Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kazak Folklorunun Tarihi», sayfa 5

Yazı tipi:

Bebekle İlgili Şiirler

Hayvanın yavrusu varsa, insanın çocuğu vardır. Şuurlu ve çalışkan bir evlat yetiştirmek halkın en büyük sevinçlerinden biri sayılır. Kadın çocuk doğurduğunda şildehana42 toyu yapılır. Şildehanada gençler şarkı söyleyerek eğlenirler. Köy evlerindeki ışıklar kırk güne kadar söndürülmez.

Çocuklar ninelerinden masal, efsane, bilmece ve tekerlemeler öğrenerek düşünce ve dillerini geliştirirler. Buna millî manevî eğitim denilir. Masal, atasözü, bilmece, tekerleme bilmeyen veya bildiklerini anlatamayan çocuğa, halk “dilsiz” demiş ve onunla alay etmişlerdir. “Tiy desem, tiymeydi; tiyme desem, tiyedi” (Değ desem, değmez; değme desem, değer) bilmecesi çocuğun dilini geliştirirken, “Bas barmak, balalı üyrek, ortan terek, şüldir şümek, kişkene böbek” (Başparmak, işaret parmağı, orta parmak, yüzük parmağı, serçe parmağı) şeklinde parmaklara ad koymak çocuğa sayıları ve saymayı öğretmiştir. “Bir degenim bilew; eki degenim egew; üş degenim üski; tört degenim tösek; bes degenim besik; altı degenim asık; jeti degenim jelke; segiz degenim serke; toğız degenim torka; on degenim oymak; on bir degenim Kara jumbak” (Bir dediğim bileğidir; iki dediğim eğedir; üç dediğim açkıdır; dört dediğim döşektir; beş dediğim beşiktir; altı dediğim âşıktır; yedi dediğim ense; sekiz dediğim erkeçtir; dokuz dediğim ipek kumaştır; on dediğim yüzüktür; on bir dediğim bilmecedir) gibi sözcük grupları çocuğun kelime dağarcığını zenginleştirir. Eskiden küçük çocuklar her ailedeki kişi sayısını bilmece şeklinde sorarak çözmeye çalışmışlardır. Bu tür bilmeceler “Neşik? Eki kulağı tesik, eşkiñ arık, koyıñ sarık” (Ne kadarcık? İki kulağı delik, keçin sıska, koyunun sarıdır) şeklinde başlıyor. Benzeri şiirlerde soru-cevap şeklindeki türlerine de rastlanmaktadır:

– Köyün nerede?

– Yüksek dağda.

– Koyunun nerede?

– Koç dağında.

– Koyunun ne yer?

– Yavşan otu yer. Çocuğu uykudan uyandırıp, birini koyun; diğerini yılkı, öbürünü de inek, deve gütmeye gönderen yaşam belirtileri de şiirlere konu olmuştur. Dört tülikle ilgili şiirlerin çocuklar için yazılmış olanları çok güzel ve eğlencelidir. Bunların içeriği çoğunlukla güldürme amaçlı olur. Örneğin, “Koyun ile Keçinin Atışması” şiiri okunuşu kolay, anlamlı ve etkileyicidir:

Keçinin:

 
– Benim yediğim dikendir,
Senin yediğin de dikendir.
Senin kuyruğun niye yassıdır?
 

sorusuna koyun:

 
– Benim yediğim kasık (otu),
Senin yediğin de kasık.
Senin kuyruğun niye kalkık?
 

diye yanıt vermiş.

Onlar atışma sırasında birbirlerini eleştirirler. Koyun süt ve yağının bol ve bunun için hayvanların en bereketlisi olduğunu dile getirmekte, keçi de kendi özelliklerinden bahsederek cevap vermektedir. Sonunda birbirini çekemeyen ikisi “kıran girsin” diye kargış dilerler.

Yağışsız yaz mevsiminin yakıcı sıcakları ile ayazlı kış havaları hayvanları ne kadar rahatsız etmişse, çeşitli hastalıklar da onları o kadar rahatsız etmiştir. Çünkü bazı hastalıklar hayvanların toplu ölümlerine ve kıtlığa yol açar.

“Deve, deve, develer” adlı şiir bir taraftan çocuklara çalışmayı öğütlemekte, bir taraftan da onların dillerini geliştirmektedir.

 
Çocuk: – Deve, deve, develer!
Tuzun nerede, develer?
 
 
Deve: – Balkan Dağlarının başında,
Ballı tavşanın yanında.
 
 
Çocuk: – Tarlaya dalıverdim
Kucağım meyveyle doluverdi
Meyvelerimi toprağa verdim
O bana pelin otu verdi
Pelini de ben koyuna verdim
Koyun da bana kuzusunu verdi
Kuzuyu ben misafirlere kestim
Misafir bana kamçısını verdi
Ben kamçıyı kıza verdim
Kız bana düğmesini verdi
Ben düğmeyi göle verdim
Göl bana köpük verdi
Ben köpüğü kavağa verdim
Kavak ağacı bana kabuğunu verdi
Ben kabuğu yeni geline verdim
Gelin bana başörtüsünü verdi
Ben örtüyü anneme verdim
Annem bana aşık43 verdi
Ben aşığı buza verdim
Buz bana suyunu verdi
Ben suyu ineğe verdim
Kara inek bana sütünü verdi
Sütü pişiriyordum
Kelebek geldi süte düştü
Sütün köpüğünü kelebek içip gitti
Baykuş geldi süte düştü
Sütün yarısını o içip gitti
Saksağan geldi o da düştü
Sütü bitirdi o da gitti
Babam gelmişti
Kazanın dibini kazıyıp ona verdim.
 

Kimi şiirlerde yedi kişi için az gelen keçinin yünü ile eti ve doymak bilmeyen buzağının durumu alay konusu olur.

Çocuklara çokça öğretilen bir konu da tekerlemelerdir. Halk arasında kekeme, tutuk dilli çocukların sayısı az değildir. Tekerleme, çocuğun doğru ve düzgün konuşmasını sağlamıştır.

 
-Alenşe, hey Taykarbay, hey Taykarbay
Koyunlarını kuru yerde otlat hey Taykarbay
-Pazardan alıp geldiğim bohça
Ben bohça yapmazsam, kim bohçasını yapar.
 

Çocukların dilini geliştirmekte kullanılan sanatlardan biri de ötirik öleñdir (yalanlama). Çocuklar bunları ezbere okurlardı. Bu tür şiirler çocuğun zihin çevikliğini geliştirir.

Çocuklarla ilgili şiirlerin en değerlisi ninnilerdir. Ninni türünün en güzel örneklerini Divayev toplayıp bastırmıştır.

 
Nini ninni bebeğim
Ak beşiğe yat bebeğim
Ağlama bebeğim ağlama
Kemik kırıp vereyim
Baykutan kuşunun kuyruğunu
İpe takıp vereyim
Ninni, ninni kar tanem
Koyunun yünü kalpağım.
Başkası için kötü olsa da
Benim için kar tanemsin.
 

diyerek başlayan şiirler içerikleri ve dili açısından çok değerlidir. Şiirlerde, anne beşikteki oğluna dağda elma toplatır, onu kızlara verdirir. “Altına terlik sereyim, üstünü köpçükle örteyim, düğüne giden anneni, nerede arayıp bulayım.” satırları şaka yollu söylenmiştir.

 
Gece gündüz uyumadan
Geceleri at besleyip
Atları düşmanlardan koruyup
Delikanlı yiğit mi olacaksın?
Başına kalpak giyip
Düşmanlara meydan okuyup
Cesur kahraman mı olacaksın?
Ellerin hünerli
Usta mı olacaksın?
Güzel konuşan
Söz ustası mı olacaksın? -
 

Bu satırlarda beşikteki çocuğun geleceğini yorumlama, onun nasıl bir yiğit olarak büyüyeceğini merak etme konuları işlenmiştir. Türkü, şarkı söylemek, çocuklara estetik eğitim vermenin en başlıca tekniğidir.

Evlenme İle İlgili Şiirler

Kazak folklorunda aile kaderi, genç kuşağın büyüyüp muratlarına ulaşması ya da onların sevinç ve üzüntülerini konu alan birçok şiir vardır. Bunlardan biri de evlenme şiirleridir. Bu şiirler çeşitli biçimlerde yazılmış ve halk ağzında korunmuştur. Halkın yaşam tarzı, eski dönem gelenek-görenekleri, halkın hayat anlayışı ve istekleri gibi bilişsel yönleri çok önemlidir. Örf-âdetlerle ilişkili bu şiirlerin birkaç türü bulunmaktadır: Jar-jar, ağıt, vedalaşma, avutma, betaşar, toybastar. Kız büyüyüp evlenme çağına geldiğinde kızlar ve delikanlılar iki grup halinde karşılıklı koro şeklinde jar-jar söylerler. Gelenek-görenekle ilgili şiirlerin bu türü çok eski dönemlerde ortaya çıkmış olabilir.

Kız çıkarıldığında ya da gelin geldiğinde toybastar şiiri söylenir. Bu tür şiirler “Bağlan serke, markaska, koy bastaydı, koy aldında januvar oykastaydı” şeklinde başlar ve “Toy Kuttı bolsın, Toy toyğa ulassın!” gibi dileklerle son bulur. Bazı ünlü ozanlar toybastar söylediğinde konuyu geniş açıdan ele alarak hem düğünün görkemliğini hem de kendi ozanlık sanatını birlikte över. Aytıs (atışma) sanatında olduğu gibi toybastar esnasında da ozanlar kendilerinin söz sanatı ve ustalıklarını ortaya koyarlardı.

Evlenme düğünlerinde icra edilen gelenek-görenek şiirlerinin diğer bir türü de jar-jar şiiridir. Bunun örneklerine Orta Asya, Arap, Fars halklarında da rastlanmaktadır. Sevgilisiyle değil, ihtiyar biriyle evlendirilen kızlar bazen düğün yapılmadan gönderilirdi. Böyle durumlarda kız, nasıl birisiyle evlendirilmekte olduğunu ancak jar-jar şiiri söylenirken anlardı. Bundan dolayı jar-jar şiirinde bir taraftan kızın, anne babası ve doğup büyüdüğü köyden ayrılmak istemediği çocukluk duyguları dile getirilirdi, bir taraftan da “gözümün yaşına bakmadan başkasıyla evlendirdiler” şeklindeki üzüntüsü ve toplumu kınayışı da işlenirdi. Bu, eski geleneğin eleştirilmesidir.

Jar-jar, kızlar ve delikanlılar tarafından hem birlikte hem de sırayla söylenir. Kız, anne babası ve arkadaşlarından ayrılmak istemediğini icra ediyorsa, delikanlı tarafı babanın yerine kayınbaban, annen yerine de kaynanan kol kanat olur şeklinde avutmaya çalışırlar.

Delikanlılar grubu:

 
– Alıp gedi pazardan kara nasar, jar-jar,
Kara incili sevkele saçlarını örter, jar-jar
Burda babam kaldı diye üzülme, jar-jar
Eğer kaynatan iyi olursa baban gibi olur, jar-jar-
 

dediklerinde kızlar tarafı yanıt olarak:

 
-Kapı önü kara su yağ gibi olsun, jar-jar.
Baban gibi sevecek biri nerde bulunur, jar-jar- demişler.
 

Jar-jar bazen aytıs (atışma) sanatına benzer. Ancak jar-jar bir kişi tarafından değil, grup tarafından koro şeklinde söylenir. Buna kolektif, anonim şiir denilir. Jar-jarın özel bestesi vardır. Ayrıca her dinleyenin hemen hoşuna giden melodisi etkileyici kulağa hoş gelen bir nakaratı da vardır. Aslında bu şiir türü dans ile şarkının ayrılmadığı dönemlerden beri yaşamaktadır. Buna diyalog şeklinde yazılan şiir de denilmektedir.

Evlenme şiirlerinin diğer bir türü ise ağıt (sıñsuv) türküsüdür. Bu türkü kız tarafından, akraba, köy halkı ve arkadaşlarıyla vedalaşarak kocasının yurduna gideceği sırada söylenir. Ağıt örneği aşağıdaki gibidir:

 
Ey sevdiklerim, halkım-yurdum,
Ne olacak bundan sonraki benim hayatım?
Kovulmuş gibi gittikten sonra
Yüreğime kaygı dolar,
Halkım-yurdum sizden ayrılıp,
Aklım tükenir ve yüzüm solar…
 

Sevgilisiyle evlenemeyip birkaç hayvan karşılığı satılan kız ise ağıt şiirinde anne babasına karşı duyduğu küskünlüğe de yer verir. Bunun yanı sıra çocukluk çağıyla da vedalaşır. Şiir ölçülerine göre söylenilen bu tür türküler üzüntü ve hasrete dolu olur:

 
Artık son buldu.
Bu nasıl bir iştir?
Gönülden kuş oldum.
Nasıl bir yere geldim.
Ben halkıma-yurduma düşman mı idim?
Güzel yaşamımdan beni mahrum bırakacak.
 

Jar-jar ve ağıt (sıñsuv) söyleyebilmesi için her bir Kazak kızının türkü, şiir bilmesi şarttır. Kızın, gelin gittiği yerden memnun kalmadığını anlatan ağıt karşısında sadece kızlar değil, tüm yakınları da hüzün içinde ağlarlardı.

Bu durumlarda kadınlar kıza akıl-öğüt vererek: “Boşuna gözyaşı dökme. Biz vermek istemeyiz de mal-mülk verenler bırakmaz” derlermiş. Ayrıca “Kız çocuğu için evde kalmak hiç yakışmaz. Senin gerçek yurdun kocanın ocağıdır. İleride düğün yapılacak; evleneceksin, çocukların olacak. Akıllı olmalısın!” diyerek avutmaya çalışırlarmış.

Avutma, ağıta yanıt olarak söylenilen bir şiir türüdür. Bu çoğunlukla delikanlılar tarafından söylenir.

 
Ağlama, kız, ağlama,
Gözünün yaşını dökme.
Erkek olarak doğsaydın
Seni bunun gibi ağlatır mıydı?
Biz vermek istemesek de,
Başlık parası veren seni bırakır mı?
Artık ağlamayın yeter.
 

diye söylenen şiir, bu durumlarda ortaya çıkmıştır.

Betaşar, gelin geldiğinde icra edilen bir şiir türüdür. Yüzü beyaz örtüyle örtülü olan gelinin yüzünü ozanlar açarlar. Ozan elindeki uzunca değnekle gelin örtüsünün kenarından birazcık açarak yeni akrabalarıyla tanıştırır. Betaşar şiiri şaka ağırlıklı olan bir şiirdir. Genellikle betaşar, “Gelin, gelin, gelmiş, gelin eve girmiştir” gibi sözlerle başlar. En sonunda ozan gelinin yüzünü açar ve toplanan kalabalığa gösteririr ve kalabalıktan görümlük ister.

Ozan, “Anlat, gelin, anlat, gelin! Atının başını çek, gelin” sözleriyle başlayıp öğüt nasihat dolu olan ikinci bölümünde ise yeni gelinin bundan sonraki tavır-davranışları ve işlerinin ne şekilde olması gerektiği anlatılır.

 
Hey gelinin yüzünü açışım
Yeni akrabalarınla tanıştırmamdır.
Büyüklerini say
Yeni hayat kapısı
Artık senin için açılmıştır.
Saksağan kuşundan da daha dikkatli gelin
Yumurtadan da ak pak gelin
Eşine sözünü dinle gelin
Halkın-yurdun tarafından sevil gelin.
 

diyerek sonunu şakaya bağlar. “Dedikodu etme, kendin yatıyorken, kocana “kalk, kalk” deme, çuvalın ağzı açık diye kurut (çökelek) çalma, akıllı ve hamarat ol, ulu orta konuşma, laf taşıma, herkese iyi davran” gibi öğüt ve nasihatlerde bulunulur.

Ozan betaşarın ilk bölümünde akrabaları tek tek tanıtır, ara ara eleştirir ve sonuna doğru ise halk arasındaki çeşitli karakterlere değinir. Kadı, bey, cimri, cömert, açgözlü, yalancı, kel olanları genel olarak betimler ve onlara “selam” verdirir:

 
Bazı kellerin kafası
Ot bitmemiş toprak gibi
Bazı kellerin kafalarını
Dört beş kurt ısırmış
Bazı kellerin kafaları
Ot bitmeyen yer gibi
Bütün kellere selam ver!
 

Halk arasındaki olumsuz karakterlerden biri olan cimrilik de ozanın dikkatinden kaçmamıştır:

 
Taylarını öven
Otu çok olan yeri benimseyen
Seksen soma bir atını
Sat dese de satmayan
Yaz kış hayatında
Hiç rahat yerde yatmayan
“Görümlük isterler” diye
Sağına soluna bakmayan
Cimri zengine selam ver.
 

Ozan, gelinin özellikle halk arasındaki yalancılardan uzak durması gerektiğini de dile getirir:

 
Arğımak binip ona yem veren
Faydası dokunmayan kişiyle gezmeyen
Kendisi sözü dışında
Başka kimseye inanmayan
Yalancıya da bir selam ver!
 

diyerek cimri ve yalancıları aşırı derecede yermeye çalışırdı. Betaşar, yeni gelin için bir ders mahiyeti taşır. Çünkü kimin kim ve kimin ne olduğunu ancak bu şekilde anlar.

Betaşar, eski örf-âdet ve evlilik hukukundan hareketle ortaya çıkan bir gelenek şiiridir. Şiirde evliliğin yaşamın anlamı olduğu anlatılır. Ama acı bir gerçek var ki Kazak evlilik yaşamında rastlanan başlık parası geleneği, mal-mülk karşılığı evlendirilme ve çok eşlilik (poligami) olayları çoğu zaman kötü sonla bitmiştir. Şeriata kurban giden Kazak kızların durumları çok zor olmuştur. Bunun belirtileri ağıt, jar-jar, vedalaşma şiirlerinde açıkça görülmektedir. Bu durumdan betaşar şiirinin bazı bölümlerinde bahsedilir.

Betaşar, halk dili ve anlayışıyla ortaya çıkan şiirlerin yaşam konularını içeren bir türüdür. Bu tür gelenek şiirlerinden eski dönemlerdeki yaşam tarzlarını anlayabiliriz. Sovyetler döneminde betaşar şiirinin yeni biçimi ortaya çıkmıştır. Bunun en güzel örnekleri Divayev tarafından toplanmıştır.

Kız çıkarma ya da gelin getirmeyle ilgili düğünlerde ozanlar toybastar söylemişlerdir. Ozan, şiirde düğün kutlamasını dile getirmekle birlikte kendi ustalığını da ortaya koymuştur:

 
Bellidir Kazak halkında dilin önemi
Düğün yaptın, halkı toplayıp şamatalı
Uğurlu sayılan çarşamba günü düğün yapmaktasınız
Düğünleriniz daha nice düğünlere ulaşsın.
 

diyerek şiiri sonlandırırmış. Evlilikle ilgili şiirler kız çocukları arasında ortaya çıkmıştır.

Cenaze İle İlgili Şiirler

Tarihî olaylar ve ölümle bağlantılı olarak ortaya çıkıp halkın ağzında korunmuş olan duyurma, baş sağlığı dileme, ağıt gibi geleneksel şiirlere cenaze şiirleri denilir. Şiirde bireyin, hatta bir ulusun durumu (morali) farklı açılardan ele alınır. Yurduyla, halkıyla, yaşamla vedalaşma şiirleri halkın zor ve acı günleri yaşadığında ortaya çıkmıştır. Bu şiirin, ölen kişinin sağlığında söylediği öğüt şeklinde söylenilen örneklerine de rastlanmaktadır. Gelenek-görenek şiirinin bu türüne üzüntü ve yas şiirleri de denilmektedir. Abay’ın “Doğumunda dünya kapısını şiirle açarsın, öldüğünde de kara toprağa şiirle girersin” dediği gibi Kazak halkında yeni doğan bebek için şildehana şiirlerinin ortaya çıkması gibi ölüm durumlarında da ölünün arkasından ağıtlar yakılmaktadır. Türkü, şiir, müzik göçebe halkın ayrılmaz unsurlarından sayılmıştır. İnsan morali ve yaşam olaylarını derinden işleyen bu tür şiirler çok büyük tarihî önem taşır.

Duyurma ve Avutma

Ölümü duyurma amaçlı ortaya çıkmıştır. Örneğin, Sarıbay’ın ölümünü ya da Jänibek Han’ın Jirenşe’ye karısı Karaşaş’ın ölüm haberini bildirmesi sosyal düşünceleri içeren duyurmalardır.

Duyurma, bazen şiir şeklinde bazen dombıra eşliğinde ezgiyle de yapılmıştır (Aksak Kulan Hikâyesi). Jänibek’in duyurması ise şiir şeklinde icra edilmiştir.

Cenaze şiirlerinin en yaygın türü ağıttır. Ağıt çoğu zaman düşman elinde şehit olanların kahramanlıklarını yâd etmekten ortaya çıkmıştır (Karaülek’in oğlu için yaktığı ağıt, Täti, Alıpkaş ağıtları). Ağıtta, şehit olan kahramanın yurduna yaptığı hizmet ve yaşamı üzüntüyle anlatılır. Ağıt, önce bir aile çerçevesinde ortaya çıkmış ve sonradan toplumsal önem kazanmıştır. Örneğin, II. Dünya Savaşı yıllarında dul kalan genç kadınlar ve yüreği yaralı anneler savaşta şehit düşen kocaları ve çocukları ile ilgili birçok ağıt örnekleri ortaya koymuştur. Bu şiirler kısa; ancak üzüntü ve kaygı dolu şiirlerdi. Benim kâğıda aldığım Karsakbay bölgesinde yaşayan genç bir hanımın yaktığı ağıt: “Kaderin cilvesine var mı çâre, Gönlümün onmaz yarası” şeklinde başlıyordu. Bu, bir folklordur. Her ağıtın kendine özgü acıklı bir ezgisi vardır. “Bayan” adlı şiir, en güzel ve en acıklı ağıt örneğidir. Şiir ve musiki eskiden göçebe halkların ayrılmaz bir parçasıydı ve cenaze ile ilgili şiirler de içeriği açısından ayrıca bir önem taşımaktadır. Bu tür şiirler sanatsal işlevi ve düşünce akışı açısından destanlarla birebirdir. Çünkü ağıt ve başsağlığı dileme metinleri tanınmış ozanlar tarafından ortaya konulur ve ölünün eşi ya da kız çocukları tarafından icra edilirdi. Bazen ozan ve jıravlar tarafından icra edilen ağıtlara da rastanılmaktadır.

Ağıtlar, idareci kesimler tarafından da kullanılmıştır. Örneğin, “Baytok ozanın Jängir Han öldüğünde söyledikleri” tolğav (nasihat şiiri) içerisinde geçen bir ağıttır. Demek ki ağıt metinlerinde her tür kesimin görüşlerine yer verilmiştir. Sonraki zamanlarda ağıtı başka birisine yazdırtıp ezbere söyleme süreci ortaya çıkmıştır. “Äyeke’niñ Ağıtı”44 bunun bir örneğidir. Bu ağıt, A. Bökeyhan ve A. Baytursın tarafından hazırlanan “Jıyırma Bes Joktav /Yirmi Beş Ağıt”45 adlı derleme eserine dâhil edilmiştir.

Ağıtlar; dili, ölçüsü ve sanatsal yapısı açısından sözlü edebiyat türlerinden sayılır. Her ağıtın kendine has bir ezgisi vardır. Ağıtlarda kahramanlık destanlarına özgü eğretileme ve teşbih sanatları bolca görülmektedir. Budabay ozan Äyeke ile ilgili ağıtında “Halkın içinden çıkıp han oldun” diyor. Bahadır şehit olduğunda, sevgili karısı: “Aksunkar uştı Kolımnan, Basımnan ketti bazarım. Sungurum uçup gitti, bereketimden ayrıldım.” diyerek ağıt yakmıştır. Ağıt şiirlerinin çok sanatsal ve etkileyici bir dili vardır.

Ağıtlarda belli bir tarihî dönemin siyasi ve sosyal durumlarını görebiliriz. Äyeke ağıtında XIX. yüzyılın sonlarında Sır bölgesinde geçen siyasi çatışmaların belirtileri geçmektedir: Tursınbay Datka’nın kuşakları ve Äyeke arasında çok büyük çekişme olmuştur.

Ağıt ve başsağlığı dileme söylemlerinde şiir ve musiki birleştirilmiştir. Sözleri destansıdır ve ezgisi ise diğer musikilere hiç benzemez.

Ağıt, senkretik ve doğaçlama bir tür ise, bu konuyu yüksek öğretim kurumlarının müfredatına dâhil etmek lazımdır. XIX. yüzyılda ağıtın bazı örnekleri yönetici sınıf mensuplarının abidesine dönüşmüştür. O ağıtlar “Altı atası biy ötken, Altı atanğa jük artkan” (Altı kuşak atası beylik kurmuş, Malk-mülkü altı deveye yük olmuş) şeklindedir. Ancak bu ağıtlarda da dönemin durumları anlatılmıştır.

Başsağlığı dilemenin birçok örneğine bütün icracı-ozanların eserlerinde rastlanılmaktadır. En güzel örnekleri Sır bölgesi ozanı Kulan’ın eserlerinde geçmektedir. Kulan, Sır bölgesine ait şiirin en önde gelen isimlerindendir. Cenaze ile ilgili şiirlere uzun yıllardır yeterince önem verilmemektedir.

Dinî Örf-Adetlerle İlgili Şiirler

Kazak halkı tarih boyunca çeşitli dini inançları yaşamıştır. En eskileri güneşe, ateşe tapma, büyücülük, animizm, zoomorfizm ise, sonra Şamanizm ve feodalizm döneminde ortaya çıkan tektanrıcılık din İslam dinidir.

Kazak folklorunda eski göçebe boyların eski inançları ilk sırada yer alır. Bunu bädik, jarapazan, alkış-kargış (dua-beddua), büyüleme, kamlık ile ilgili şiirlerde görebiliriz. Çokan, bu konuyu “Kazaklarda Şamanizm İnançlarının Kalıntıları” adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Çokan’a göre Şamanizm’in temelinde doğaya ve insanı kutsamaya daha çok ağırlık verilmiştir. Bir taraftan Gök Tanrı’yı, ateşi kutsamak, bir taraftan da kutsal bir güç olarak insanı (ölü, canlı ruhları) kutsayarak atalar kültüne tapmak boyluk-kabilelik sistemine özgü kavramlardır.

Halk, sonraki dönemlerde alkış ve kargış (dua ve beddua), yılanı büyüleme, hastayı tedavi etme, ölüyü gömme gibi çeşitli inançları ortaya çıkarmıştır. Kemik asma, ateşe yağ damlatma, nazardan korunma, bunların hepsi yaşam gereği ortaya çıkmıştır. Şamanların anlayışına göre insan öldükten sonra da yaşamaya devam eder. İslam’a göre ise Azrail’i yani ölümü kabul etmemek dinsizliktir. Dede Korkut’un ölümden kaçma çabasında Şamanizm izleri vardır.

Bu tür kavram ve anlayışlara Kazak destanlarında çokça yer verilmiştir. Bundan dolayı Şamanizm inançlarının nasıl ortaya çıktığını, nasıl değiştiğini, onların kökenini ve eski dönem gelenek-görenekleriyle bağlantılarını çok iyi öğrenmemiz gerekmektedir. Bunların hepsine bädik, jarapazan ve kamlık şiirlerinde açıklık getirilmiştir.

Bädik

Bu tür şiirlerde eski totemizm izlerine rastlanılır. İnsanoğlu, henüz doğanın sırlarını çözemediği zamanlarda her hastalığın bir sahibi olduğunu düşünür ve frengi, kanser, cüzzam, yanıkara gibi hastalıkları şiirlerle tedavi ederlerdi. Hastalığın sahibine insanın sahipli kutu tarafından karşı koyulmuştur. Bädik şiirlerinde büyü, totemizm ve mitoloji konuları yer alır. Buna ikicilik (düalizm) denilir. İkiciliğin ortaya çıkışı iyilik (Ahura Mazda) ve kötülüğün (Argra Mainiyu) tartışmasına dayanmaktadır. Töbetay, kafatasını konuşturarak onu “ırıksız bıdık” (iradesiz bädik) diye adlandırmıştır:

 
Söyle dersen, söylerim Bädik şiirini
Kara incili kürküm var, çok görkemli,
At otlanmadan, su içmeden hep yatarsa,
Bädik o atı sonunda öldürür.
Kış, kış, kış!
Bädik gidiyor, başka yere doğru
Yuları aldım koştum ata doğru
Eğer Tanrı Bädiği elime verirse
Ateşe doğru iterdim.
Kış, kış, kış!
Gideceksen ey Bädik, Mekke’ye göç et
Yaşlı teyzenin kafasını yiyen alına göç et,
“Göç” etmeyi bilmiyorsan ben söyleyeyim.
Koyunlara doğru koşan tekeye göç et,
 

Bädik bazen şiir şeklinde söylenir:

 
Bädi Bädik deyince
Bädik rüzğar gibi esiyor
Yüksek yüksek dağlara
Dönerek oluşan girdaba
-” Hey, göç et” dersen –göç eder.
Hey göç et!
 

Bädik, sadece insan hastalıklarını tedavi etmede değil, hayvan hastalıklarını iyileştirmede de kullanılmıştır. Bädik, yapısı bakımından basit ve komik şiir şeklinde olur. Badik, geçen yüzyılın yirminci yıllarına kadar halk arasında kız oynak (kızlar tarafından kurulan bir tür eğlence) oyunuyla birlikte kullanıla gelmiştir.

Ateşle Temizleme

Zerdüştçülük inançlarından olabilir. Şamanizm ortaya çıktığında ateşle temizleme yedi cin çağırma şeklinde söylenilmiştir. Kamların anlayışına göre kötülük sahibi (hastalık) ölmez, bundan dolayı onu ancak hasta kişiden (ya da hayvandan) başka bir şeye göçürmek mümkündür. Bädik ateşle temizlemek, tedavi etmek demektir. Bunu kamların kendileri bile yarı cin kılığına girerek söylemişlerdir.

Sonraki dönemlerde illet, insanlara frengi, cüzzam hastalıkları geldiğinde genç delikanlı ve kızlar bir tepenin başında toplanarak gece boyunca şarkı söylemişlerdir. Bu ritüele “göçürme” denilmiştir. Kazak halkı, çok konuşanlara “bädik bas” (çenesi düşük) der.

Kız:

 
Bädik gidiyor dağı aşarak,
Dağı aşan pınar suyuyla karışarak
Şimdi ikimiz Bädiği bulalım ve
Bädiği doya doya dövelim.
 

Delikanlı:

 
Omur Bädik deyince, obur bädik,
Kurnaz kızların alnını kemir bädik,
Şişman kızın içine girip,
Böbrek yağını ye ve şişmanla bädik.
 

Kız:

 
Bädik gidiyor kendi yerine,
Keçi zayıflığını tekeye bildirmez,
Oradan nasıl göç etmesini ben söyleyeyim,
Git ve yapış delikanlının alnına.
 

İnsanlar eski dönemlerde doğanın sırrını çözemediklerinden ay ve güneşe, toprağa, rüzgâra tapmışlardı ve sonradan da kendilerinden daha güçlü hayvanlara, ejdere, yılana, karıncaya, maymuna tapmışlardı. Vahşi hayvanları ehlileştirdiklerinde, insanoğlu doğada iyilik ve kötülüğün bir rekabet içinde olduğunu anlamıştır. Aslan insan yiyorsa, kurt koyun yiyordu. Yaşam ve ölüm de vardır. İnsan, dört mevsimin farkını da anlamaya başlamıştır. Kamlık anlayışına göre sonradan insan, Tanrı (ongon), ruh, en kutsal varlık olarak sayılmıştır. Bu dönemde Şamanizm’de ruhlara tapma, uzaydaki ve yerdeki hayvanları büyülü sözlerin (şiir) gücüyle etkileme ortaya çıkmıştır. Devamında ise güneşi bulutlardan arındırma, bulut, yağmur çağırma ve yılan, karadul, tarantula büyüleme ve telkin etme ortaya çıkmıştır.

Yılan büyülemede totemizm anlayışının izleri bulunmaktadır.

 
İnatçı, inatçı, yılan, inatçı yılan,
Sivri başlı yılan,
Sarı yılan, büyük yılan,
Hain yılan, su yılanı.
Göl yılanı, nehir yılanı
Uzun, uzun, uzun yılan,
Vaktin geldi, çık yılan.
 

gibi sözler kötülük sahibi yılana tapmayı bildirmektedir.

Kamlar tarantula ısırdığında Kambar Ata’nın ruhuna, karadul ısırdığında ise cinlere tapmıştır. Kamlar bazen insanı sokan yılanı çadırın şañırağına asar ve altına ateş yakarlar. Bu şekilde yılanın adını bulmaya çalışmışlardır. Kam, sıkıştığında “düğmemi çöz” deyince, yılan ölü şekilde yere düşmüş. Yılana “düğme yılan” demişlerdir. Aslında bunlar telkinle bağlantılı olmalıdır. Böyle özelliği bulunmayan kişiler kam olamazlarmış.

Güneşi bulutlardan arındırma, yılanı büyüleme gibi telkin şiirleri kamlıkla ilgili şiirlerin en zor ve karmaşık türleridir. Birisinde hastalığın neden kaynaklandığı belliyse (yılan sokma), birisinde belli olmamaktadır. Şamanlık anlayışında hem doğaya, toteme, politeizme (çoktanrıcılık), cinlere, perilere, cadıya, devlere hem de insana (ruhlara) tapma vardır. Kamlar cin ve perilere tapmıştır.

Dosmırza şamanın şiirlerinde “Cin Atası Börlübay”, 360 yaşına gelen Sarı Kız (cadı), “Savkele takan sakallı cin” geçmektedir. Barlıbay, Ernoyan, altmış otağlı kara cin, kocamış kartal, boynuzlu gök koç, ejderha, yılan, tay binen elçi kız, gökteki dört atlı, şoyınkulak (Er Töstik masalında geçen kötü bir karakter), doru taylı dedikleri bazen totem, bazen de cin olarak tasvir edilir.

Şahar, Dosmırza şamanlar bu listeye Muhamed, Süleyman, Orak Batır, Kam-bar gibi isimleri de dâhil etmektedir. Muhammed ve Süleyman din sembolü ise, Orak ve Kambar ruhlar sembolüdür. Şamanlık şiirlerindeki düalizm örneklerinin birkaçı bunlardır. Bunlar Elçi Kız ve Sarı Kız dedikleri anaerkil devrinden kalma anne kültü olabilir. Sakalar dönemindeki kült şiirleri cadılar başlatmıştır. Ataerkil devri başlatılıp toplumu erkekler yönetmeye başladığında anne kültlerini erkek şamanlar üstlenmiştir. Ancak anaerkil geleneği kullanılmıştır. Şamanlar eski ve yeni inançları birlikte uygularlar. Eski şamanlarda söze “Bismillah” çekerek başlamak yoktu. Doğu efsanelerine göre Süleyman periler âlemini yöneterek göklerde uçarmış. Gökteki atlı dedikleri işte bu Süleyman’dır.

Şaman şiirlerinde sihir, şamanlık, İslam anlayışları karışık işlenmektedir. Bunlardan atalar ve batırlar ruhuna tapma daha ağır basmaktadır. Şamanlar, felç olan ve sarılığa yakalanan hastaları tedavi ederken kendilerini doru ata binen, bütün kutsal güçlerin dilinden anlayan biri olarak tutmuşlardır. Onların kopuz eşliğinde söyledikleri özel şiirler vardır. Şamanlık şiirlerinin dili de halk şiirine yakındır. Onlar ilk ortaya çıkan profesyonel icracı ve doğaçlamacılardı.

Şamanlık şiirleri bir taraftan kopuz ezgileriyle bağlantılıdır. Bir taraftan da kamların Kazak müziğine sağladığı katkı ve gelişmeler her şeyden önemlidir. Koylıbaylar ezgisi ve Dede Korkut şiirleri Ikılas’ın şamanlık müziği etkisinde ortaya çıkmıştır. Ruhlar, pirler, ataya tapma, çeşitli alkış-kargış (dua, beddua, uğursuzluk, kut, ölü ruhlar, canlı ruhlar), totemik ve mitolojik karakterler, cadı, dev, Şopan Ata, Jelayak (hızlı koşan), kurt, kara serçe, dev koç, papağan… bunların hepsi şamanlık şiiri temelinde ortaya çıkmıştır. Şamanizm, Kazak destanındaki inançların en başta gelenidir.

 
Cin atası Börlibay
Çağrılca geldin mi?
Gel beri, cin peri,
Çağırılınca gel beri
Hızlıca buraya gel,
Gel buraya Sarı kız,
Dediklerin ilaç gibi Sarı kız,
Ey nerede benim can ninem,
Üç yüz altmış yıl yaşayan.
Hey nerde benim can ninem.
Çağrılınca gel çabuk.
 

Bu şiir satırlarında ve Alpamıs’ın dilenci kılığında gelip Dombay kültüne tapmasında geleneksel bağlantılar bulunmaktadır.

 
Hey, yiğit Dombay, yiğit Dombay,
Çağrılınca gel, Dombay!
Üzüntüsü ve kederi olanın
Derdine derman bul, Dombay!
Lâl kadının çocukları
Hey haley, hey hay!
Söylediği söz bu muymuş,
Karnı tok mu gelmiştir?
Hey haley, hey hay!
Gelecek mi Alpamıs,
Gelmeyecek mi Alpamıs,
Çaresi çok ihtiyar.
Gelecek mi karıları.
 
Jarapazan (Ramazan)

Bir zamanlar dinî örf-âdetlere ilişkin ortaya çıkan bu şiirler sonradan herkes tarafından icra edilmeye başlamıştır. Farsçada “şaharbazan”, şehri gezen, hazırcevap, komik ozan anlamlarına gelmektedir. Bizde ise ev ev gezerek şarkı söyleyen anlamında kullanılmaktadır. “Tusına kelip turmız aktap kana, Aytamız jarapazan maktap kana” (Yanına geldik geze geze, Söyler jarapazan öve öve) satırlarına baktığımızda, jarapazanın bazen iki kişi tarafından da aynı anda söylendiğini görebiliriz.

Jarapazan, halk şiiri üslubunda yazılmıştır. İçeriği ise methetme, bazen de şaka ve mizahlardan oluşur.

 
Kap kaçak sesi geliyor
Kurut mu getiriyor acaba?
Ağzı yüzü yağa bulanmış
Yoksa tereyağı mı getiriyor?
Sarı tabağa koyup ver,
Tereyağına bandırıp ver,
Kız ile gönderme kendin ver,
Kızın eli çabuktur,
Bana ulaşmadan yiyip bitirmiş çoktan.
 

Jarapazan dilek ve dua şeklinde de söylenir. Ahırında hayvan dolu olsun, kadınlar için ikiz koç yiğit doğur, onlar cesur kahraman olsun gibi iyi dilekler söylenir.

 
Tap- tap basan tap basan,
Yünleri toz tutan,
Dört ayağını da denk basan,
Buğra dolsun eviniz.
Çatır çatır kişneyen,
Kulunların atası
Aygır dolsun eviniz.
Rüzğara karşı yürüyen,
Otladığı yeri tam takır eden,
Kuzuların atası
Koçlar dolsun evine.
 

şiiri bunun bir örneğidir.

Jarapazan şiirlerinde İslam’la ilgili örf-âdetler de çokça yer almaktadır. Şamanlık şiirlerinde “Tanrı” sözü çok kullanılırken, jarapazanda “Allah”, “Huda”, “Peygamber” sözleri daha çok kullanılmıştır. Jarapazan bazen otuz gün tutulan oruçla (Ramazan) da ilgili söylenilmektedir. Ramazan ayında büyükler jarapazan söyleyerek deve alırken, küçükler ise kadınlardan iftar için kurut, tereyağı, peynir istemişlerdir. Dindar kişiler jarapazan şiiriyle İslam’ı övmüşlerdir. Jarapazanın bu yönüne değinmeyeceğiz. Ancak jarapazan söyleyen önemli kişiler halkın yaşamına büyük önem vererek onlar için iyi dileklerde bulunmuşlardır. Bu, bizi ilgilendiren yönüdür. Hikâye ve övgülerle başlayan jarapazan şiiri dua ve teşekkür etme şeklinde bitirilir.

 
Evin, evin, ev imiş,
Evin güzelliği çit imiş.
Sabaya46 güzellik veren kısrak imiş,
Sandığı güzel kılan deve imiş.
Süslü püslü boyamış, saray gibi evi var,
Ceylan gibi koyunu var.
Kara sakallı, geniş omuzlu,
Kimin evi imiş acaba?
Yüksek-yüksek dağlardan,
Öküze binip biz geldik.
Girsin devler kapıdan,
Çıksın sıkıntı delikten.
 

bu şiirin dili halk şiirinden ayrı değildir. İçinde benzetmeler, kelime ve ses tekrarları da bulunmaktadır. Jarapazan bazen şiir, bazen de kara ölen (nesir) ölçüsüyle söylenmiştir. Bu da halk şiirine özgü belirtilerdir.

42.Şildehana, bebek doğumunun kutlanması törenidir.
43.Aşık, Kazak halkının çocuklar tarafından oynanan millî oyunudur.
44.Bu ağıt, ilk defa A. Divayev tarafından yazıya geçirilmiştir.
45.Jıyırma Bes Joktav, Moskova, 1925.
46.Kımız hazırlamak için kullanılan deri kap.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.