Kitabı oku: «ERICA'NIN AYNALARI», sayfa 3
7. BÖLÜM
Bir Opera Melodisi, Ritüel ve Gölge
Böyle çekip çekip nereye gidiyorsun Defne?
Bulamıyorum artık hiç seni evde!
Neredeydin kahrolası, en azından haber ver!
Endişe içinde gelip geçti günler.
“Defne! Defne, evde misin?”
Cevap gelmedi. Ela gözlerini devirerek Alp’e baktı.
“Yok. Sanki yer yarıldı içine girdi. Tam bir baş belası bu! Kim bilir ne halde!”
“Bence artık onunla yollarını ayırsan diyorum Ela,” dedi Alp canı sıkkın bir tavırla. “Artık iyi bir işin ve maaşın var. Benim evimde birlikte yaşamaya devam edebiliriz. Bu evde değil kalmak kapısından içeri bile girmek istemiyorum. Öyle kasvetli ki…”
Ela içini çekti. Tıslar gibi konuştu.
“Biliyoruuuum, ben de istemiyorum burada kalmayı. Sadece haftada iki gün işte. O da hayatta kalması için. Onu bu halde tek başına bırakamam.”
Alp umutsuzdu.
“Peki ne kadar devam edecek bu böyle? Biz ona ne kadar yardımcı olabiliriz ki? Eve her gelişimizde onu farklı bir tuhaflık içinde, bambaşka şeyler yaparken buluyoruz. Bir dediği bir dediğini tutmuyor, her şeyi unutuyor. Hayaller, sanrılar görüyor… Durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. En sonunda bir gün gelip ölüsünü bulmaktan o kadar korkuyorum ki…”
“Allah korusun, de yahu! Bakma öyle, tuhaftır, hırçındır ama onun çok güzel bir kalbi vardır. Bu dünyada hiç kimsesi yok. Egosu tavan, kibri bir dünya, bencil mi bencil bir annesi var. Onun da şeytan görsün yüzünü. Defne’yi bu halde görse başına kalacak sanarak yüzüne bile bakmaz. Geçenlerde aradım ve yardım istedim kendisinden. ‘Hiç kimseyle ilgilenecek durumda değilim. Gel benim evime taşın, dediğimde gelmedi, burun kıvırdı, şimdi de ben hiç müsait değilim. Yaşamımı onun kaprislerine göre şekillendiremem, çocuk olan o, o bana uyacak, kusura bakmayın, otuzlarındaki şımarık kızı da pışpışlayamam. Koca konak, uçsuz bucaksız miras ona kaldı, bir eli yağda bir eli balda, hayat ona güzel. Ben öyle miyim? Hâlâ çalışıp didiniyor, hayata tutunuyorum. Şımarıklık yapmasın,’ diyerek kapattı ağzımı. Bir söyledim bin işittim resmen. Ağzımı bile açamadan kapattı telefonu. Böyle söyledi ama işin gerçeği öyle değil. Defne kendisine kalan en güzel evi ona verdi. Avukatı aracılığıyla düzenli olarak her ay annesine yüklü miktarda para gönderiyor.”
Alp içini çekti yeniden.
“Neyse ne artık, şu anda bunları konuşup tartışmamızın bir yararı olmayacak. Bir de anneyi dinlemek gerek enine boyuna. Fakat şunu bilmeni isterim ki seninle ancak birkaç kez daha kalırım bu evde. Sonrasında artık hastaneye mi yatar, annesinin yanına mı gider, eve yardımcı bir hemşire mi alır, kendisi bilir. Baksın başının çaresine. Bence aklı pekâlâ her şeye eriyor.”
Ela, elindeki alışveriş poşetlerini mutfak tezgâhının üzerine boşaltırken Alp’in söylediklerini başıyla onayladı. Haklı. Beni kırmamak için neredeyse bir yıldır Defne’ye katlanıyor, diye düşündü. Hem benim de artık bu işe dur deme zamanım geldi. Konuşacağım Defne’yle. Bundan böyle kendi başının çaresine bakacağını iyice soksun kafasına.
Bu sırada sokak kapısı gıcırdayarak açıldı. Defne içeri girdi ve kapıya doğru ilerleyen Ela’yı görünce sevinçle, “Ela, geldin demek! Hoş geldin canım…” dedi. “Ah, Alp de burada. Hoş geldiniz.”
Defne o kadar içten gülmüş ve samimi bir sevgiyle kollarını açmıştı ki Ela’nın yüreği vicdan azabı ve pişmanlıkla sızladı. Üniversiteye gittikleri yıllarda da hep böyleydi. Defne ne zaman kendisini sinirlendirecek davranışlarda bulunsa onu dinleyip anlamadan yargılar, ona karşı agresif bir tutum sergiler, sonra gerçeği öğrenince ya da Defne’yi görünce, tüm bunların boşuna olduğunu anlayarak vicdan azabıyla kıvranırdı. Aralarındaki iyi kalplinin Defne olduğunu düşünürdü.
Defne, Ela’nın davranışlarını sorgulamaz, onun kararlarını sevgiyle benimserdi. Okul yıllarından bu yana Ela’nın maddi koşulları hep kötü olmuştu. Ailesinden gelen az miktardaki para, okul ihtiyaçlarını karşılaması ve kalacak güzel bir yer bulması için hiçbir zaman yeterli olmamıştı. Bu durumda görünmez meleği hep Defne olmuştu. Okul yılları boyunca Defne elini Ela’nın üzerinden hiç çekmemiş, tüm ihtiyaçlarını karşılamış, ona konağın en güzel odasını vermişti. Bunu sevgiyle yapmış, asla karşılık beklememiş ve verdiklerini geri almayı hiçbir zaman düşünmemiş, yaptığı iyilikleri büyük bir sır gibi saklamış, hiçbir zaman, hiçbir yerde sözünü etmemişti. Ela sık sık, “Bu seferki borcum olsun Defne. Bir iş bulur bulmaz bunu sana geri ödeyeceğim,” demişse de Defne bunları duymazdan gelmişti. Mezun olduktan sonra Ela önce ailesinin yanına dönmüş, ardından ailesine maddi destek verebilmek için iş bulabildiği farklı şehirlerde yaşamış, oradan oraya savrulmuştu. Bu arada Defne’yle görüşebilme fırsatı bulamamış, fakat onu her zaman çok özlemişti.
Şimdiyse yıllar sonra Defne’yi böyle aklı karışmış bir halde bulmuştu ve bu durumun kızcağızın yaşadığı manevi zorluklardan kaynaklandığından hiç kuşkusu yoktu.
Başını çevirdiğinde Defne’yle kucaklaşmasını garip bir ifadeyle izleyen Alp’le göz göze geldi. Hayır, Alp’in istediği olmayacak ve arkadaşımı yalnız bırakmayacağım. Bana ihtiyacı olduğu sürece onun yanında olacağım, diye düşündü. Sonra tekrar Defne’ye döndü.
“Tabii ki geldim Defneciğim. Seni hiç yalnız bırakır mıyım? Sen benim sadece arkadaşım değil gençliğimin hatırası biricik kız kardeşimsin.”
Ela biraz geri çekilerek Defne’nin gözlerinin içine baktı.
“Arada sırada sana karşı agresif davranışlarım oluyor. Lütfen sen benim kusuruma bakma. Biliyorsun ki çok zor günler geçirdim, bin bir umutla girdiğim o uluslararası turizm firmasındaki işim de tam bir fiyasko çıktı. Maaşlarımızı bile ödemediler ve harcadığımız yol paraları, gezi paraları cebimizden gitti. Kalacak yerim bile yoktu ve yine sana sığındım, her zamanki gibi. Ailem desen bin türlü problemleri var ve onlara destek olmam gerekiyor. Bütün bunlar bana zaman zaman ağır geliyor. Neyse ki şimdi iyi bir iş buldum ve artık Alp de var. Sen, yeni işim ve Alp, hep birlikte güvende ve mutlu olacağız.”
“Para için üzülme Ela, yeni işinde başarılı olacağından da eminim. Sen hem çok yeteneklisin hem de çok donanımlısın, her işveren seninle çalışmak ister. Önemli olan bunlar, paranın hiç önemi yok biliyorsun.”
“Biliyorsun” kelimesinin altında yatan anlamın, “Yeterince paramız var, dert etme,” demek olduğunu biliyordu Ela.
Bu diyalogları gözlerini kısmış bir halde izleyen Alp, ne düşüneceğini şaşırmış durumdaydı. Haksızlık yapmak ve ortamdaki kötü kalpli olmak istemiyordu. Son derece hastalıklı ve kafası karışmış bir tablo çizen Defne’nin nasıl olup da birdenbire pozitif bir karaktere dönüşebildiğini, böylesine ciddi konuşmalarla bu geçişi böylesine mükemmel yapabildiğini anlayamıyordu.
Defne’nin sakinliği tuhaf bir şekilde sinirlerini bozuyordu Alp’in. İşte bir kez daha etkilemeyi başarmıştı Ela’yı ve Alp artık, “Defne mi yoksa ben mi?” deme noktasına geldiğini hissediyordu. Kimi zaman böyle düşündüğü için utanç duyuyor, kendisini iki iyi eski arkadaşının birbirine olan sevgisini kıskanan şeytani bir varlık gibi görüyordu. Kendi kendiyle konuşuyor, alıp veriyor, kendi çıkarımlarını, kendi iç sesiyle çürütüyordu. Yine de her gün Defne’den kaynaklanan yeni bir sorunun gündeme gelmesine tahammülü kalmamıştı. Sonuçta sevgilisinin bir arkadaşının yaşamlarının merkezinde olması Alp için sıkıntı verici bir durumdu.
Ela, Alp’in delici bakışlarını görmezden gelerek sordu.
“Eee, nereden geliyorsun böyle pürneşe? Hımmm… Dur dur… Bir pehhhh yap bakayım içki mi içtin sen? Sanki nefesin şarap kokuyor.”
Defne kıkırdadı.
“Pehhhhhh!” diye üfledi.
Ardından cevap verdi.
“Yok yok, şarap falan içmedim. Hiçbir yere gitmedim buralardaydım. Çöp konteynerinin oradaki kedilere mama koyup geldim. İçlerinden biri doğum yaptı ve çok sevimli dört yavrusu oldu. Yavruları severken zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım. En az yarım saattir onlarla oynuyordum.”
Ela gözlerini fincan kadar açarak, “İyi yapmışsın,” dedi. “Gerçekten de bu havada sokaktaki hayvanların yardıma çok ihtiyacı var. Özellikle de taze ve temiz suya. Ah, sahi senin yavru kedi ne oldu? Büyümüş olmalı geçen zaman içinde. Bu kadar tatlı bir kedi hiç görmemiştim. Gölge dışında…”
Bir anda tuhaf bir sıkıntı kapladı Defne’nin içini. Yine o görünmez el bu kez tam da kalbini yakaladı ve sola doğru olanca gücüyle bükmeye başladı sanki. Kekeleyerek ve hiç de kendinden emin olmayan bir sesle, “Bil… bilmiyorum,” dedi. “Uzun zamandır görmüyorum ben de. Buralardadır ya da evden kaçmıştır belki.”
Ela ve Alp, aynı anda aynı şeyi düşünerek bakışlarını birbirlerine kenetlediler o anda. Alp daha birkaç dakika önce kedinin koridordan geçerek hızla üst kata çıkan merdivenleri tırmandığını görmüştü, Ela gibi. Ne de olsa Ela’yı ve beni ara sıra görüyor ve gelişimiz onu ürkütmüş olmalı, diye düşünmüştü kedi için.
Alp, bu deli saçması muhabbete daha fazla katlanamayacaktı. Üzerlerinde dolaşan o görünmez el bu kez de kendisinin tükenmek üzere olan sabrını yakalamış ve sola doğru büküyor, düğümler atıyordu sanki. Bıkkın bir ses tonuyla, “Defne şaka yapmayı seviyor sanırım Ela,” dedi. “Kedi epey büyümüş ve az önce de hızla koridordan geçerek merdivenleri tırmandı.”
Defne’nin gözleri iri iri açıldı.
“Nasıl, merdivenleri mi tırmandı?”
“Evet,” dedi Alp. “Oldukça da iyi bakmışsın. Bu kadar kısa sürede böylesine palazlanması doğrusu müthiş. Demek ki sorumluluklarını gerçekten yerine getirebilen, çok sağlıklı bir kadınsın sen.”
Alp bu son kelimeleri söylerken vurgulamış, “artık sana ihtiyacı yok” dercesine, gözlerini devirerek Ela’nın gözlerinin içine bakmıştı.
Ela, Defne’yi hayatından çıkarması için Alp’in kendisine giderek daha fazla baskı yaptığını iliklerine kadar hissediyor ve bundan çok rahatsız oluyordu.
“Gidip şu kediciği yakalayıp geleyim de biraz mıncıklayayım. Hem bir adı da yok, ona ad buluruz. Hemen geliyorum,” diyerek yerinden fırladı.
Defne atılıp onun elini tuttu ve durdurdu.
“Gitme!” dedi yalvarırcasına. “Yemek kokularını duyunca kendisi gelir belki.”
Ela yeni bir soruna kapı açmak istemediği için sakin bir şekilde Defne’nin istediğini yaptı. Mutfak tezgâhındaki kesme tahtası üzerinde sebze ayıklama işine devam etti.
Defne devam etti.
“Ne güzel şeyler almışsınız böyle, ağzım sulandı, öyle açım ki… Ben de şu balıkları temizlemeye başlasam iyi olur. Böylece işimiz daha hızlı biter. Belki Alp de salatayı yapar ya da sofrayı hazırlar.”
Alp hiç de samimi olmayan bir gülüş eşliğinde başıyla onaylarken, bu ya zır deliliğin vücut bulmuş hali ya da iyi oynuyor ve bizimle iyiden iyiye dalga geçiyor. Ama bu gece son, artık amacı her neyse de bitti diye aklından geçirdi. Sonra Ela’nın yıkayıp sirkeli suda beklettiği marul yapraklarını silkeleyip suyunu süzdü ve başka bir kesme tahtasının üzerine aktardı. Bir bıçak almak için çekmeceyi çektiğinde içinin ne kadar düzenli ve temiz olduğunu görerek tuhaf bir şekilde etkilendi. Birdenbire bu evin her zaman inanılmaz temiz ve düzenli olduğunu düşündü ki bunu şimdiye kadar hiç aklına getirmemişti. Evet evet… Vicdanı rahattı çünkü eğer Defne, Ela’yı böylesine tedirgin edecek kadar kötü durumda olsaydı evini bu kadar düzenli ve temiz tutamazdı. Üstelik giyecekleri, bedeni, saçları elleri de evi kadar temiz ve düzenliydi. Ev de ne ev ama… Ev dediğin de koca konak… Sanırım bir başıma ben de bu konakta yaşasam ben de aklımı yitiririm korkudan, diye düşündü.
Alp marul yapraklarını ince ince keserken gözleri Defne’nin bu kadar küçük balıkları nasıl da ustalıkla temizlediğine ilişti. Defne bunu seri bir şekilde ve kusursuz yapıyordu. Ayıkladığı tüm balıklar fabrikadan çıkmışçasına düzgün bir haldeydiler ve sudan geçirilmiş, süzgecin üzerine bir tabur asker gibi dizilmişlerdi. Ela’nın ne kadar dağınık ve pasaklı olduğunu düşünen Alp birden gerçekte bundan çok rahatsızlık duyduğunu fark etti. Dönüp Ela’nın ayıkladığı ıspanaklara, dilimlediği havuçlara baktı. Önünde sebze kabuklarından ve saplarından bir çöp yığını oluşmuştu bile ve ayıkladığı sebzeleri neredeyse bu yığının içinde ince ince kıyıyordu. Sonra kendi evindeki, Ela’yla birlikte uyudukları ve yaklaşık kırk beş gündür değişmeyen yatak çarşaflarını düşündü. Yatak odasında, yere atılan ve giderek daha büyük yığınlara dönüşen giysileri, çorapları, dağınık elbise dolabını, giderek daha çok kirlenen buzdolabını düşündü… Görünmez el bu kez başka, boğazının içinde, kestiremediği bir yeri tutup kavradı ve sıkmaya başladı. Bunun etkisi büyük olmuştu. Boğulacak gibi hissetti Alp ve iniltiye benzer bir sesle, “Ben kapının önünde bir sigara içip geleceğim,” dedi.
Ela ve Defne, sessizce başlarını sallayıp hiç konuşmadan işlerini yapmaya devam ettiler. Alp bir süre bahçede oturdu. İçine düştüğü bu boğucu durumdan kurtulacağına dair kendisine bir söz verdi. Sonra Ela’ya haksızlık ettiğini düşündü. İşini yapabilmek için gün boyunca koşuşturuyordu ve Defne gibi eviyle ilgilenebilecek geniş zamanı bulamıyordu.
Alp sigarasını içerken bunları düşünüyordu. Bitişik binadaki balkonların birinden Alp’i izleyen Hümeyra sigarasından derin bir nefes çekti ve üflerken, hmm, çok hoş. Anlaşılan konakta eğlence var ve bu adam da sık sık konağa gelip gidiyor. Sevgilisi mi acaba, diye aklından geçirdi. Hemen ardından kendine cevap verdi. Yok yahu, kesin akrabasıdır. Kim sevgili olur ki o manyakla!
Sonra aceleyle sigarasını balkondan aşağıya atıp içeri girdi, mutfağa gidip çöp kutusunu açtı, çöp dolu poşeti aldı, “Arif, ben çöpü atıp geliyorum,” diyerek hızla evden çıktı.
Arif duymamıştı bile, dalıp gittiği Avrupa Kupası maç özetlerini izlerken.
Hümeyra, Alp içeri girmeden önce yakınından geçebilmek umuduyla merdivenleri ikişer ikişer iniyordu ve naylon tabanlı terliğiyle yerdeki su damlasına basıp kaydı. Hümeyra sendeledi, görünmez bir futbol topuna röveşata atarmışçasına savruldu… Sarsıcı düşüş ve boylu boyunca yere patlayış sırasında kolunu merdiven tırabzanına, alnını da apartman duvarına vurdu.
Arif, kaç yıllık sevgili eşinin böylesi bir röveşata atacağını bilseydi maç özetleri yerine evin kapısında durur ve karısının bu muhteşem performansını izlerdi. Hümeyra’yı bu ağır darbe de durdurmadı, hatta hiç etkilemedi, gözünü kararttı ve hızını kesmeden sokağa fırladı.
Alp sigarasını içmeye devam ediyordu çünkü ikincisini yakmıştı. Bu sırada bitişik apartmanın kapısı açıldı ve Hümeyra hızla çıkarak konağa doğru yürüdü. Alp’in yanından geçerken dikkatle baktı ve onun bu evde hangi sıfatla bulunabileceğini bir kez daha düşündü. Eğer sevgilisiyse çok şanslı bir kız! Acaba evde baş başalar mı? Gece mutlu sonla mı bitecek?
Bunları düşünmek Hümeyra’yı heyecanlandırıyordu ve bu nedenle günlerini, çevresinde yaşayanların hayatlarını gözetleyerek geçiriyordu. Kendi hayatında en son ne zaman heyecanlandığı bir şey olduğunu hatırlamıyordu bile. Sürekli ev kirasının yaklaştığından, ödenmesi gereken faturaların çokluğundan dem vurarak fazla para harcamasını engellemeye çalışan Arif’ten fazlasını beklemek kendi zekâsına hakaret olurdu.
Alp’le göz göze geldiklerinde, heyecanını gizlemeye çalışarak konuştu.
“İyi akşamlar. Sizi daha önce de bu bahçede görmüştüm. Bitişik apartmandaki komşunuzum. Adım Hümeyra,” dedi ve yaşadığı daireyi gösterdi.
“Memnun oldum Hümeyra Hanım. Ben de Alp,” diye cevap verdi Alp, kadın başını çevirdikten sonra, işaret ettiği evin balkonunda beliren beyaz atletli adama kaçamak bir bakış atarak.
Hümeyra bir an için durdu, ne diyeceğini bilemedi ve elindeki çöp poşetini hatırladı.
“Ben de çöp atmaya çıkmıştım da sizi görünce bir selam vereyim dedim.”
“İyi ettiniz. İyi akşamlar dilerim size.”
“İyi akşamlar.”
Hümeyra çöpü atarken aynı zamanda kalbinin tuhaf bir kederle çarptığını fark etti. Alp’in ses tonu, bakışları ve uzun boyundan çok etkilenmişti; öyle sıradan bir etkileniş değildi bu. Ergenlik çağına girdiğinden beri her yerde, herkesten işittiği ve asla tatmadığı, hatta gerçek olduğuna inanmadığı o duyguyu, gecenin karanlığında, çöp atmaya giderken tanıyıvermişti. Şimdiden sonra hayatının değişeceğini ve bunun, bu karşılaşmanın bir kapının kilidini açan ve kendisini yaşamının başka bir bölümüne ya da farklı bir boyutuna geçiren tuhaf ama çok önemli bir an olduğunu hissetti. Farkındalığının kapalı kapılarından bir tanesi açılmıştı ve bunun getirilerine hazırlıklı olmak önemli bir işti.
Alp sigarasını söndürürken Hümeyra da evine geri dönüyordu ve böylece bir kez daha geçti konağın yakınından. Ne diyeceğini bilemez halde saçmaladı.
“Yıldızlara baktım da yeryüzüne inecek gibi duruyorlar. Hava da bir tuhaf bu gece! Aman deprem falan olmasın da…”
Alp bu bakışı ve saçmalamanın anlamını çok iyi biliyordu. Önce Hümeyra’ya sonra da balkondan kendisini izleyen kocasına baktığında, ah üzgünüm, hiç işim olmaz, diye düşünerek kollarını iki yana açtı, “bilemedim ki” mesajını veren bir hareket yaptı ve aralık duran kapıdan içeriye girdi.
Hümeyra o anda gördü balkondan kendilerini izleyen, birdenbire fazlalık olarak algıladığı kocasını. Tam da kendisini müthiş bir heyecanın içinde bulmuşken iki saniyede durumu berbat eden Arif’e bakarak, iki dakika oturamadın yerinde uğursuz herif! Şansıma kesin maç özetleri arasında reklamlar başlamıştır, diye düşündü.
Basamakları tırmanıp eve vardığında Arif’in kendisini kapının eşiğinde beklediğini gördü. Oldukça sinirli görünüyordu ve tam ağzını açacakken gözlerini kısıp dikkatle bakarak sustu. Kendisinden, böyle bir anda hiç de beklenmeyecek kadar şefkat dolu bir sesle sordu.
“Ne oldu sana be kadın? Alnın mosmor olmuş, üstün başın kan içinde.”
Hümeyra tam da durumu nasıl açıklayacağını düşünürken röveşatayı hatırladı birden. Yaşadığı heyecanla canının ne kadar yandığını bile unutmuştu. Birden içi ferahladı ve daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaparak Arif’e yalan söyledi.
“Tam konağın önünden geçerken ayağım kaydı ve çok kötü düştüm. Kafamı bahçe duvarına vurdum sanırım, öyle ani oldu ki fark edemedim. Canımın yandığını bile hissetmedim taze taze. İki adımlık yolda başıma neler geldi?”
Arif’in şefkatli hali hızlı bir geçişle yerini hırçınlığa bırakmıştı.
“Gece gece ne gidersin perili gibi çöp atmaya! Ben de dedim elâlemin adamıyla ne yapıyor orada? Yerlerde yuvarlanacağın nereden gelsin aklıma!”
“Evet evet… Tam da orada düştüm, ağaçtan erikler dökülmüş, çürümüş eriğe basınca kaydım. O da yardıma ihtiyacım olup olmadığını sormuştu. Defne’nin arkadaşı ya da akrabası falan olmalı.”
“Neyse ne, gir içeri de temizlen, kolun da kanamış bak.”
Hümeyra derin bir soluk alarak banyoya girerken yaşadığı heyecanın canının acısını nasıl da geride bıraktığını düşünüyordu.
Alp yeniden mutfağa döndüğünde yemek masasının çok şık bir şekilde Defne tarafından hazırlanmış olduğunu gördü. Büyük şaşkınlık içindeydi arı gibi çalışan, masa ve tezgâh arasında seri hareketlerle mekik dokuyan Defne’yi izlerken. Burada uzun zaman geçirmişti ve ilk kez böyle bir gün yaşanıyordu bu evde.
Diğer zamanlarda Defne kendi başına, türlü türlü ruh hallerinde olurdu. Yanlarına fazla yaklaşmaz, zamanını o an canı ne yapmak isterse onu yaparak geçirirdi. Sabit bir noktaya bakarken ya da oturma odasında televizyon izlerken Ela’nın kendisine tepside götürdüğü yemeği sessizce yerdi genellikle. Ya da birden yok olup giderdi, haber bile vermeden. Defne ilk kez sosyal bir varlık gibi davranıyor, aralarına katılıyordu ve bu kez yüzü solgun değildi, yanakları pembe pembeydi.
Masaya oturduklarında Ela ile Defne tatlı bir sohbete dalmışlardı bile. Kızarmış balıkların ne kadar lezzetli ve taze olduğu hakkında başlayan sohbetleri okul yıllarında, Eminönü’nde yedikleri balık ekmeklere kadar uzamıştı. Alp, Ela ile Defne’nin ortak noktalarının, yaşanmışlıklarının, biriktirdikleri anıların bu kadar çok oluşunu gerçekten de kaldıramaz duruma gelmişti. Gerçek derdi, onları birbirine bağlayan bu ortak yönleri gördükçe Ela ile yarı deli arkadaşı Defne ve onun sorunlarından başka hiçbir ortak noktaları olmadığını fark etmesiydi.
“Defne, bu gece çok güzel, balıklar güzel, sen de güzelsin! Fakat esas söylemek istediğim bu değil,” diyerek birdenbire söze girdi keskin bir sesle Alp.
Defne ve Ela şaşkınlıkla birbirlerine bakarken neler olacağını az çok bilen Ela’nın kalbi de artık o görülmez el tarafından sıkılmaya başlamıştı.
“Alp, balığın soğuyacak ne söyleyeceksen yemekten sonra söylersin!”
Alp öfkeyle gözlerini kısarak Ela’ya baktı ve oflayıp pufladı.
“Niye susturdun onu Ela? Bilmediğim bir şeyler mi dönüyor ortada, lütfen söyleyin nedir bu haliniz?”
Ela, “Yok bir şey…” diyecek olmuştu ki Alp onun sözünü kesti.
“Var bir şey Defne… Var bir şey… Biz, bu geceden sonra, düşündüğünden çok daha uzun bir süre, hatta çok çok çok çok daha uzun bir süre seni görmeye gelemeyeceğiz. Ela seni arayacak fazla zaman da bulamayacak ve büyük ihtimalle senden gelen telefonları da açamaz halde olacağız. Hatta tüm davetlerimize karşın hiç gelmesen de seni evimize de davet edemeyeceğiz çok çok çok çok uzun bir süre.”
Ela kalbinden vurulmuş gibi oldu bu kez. Alp’in kıskançlığından, ağzından alevler çıkaran bir ejderhaya dönüşmesini kırılarak izliyordu. Dönüp Defne’ye baktı ve şaşkınlıkla irkildi. Defne yıkılmamış, yaralanmamış, sanki robot bir oyuncak görmüş de onu keşfetmeye çalışan bir çocuk gibi ilgiyle neler olduğunu anlamaya çalışarak Alp’i dinliyordu. Sonra alçak sesle konuşmaya başladı.
“Anlıyorum. Sanırım ilişkinizde özel bir aşamaya geçiyorsunuz ki bu beni çok sevindirdi, ikinizin adına da… Alp, ilişkinizde yeni bir boyuta geçmeden önce bana bir açıklama yapma gereği duyman büyük incelik. Kendimi değerli hissettim ve her ne kadar neler olduğunu bilmesem de ikiniz için de en iyisi olmasını ve mutlulukla sonuçlanmasını diliyorum.”
Ela’nın iç sesi kıkır kıkır gülmeye başlamıştı. “Oh oldu sana Alp Bey! Ötanazi iğneni kendin seçtin!” dedi içinden. “Defne bu, adamı işte böyle kamyon çarpmışa döndürür ve vicdan azabından kıvrandırtır durur! Daha beter ol seni sinsi köpekbalığı!”
Durum gerçekten de Ela’nın düşündüğü gibiydi. Defne, Alp ve Ela’nın gelecekteki halini hayal ederken minik istavritleri iskeletinden ön dişleriyle ayırıp iştahla yiyor, bir yandan da gülümsüyordu.”
Alp şaşkınlıkla Defne’ye bakarken gereksiz konuşan insanların cümleleri bittikten hemen sonra bunu fark edip ellerini kollarını nereye koyacaklarını bilememe haline geçiş yapmıştı. Söylediklerinin boşa çıkacağını, asla bu iki kadın tarafından dikkate alınmayacağını kesin olarak anlamıştı. Yine de Defne’nin tavrı gururunu okşamıştı ve sakinleşti.
Defne ayağa kalktı.
“Öyleyse bu gece size en özel şarabımı açayım ve ilişkinizi kutlayalım. Geceyi hepimiz için unutulmaz kılalım.”
Defne dolaptan çıkardığı yıllanmış, değerli şarabı açtı ve kadehleri doldurdu. İrili ufaklı mumları yaktığında şarabın kırmızısı mum ışığının aleviyle etkileşerek Defne’nin yüzünde titreşiyordu. Alp hayranlıkla bu sahneyi izlerken Defne’ye haksızlık yaptığını fark etti. Aynı anda bakışları Ela’nın pembeleşen yanaklarına ilişti. Arkadaşına gösterdiği vefa, onun güvenilir biri olduğunu kanıtlıyordu. Ela her zamankinden daha değerli olmuştu birden ve içinde, ona uzun uzun sarılmak isteği belirdi. Ela’ya âşık olduğu gerçek an bu olmuştu işte! Bu duyguyu en son, üniversitede âşık olduğu Sevgül’e karşı hissetmişti ve insanların gerçek yüzünü tanıdıkça güvenilmez olduklarını anlamış ve âşık olmaya değecek bir kadınla tanışacağını hiç düşünmemişti. Bunun da bir önyargı olduğunu anladı. Demek ki güvenilir, sevmeye ve âşık olmaya değer insanlar hâlâ vardı…
Bu gece, üçü için de tuhaf hissettikleri ve görülmeyen bir el tarafından paramparça edilmeye çalışıldıkları bir gece olmuştu. Fakat tuhaf bir şekilde bu negatif durum pozitife dönüşmüş, üçü için de ilişkileri sağlamlaştıran anlamlı bir gece olmuştu.
Ela hep birlikte içtikleri üçüncü şişenin ardından Alp’in saçmalamasından ve Defne’yi üzecek açıklamalar yapmasından korkarak, “Biz artık gidelim en iyisi,” dedi, ayağa kalktı. Şarap öylesine etkiliydi ki ayağa kalktığında Ela’nın yalpalamasına neden olmuştu.
Aynı şekilde yalpalayarak ayağa kalktı Defne.
“Yok yok… Doğruca odanıza, bu halde sizi asla bırakmam!”
Alp sonuçtan memnun, “Öyleyse ben gidip yatayım ve siz iki arkadaşı baş başa bırakayım,” diyerek bu eski konakta aylar önce kendisine Ela tarafından verilmiş odasına gitti.
“Sen ona aldırış etme,” dedi Ela Alp’in ardından ve duyamayacağı kadar kısık bir sesle. “Hiçbir şey değişmeyecek. Ben yine seni aynı düzen içinde, sık sık görmeye geleceğim. Saçma sapan konuşuyor işte, sen önemseme.”
Defne’nin kafası karışmıştı, bu tür incelikleri olan konuları sevmezdi, içine girmek istemezdi ve kendisiyle paylaşılmamasını da tercih ederdi. Her zaman çok emin olduğu şeylerden biri de bir insanın ne kadar çok şey öğrenirse huzursuzluğunun ve endişelerinin o kadar arttığıydı. Bunun için detay bilmek istemiyordu ve gerçekten de hiç merak etmiyordu.
Ela bulaşıkları yıkarken, opera için prova yapan gencin sesi pencereden geçerek mutfağı doldurdu.
“La la la la lala lala laaaaaa… La la la la lala lala laaaaaa…”
“Gecenin bu saatinde bile prova yapmaya devam ediyor. Bu çalışmasının ödülünü alacağı ve günün birinde ünlü bir opera sanatçısı olacağı kesin,” dedi Defne.
“Ah, ben duyamadım, başka bir şey düşünüyordum. A, bak kedicik geçti oturma odasından ve sanırım Alp’in uyuduğu odaya girdi.”
Defne irkilerek dönüp baktı ve görüş alanı içindeki her noktayı taradı. “Göremedim,” dedi.
“Öyleyse bu görünmez kedinin adı da ‘Gölge’ olsun mu? Tombiş Gölge’nin anısını yaşatır.”
Defne huzursuzluğunu belli etmemeye çalışarak gülümsedi.
“Olsun. Adı Gölge olsun.”
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.