Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Sherlock Holmes Son Selam Bütün Maceraları 8», sayfa 3

Yazı tipi:

2
San Pedro Kaplanı

Soğuk havada iki mil kadar süren hüzünlü bir yürüyüşten sonra yüksek, ahşap bir kapının önüne gelmiştik. Burası kestane ağaçlarıyla dolu kasvetli bir yola açılıyordu. Bu kıvrımlı ve karanlık yol, bizi, gri gökyüzünün altında kapkaranlık kalan alçak bir eve götürüyordu. Kapının hemen sağ tarafındaki pencerelerin birinden cılız bir ışık geliyordu.

“Buraya bir tane polis diktik.” dedi Baynes, “Pencereye vurayım.” Çimle kaplı bahçeye geçerek pencereyi tıklattı. Puslu camın arkasından, ışığın hemen yanında oturan bir adamın belirsiz silüetini gördüm. Odanın içinden keskin bir çığlık duyuldu ve hemen ardından kireç gibi olmuş yüzüyle nefes nefese kalmış bir polis memuru, titreyen elinde bir mumla bize kapıyı açtı.

“Neyin var Walters?” diye sordu Baynes.

Mendiliyle terlemiş alnını silip derin bir iç çekti. Rahatlamıştı.

“Geldiğinize çok sevindim, efendim. Çok uzun bir geceydi. Sanıyorum eskisi gibi sinirlerime hâkim olamıyorum.”

“Sinirlerin mi Walters? Senin sinirlere sahip olmadığını düşünürdüm.”

“Ah efendim! Bu ev çok ıssız ve sessiz. Ve mutfaktaki o tuhaf şey… Sonra siz pencereyi tıklatınca onun tekrar döndüğünü sandım.”

“Neyin döndüğünü sandın?”

“Bana göre şeytandı efendim. Penceredeydi.”

“Ne vardı pencerede ve ne zaman geldi?”

“Yaklaşık iki saat önceydi. Hava kararmak üzereydi. Ben sandalyeye oturmuş bir şeyler okuyordum. Bir şey sanki beni yukarı bakmam için dürttü ve kafamı kaldırdığımda alt pencerede biri bana bakıyordu. Tanrı’m… Efendim, nasıl bir yüzdü öyle! Kesin rüyalarıma girecek.”

“Sus, Walters, sus! Bir polis memuru böyle konuşmamalı.”

“Biliyorum efendim, biliyorum ama o görüntü beni öyle sarstı ki bunu inkâr edecek değilim. Ne siyahtı ne beyaz ne de bildiğim herhangi bir renkti. Çok tuhaf bir tondu. Sanki üzerine süt dökülmüş balçık gibiydi. Bir de çok iriydi, neredeyse sizin iki misliniz kadardı efendim ve dış görünüşünü görecektiniz. Kocaman şaşı gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Aç bir kurdunkine benzer bir sıra beyaz dişi vardı. Size şu kadarını söyleyebilirim efendim, gözden kaybolup gidene kadar ne bir parmağımı oynatabildim ne de nefes alabildim. Sonra dışarı koşup çalılıkların arasına baktım; Tanrı’ya şükür kimse yoktu.”

“En iyi adamlarım arasında olmasaydın Walters, bunun için seni kara defterime not ederdim. Şeytanın ta kendisi olsaydı bile, görev başındaki bir polis memuru, onu yakalayamadığı hâlde Tanrı’ya şükretmemeli. Bu olanlar hayal ürünü ve sinir bozukluğu olmasın?”

“En azından her şey yerine oturuyor.” dedi Holmes ufak cep fenerini yakarak. “Evet.” diye devam etti, çimleri kısaca inceledikten sonra, “On iki numara ayakkabı giydiğini söyleyebilirim. Eğer cüssesi ayaklarıyla doğru orantılıysa kesinlikle dev gibi bir adam söz konusu.”

“Sonra ne yaptı?”

“Çalılıkları yararak yola doğru koştuğunu sanıyorum.”

“Anlıyorum.” dedi dedektif ciddi ve düşünceli bir ifadeyle, “Her kimse ve her ne istiyorsa en azından şimdilik yok oldu. Bizim şu an daha önemli işlerimiz var. Bay Holmes, eğer izniniz olursa size evi gezdireyim.”

Yatak odalarında ve oturma odalarında yapılan dikkatli incelemeler sonuç vermedi. Belli ki kiracıların az, belki de hiç eşyası yoktu ve en ince ayrıntısına kadar düşünülen ev eşyaları, ev ile birlikte kiralanmıştı. Marx, High Holborn etiketli bir sürü kıyafet geride bırakılmıştı. Çoktan bir telgrafla soruşturulmuştu; ama Marx, müşterisinin bonkör oluşu dışında onun hakkında bir şey bilmiyordu. Gördüğümüz kişisel eşyalar arasında birkaç öteberi, birkaç pipo, ikisi İspanyolca birkaç roman, eski tip bir tabanca ile bir gitar vardı.

“Burada pek bir şey yok.” dedi Baynes, elinde mumuyla ağır adımlarla odadan odaya yürürken, “Ama şimdi Bay Holmes, sizin dikkatinizi mutfağa çekmek istiyorum.”

Evin arka tarafında kasvetli, yüksek tavanlı bir odaydı. Bir köşesinde hasırdan bir somya vardı, belli ki aşçı burayı yatak olarak kullanıyordu. Masanın üstü, yarısı bırakılmış yemekler ve kirli tabaklarla doluydu. Bir önceki gecenin artıklarıydı bunlar.

“Buraya bakın!” dedi Baynes, “Buna ne diyorsunuz?”

Mumu tabak dolabının arkasına doğru tuttuğunda çok ilginç bir objeyle karşılaştık. O kadar buruşuk, küçülmüş ve pörsümüştü ki ne olduğunu anlayamadık. Siyah ve sertti. Bodur bir insanı andırıyordu. İncelerken, ilk bakışta, mumyalanmış zenci bir bebek olduğunu düşündüm ama sonra -o kadar eğri büğrü duruyordu ki- ölümünün üzerinden uzun zaman geçmiş bir maymun kalıntısı olabileceği fikri üzerinde durdum. En sonunda, iyice şüpheye düşerek, hayvan mı yoksa insan mı olduğuna karar veremedim. Tam ortasında, çift şerit hâlinde beyaz kabuklar diziliydi.

“Çok ilginç, gerçekten çok ilginç!” dedi Holmes bakışlarını bu uğursuz kalıntıya dikerek, “Başka bir şey var mı?”

Baynes bizi sessizce lavaboya doğru götürerek mumu uzattı. Üzerinde hâlâ tüyleri duran büyük, beyaz bir kuşun vücudu ve uzuvları vahşice parçalanmıştı.Kalıntıları dağınık bir hâldeydi. Holmes kesik kafanın üstündeki ibiği işaret etti.

“Beyaz bir horoz.” dedi, “Çok ilginç! Bu gerçekten çok tuhaf bir vaka.”

Ama Bay Baynes en kötüsünü sona saklamıştı. Lavabonun altından, içinde bir miktar kan bulunan çinko bir kova çıkarmıştı. Sonra masanın üzerinden, kömürleşmiş ufak kemik parçalarıyla dolu bir servis tabağı aldı.

“Bir şey öldürülmüş ve bir şey yakılmış. Bu sabah bir doktor getirttik, o da bunların bir insana ait olmadığını söyledi bize.”

Holmes gülümseyerek ellerini ovuşturmaya başlamıştı bile.

“Böylesine kendine özgü ve eğitici bir davayı ele alma şekliniz konusunda sizi tebrik etmeliyim dedektif. Eğer hakaret olarak kabul etmezseniz hünerlerinizin, karşınıza çıkan fırsatlardan çok daha üstün olduğunu söylemeliyim.”

Dedektif Baynes’ın ufak gözleri memnuniyetten parlamıştı.

“Haklısınız, Bay Holmes. Taşrada hiç ilerleme kaydedemiyoruz. Böyle bir dava insana yükselme şansı tanıyabilir ve ümit ederim ki bu şansı kullanmayı becerebilirim. Bu kemikler hakkında ne düşünüyorsunuz?”

“Bir kuzuya ait olduğunu söyleyebilirim, belki de bir keçiye.”

“Ya beyaz horoz?”

“İlginç, Bay Baynes, hem de çok ilginç. Dediğim gibi, emsalsiz bir olay bu.”

“Evet, efendim, bu evde çok tuhaf hayat tarzları olan çok tuhaf insanlar yaşamış olmalı. Onlardan bir tanesi öldü. Onu diğerleri öldürmüş olabilir mi bilemiyorum ama eğer öyleyse onları en kısa sürede yakalayacağız; çünkü şu an her liman gözetim altında. Aslında ben farklı bir görüşteyim. Evet, efendim, benim görüşlerim çok farklı.”

“Bir teoriniz mi var?”

“Bunu kendim çözmeliyim Bay Holmes. İtibarımı korumak için böyle davranmalıyım. Siz adınızı duyurdunuz, artık sıra bende. Bu olay bittiğinde meseleyi sizin yardımlarınız olmadan tek başıma çözdüğümü söyleyebilmeliyim.”

Holmes neşelenerek kahkaha atmıştı.

“Evet, anlıyorum sizi dedektif.” dedi, “Siz kendi yolunuzda devam edin, ben de kendiminkinde… Eğer gerek duyarsanız elde ettiğim sonuçlarla hizmetinizdeyim. Sanıyorum bu evde görmek isteyebileceğim her şeyi gördüm, artık zamanımı başka yerde daha verimli bir şekilde harcayabileceğimi düşünüyorum. Hoşça kalın ve iyi şanslar!”

Benden başka kimsenin anlayamayacağı ufak tefek birkaç belirtiden Holmes’un iz peşinde olduğunu fark ettim. Herhangi bir gözlemci için kayıtsız olan tavırları, aslında bastırılmış heyecanını belli ediyordu. Pırıl pırıl parlayan gözlerinde okuduğum zihin yorgunluğu ile eş zamanlı sergilediği uyanık davranışları, oyunun henüz bitmediğini gösteriyordu. Alışkanlığı olduğu üzere hiçbir şey söylemiyordu, ben de hiçbir şey sormuyordum. Oyunlarına iştirak etmek ve mütevazı yardımlarımı esirgemeyip o gayretli ve meşgul zihnin ihtiyaç anında yanında olmak, benim için yeterliydi. Gerektiği anda nasıl olsa bana başvuracaktı.

Bu nedenle beklemeye başladım. Ama bu bekleyiş, hayal kırıklığımı arttıran boş bir bekleyişti. Günler birbirlerini kovaladı, arkadaşım hiç ilerleme kaydetmiyordu. Bir sabahını şehirde geçirmişti ve uzaktan tanıdığım bir arkadaşımdan İngiliz Müzesine uğradığını öğrendim. Bu ufak gezisi dışında günlerini, uzun süren ve genelde tek başına çıktığı yürüyüşlerle veya zamanla dostluğunu kazandığı dedikoducu birkaç köylüyle sohbet ederek geçiriyordu.

“Eminim Watson, bir haftanı taşrada geçirirsen senin için paha biçilmez olacaktır.” dedi, “İlk yeşil filizlerle söğüt ağaçlarının yeni açmış çiçeklerini bir kez daha görmek mutluluk veriyor. Bir bahçe beli, bir teneke kutu ve botanik üzerine yazılmış basit bir kitabın yardımıyla çok eğitici günler bizi bekliyor olabilir.” Sonra aldığı bu malzemelerle gezintiye çıkıyor; ama akşamları birkaç önemsiz bitkiyle geri dönüyordu.

Avare gezintilerimiz sırasında zaman zaman Dedektif Baynes ile karşılaşıyorduk. Arkadaşımı selamladığında şişman, kırmızı yüzünü gülücükler kaplıyor, küçük gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Dava hakkında çok az konuşuyordu. Ama anladığımız kadarıyla o da olayların akışından pek memnun değildi. Ancak itiraf etmeliyim ki suçun işlenişinden beş gün sonra sabah gazetesini açıp büyük harflerle basılmış başlığı görünce çok şaşırmıştım.

OXSHOTT GİZEMİ ÇÖZÜME ULAŞTI KATİL TUTUKLANDI

Başlığı okuyunca arı sokmuş gibi yerinden fırladı Holmes. “Aman Tanrı’m!” diye bağırdı, “Yoksa Baynes onu yakaladı mı?”

“Öyle gözüküyor.” dedim ve makalenin geri kalanını okudum:

“Dün gece geç saatlerde Oxshott cinayetiyle bağlantılı olarak bir tutuklamanın gerçekleştiğini öğrenen Esher ve komşu bölgelerde büyük heyecan yaşanmıştır. Wisteria Konağı’ndan Bay Garcia’nın, Oxshott Common’da ölü bulunduğunu hatırlayacaksınız. Cesedinde şiddetli darp izlerine rastlanmış ve aynı gece uşağı ile aşçısının kaçmış olması nedeniyle, onların cinayetle bir bağlantıları olabileceği üzerinde durulmuştur. Merhumun evinde değerli eşyaların bulunduğu ve cinayetin amacının onları çalmak olduğu söylentiler arasındadır. Yine de bu henüz kanıtlanamamıştır. Şu an davayla ilgilenen Dedektif Baynes, kaçakların gizlendikleri yeri bulmak için gereken her türlü çabayı göstermektedir. Ona göre çok uzakta değiller ve önceden planladıkları bir yerde pusuya yatmış vaziyette olmalılar. Aşçının yerinin eninde sonunda en başından saptanacağı belliydi; çünkü onu pencereden gören bir iki tüccarın söylediklerine göre oldukça ilginç bir görünüme sahipmiş; son derece iri yarı, çirkin bir melezmiş ve zenciye benzer ten rengi göze ilk çarpan özelliğiymiş. Suçun işlendiği gece bu adam tekrar Wisteria Konağı’na geri dönme cesaretini göstermiş ve polis memuru Walters tarafından fark edilince takibe alınmış. Böyle bir davranışın mühim bir amacı olabileceğini düşünen Dedektif Baynes, bunun tekrarlanabileceğine kanaat getirmiş ve bu nedenle polis memurlarından birinin çalılıkların arasında pusuya yatmasını istemiş. Aranan adam tuzağa düşerek dün gece yakalanmış; ancak Memur Dowing ile aralarında çıkan mücadele sırasında vahşi adam, memurumuzu fena hâlde ısırmış. Anladığımız kadarıyla, sulh yargıcının karşısına çıktığında, sorgusu tamamlanmadan başka bir soruşturma yapılmak üzere kendisinin hapishaneye iadesi istenecektir. Onun yakalanmasıyla daha önemli gelişmelerin yaşanacağı konusunda ümitliyiz.”

“Gerçekten Baynes’ı hemen görmeliyiz!” diye bağırdı Holmes şapkasına davranarak, “Başlamadan önce onu yakalamalıyız.” Aceleyle taşra yollarında koşturduk ve tam tahmin ettiğimiz gibi dedektifi evinden çıkarken yakaladık.

“Gazeteyi gördünüz mü Bay Holmes?” dedi bize uzatarak.

“Evet, Baynes, gördüm. Lütfen saygısızlık olarak algılamayın ama size dostça bir uyarıda bulunmak istiyorum.”

“Uyarı mı Bay Holmes?”

“Bu davayı büyük bir titizlikle inceliyorum ve sizin doğru yolda olduğunuza inanmıyorum. Eğer emin değilseniz, daha da ileri gitmeyin; buna gönlüm razı olmuyor.”

“Çok naziksiniz Bay Holmes.”

“İnanın sizin iyiliğiniz için konuşuyorum.”

Bay Baynes’ın ufak gözlerinden birinin titrediğini hissetmiştim.

“İstediğimiz gibi çalışacağımız konusunda anlaşmıştık Bay Holmes. Ben de öyle yapıyorum.”

“Pekâlâ.” dedi Holmes, “Günah benden gitti!”

“Bakın efendim, benim iyiliğimi istediğinize eminim. Ama hepimizin kendine göre metotları var Bay Holmes. Sizinki farklı, benimki farklı.”

“Bu konuda daha fazla konuşmayalım o hâlde.”

“Elde ettiğim bilgileri memnuniyetle size anlatabilirim. Bu adam tam anlamıyla bir yamyam, bir at kadar güçlü ve şeytan kadar gaddar. Zapt edilmesiydi neredeyse Dowing’in başparmağını ısırıp koparacaktı. Tek bir kelime İngilizce konuşamıyor ve homurdanmaktan başka bir şey yapmıyor.”

“Ve patronunu öldürdüğüne dair elinizde bir delil olduğunu söylüyorsunuz?”

“Öyle bir şey demedim Bay Holmes. Öyle bir şey demedim. Hepimizin kendi yöntemleri vardır. Siz kendinizinkinde ilerleyin, ben de kendiminkinde ilerleyeyim. Anlaşmamız böyleydi zaten.”

Birlikte uzaklaşırken Holmes omuzlarını silkmişti. “Bu adamı anlayamıyorum. Âdeta felakete sürükleniyor. Her neyse, onun da dediği gibi, kendi yolumuzda ilerlemeliyiz. Bakalım ortaya ne çıkacak? Bu Dedektif Baynes’ta benim anlayamadığım bir şeyler var.”

“Şu sandalyeye oturur musun Watson?” dedi Sherlock Holmes, Bull’daki odamıza döndüğümüzde, “Sana anlatmak istiyorum, belki bu gece yardımlarına ihtiyacım olabilir. Takip edebildiğim kadarıyla bu davanın gelişmelerini sana aktaracağım. Önde gelen özellikleriyle çok basit gözükse de çok şaşırtıcı noktaları var. Şu son tutuklamayı anlamış değilim ama yine de bir şekilde boşlukları doldurmalıyız.

Öldüğü gece Garcia’ya uzatılan nota dönelim. Baynes’ın, Garcia’nın hizmetkârlarının bu meselede bir parmağı olduğu fikrini bir kenara bırakalım. Bunun delili de Scott Eccles’ın gelişini, aslında onun ayarlamış olduğu gerçeğinin altında yatıyor ve böylece suçun işlendiği anda Garcia başka bir yerde bulunduğunu ispat edecekti. Bu sayede Garcia bir girişimde bulunacaktı ve belli ki bir suç işleyecekti. Ancak işler istediği gibi gitmedi ve kendi ölümüyle son buldu. Bir suç işleyecekti diyorum çünkü ancak suç işlemeye niyeti olan biri başka bir yerde olduğunu ispat etmeye çalışır. O hâlde onu öldürmeye çalışan kim olabilir? Şüphesiz öldürmeye kararlı olduğu kişiden başkası olamazdı. Şimdilik doğru yolda olduğumuzu düşünüyorum.

Artık Garcia’nın hizmetkârlarının neden kaybolduğunu daha iyi anlayabiliriz. Hepsi de aynı meçhul suçun ortakları idi. Garcia umduğu sonucu elde edip dönmüş olsaydı, İngiliz adamın şahitliğiyle her türlü şüpheyi önlemiş olacaktı ve her şey yolunda gidecekti. Bu girişim oldukça tehlikeliydi ve Garcia beklenilen saatte dönmezse kendi kötü kaderiyle karşılaştığı aşikâr olacaktı. Bu nedenle, böyle bir durumda iki destekçisi de daha önceden ayarlanmış bir yere kaçacaktı. Orada sorgulanmadan paçayı sıyıracak ve planlarını kaldıkları yerden sürdürebileceklerdi. Şimdiye kadar anlattıklarım gerçekleri açıklayıcı bir nitelikte, öyle değil mi?”

Böylelikle açıklanması zor olan bu karmaşık olay bir anda anlaşılır bir hâl almıştı. Her zamanki gibi, bunları nasıl oldu da daha önce fark edemediğimi merak ettim.

“Hizmetkârlardan biri neden geri döndü peki?”

“Kaçış sırasında yaşadıkları karmaşadan dolayı değerli bir şeyini, ayrılmaya asla katlanamayacağı bir şeyi geride bıraktığını düşünebiliriz. Bu da onun ısrarcı davranışını açıklar, öyle değil mi?”

“Anlıyorum. Bir sonraki adım neydi?”

“Bir sonraki adım, Garcia’nın akşam yemeğinde aldığı nottu. Olayın diğer ucunda başka bir suç ortağı olduğunu gösteriyor bu. Şimdi, diğer ucun yeri neresi olabilirdi? Sana daha önce de söylediğim gibi büyük bir ev olmalıydı ve bu civarlarda çok fazla büyük ev yok. Bu taşrada geçirdiğim ilk günlerde yürüyüşe çıktım. Botanik araştırmalarım sırasında büyük evleri not ettim ve orada yaşayan sakinler hakkında araştırmalarda bulundum. Sadece bir ev dikkatimi çekti. Oxshott’a bir mil, trajedinin vuku bulduğu bölgeye yarım mil uzaklıkta olan Büyük Kubbe. Bu, İngiltere Kralı Birinci James dönemine ait ünlü ve eski bir konaktır. Diğer konaklarda ise olaylarla ilgisi olmayan, sıradan ve saygıdeğer insanlar yaşamaktadır. Ama Büyük Kubbe’den Bay Henderson, herkesin dediğine göre, çok ilginç bir adammış ve başından çok ilginç maceralar geçmiş biriymiş. Bu nedenle tüm dikkatimi ona ve ev halkına verdim.

Çok nevi şahsına münhasır bir grup insan Watson… Adamın kendisi zaten aralarından en ilginç olanı. Makul bir bahaneyle onunla görüşmeyi başardım; ama onun o koyu, derin ve düşünceli gözlerinden, benim hangi amaçla orada bulunduğumu anladığını sezinledim. Ellili yaşlarda, güçlü, aktif, kır saçlı, çok kalın siyah kaşlı bir adam. Adımları bir geyiğinki kadar sessiz… İmparator gibi bir havası var ve zeki bir adama benziyor. O parşömen renkli yüzünün ardında içi öfkeyle dolu bir adam var. Ya bir yabancı ya da uzun süre tropik bölgelerde yaşamış; çünkü solgun ve cansız görünüyor; ama bir kabadayı kadar da dayanıklı olduğu belli. Arkadaşı ve aynı zamanda sekreteri olan Bay Lucas da şüphesiz bir yabancı. Koyu tenli, kurnaz, tatlı dilli ve tavırları bir kedininkini andırıyor. Zehir saçan konuşmasını nezaketle örtüyor. Görüyor musun Watson, iki ayrı yabancı aile var karşımızda. Biri Wisteria Konağı’nda, diğeri de Büyük Kubbe’de. Bu yüzden boşlukları yavaş yavaş doldurmaya başlıyoruz.

Bu sözünü ettiğim iki adam sırdaşa, çok yakın iki arkadaşa benziyorlar ve ev halkının odak noktası gibiler. Ama orada yaşayan bir kişi daha var ve öncelikli amacımız için çok önemli biri olabilir. Henderson’ın iki çocuğu var, on bir ve on üç yaşlarında iki kız çocuğu. Bayan Burnet onların mürebbiyeleri. Kırklı yaşlarında bir İngiliz kadını. Ayrıca güvenilir bir erkek hizmetkârı var. Bu ufak grup, aileyi oluşturuyor. Birlikte geziyorlar, Henderson gezmeyi çok seviyor ve sürekli hareket hâlinde. Bir yıldır yoktu ve Büyük Kubbe’ye geçen hafta geri döndü. Çok zengin olduğunu da belirtmeliyim. Her türlü zevkini karşılayabilecek bir servete sahip. Bunun dışında, evde bir sürü uşak, seyis, bayan hizmetçi ve büyük, İngiliz çiftliklerinde bulunan ve fazla beslenip az çalışan her zamanki elemanlar bulunuyor.

Bunların bir kısmını köydeki dedikodular vasıtasıyla, bir kısmını da kendi gözlemlerimden öğrendim. İşten atılan, kindar bir hizmetkâr gibisi yok. Bir tanesiyle tanışma şansına sahip oldum. Şans diyorum ama böyle birini aramasaydım karşıma çıkma ihtimali pek olmazdı. Baynes’ın da dediği gibi, hepimizin kendi metotları vardır. Bu metotlarım sayesinde Büyük Kubbe’nin eski bahçıvanı olan John Warner’ı buldum. Otoriter patronun öfkeli olduğu bir anında işten atılmış. Patronuna karşı duyduğu aynı korkuyu ve nefreti onunla paylaşan başka hizmetkârlar da var içeride. Artık bu konağın gizli sırlarının anahtarı var elimde.

Çok ilginç insanlar Watson! Her şeyi anlıyormuş gibi yapmayacağım ama yine de çok ilginçler. Çift kanatlı bir ev ve hizmetkârlar öteki tarafta kalıyor. İki kanat arasında bağlantı yok, ailenin yemeklerini servis eden Henderson’ın özel uşağı dışında. Servisler belli bir kapıya getiriliyor, ikisinin arasındaki ortak tek nokta orası. Mürebbiye ile çocuklar pek fazla dışarı çıkmıyorlar, bir tek bahçede geziniyorlar. Henderson ise -kazara da olsa- tek başına dışarı çıkmıyor. Koyu tenli sekreteri gölgesi gibi peşinde. Hizmetkârlar patronlarının bir şeyden çok korktuğu görüşündeler. ‘Ruhu para karşılığında şeytana satılmıştır.’ diyor Warner, ‘Ve bir gün alacaklısı gelip kendine ait olanı talep edecektir.’ Nereden geldikleri veya kim oldukları konusunda kimsenin fikri yok. Bunlar, aynı zamanda şiddet yanlısı kimseler çünkü Henderson iki kere uşakları kamçılamış ve ancak yüklü bir tazminat ile mahkeme kapılarından uzak kalabilmiş.

Evet Watson, şimdi bu yeni bilgiler ışığında durumu tekrar değerlendirelim. Mesajın bu ilginç aileden yollandığını ve önceden planlanmış bir şeyi yerine getirmesi için Garcia’ya gönderilmiş olduğunu varsayalım. Ama notu kim yazmış olabilir? Evin içinden biriydi ve kesinlikle bir kadındı. O zaman mürebbiyeleri Bayan Burnet’ten başka kim olabilirdi ki? Bütün akıl yürütmelerimiz bu yöne işaret ediyor. En azından bunu bir varsayım olarak kabul edebiliriz ve sonuçlarının nereye varacağını görebiliriz. Ayrıca Bayan Burnet’in yaşını ve karakterini düşünecek olursak benim ilk varsayımım olan bir aşk hikâyesinin varlığı ihtimali ortadan kalkıyor.

Eğer mesajı bu bayan yazdıysa kendisi, Garcia’nın hem arkadaşı hem de suç ortağı olmalı kanaatimce. Bu durumda, onun öldüğünü duyunca acaba ne yaptı? Çok hain bir saldırıda hayatını kaybettiyse o zaman kadın asla konuşmaz; ama yine de onu öldürenlere karşı acı bir nefret besleyip elinden geldiğince öcünü almaya çalışacaktır. Onunla görüşüp ne yapmayı planladığını öğrenebilir miydik? İlk aklıma gelen buydu ama şimdi çok uğursuz bir gerçekle karşı karşıyayız. Cinayet işlendikten sonra hiç kimse Bayan Burnet’i görmemiş. Âdeta uçup gitmiş. Hâlâ hayatta mı? Yoksa davet ettiği arkadaşıyla beraber o gece öldürüldü mü? Veya onu bir yere mi kapattılar? İşte buna karar vermeliyiz.

Meselenin zorluğunu takdir edeceksin Watson. Arama izni çıkartmak için hiçbir gerekçemiz yok. Mahkeme zaten söylediklerimize inanmayacaktır. Kadının ortadan kaybolmasının hiçbir değeri yok; çünkü o ilginç evde yaşayan herkes bir haftalığına yok olabilir veya izne çıkabilir. Ama bununla birlikte kadının hayatı tehlikede olabilir. Benim tek yapabileceğim, evi sürekli izlemek ve ajanım Warner’ı bahçe kapısında nöbetçi bırakmak. Bunun daha fazla devam etmesine izin veremeyiz. Eğer kanunlar bir şey yapamıyorsa bu riske kendimiz atılmalıyız.”

“Ne öneriyorsun?”

“Hangisinin onun odası olduğunu biliyorum. Hemen yanındaki ek binadan oraya girilebiliyor. Benim önerim, bu gece ikimiz birlikte oraya gidelim ve bu gizemi çözmeye çalışalım.”

İtiraf etmeliyim ki bu pek cazip bir teklif değildi. Kasvetli eski ev, tuhaf ve dişli sakinleri, gittiğimizde ne tür tehlikelerle karşılaşacağımızı bilmememiz ve yasaları ihlal edişimiz… Bütün bunlar hevesimi kırmaya yetmişti. Ama Holmes’un bu korkunç mantığında öyle bir ikna edicilik vardı ki onun önerdiği bu maceradan kendimi alıkoymam imkânsızdı. Ve sadece bunu yaparak bir çözüme ulaşabilirdik. Sessizce onun elini tuttum. Artık ok yaydan çıkmıştı.

Ancak kaderde macera dolu bir son görememek varmış. Saat beşe geliyordu ve güneş, o mart akşamında batmak üzereydi. Aniden çok heyecanlı bir köylü odamıza daldı.

“Gittiler Bay Holmes! Son treni yakaladılar. Kadın kaçıp kurtuldu. Şu an aşağıdaki arabada.”

“Mükemmel Warner!” diye bağırdı Holmes ayağa fırlayarak, “Watson, bütün boşluklar hızla doluyor.”

Arabada sinirleri harap, yarı çökmüş bir kadın vardı. Kartala benzeyen, bir deri bir kemik kalmış yüzünde, yeni yaşanmış dehşetin izleri görülebiliyordu. Başı kayıtsızca göğsüne doğru düşmüştü. Ama kafasını kaldırıp da bize doğru baktığında büyük göz bebeklerinin ortasında koyu noktaların olduğunu görebiliyordum. Afyon ile uyuşturulmuştu.

“Sizin dediğiniz kapıda nöbet tuttum Bay Holmes.” dedi gizli ajanımız, işten atılan bahçıvan, “Araba evden çıkar çıkmaz onu istasyona kadar takip ettim. Bu bayan ayakta uyuyor gibiydi ama trene bindirmeye çalıştıklarında birdenbire canlanıp onlarla mücadele etmeye başladı. Onu vagonun içine ittiler. O da tekrar dışarı çıkmayı başardı. Ben de onu kaptığım gibi arabaya bindirdim. Her neyse, buradayız işte. Kadını götürürken arabanın penceresinde gördüğüm yüzü asla unutmayacağım. O adam düşündüğünü yapabilseydi eğer eminim çok kısa bir hayatım olacaktı; kara gözlü, somurtkan, sarı tenli bir şeytandı.”

Onu yukarı taşıyarak kanepeye yatırdık ve iki fincan sert kahve içirerek kısa sürede uyuşturucunun etkisini yok etmeyi başardık. Holmes, Baynes’ı çağırarak hızlıca olanları anlatmıştı.

“Ah efendim, siz de benim peşinde olduğum delilleri elde etmişsiniz!” dedi dedektif tüm samimiyetiyle Holmes’un elini sıkarken, “En başından beri sizinle aynı izin peşindeydik.”

“Ne? Siz de mi Henderson’ın peşindeydiniz?”

“Ah, Bay Holmes, siz Büyük Kubbe’de çalılıkların arasında sürünürken ben de ağaçlardan birinin tepesindeydim. Sizi aşağıda gördüm. Mesele, hangimizin daha önce bir delil bulacağıydı.”

“O hâlde niye o melezi tutukladınız?”

Baynes kıkırdamıştı.

“Henderson -yani kendisine öyle diyor- ondan şüphelenildiğini anlamıştı. Yani, tehlikede olduğunu hissettiği sürece geri çekilip harekete geçmeyecekti. Ben de yanlış adamı tutuklayarak gözümüzün onun üzerinde olmadığı izlenimini yaratmaya çalıştım. Böylece, muhtemelen tabanları yağlayacaktı. Ben de Bayan Burnet’i kurtarma şansını yakalayacaktım.”

Holmes elini müfettişin omzuna koydu.

“Meslek hayatınızda çok iyi yerlere geleceğinize eminim. Sizde yetenek ve aynı zamanda önsezi var.” dedi.

Baynes sevinçle dolmuştu.

“Bir hafta boyunca sivil giyimli bir adamımı istasyonda beklettim. Büyük Kubbe’de yaşayanlar nereye gitse onları takip edecekti. Bayan Burnet kaçtığında endişelenmiş olmalılar. Neyse ki sizin adamınız onu kurtardı ve her şey iyi bir sonla bitti. Kadının ifadesini almadan kimseyi tutuklayamayız, o yüzden ne kadar çabuk konuşabilirse hepimiz için o kadar iyi olacak.”

“Her geçen dakika daha da güçleniyor.” dedi Holmes mürebbiyeye bakarak, “Ama söyler misiniz Baynes, bu Henderson denen adam kim?”

“Henderson…” diye başladı müfettiş, “Onun asıl adı Don Murillo’dur. Bir zamanlar ona ‘San Pedro’nun Kaplanı’ derlerdi.”

San Pedro’nun Kaplanı! Bu adamın geçmişinin tamamı yıldırım hızıyla zihnimden geçti. Bir ülkeyi yöneten en iffetsiz, en kana susamış zorba olarak nam salmıştı. Üstelik medeniyet iddiasıyla yapmıştı bunları. Güçlüydü, korkusuzdu, yorulmak bilmezdi. Korkudan sinmiş halkına on on iki yıl boyunca tiksindirici ahlaksızlıklarını dayatmıştı. Orta Amerika’da onun adını duymak yeterince dehşet vericiydi. Bu sürenin sonunda ona karşı evrensel bir ayaklanma söz konusu olmuştu. Ama zalim olduğu kadar kurnaz da bir adamdı ve yaklaşmakta olan tehlikelerin ilk fısıltılarında, tayfası, onun sadık taraftarlarıyla dolu bir gemiye bütün hazinelerini gizlice nakletmişti. Ertesi gün isyancıların taarruz ettiği yer, aslında boş bir saraydı. Diktatör, iki çocuğu, sekreteri ve servetiyle birlikte firar etmişti. O andan itibaren bütün dünyadan silinmişti âdeta ve Avrupa basınında sık sık adı geçiyordu.

“Evet efendim, Don Murillo, San Pedro Kaplanı.” dedi Baynes, “Eğer araştırırsanız San Pedro’nun resmî renklerinin yeşil ve beyaz olduğunu göreceksiniz, tıpkı notta söz edildiği gibi Bay Holmes. Kendisine Henderson diyordu ama ben onun izini sürdüm: Paris, Roma, Madrid ve hatta 1886 yılında gemisinin geldiği Barcelona… İntikam almak için hep onun peşindeydiler; ama izini daha yeni yeni bulabildiler.”

“Onu bir yıl önce buldular.” dedi Bayan Burnet. Artık oturmuş, sohbeti dikkatle dinliyordu. “Bir kere öldürme girişiminde bulundular ama şeytan onu korudu. Bu sefer asil kahraman Garcia şehit düştü. O canavar da hâlâ dolaşıyor sokaklarda! Ama bir başkası gelecek ve ardından biri daha… Ta ki adalet yerini bulana kadar. Bundan yarın güneşin doğacağına emin olduğum kadar eminim.” Nefretinden doğan hırs yüzünden elini yumruk yapmıştı. Beti benzi atmıştı.

“Ama bu meseleye nasıl oldu da karıştınız Bayan Burnet?” diye sordu Holmes, “Bir İngiliz hanımefendisinin böyle vahşice bir maceraya karışması şaşılacak şey doğrusu.”

“Karıştım çünkü şu dünyada adaleti başka türlü sağlayamazdık. Yıllar önce San Pedro’da akan onca kan, İngiliz kanunlarının umurunda mı? Veya bu adamın çaldığı bir gemi dolusu hazine için bir şey yapacaklar mı? Bunlar, size göre, başka bir gezegende işlenmiş suçlar gibi; ama biz gerçekleri biliyoruz. Cehennemde bile Don Murillo’dan daha beter bir şeytan yoktur. İntikam almak için çığlık atan kurbanları olduğu sürece bizim için huzur yok.”

“Şüphesiz dediğiniz gibi biri olmalı.” dedi Holmes. “Çok gaddar olduğunu daha önce duymuştum. Ama siz nasıl etkilendiniz bu adamdan?”

“Size her şeyi anlatacağım. Tehlikeli bir rakip olarak gördüğü herkesi sözde bahanelerle öldürüyordu. Onun politikası öldürmekti. Benim kocam -benim gerçek adım Sinyore Victor Durando’dur- Sen Pedro’nun Londra elçisiydi. Orada tanışıp evlendik. Şu dünyada ondan daha asil bir adam tanımadım. Maalesef Murillo, onun nasıl biri olduğunu duymuş, bir bahane bularak da yanına çağırmıştı. Onu öldürttü. Sanki kaderi içine doğmuştu ve beni yanında götürmeyi reddetmişti. Mallarına el konuldu ve ben düşük bir gelir ve kırılmış bir kalple ortada kalakaldım.

Sonra o zorbanın çöküşü yaşandı. Sizin de anlattığınız gibi paçayı kurtarmıştı. Birçok hayatı mahvetti; birçok insan, onun, en yakınlarını ve en sevdiklerini işkencelere maruz bırakarak kurban etmesini izledi. Tabii bu insanlar onun peşini bırakmaya niyetli değillerdi. Bir araya gelip bir topluluk kurdular ve işi bitirene kadar asla dağılmamaya yemin ettiler. Devrilmiş diktatörün adını Henderson olarak değiştirdiğini öğrendikten sonra benim görevim, onun yanında bir iş bulmaktı. Böylece onun her hareketini diğerlerine bildirebiliyordum. Bunu da mürebbiye göreviyle yerine getirebiliyordum. Her yemekte karşısında oturan kadının, bir saat içinde aldığı kararla ölüme gönderdiği adamın karısı olduğunu bilmiyordu. Ona gülümsedim, çocuklarına karşı görevimi yerine getirdim ve zamanın gelmesini bekledim. Paris’te bir girişimde bulunulmuştu ama başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sürekli Avrupa’da zikzaklar çizerek takipçileri atlatmak amacıyla oradan oraya dolaşıp durduk ve en sonunda İngiltere’ye ilk geldiğinde kiraladığı bu eve yerleştik.

Ama burada da adaletin temsilcileri onu bekliyordu. San Pedro’nun ileri gelenlerinden birinin oğlu olan Garcia, onun bu eve geri döneceğini biliyordu, mütevazı görevleri olan iki güvenilir arkadaşıyla birlikte buraya yerleşti. Üçü de intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Gündüzleri harekete geçemiyorlardı. Çünkü Murillo, her türlü önlemi alarak etrafında pervane olan Lucas olmadan dışarı çıkmıyordu -eski parlak günlerinde bu adam Lopez adıyla tanınıyordu. Ancak geceleri yalnız uyuyordu. Her şeyin acısını çıkartmak kolay olabilirdi. Önceden kararlaştırdığımız bir gecede arkadaşlarıma son talimatlarımı gönderdim. Ne de olsa adam sürekli tetikteydi ve oda değiştiriyordu. Kapıların açık olup olmadığını kontrol edecektim ve yola bakan bir pencerede yeşil veya beyaz bir ışıkla her şeyin yolunda olup olmadığını veya girişimlerimizin ertelenmesi gerektiğini işaret edecektim.

Ama hiçbir şey yolunda gitmedi. Bir şekilde Sekreter Lopez’in şüphesini çekmiştim. Notumu bitirmeden arkamdan sessizce yaklaşmış ve üzerime saldırmıştı. O ve patronu beni sürükleyerek odama götürmüşlerdi ve suçu kanıtlanmış, vatan haini bir kadınmışım gibi beni yargıladılar. Yapılacak olan saldırıdan nasıl kurtulacaklarını bilselerdi beni hemen oracıkta bıçaklayarak öldürürlerdi. Aralarında epey tartıştıktan sonra beni öldürmenin çok tehlikeli olacağına karar verdiler. Ama Garcia’dan sonsuza kadar kurtulmak niyetindelerdi. Beni bağladılar. Murillo ben adresi verinceye kadar kolumu büktü. Garcia için bunun ne anlama geleceğini bilseydim, yemin ederim, kolumu koparsalar bile ağzımı sıkı tutardım. Lopez benim yazdığım notun üzerine adresi ekledi, mühürledi ve hizmetkârlardan Jose ile yolladı. Onu nasıl öldürdüler bilemiyorum ama darbeyi indiren Murillo olmalı; çünkü Lopez’i yanıma dikmişti. Sanıyorum yolun kıvrıldığı yerdeki karaçalıların arasına gizlenip o geçtiği sırada üzerine saldırdı. Asıl niyetleri, onu eve çağırıp olaya bir soygun süsü vermek ve sonra da onu öldürmekti. Ama sonra bunun, soruşturma sırasında kendi kimliklerinin ifşa edilmesine sebep olacağını düşündüler ve daha başka saldırılara meydan vermemek adına bundan vazgeçtiler. Garcia’nın ölümüyle diğer takipçilerin korkacağını ve bu eylemlerini sona erdireceklerini düşündüler.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
11 temmuz 2023
ISBN:
978-625-6485-23-5
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre