Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Sherlock Holmes’un Dönüşü Bütün Maceraları 5», sayfa 4

Yazı tipi:

“Buna ne diyorsun?” dedi Holmes.

“Esas sen ne diyorsun?”

“Trende yazılmışlar. Okunaklı yerler istasyonları, kötü yazılanlar hareket hâlini, hiç okunamayanlar da bazı sarsıntılı yerleri gösteriyor. Bir uzman bunun bir banliyö hattında yazıldığını hemen anlayabilir; çünkü büyük şehirler dışında başka hiçbir yerde bu denli sıklıkta istasyon bulunmaz. Bütün yolculuk boyunca bu vasiyet üzerinde uğraştığını kabul edersek trenin bir ekspres olduğu ve Norwood ile London Bridge arasında sadece bir yerde durduğu sonucunu çıkarabiliriz.”

Lestrade gülmeye başladı.

“Senin teorilerini anlamam için çok daha gelişmiş bir zekâya sahip olmam gerek Bay Holmes.” dedi, “Bunun davayla ne ilgisi var?”

“Bir yere kadar genç adamın hikâyesini destekliyor da ondan. En azından Jonas Oldacre’nın vasiyetini dünkü yolculuğu sırasında hazırladığını biliyoruz. Bu kadar önemli bir evrakı böyle gelişigüzel bir şekilde hazırlaması merak uyandırıyor aslında, değil mi? Fazla önemli olacağını ummadığını getiriyor akla. Eğer bir insan kendisi için önemli bir vasiyetname hazırlayacaksa ona göre davranmaz mı?”

“Ama aynı zamanda kendi ölüm fermanını da hazırlamış oldu.” dedi Lestrade.

“Öyle mi dersin?”

“Sence?”

“Mümkün olabilir ama emin olabilmek için davayı yeterince aydınlatmamız gerekiyor.”

“Aydınlatamadık mı? Eğer aydınlanmadı diyorsan sana söyleyecek sözüm yok. Olayda genç bir adam var ve birdenbire, eğer yaşlı bir insan ölürse onun büyük servetine konacağını öğreniyor. Bunun üzerine ne yapıyor? Hiç kimseye bu konudan bahsetmiyor. Ama bir bahane uydurarak o gece müşterisini görmeye gidiyor. Evin içinde bulunan diğer kişinin yatmasını bekliyor ve sonra da adamcağızı odasında yalnız yakalayarak öldürüyor, kereste yığınında cesedi yakıyor ve o bölgede bulunan herhangi bir otele gidiyor. Odadaki ve bastondaki kan lekeleri oldukça silik. İşlediği cinayetin kansız olduğunu ve cesedi, kullandığı yöntem sayesinde hiçbir iz bırakmadan ortadan kaldırabileceğini düşünmüş olması mümkün. Bütün bunlar açık değil mi?”

“Bana öyle geliyor ki sevgili Lestrade, her şey biraz fazla açık oldu.” dedi Holmes, “Bu muhteşem özelliklerine hiç hayal gücü katmıyorsun. Eğer kendini bu genç adamın yerine bir an için koysaydın cinayeti işlemek için vasiyetin hazırlandığı geceden sonraki geceyi mi seçerdin? İki olay arasında çok güçlü bağlar bulunması tehlikeli olmaz mıydı sence de? Ayrıca seni içeri alan hizmetçinin gördüğünü bile bile cinayet için o geceyi mi seçerdin? Ve son olarak, cesedi saklamak için büyük çabalar harcarken suçlunun sen olduğunu belli edecek olan bastonunu bilerek orada bırakır mıydın? İtiraf et, Lestrade, olayların bu şekilde gelişmesi imkânsız!”

“Bastona gelirsek Bay Holmes, sen de en az benim kadar biliyorsun ki serinkanlı bir adamın kaçınacağı durumlarda, bir suçlu, telaşa kapılıp her şeyi yapabilir. Herhâlde tekrar odaya dönmekten korkmuştur. Bana, delillere uyacak başka bir teori söyleyebilir misin?”

“Sana en az yarım düzine sayabilirim.” dedi Holmes, “Örneğin sana olma ihtimali yüksek bir tanesini söyleyeceğim. Bunu sana hediye ediyorum. Yaşlı adam değeri yüksek olan birtakım evraklar gösteriyor. Oradan geçen bir serseri yarıya kadar açılmış perdelerin arasından bunları görüyor. Avukat oradan ayrılıyor ve serseri içeri giriyor! Orada gözüne çarpan bir bastonu alıyor, Oldacre’yı öldürüyor ve sonra da cesedi yaktıktan sonra oradan kaçıyor.”

“Serseri niye cesedi yaksın ki?”

“Aynı şekilde McFarlane niye yaksın?”

“Delilleri saklamak için.”

“Belki serseri de bir cinayetin işlendiğini örtbas etmek istemiştir.”

“Serseri niye hiçbir şey çalmadı?”

“Çünkü bulduğu tek şey, önemini anlayamadığı bazı belgeler.”

Lestrade başını olumsuz anlama gelecek şekilde salladı; ama o anki ifadesi, önceki kadar emin olmadığını ele veriyordu.

“Eh, Bay Sherlock Holmes, sen serserini arayabilirsin ve onu bulana kadar biz adamımızı bırakmayacağız. Neyin doğru olduğunu ileride göreceğiz. Şu noktaya dikkat edin, Bay Holmes; bildiğim kadarıyla evrakların hiçbiri alınmamış ve tutuklumuz, onları çalmak için sebebi olmayan tek adamdır; çünkü ne de olsa hukuken bütün o malın mülkün tek vârisidir ve eninde sonunda onlara sahip olacak.”

Arkadaşım bu sözler karşısında şaşırmışa benziyordu.

“Elimizdeki delillerin senin teorinin lehinde olduğunu inkâr etmiyorum.” dedi, “Ben sadece başka teorilerin de bulunduğunu anlatmaya çalışıyorum. Dediğin gibi ileride her şey ortaya dökülecektir. İyi sabahlar! Günün ilerleyen saatlerinde mutlaka Norwood’a uğrayıp nasıl bir ilerleme kaydettiğinizi görmeye geleceğim.”

Müfettiş yanımızdan ayrıldığında arkadaşım ayağa kalkıp tetikte bir adam havasıyla, kendisini bekleyen hoş bir görevi varmış gibi günün hazırlıklarına başladı.

“İlk yapacağım şey Watson…” dedi paltosunu giyerken, “Daha önce de dediğim gibi Blackheath’e gitmek olacak.”

“Neden Norwood’a gitmiyorsun?”

“Çünkü bu vakada ilginç olaylar birbirini takip ediyor. Polis, suç içerdiği için dikkatini bu ikinci olaya vermiş durumda; ama bana kalırsa bu vakaya yaklaşmanın en iyi yolu önce ilk olayı aydınlığa kavuşturmak; yani alelacele hazırlanan garip vasiyetname ve beklenmeyen mirasçı… Bu durum ardından gelişen olaylara ışık tutacaktır. Bu arada sevgili dostum, bana yardımının dokunacağını sanmıyorum. Tehlikeli bir durum söz konusu değil; yoksa hayatta sensiz gitmezdim. Bu gece seni tekrar gördüğümde, benden yardım isteyen bu talihsiz genç için bir şeyler yaptığımın müjdesiyle geleceğime eminim.”

Arkadaşım döndüğünde çok geç olmuştu ve onun yorgun, hevesli yüzüne baktığımda yüksek ümitlerle başladığı yolculuğunun istediği gibi gitmediğini anladım. Karmakarışık olmuş duygularını rahatlatmak amacıyla bir saat kadar kemanını çaldı. En sonunda enstrümanı bir kenara bırakarak şanssız geçen gününün ayrıntılarını bana anlatmaya başladı:

“Her şey yanlış gidiyor Watson, olabildiğince yanlış… Lestrade’in karşısında her ne kadar cesur kalmaya çalışsam da ilk defa onun doğru ve bizim de yanlış izin peşinde olduğumuzu gördüm. İçgüdülerim beni bir yöne çekiyor ama gerçekler aslında diğer yönde ve korkarım İngiliz mahkemeleri, Lestrade’in delilleri karşısında benim teorilerime inanacak kadar keskin bir zekâya sahip değil henüz.”

“Blackheath’e gittin mi?”

“Evet Watson, gittim ve merhum Oldacre’nın aslında alçağın teki olduğunu hemen öğrendim. Annesi evdeydi; ufak tefek, tombul, mavi gözlü olan bu bayan, korku ve öfke içindeydi. Tabii, oğlunun suçlu olduğunu asla kabul etmedi. Ancak Oldacre’nın kaderi hakkında ne şaşkınlığını ne de pişmanlığını belirtti. Aksine ondan o kadar nefretle bahsetti ki polis için davayı güçlendirdiğinin farkında bile değildi; çünkü oğlu bu konuşmalarını önceden duymuş olsa Oldacre’ya karşı büyük bir nefret besleyeceği açıktı. ‘O, insan olmaktan çok, uğursuz ve kurnaz bir maymun gibiydi.’ dedi, ‘Zaten gençliğinden beri böyle biriydi.’

‘Onu bir zamanlar tanıyor muydunuz?’ diye sordum.

‘Evet, hem de çok iyi tanıyordum, o taliplerimden biriydi. Tanrı’ya şükür ondan uzaklaşarak belki daha fakir ama daha iyi biriyle evlendim. Onunla nişanlıyken Bay Holmes, onun bir kuşluğa bir kediyi nasıl bıraktığının şok edici hikâyesini duyduğumda zalimliği karşısında o kadar korkmuştum ki onunla bir daha görüşmeme kararı aldım.’ Bir çekmeceyi karıştırdıktan sonra yüzü kesilip çıkarılmış, her tarafı deşilip biçilmiş bir fotoğraf çıkarıp bana gösterdi. ‘Bu benim fotoğrafım.’ dedi. ‘Bu fotoğrafı, beddualarıyla birlikte düğün günümde göndermişti.’

‘Ah!’ dedim, ‘Bütün malını oğlunuza bırakarak sizi affettiğini gösteriyor.’

‘Ne ben ne de oğlum, onun ölüsünden ya da dirisinden bir şey istemiyoruz!’ diye bağırdı kendi ruh hâline yakışır bir biçimde, ‘Cennette bir Tanrı var, Bay Holmes ve o günahkâr adama cezasını veren o Tanrı, aynı şekilde zamanı gelince oğlumun onun kanını akıtmakta suçsuz olduğunu gösterecektir.’

Her neyse bir iki ipucunun peşinden gittim ama hipotezimi destekleyecek bir şey bulamadım, hatta aleyhinde olacak birkaç nokta vardı. En sonunda vazgeçip Norwood’a gitmeye karar verdim.

Deep Dene Malikânesi denilen yer, kendi toprakları içerisinde inşa edilmiş, parlak tuğlalardan yapılma büyük bir villadır ve hemen önündeki bahçesi defne ağaçlarıyla doludur. Yolun sağında ve biraz uzağında yangının meydana geldiği kereste deposu bulunmaktadır. Bak, defterimin bir sayfasına kaba hatlarıyla planını çizdim. Sol taraftaki bu pencere, Oldacre’nın odasına açılıyor. Yoldan baktığında içerisi gözüküyor, anlarsın ya… Bugünkü tek avuntum da bu bilgi oldu zaten. Lestrade orada değildi, onun yerine baş memuru şeref vermişti binaya. Tam da büyük bir hazine bulmuşlardı. Bütün sabahı yanmış odun yığınların arasında bulunan külleri eşeleyerek geçirmişler ve kömürleşmiş organik artıkların yanı sıra, birkaç tane erimiş metal disk bulmuşlar. Onları dikkatle incelediğimde pantolon düğmesi oldukları kanaatine vardım. Bir tanesinin üzerinde ‘Hyams’ adının yazılı olduğunu fark ettim, o da Oldacre’nın terzisinin ismiymiş. Sonra bir işaret ya da iz bulmak amacıyla bahçenin içinde gezindim; ama yaşadığımız bu kuraklık her şeyi demir gibi kaskatı yapmıştı. Çitlerle çevrili çalılıkların arasında bir cesedin ya da çuvalın odun yığınına doğru sürüklendiğini gösteren izlerin dışında pek bir şey bulamadım. Bu da durumun, resmî görevlilerin teorisiyle uyum içinde olduğunu gösteriyordu. Sırtımda ağustos güneşiyle bahçede emekleyerek dolaştım; ama bir saatin sonunda, öncesinden daha bilgili bir adam olarak kalkmadım ayağa.

Bu fiyaskodan sonra yatak odasına giderek orayı da inceledim. Çok hafif kan izleri vardı lekeler hâlinde ve rengi solmuştu; ama şüphesiz tazeydi. Bastonu kaldırmışlardı ama onda da belirsiz izler vardı. Bu bastonun müşterimize ait olduğunu biliyoruz. Zaten bunu itiraf etti. Halıda iki adamın ayak izleri vardı; ama üçüncü bir kişinin yoktu. Bu da karşı tarafın bizi yine faka bastırdığını gösteriyor. Onlar sürekli puan kazanıyor ve biz de olduğumuz yerde sayıyoruz.

Bir ara ufak bir umut ışığı yakalamıştım ama bu da pek bir işe yaramadı. Kasada bulunanları inceledim, çoğu çıkarılmış ve masaya yayılmıştı. Evraklar, bir iki tanesi polis tarafından açılmış, kapalı zarflar hâlindeydi. Anladığım kadarıyla çok değerli görünmüyorlardı, hatta banka defterinden Bay Oldacre’nın sandığımız kadar hâli vakti yerinde biri olmadığını görebiliyorduk. Ancak bence bütün evraklar orada değildi. Başka tapuların olduğuna dair işaretler vardı, herhâlde onlar daha değerliydiler; ama onları bulamadım. Bu da tabii eğer kanıtlayabilirsek Lestrade’in teorisini çürütecekti; çünkü bir insan neden miras yoluyla devralacağı malı çalsın ki?

En sonunda her şeyi araştırıp bir ipucu bulamadıktan sonra hizmetçiyle -adı Bayan Lexington- konuşarak şansımı denemek istedim. Bayan Lexington adlı bu ufak tefek, sessiz kadının karanlık ve şüpheci gözleri vardı. Eminim istese bana bir şeyler anlatabilirdi; ancak ağzından tek kelime alamadım. Evet, Bay McFarlane’i içeri aldığını söylüyor. ‘Elim kırılsaydı da o kapıyı açmasaydım.’ diyor. O gece on buçukta yatağa gitmiş. Odası evin en uzak köşesinde olduğu için olanları duymamış. Bay McFarlane, şapkasını ve yanılmıyorsa bastonunu da holde bırakmış. Sonra yangın alarmı verilene kadar nelerin olduğunu bilmiyor. Zavallı, sevgili patronu kesinlikle cinayete kurban gitmişti. Düşmanları var mıydı? Eh, her adamın mutlaka düşmanı vardır ama Bay Oldacre o kadar içine kapanık biriymiş ki insanlarla sadece iş nedeniyle görüşüyormuş. Düğmeleri görmüş ve dün gece giydiği kıyafetlere ait olduklarından kesinlikle emin. Kereste yığını çok kuruydu çünkü bir aydır yağmur yağmamıştı. Kav gibi yanmıştı ve kendisi olay yerine gelene kadar alevler dışında bir şey görememiş. O ve itfaiyeciler yangından gelen yanık beden kokusunu alabiliyorlarmış. Hizmetçinin ne evraklar ne de Bay Oldacre’nın özel meselelerinden haberi varmış.

Evet, sevgili Watson, bu da benim başarısızlığımın raporudur ama…” dedi yumruklarını büyük bir inançla sıkarak, “Bu işte bir yanlışlık olduğuna eminim. Bunu iliklerime kadar hissediyorum. Ortaya çıkmamış bir şey var ve kâhya bunu biliyor. Gözlerinde, sadece suçluluk hissiyle birlikte görülen karanlık bir inkâr vardı. Neyse, daha fazla konuşmanın anlamı yok Watson. Eğer kader karşımıza talihli bir gelişme çıkarmazsa korkarım Norwood vakası, başarı hikâyelerimiz arasındaki yerini alamayacak.”

“Adamın dış görünüşünün jüriyi etkileyeceğinden eminim.” dedim.

“Bu tehlikeli bir iddia, sevgili Watson. 1887’de son anda yakaladığımız o korkunç katili, Bert Stevens’ı hatırlıyor musun? Bu kadar yumuşak huylu, her pazar kiliseye giden genç bir adamdan bunu bekler miydin?”

“Haklısın.”

“Alternatif bir teori üretmeyi başaramazsak bu adamı kaybederiz. Aleyhine sunulacak dosyada en ufak bir hata bulmak imkânsız görünüyor, ayrıca yapılan her soruşturma bu iddiaları destekler nitelikte. Bu arada yine de o evraklar hakkında ilgi çekici bir şey var ki araştırmamızın başlangıç noktası olarak görülebilir. Banka cüzdanını incelerken düşük miktarda bulunan bakiyesinin sebebinin, geçen sene Bay Cornelius adlı bir beye yüksek miktarda çekler yazması olduğunu fark ettim. Bu Bay Cornelius’un, emekli bir müteahhitle neden bu kadar büyük bir para alışverişinde bulunduğunu öğrenmek istediğimi itiraf etmeliyim. Bu olayda onun da parmağı olabilir mi? Belki Cornelius bir simsardı. Ama bu büyük ödemeleri kanıtlayacak bir makbuza rastlamadık. Elimde başka bulgular yok ama araştırmalarımı, bankaya gidip bu çekleri bozduran beyefendi hakkında bilgiler edinerek devam ettirmeliyim. Ancak korkarım ki sevgili arkadaşım, davamız utanç verici bir şekilde son bulacak ve Lestrade bu adamı asarak Scotland Yard’a bir zafer daha kazandıracak.”

Sherlock Holmes’un o gece ne kadar uyuduğunu bilemiyorum ama sabah kahvaltısına indiğimde onun çok solgun ve bezgin olduğunu gördüm. Etrafındaki koyu halkalara rağmen gözleri, her zamankinden daha parlaktı. Koltuğunun çevresindeki halı, sigara izmaritleri ve sabah gazeteleriyle doluydu. Masanın üzerinde açılmış bir telgraf duruyordu.

“Buna ne diyorsun, Watson?” dedi bana doğru uzatarak.

Norwood’dan geliyordu ve şöyle yazıyordu:

Önemli taze delillere ulaştık. McFarlane’in suçlu olduğu kesinleşti. Bu davayı bırakmanı tavsiye ediyorum.

Lestrade

“Bu çok ciddi.” dedim.

“Lestrade’nin zafer çığlıklarından biri.” dedi Holmes acı acı gülümseyerek, “Ama bence vakayı bırakmak için yine de erken. Sonuçta taze deliller iki ucu keskin bir bıçak gibidir ve Lestrade’in tahmin ettiğinden farklı bir yere saplanabilir. Kahvaltını yap Watson, sonra da birlikte çıkıp neler yapabileceğimize bir bakalım. Bugün senin arkadaşlığına ve manevi desteğine ihtiyacımın olacağını düşünüyorum.”

Arkadaşım kahvaltı yapmamıştı; çok meşgul olduğu zamanlarda kendisine yemek yeme izni vermemesi ilginç özelliklerinden biriydi. Hatta demir gibi güçlü olmasına rağmen yetersiz beslenmekten bir kere bayıldığını hatırlıyorum. “Şu anda yemek ve sindirim için enerji harcayacak durumda değilim.” derdi benim tıbbi uyarılarıma karşılık olarak. Bu nedenle o, sabah kahvaltısına dokunmadan benimle Norwood’a gitmek için hazırlandığında hiç şaşırmamıştım. Trajedi haberlerine ilgi duyan bir grup hâlâ Deep Dene Malikânesi’nin önünde geziniyordu. Benim tam hayal ettiğim gibi bir villaydı. Lestrade bizi kapıda karşıladığında yüzünde muzaffer bir ifade vardı.

“Eh, Bay Holmes, bizim hatalı olduğumuzu kanıtlayabildin mi? Serseriyi bulabildin mi?” diye bağırdı.

“Hiçbir sonuca varamadım.” diye cevap verdi arkadaşım.

“Ama biz dün bu davayı sonuca bağladık ve gerçekliğini de kanıtladık. Bu sefer senin biraz önünde gittiğimizi kabul etmen lazım Holmes.”

“Olağanüstü bir şey olmuş gibi davranıyorsun.” dedi Holmes.

Lestrade yüksek sesle kahkaha attı.

“Sen de en az bizim kadar yenilmek istemiyorsun!” dedi, “Bir insan olayların her zaman kendi istediği gibi gelişmesini beklememeli değil mi, Dr. Watson? Böyle buyurun lütfen beyler ve John McFarlane’in bu suçu işlediğini son defa size kanıtlamama izin verin.”

Koridordan geçerek bizi arka tarafta bulunan karanlık bir hole götürdü.

“Suçu işledikten sonra genç McFarlane, şapkasını almak üzere buraya gelmiş olmalı.” dedi, “Şimdi şuna bir bakın.” Çok etkileyici bir hızla kibriti çaktı ve onun ışığı, badanalı duvardaki kan lekesi ile karşı karşıya bıraktı bizi. Kibriti yaklaştırdıkça bunun kan lekesinden farklı bir şey olduğunu fark ettim. Bu bir başparmağın iziydi.

“Ona büyütecinle daha yakından bak, Bay Holmes.”

“Evet, öyle yapacağım.”

“Başparmak izlerinin herkeste farklı olduğunu biliyorsundur, değil mi?”

“Öyle bir şeyler duymuştum.”

“O zaman oradaki izle, bu sabah emrimle hazırlanan genç Bay McFarlane’in sağ başparmağının bal mumu izini bir zahmet karşılaştırır mısın?”

Bal mumu izi, kan lekesine yaklaştırdığında her ikisinin de kesinlikle aynı başparmak olduğunu görmek için büyütece gerek bile yoktu. Bizim talihsiz müşterimizin davayı kaybettiğini o an anlamıştım.

“Bu iş bitti.” dedi Lestrade.

“Evet, bu iş bitti.” diye tekrarladım isteksizce.

“Bitti.” dedi Holmes.

Ses tonu dikkatimi çekmişti ve hemen ona dönüp baktım. Yüzünde çok ilginç bir ifade sezinledim. İçten içe keyiften kıvranıyordu.

Her iki gözü de yıldızlar kadar parlaktı. Bana öyle geliyordu ki gülme krizine kapılmamak için umutsuzca bir çaba harcıyordu.

“Tanrı’m! Tanrı’m!” diyebildi sonunda, “Bunu niye düşünemedik? Dış görünüşler kesinlikle çok aldatıcı olabiliyor! Ne kadar da yakışıklı bir delikanlıydı! Kendi yargılarımıza güvenmemek gerektiğini gösteren bir ders aldık, değil mi Lestrade?”

“Evet, bazılarımız kendilerine biraz fazla güveniyor, Bay Holmes.” dedi Lestrade. Bu adamın aşağılaması sinir bozucuydu; ama yine de katlanmak zorundaydık.

“Bu genç adamın şapkasını raftan almak için sağ başparmağını duvara bastırmış olması ne kadar büyük bir şans! Ayrıca düşünecek olursan çok da doğal bir davranış.” Holmes çok sakin görünüyordu ama konuşurken bütün vücudu, heyecanını bastırmak için kıpırdayıp duruyordu. “Bu arada, Lestrade, bu müthiş buluşu kim yaptı?”

“Kâhya Bayan Lexington gece nöbette olan polis memuruna haber vermiş.”

“Nöbetçi memur neredeydi?”

“Hiçbir şeye dokunulmaması için suçun işlendiği yatak odasında nöbet tutuyordu.”

“Peki polis bu izi neden dün görmedi?”

“Aslında holde dikkatli bir inceleme yapmak için belirli bir sebebimiz yoktu. Zaten gördüğün gibi pek göze çarpan bir yerde değil.”

“Hayır, hayır, tabii ki değil. Herhâlde bu iz dün de oradaydı, değil mi?”

Lestrade, Holmes’a çıldıracakmış gibi göz attı. Neşeli tavrı ve tuhaf gözlemleri beni de oldukça şaşırtmıştı.

“Herhâlde McFarlane’in gecenin bir yarısında hapisten çıkıp kendisine karşı olan delilleri güçlendirmek için buralara geldiğini düşünmüyorsundur!” dedi Lestrade, “Dünyanın her yerindeki uzmanların bu parmak izinin ona ait olduğu kanaatine varacağına eminim.”

“Onun başparmağının izi olduğu şüphe götürmez.”

“İşte bu da yeterli.” dedi Lestrade, “Ben pratik bir adamım Bay Holmes ve delilleri elde edince hemen sonuçlara bakarım. Eğer söylemek istediğin bir şey varsa ben oturma odasında raporumu yazıyor olacağım.”

Holmes sakinliğini geri kazanmıştı; ama yüz ifadesindeki muzipliğin parıltılarını hâlâ görebiliyordum.

“Tanrı’m, bu çok üzücü bir gelişme, değil mi Watson?” dedi, “Ama çok ilginç noktalar müşterimiz için hâlâ bir ümit kaynağı olabilir.”

“Bunu duyduğuma çok memnun oldum.” dedim içtenlikle, “Onun için her şeyin bittiğini düşünmeye başlamıştım.”

“Bunu söyleyecek kadar ileri gitmezdim, sevgili Watson. Arkadaşımızın çok önem verdiği bu delilde aslında çok ciddi bir kusur olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.”

“Gerçekten mi Holmes? Nedir o?”

“Sadece dün, o holü incelerken o izin orada olmadığından çok eminim. Şimdi Watson, biraz çıkıp güneşte dolaşalım.”

Kafam karışmıştı; ama kalbim yavaş yavaş umut kırıntılarıyla doluyorken arkadaşıma bahçedeki yürüyüşünde eşlik ettim. Holmes evin her karışını büyük bir ilgiyle inceledi. Sonra içeri girerek bodrum katından çatıya kadar bütün binayı tetkik etti. Odaların çoğu eşyasız olmasına rağmen onları da inceden inceye kontrol etti. En sonunda, üç odası bomboş olan en üst kattaki koridora geldiğinde tekrar gülme krizine tutuldu.

“Bu davanın gerçekten olağanüstü özellikleri var Watson.” dedi, “Artık Lestrade’e sırrımızı açıklama zamanının geldiğini düşünüyorum. Önce sevinen o olmuştu ama eğer bu problemi doğru çözmüşsem biz de onun karşısında biraz eğlenebiliriz. Evet, evet, bu duruma nasıl yaklaşacağımızı çok iyi biliyorum.”

Holmes içeri girdiğinde Scotland Yard’ın müfettişi hâlâ oturma odasında raporunu hazırlıyordu.

“Bu davanın raporunu hazırlıyorsun sanıyorum.” dedi.

“Evet öyle.”

“Biraz fazla aceleci davrandığını düşünmüyor musun? Delillerin yeterli olduğunu sanmıyorum.”

Lestrade sözlerini hiçe saymayacak kadar iyi tanıyordu arkadaşımı. Kalemini bırakıp ona merakla baktı.

“Ne demek istiyorsun, Bay Holmes?”

“Sadece henüz görüşmediğin önemli bir tanığın olduğunu söylemek istiyorum.”

“Onu bulabilir misin?”

“Galiba.”

“O zaman bul.”

“Elimden geleni yapacağım. Kaç tane polis memuru var yanında?”

“Çağırdığımda en az üç tanesi gelir.”

“Mükemmel!” dedi Holmes, “Hepsi iri yarı, güçlü kuvvetli ve yüksek sesle bağırabilecek durumdalar mı?”

“Şüphesiz öyledirler ama yüksek sesle bağırabilmelerinin bu işle ne ilgisi var?”

“Biraz sonra onun nedenini, hatta başka şeyleri de anlayacaksın.” dedi Holmes, “Lütfen adamlarını çağırabilir misin? Ben de gerekeni yapmaya çalışacağım.”

Beş dakika sonra üç tane polis memuru holde toplanmıştı.

“Ek binada oldukça yüklü miktarda saman bulacaksınız.” dedi Holmes, “İki yığını içeri getirmenizi isteyeceğim. İhtiyacım olan tanığı çağırmak için bunun çok faydası olacak. Çok teşekkür ederim.

Senin cebinde kibrit olduğunu sanıyorum Watson. Evet, Bay Lestrade, hepinizden bana en üst kata kadar eşlik etmenizi isteyeceğim.”

Dediğim gibi çok geniş bir koridordu ve üç tane boş yatak odası vardı. Koridorun sonuna geldiğimizde Sherlock Holmes hepimizi sıraya dizdi, polis memurları gülümsüyor ve Lestrade, arkadaşıma, peş peşe şaşkınlık, beklenti ve küçümseme dolu ifadelerle gözünü dikmiş bakıyordu. Holmes önümüzde numara yapmak üzere olan bir sihirbaz havasıyla dikiliyordu.

“Zahmet olmazsa memurlarından birini, iki kova su getirmesi için gönderebilir misin? Samanı duvarlara değdirmeden şuradaki zemine bırakın. Sanıyorum artık hepimiz hazırız.”

Lestrade’in yüzü kıpkırmızı kesilmişti ve sinirlenmeye başlamıştı. “Bizimle oyun oynayıp oynamadığınızı bilemiyorum Bay Sherlock Holmes.” dedi, “Eğer bir şey biliyorsanız tüm bu maskaralığa gerek kalmadan anlatabileceğinize inanıyorum.”

“Yaptığım her şey için çok iyi bir nedenim olduğuna seni temin ederim sevgili Lestrade. Birkaç saat önce güneş senin tarafında olduğunda bana takılmadan edemediğini hatırlayacaksın, bu nedenle benden biraz şatafatı ve merasimi esirgemeyeceğini umuyorum. Senden rica etsem Watson, oradaki pencereyi açıp samanın ucuna bir kibrit çakabilir misin?”

Dediğini yapınca, içeri giren havayla birlikte, çıtırdayıp yanmaya başlayan samanlardan gri bir duman yükselip koridora yayıldı.

“Bakalım bu şahidi senin için ortaya çıkartabilecek miyiz Lestrade. Hep beraber ‘Yangın var!’ diye bağırmanızı rica etsem. Haydi bakalım, bir iki üç…”

“Yangın var!” diye bağırdık hep birlikte.

“Teşekkür ederim. Bir kere daha.”

“Yangın var!”

“Bir daha beyler. Hep birlikte!”

“Yangın var!” Bağırışımız bütün Norwood’u çınlatmış olmalıydı.

Sesimiz yavaş yavaş kesilmek üzereyken çok şaşırtıcı bir şey oldu. Koridorun sonundaki çok sağlam gibi duran duvarda aniden bir kapı açıldı; ufak tefek, yaşlı bir adam sığınağından çıkan bir tavşan gibi dışarı fırlayıverdi.

“Mükemmel!” dedi Holmes sakince, “Watson, samanın üzerine bir kova su atabilir misin? Bu kadarı yeterli! Lestrade, seni en önemli kayıp tanığımızla tanıştırayım, Bay Jonas Oldacre!”

Dedektif tam bir şaşkınlık içinde adama gözlerini dikip bakakaldı. Adam koridorun parlak ışığında gözlerini kırpıştırıyor ve bir bize bir de için için yanan ateşe bakıyordu. İğrenç bir yüzü vardı; kurnaz, zalim, kötü niyetli… Beyaz kirpikleri ve açık gri renk gözleriyle pişkin pişkin bize bakıyordu.

“Neler oluyor?” dedi Lestrade en sonunda, “Bunca zamandır neyin peşindeydiniz?”

Oldacre yüzü kıpkırmızı olmuş müfettişin öfkeli bakışlarından kurtulmak için zorlama bir kahkaha attı.

“Kimseye zararım dokunmadı benim.”

“Zararınız dokunmadı mı? Masum bir adamın asılması için elinizden geleni yaptınız, daha ne olsun? Buradaki beyler olmasaydı eminim başarılı olurdunuz.”

Sefil adam sızlanmaya başladı.

“Eminim öyledir, efendim ama sadece bir eşek şakası yapmıştım.”

“Ah! Bir şakaydı, öyle mi? Sizi temin ederim ki buna pek fazla gülemeyeceksiniz. Onu aşağı götürüp ben gelene kadar oturma odasında tutun!”

“Bay Holmes…” dedi herkes dışarı çıktığında, “Polis memurlarının yanında konuşamazdım ama Dr. Watson’ın yanında şunu söylemekten çekinmiyorum: Yaptıkların her ne kadar benim için muamma olarak kalsa da şimdiye kadar giriştiğin vakalar arasında en iyisini çıkardın. Masum bir genç adamın hayatını kurtardın ve bizim merkezde benim şanımın mahvolmasına sebep olabilecek büyük bir skandala engel oldun.”

“Mahvolmuşluğun aksine sevgili bayım, şanının daha da artmış olacağını göreceksin. Hazırladığın raporda bir iki düzenleme yaptıktan sonra Müfettiş Lestrade’e çamur atmanın ne kadar zor olduğunu görecekler.”

“Adından söz edilmesini istemiyor musun?”

“Kesinlikle hayır. Bu işin bu şekilde bitmesi zaten benim için yeterli bir ödül. Belki ileride, bu şevkli tarihçimin olanları kâğıda dökmesine izin verdiğim gün gereken övgüyü alırım, değil mi Watson? Hadi o zaman bu farenin nerede pusuya yattığına bir bakalım.”

Bağdadi kaplamalı ince bir duvar, koridorun sonunda altı fit kadar uzanıyordu ve içinde bayağı kurnazca hazırlanmış gizli bir kapı vardı. Odacık, saçağa açılmış küçük delikler vasıtasıyla dışarıdan aydınlatılıyordu. Birkaç parça eşya, yiyecek ve su dışında kitaplar ile gazeteler vardı.

“İnşaatçı olmanın avantajlarını görebiliriz.” dedi Holmes dışarı çıkarken, “Kimseden yardım almadan gizli yerini kolayca hazırlamış. Yalnız o değerli hizmetçisi ona yardım etti ve onu da suçlular kervanına katarsan iyi edersin Lestrade.”

“Tavsiyelerine uyacağım ama bu yerin varlığından nasıl haberdar oldun Holmes?”

“Bu adamın evin bir yerinde saklandığından emindim. Üst koridorda yürürken oranın, alt koridordan altı adım daha kısa olduğunu anlayınca adamımızın nerede olduğunu anladım. Bir yangın alarmı verilirse sessiz kalabilecek kadar sinirlerine hâkim biri olmadığını düşündüm. Elbette içeri girip onu yakalayabilirdik ama kendi kendini ele vermesi fikri hoşuma gitmişti. Ayrıca senin bu sabahki sohbetinden sonra sana biraz gizem borcum olduğunu düşündüm, Lestrade.”

“Eh, o konuda gerçekten berabere kaldık. Ama evin içinde olduğunu nereden anladın?”

“Başparmağının izinden Lestrade. Bu işin bittiğini söylemiştin, aslında evet bitmişti ama başka bir açıdan. Bir önceki gün duvarda o izin olmadığını çok iyi biliyordum. Fark ettiysen ayrıntılara çok dikkat ederim ve oradaki holü incelediğimde duvarda hiçbir şeyin olmadığını çok iyi hatırlıyorum. Bu nedenle bu iz, gece yapılmış olmalıydı.”

“Ama nasıl?”

“Çok basit. Kâğıt paketleri mühürlenirken Jonas Oldacre, McFarlane’in, parmağıyla yumuşak bal mumuna bastırmasını sağladı. Bu o kadar çabuk ve doğal gerçekleşmiştir ki genç adamın bile hatırladığından şüpheliyim. Olanlar normaldi ve Oldacre’nın bunu hangi amaçla kullanacağını o an düşündüğünü sanmıyorum. Sığınağındayken bu dava hakkında düşüncelere daldığında McFarlane’in başparmağının izini kullanarak ona karşı çok ezici bir delil elde edebileceği geldi aklına birdenbire. Bundan sonra mühürden bal mumu bir kalıp çıkarıp bu kalıbı iğneyle deldiği parmağından gelen biraz kanla ıslatmak ve gece yarısında da izi, kendisi ya da hizmetçisinin yardımıyla duvara çıkarmak zor değildi. İnzivaya çekildiğinde yanına aldığı evrakları incelersen bahse girerim ki üzerinde başparmak izi olan mührü bulabilirsin.”

“Harika!” dedi Lestrade, “Harika! Senin anlatmanla her şey açığa çıktı. Ama herkesi böyle kandırmaktaki amacı neydi, Bay Holmes?”

Dedektifin otoriter tavırlarının, birdenbire küçük bir çocuğun öğretmenine soru soruyormuş gibi değişmesi beni oldukça eğlendirmişti doğrusu.

“Ah, bunun açıklaması hiç de zor değil. Aşağıda bizi bekleyen adam kötü niyetli ve kindar bir insandır. Bir zamanlar McFarlane’in annesi tarafından reddedildiğini biliyor muydunuz? Bilmiyor muydunuz? Size önce Blackheath’e sonra da Norwood’a gitmenizi söylemiştim. Her neyse, kalbi kırılmıştı bir kere ve bu içine dert olmuştu. O kötü, entrika çevirmeye müsait beyni, hayatı boyunca intikam almak için çalışmış ama o şansı hiç yakalayamamış. Son birkaç yıldır işleri pek yolunda gitmemiş ve zor duruma düşmüş. Borçlularını atlatmak için Bay Cornelius adında birine -ki bunun da aslında farklı isim altında yine kendisi olduğunu tahmin ediyorum- yüklü ödemeler yapmış. Bu ödemelerin izini sürmedim ama Oldacre’nın ara sıra farklı bir kişiliğe bürünerek gittiği bir bankaya yatırıldığına dair hiç şüphem yok. İsmini hepten değiştirip bu parayı çekerek ortadan kaybolmayı ve hayata başka bir yerde yeniden başlamayı planlıyor olmalıydı.”

“Evet, bu oldukça mantıklı bir açıklama.”

“Ortadan kaybolarak alacaklılarının takibinden kurtulacaktı ve ayrıca eski sevgilisinin tek çocuğu tarafından öldürüldüğü intibasını vererek aynı zamanda ondan çok büyük ve ezici bir intikam almış olacaktı. Alçaklığın en büyük mimarı oldu ve bunu büyük bir ustalıkla başardı! Vasiyet fikri -ki bu da suçu işlemek için onu harekete geçirmeye yeterli bir nedendi- ailesinin bile bilmediği gizli buluşmaları, bastonu alıkoyması, kan izleri, hayvan ölüleriyle düğmelerini odun yığınına yerleştirmesi, hepsi takdire şayandı. Birkaç saat öncesine kadar kurtuluşun mümkün olmadığını düşündüğüm bir ağ kurmuştu. Ama onda sanatçıların o üstün sezgisi, nerede duracağını bilme yetisi yoktu. Zaten mükemmel olan bir planı daha da iyileştirmek, talihsiz kurbanının boynundaki ilmeği daha da sıkmak istiyordu; ama gördüğünüz gibi sonunda her şeyi berbat etti. Hadi inelim, Lestrade. Ona bir iki soru sormak istiyorum.”

Zalim yaratık her iki yanında birer polis ile kendi oturma odasında oturuyordu.

“Şaka yapmıştım, sevgili bayım. Sadece bir eşek şakasıydı.” diyerek devamlı vızıldayıp duruyordu, “Sizi temin ederim bayım, ortadan kaybolarak nasıl bir etki yaratacağımı görmek istedim. Zavallı genç Bay McFarlene’e zarar gelmesine izin vereceğimi düşünmüş olacağınızı kesinlikle tahmin etmiyorum.”

Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
7 s. 13 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6485-22-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu