları olarak gelişimleri için önemsiz olan şeylere karşı ilgi duymaya yönlendirir. Sadece kendilerini düşünürler, diğerlerinin neşe ve kederlerine karşı tüm ilgilerini yitirirler. Bunların tümü empati yetersizliğiyle yakından ilişkili olan dışavurumlardır. Bir başkasıyla özdeşleşme yetersizliği bir bireyin hemcinsleriyle işbirliği yapmayı tamamen reddetmesine kadar ileri gidebilir.
VI. Hipnoz ve Telkin
Bireysel psikoloji “Bir bireyin başkasının davranışını etkilemesi nasıl mümkün olabilir?” sorusunu bu olgunun ruhsal hayatımıza eşlik eden dışavurumlardan biri olduğunu söyleyerek yanıtlar. Bütün toplumsal hayatımız bir bireyin başkasını etkileyemediği durumda imkânsız olurdu. Bu karşılıklı etki özellikle bazı durumlarda belirginleşir. Örneğin, öğretmenle öğrencisi, ebeveynler ve çocukları ya da karı koca arasındaki ilişkilerde. Sosyal hissin etkisi altında, bireyin çevresinden belirli bir derecede etkilenme isteği bulunur. Bu etkilenmeye hevesli olma derecesi, etkinin uygulandığı kişinin haklarının etkiyi uygulayan kişi tarafından dikkate alınma derecesine bağlıdır. Birinin zarar verdiği bir birey üzerinde uzun süren bir etkiye sahip olmak mümkün değildir. Kişi başka bir bireyi en iyi şekilde, kendi haklarının güvence altına alındığı ruh halinde etkileyebilir. Bu pedagojide çok önemli bir noktadır. Muhtemelen eğitimin başka bir biçimini düşünmek, hatta sürdürmek mümkündür. Ancak bu noktayı göz önünde bulunduran bir eğitim sistemi, insandaki en ilkel içgüdüyle bağlantılı olmasından, yani insan ve kozmosa bağlılık hissinden dolayı yeterli olacaktır.
Böyle bir sistem ancak kendisini kasıtlı olarak toplumun etkisinden geri çeken bir insanla ilgilendiğinde başarısız olur. Böyle bir geri çekilme kazara gerçekleşmez. Daimî bir savaş başlamış olmalıdır. Bu savaş esnasında bireyin etrafındaki bağlantıları yavaş yavaş çözülmüştür. Öyle ki artık sosyal hisse karşı açıkça muhalif bir duruş sergiler. Davranışı üzerine her türden etki artık daha da zorlaşır ya da imkânsızlaşır. Kendisini etkilemeye yönelik her bir girişime karşı muhalefet ile karşılık veren bireyin çarpıcı manzarası görülür.
Kendilerini çevresi tarafından ezilmiş hisseden çocuklar eğitimcilerinin etkisine karşı yeterince rahat hissetmezler. Yine de harici baskının o denli kuvvetli olup tüm engelleri ortadan kaldırdığı ve sonuç olarak da otoriter etkinin bireye nüfuz ettiği ve bu etkiye boyun eğildiği durumlar da gerçekleşir. Bu boyun eğmenin tüm sosyal çıkardan arındırılmış olduğunu kanıtlamak hiç de zor değildir. Bazen kendisini öyle grotesk biçimde açığa vurur ki itaatkâr bireyi hayata karşı yetersiz kılar. Bu gibi bireyler kölelere yaraşır itaatkârlıkları yüzünden bir başkasının uygun komutu olmadan herhangi bir eylemi yerine getiremez ya da düşünemez hale gelirler. Bu geniş kapsamlı itaati içinde barındıran tehlikenin büyüklüğü, yetişkin birey olduklarında bir başkasının suç işlemeyi bile içeren emirlerine uyabilecek çocukların olması gerçeğiyle ölçülebilir.
Buna dair ilginç örnekler çetelerde bulunabilir. Çetenin emirlerini yerine getirenler bu sınıfa aittirler. Diğer yandan, çetenin lideri eylemin gerçekleştiği alandan kendini genellikle uzak tutar. Çete suçuyla ilgili hemen hemen her önemli suç vakasında böyle köle ruhlu bireyler maşa olmuşlardır. Bu geniş kapsamlı körü körüne itaatkârlık öylesine inanılmaz derecede derinlere uzanır ki zaman zaman köleliklerinden gurur duyan ve bunu hırslarını tatmin etmenin bir yolu olarak gören kişilere rastlarız.
Şayet kendimizi karşılıklı etkinin normal vakalarıyla sınırlandıracak olursak, akla ve mantığa en yatkın, sosyal hisleri en az bozulmuş insanların etkilenmeye en uygun bireyler olduğunu görürüz. Bunun aksine, üstün olmaya susamış olan ve hükmetmeyi arzulayan insanlar etkilenmesi en güç olanlardır. Gözlemler bu gerçeği bize her gün göstermektedir.
Ebeveynler bir çocuktan şikâyetçi olduklarında sebep nadiren çocuğun körü körüne itaatkâr olmasıdır. En yaygın görülen şikâyet, çocuğun itaatsizliğinden kaynaklanır. İncelemeler bu gibi çocukların kendilerini çevrelerine göre üstün kılacak bir akıma kapıldıklarını göstermektedir. Kendi küçük hayatlarının kısıtlayıcı duvarlarını yıkmak için çırpınmaktadırlar. Evdeki yanlış bir muameleden dolayı eğitici etkiye erişemez hale gelirler.
Yoğun bir biçimde güç elde etme çabası kişinin eğitilebilme derecesiyle ters orantılıdır. Bu gerçekliğe rağmen, aile içi eğitimimiz çoğunlukla, çocuğun hırsının teşvik edilmesi ve zihninde görkemliliğe dair fikirlerin uyandırılmasıyla ilgilenmektedir. Bu durum düşüncesizlikten ziyade, kültürümüzün tamamının içine benzer bir görkem yanılgısının (grandiyöz delüzyon) yayılmasından kaynaklanmaktadır. Medeniyetimizde olduğu gibi ailemizde de daha büyük olan, daha iyi olan ve çevresindeki diğer bireylerin hepsinden daha ihtişamlı olan bireye büyük vurgu yapılır. Kibir hakkındaki bölümde hırsa yönelik bu eğitim yönteminin nasıl toplumsal hayata uygun olmadığını ve zihnin gelişiminin hırsın önüne çıkardığı zorluklar tarafından nasıl engellenebileceğini gösterme fırsatımız olacak.
Her medyum, çevresinin her tesirinden koşulsuz itaatkârlıklarının bir sonucu olarak etkilenen bireylerle benzer bir konumdadır. Herhangi birinin dile getirdiği her isteğe itaat etmeyi kısa bir süre hayal edin. Hipnoz benzer bir hazırlığa dayanır. Herkesin hipnotize edilme isteğine sahip olduğunu söylenebilir ya da buna inanılabilir fakat boyun eğmeye yönelik ruhsal hazır bulunma durumunun yetersiz olması söz konusu olabilir. Bir başka kişi ise bilinçli olarak karşı koyabilir ama yine de boyun eğmeye doğal olarak istekli olabilir. Hipnozda medyumun tek başına ruhsal tutumu onun davranışını belirler. Ne söylediğinin ya da neye inandığının hiçbir önemi yoktur. Bu gerçek hakkındaki karışıklık hipnozla ilgili çok fazla yanlış bilginin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hipnozda kişi genellikle hipnoza karşı mücadele ediyor gibi görünen ancak aslında hipnoz eden kişinin taleplerine boyun eğme arzusunda olan bireylerle uğraşmaktadır. Bu hazır bulunurluğun o kadar çeşitli sınırları vardır ki hipnozun sonuçları her bireyde farklılık gösterir. Hiçbir vakada hipnotize edilecek olan kişinin hazır bulunurluk seviyesi hipnoz edecek olan kişinin isteğine bağlı değildir. Bu tamamen medyumun ruhsal tutumuyla belirlenir.
Özü itibarıyla hipnoz kısmen uykuya benzer. Gizemli yanıysa bu uykunun bir başkasının emri üzerine gerçekleşebilecek olmasıdır. Ancak emir, boyun eğmeye istekli birine verildiğinde etkilidir. Belirleyici etmenler genelde olduğu gibi, medyumun ve hipnoz edilecek kişinin doğası ve karakteridir. Ancak eleştirel yetilerini uygulamadan bir başkasının taleplerine razı olmaya istekli birisi hipnoz uykusu gerçekleştirebilir. Hipnoz, hareket yetisini motor merkezleri hipnoz edenin emirleri üzerine harekete geçirecek derecede hariç tutması bakımından sıradan uykudan çok daha fazlasıdır. Belirli bir alacakaranlık uykusu, hipnotize edilen kişinin yalnızca hipnotize edenin hatırlamasına izin verdiği şeyleri hatırlayabildiği, normal uykudan geriye kalan her şeydir. Hipnozdaki en önemli şey ruhun en güzel ürünleri olan eleştirel yetilerimizin hipnoz transı esnasında tamamen felce uğramasıdır. Hipnoz edilen denek deyim yerindeyse hipnoz edenin uzanan eli, onun emri üzerine hareket eden bir organ halini alır.
Diğerlerinin davranışını etkileme gücüne sahip olan çoğu insan bu yetiyi kendilerine olağanüstü gelen gizemli bir güce atfeder. Bu durum özellikle telepati ve hipnoz yapanların tehlikeli etkinliklerinde ciddi bir kötülüğe neden olur. Beyefendiler insanlığa karşı öyle kötü suçlar işlerler ki alçak amaçlarına uygun her türlü aracı kullanabilirler. Bu, ortaya çıkardıkları bütün dışavurumların bir dalavereye dayanıyor olması demek değildir. İnsan hayvanı ne yazık ki böyle bir teslimiyete düşmeye o kadar meyillidir ki özel güçlere sahipmiş gibi davranan herkesin tuzağına düşer. Ancak çok sayıda insan bir otoriteyi önceden sınamadan tanıma alışkanlığını edinmiştir. Halk kandırılmak ister. Her türden blöfü mantıksal bir incelemeden geçirmeden yutmak isteyecektir. Böylesi bir aktivite insanoğlunun toplumsal yaşamına hiçbir zaman bir düzen getirmeyecektir ancak sadece buna maruz kalan kişilerin nefretine tekrar ve tekrar neden olacaktır. Telepati ya da hipnoz yapan hiç kimsenin deneylerinde şansı uzun süre yaver gitmemiştir. Çoğu kez sonuna kadar kendilerini kandıran birilerine, sözüm ona bir medyuma rastlamışlardır. Bu bazen güçlerini medyumların üzerinde denemeye çalışan önemli bilim insanlarının deneyi olmuştur.
Gerçek ile sahtenin tuhaf bir biçimde birbirine karıştığı diğer durumlar da vardır. Medyum, tabiri yerindeyse, aldatılmış bir aldatandır. Kısmen hipnoz edeni kandırır fakat aynı zamanda kendini onun iradesine bağımlı kılar. Anlaşılan burada geçerli olan güç asla hipnoz edenin gücü değil, aksine daima, medyumun kendini bağımlı kılmaya ve boyun eğmeye hazır bulunmasıdır. Hipnoz edenin blöf yapma becerisinin dışında medyumu etkileyen başka hiçbir sihirli güç yoktur. Mantıklı yaşamaya alışkın, kendi kararlarını kendi veren, herhangi birinin sözlerini eleştirmeden yutmayan herkes doğal olarak hipnoz edilemez ve bu yüzden asla herhangi bir telepatik güç sergileme becerisine sahip olamaz. Hipnoz ile telepati sadece kölelere yaraşır itaatkârlığın dışavurumlarıdır.
Bu noktada telkini de hesaba katmalıyız. Telkin, izlenimlerin ve uyarıcının kategorisine dahil edildiğinde en iyi biçimde anlaşılabilir. Hiçbir insanın yalnızca arada sırada uyarılmadığı, kendiliğinden anlaşılabilir bir durumdur. Hepimiz sürekli olarak dış dünyamızda ortaya çıkan sayısız izlenimin etkisi altındayızdır. Bir uyarıcının mutlak biçimde algılanması hiçbir zaman gerçekleşmez. İzlenim bir kez hissedildiğinde etkisini uygulamaya devam eder. Bu izlenimler bir başka insanın talepleri ve ricaları biçimini aldığında, o insanın ikna etme çabalarının ya da argümanlarının telkin olduğundan bahsedebiliriz. Bu aslında telkin verilen kişide halihazırda mevcut olan bir bakış açısının ya dönüştürülmesi ya da pekiştirilmesi durumudur. Sorun her bireyin dış dünyadan gelen uyarıcılara çok çeşitli biçimlerde tepki vermesi gerçeğiyle gerçekten zorlaşmaya başlar. Kişinin etkilenme derecesi bağımsızlığıyla yakından ilişkilidir. Göz önünde bulundurmamız gereken iki tip insan vardır. Birinci tip daima diğer hemcinsinin görüşlerine fazla değer verir ve bu yüzden ister doğru olsun ister yanlış kendi görüşlerine az değer verir. Böyle bireyler telkin ya da hipnoza son derece duyarlıdırlar. İkinci tip ise her uyarıcıyı ya da telkini bir hakaret olarak görür. İşte bu tip bireyler sadece kendi görüşlerinin doğru olduğunu düşünen ve aslında bunun doğruluğuna ya da yanlışlığına gerçekten aldırmayan kişilerdir. Bir başka insandan çıkan herhangi bir görüşü umursamazlar. Her iki tip de beraberinde bir zayıflık hissi taşır. İkinci tip bu zayıflığı başka birisinden herhangi bir şeyi alamamasıyla gösterir. Bu ikinci kategorinin üyeleri her ne kadar telkinlere karşı açık olmalarıyla övünmelerine karşın genelde çok kavgacı kişilerdir. Ancak, telkine açık ve makul olmaları durumundan sırf yalıtılmış konumlarını pekiştirmek için bahsederler. Gerçekte kendilerine asla yaklaşılamaz ve onlarla bir şey yapmak çok güçtür.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.