Kitabı oku: «Kazak Edebiyatında İmaj ve Kimlik», sayfa 11
Alaş Orda Partisi ve Hükümeti
1905 İhtilâli’nin ardından Rusya’da yaşanan nispî rahatlama döneminde Kazak aydınları “Kazak Anayasal Demokratik Partisi”ni kurdular. Bu parti bünyesinde bulunan Kazak aydınları, 1917 Şubat İhtilâli’ne kadar Kazak halkında millî bir şuur uyandırmak için çalıştılar, aynı zamanda toprak meselesinin çözümüyle ilgilendiler. 1917 yılında Orenburg’da II. Umumî Kazak Kurultayı yapıldı. Bu kurultayda “Kazak Anayasal Demokratik Partisi”nin adı “Alaş Orda Partisi” olarak değiştirildi. Alaş Orda’nın kurulmasına öncülük eden Kazak aydınları, Alihan Bökeyhanoğlu, Mirjakıp Duvlatoğlu ve Ahmet Baytursınoğlu idi. Alaş Orda Partisi’nin kurulmasından sonra Kazak aydınları Rus Anayasal Demokrat Partisi’nin (KADET) çizgisinden de ayrıldılar (Hayit 1995: 252).
Alaş Orda Partisi lideri Alihan Bökeyhanoğlu, I. Umumî Kazak Kurultayı’nda siyasî hedef olarak millî bir kurtuluş gerçekleştirmek istediklerini belirtmişti. Ancak genel olarak bu ilk kurultayda Kazakların muhtariyet istekleri dile getirilmemiş, esas olarak Rusların Kazakların elinden zorla aldığı toprakları Kazaklara iade etmesi talebi ortaya konulmuştu (Hayit 1995: 252). 5-13 Aralık 1917 tarihinde toplanan II. Umumî Kazak Kurultayı’nda ise Alaş Orda Partisi muhtar bir hükümet kurmayı ilk siyasî hedef olarak belirledi. Bu amaç doğrultusunda siyasî arenada kendisine yardımcı olacak güçleri aramaya başladı. Ayrıca bu kurultayda ileride kurulacak Alaş Orda Hükümeti’nin programının esasını oluşturacak kararlar da aldı (Olcott 1995: 138; Aldajumanov vd. 2005: 3).
1917 Ekim İhtilâli’nin ardından Türkistan coğrafyasında merkezî bir idare henüz kurulamamıştı. Siyasî olarak karışık bir dönem yaşanıyordu. Kızıllar ve Beyazlar savaş hâlindeydi. Alaş Orda Partisi ise yaşanan bu karışık dönemden faydalanarak Kazak Muhtar Hükümeti kurmaya çalışıyordu (Togan 1981: 369). 1917 yılında yapılan III. Umumî Kazak Kurultayı’nda, Demokratik Rusya çerçevesinde mahallî muhtariyet ilan edildi. Kurultayda Alaş Orda Hükümeti kuruldu. Semey, Alaş Orda Hükümeti’nin başkenti olarak belirlendi (Hayit 1995: 253). Alaş Orda Hükümeti’nin önemli bakanları şu isimlerden oluşuyordu: Alihan Bökeyhanoğlu (başbakan), Halil Abbasoğlu (Başbakan Yardımcısı), Muhammetcan Tınışbayoğlu (İçişleri Bakanı), Ahmet Baytursunoğlu (Millî Eğitim Bakanı), Mustafa Çokay (Dışişleri Bakanı), Dosmuhammedoğlu Halil, Dosmuhammedoğlu Cihanşa (Togan 1981: 369; Hayit 1995: 253).
Alaş Orda Hükümeti’nden hem Bolşevikler hem de Bolşevik karşıtları rahatsızlık duyuyordu. Alaş Orda Hükümeti kendi silahlı kuvvetlerini kurma kararı aldı ve Alaş Orda topraklarının idaresi iki bölgeye ayrıldı: Batı Bölgesi; Ural-Hazar ve Bökey Ordası bölgelerinden, Doğu Bölgesi ise, Torgay, Almola, Semey ve Yedisu bölgelerinden oluşuyordu. Kazak topraklarının genişliği, ulaşımın zorluğu ve Kızıllar ile Beyazlar arasındaki çatışmalar merkezî idareyi zorlaştırdığı için böyle bir idarî bölünme zorunlu olarak yapılmıştı. Alaş Orda’nın Batı Bölgesi, Başkurtlar ve Orenburg Kazakları ile işbirliği yapmaya çalışırken; Doğu Bölgesi ise Omsk’taki Beyaz Hükümeti ile anlaşma gayreti içindeydi. Ancak her iki tarafta da işbirliği anlaşması sağlanamadı (Hayit 1995: 253).
Sovyet Hükümeti ve Omsk’taki Beyaz Hükümeti her ne kadar Alaş Orda Hükümeti’ne karşıysa da, Alaş Orda Hükümeti yine de Sovyet Hükümeti ile bir temas kurmaya karar verdi. Milliyetçi ve Alaş Orda’nın önemli liderlerinden biri olan Ahmet Baytursunoğlu, 1918 yılının başında Moskova’ya gitti (Pipes 1997: 173). Moskova’da halk komiseri olan Stalin ile görüştü. Stalin bu görüşmede, kendi hükümetinin Kazak-Kırgız Muhtar Hükümeti’ni tanıyacağına teminat verdi. Stalin, bir yandan Alaş Orda yetkililerine Alaş Orda Hükümeti’ni tanıyacağını bildirirken; bir yandan da Alaş Orda başkenti Semey’deki Rus İşçi, Asker ve Köylü Sovyetlerine Alaş Orda ile mücadele etme emri verdi. Alaş Orda Hükümeti ise bunu çok geç öğrendi (Hayit 2006: 45).
Alaş Orda Hükümeti’ni düşürmeyi hızlandırmak için Moskova, Şubat 1918’de Goloşekin komutasında Semey’e askerî bir birlik gönderdi. Goloşekin komutasındaki askerî birlik, Alaş Orda askerî kuvvetleri üzerine ateş açtı ve Hükümeti dağıttı. Alaş Orda Hükümeti ve taraftarları bozkıra çekilmek zorunda kaldı. Alaş Ordacılar Sovyet Hükümeti’ne karşı mücadelesine devam etti ve halkı Sovyet Hükümeti’ne karşı şuurlandırmaya çalıştı. Birbirlerine düşman olan Kızıllar ve Beyaz Hükümeti Alaş Orda Hükümeti’ni yok etme konusunda birlik içinde hareket etti. Alaş Orda’nın hem Kızıllara hem de Beyazlara karşı mücadele etmesi mümkün değildi. Kızıl Ruslar Alaş Orda Hükümeti’ni devirmeyi başardı. Omsk’taki Beyaz Hükümeti de Alaş Orda Hükümeti’nin her türlü faaliyetini yasakladı (Hayit 1995: 256). Alaş Orda Hükümeti’nin başarılı olması ve Kızıllar tarafından kabul edilmesi zaten imkânsızdı. Alaş Orda Hükümeti’nin geniş Kazak topraklarında birbirleri ile haberleşmek için düzgün bir haberleşme ağları bile yoktu. Organize değillerdi ve düzenli bir orduları da bulunmuyordu. Dolayısıyla Alaş Orda Hükümeti bir uzlaşma yoluna gitmek zorunda kaldı (Pipes 1997: 174).
1919 yılı sonunda Alaş Ordacılar ve Bolşeviklerin anlaşması sonucunda Alaş Orda bütün faaliyetlerine son verdi. 1920 Mart ayında Kazrevkom tarafından Alaş Orda’nın dağıtıldığı, Alaş Orda faaliyetlerine doğrudan ya da dolaylı olarak katılanlara af çıkarıldığı ilan edildi (Aldajumanov vd. 2005: 5).
Alaş Orda’nın Kızıllar ile anlaşmasının ardından Alaş Orda birlikleri Sovyetlere teslim oldu. Sovyet Rusya, Alaş Orda yönetimini baskı altına almadı, hatta Alaş Ordacıların Sovyet Hükümeti faaliyetlerinde çalışmalarına izin verdi. Alaş Ordacılar 1920’den itibaren Sovyet yönetimi içine girmeye başladı, ancak Sovyet sistemi içerisinde de zıt görüşlere sahip olmaya devam etti. Sovyet yönetimi onların her ne kadar Sovyet kadroları içinde olmalarına izin verse de onlara hiçbir zaman güvenmedi ve sürekli olarak Alaş Orda fikriyatı ile mücadele etti. Alaş Orda fikriyatı, Kazakistan sahasında Sovyet Hükümeti’ni 1930’lu yıllarda bile uğraştırmaya devam etti (Hayit 1995: 256).
Alaş ileri gelenleri, devirlerinde yürüttükleri siyasî faaliyetler yanında Kazakistan’ın sosyal ve kültürel meseleleriyle de meşgul oldu. Alaşçılar, Kazak halkının eğitimine büyük önem verdi ve yürüttükleri basın-yayın faaliyetleri ile Kazaklar arasında millî bir modernizm hareketine öncülük etti. Alaşçıların özellikle dil üzerine yaptıkları çalışmalar ve basın-yayın faaliyetleri Kazak kültürel gelişiminde önemli rol oynadı (Şükürulı, Tileşov 2009: 3-9). Alaş Orda hareketinin neredeyse bütün üyeleri 1927-1928 yıllarında Sovyet yönetimi tarafından tutuklandı. Tutuklanan Alaş Ordacılar 1930’larda ya idam edildi ya da hapishanede hayatlarını kaybetti. Bunlardan bazıları Ahmet Baytursunoğlu (1873-1937), Mirjakıp Duvlatoğlu (1885-1935), Jüsipbek Aymavıtoğlu (1889-1931), Mağjan Jumabayoğlu (1893-1938) gibi önemli Kazak aydınlarıdır. Sovyet devrinde “halk düşmanı” (halık javı) olarak tutuklanıp öldürülen Alaş Ordacı aydınların isimlerini anmak dahi yasaklandı. Alaş Ordacılar günümüzde her ne kadar itibarları iade edilmiş olsa da, onların Tatar millî komünistlerinden ve Özbek ceditçilerinden daha geri planda kaldıkları görülür (Uyama 2009: 593). Ancak özellikle Kazakistan’ın 1991’deki bağımsızlığının ardından Alaş Ordacılar ile ilgili Kazakistan’da Alaş aydınlarının çalışmalarının derlemeleri ve bu eserler üzerinde yapılan çalışmalar artmıştır (Aldajumanov vd. 2005; Nurpeyisov 1995; Amanjolova 1994; Pirmanov-Kapayeva 1997; Absemet, 1995; Elevkenov 1995).
Kazak SSC
Alaş Orda Hükümeti’nin Kızıllar ile anlaşıp dağılmasından sonra Kazaklar Sovyet idaresi altına girdi. Kazakistan’ı Temmuz 1919’dan Ağustos 1920’ye kadar Kazrevkom idare etti. 26 Ağustos 1920’de ise Kazakistan Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı Muhtar bir Sovyet Cumhuriyeti olarak ilan edildi. Orenburg şehri bu muhtar cumhuriyetin ilk başkenti olarak kabul edildi (1925 yılına kadar) (Aldajumanov vd. 2010: 169).
Kazakistan Muhtar Cumhuriyeti statü olarak doğrudan doğruya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne bağlıydı. 5 Aralık 1936’da Kazakistan Muhtar Sovyet Cumhuriyeti’nin statüsü yükseltilerek Kazakistan, muhtar cumhuriyetlikten çıkarılıp Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerden biri oldu. Bu suretle Kazakistan Sovyet Cumhuriyeti, merkezî hükümetin hüküm ve nüfuzu altına girdi (Hayit 1995: 352). 1925’ten sonra, önce başkent Orenburg’dan Kızılorda’ya taşındı, ardından da 1929’da Almatı şehrine nakledildi. Kazakistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin belli başlı yerleşim yerleri şunlar idi: Aktöbe, Almatı, Çimkent, Guryev, Karagandı, Kızılorda, Kökşetav, Kostanay, Semipalatinsk, Jezkazgan, Mangıstav, Pavlodar, Taldı Korgan, Torgay, Ural, Tselinograd (İsmail 2002: 93).
II. Dünya Savaşı (1941-1945)
23 Ağustos 1939 yılında imzalanan Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı’na rağmen 1940 yılında Alman-Rus ilişkileri bozulmaya başladı. Ağustos 1940’ta Alman lideri Hitler Rusya’ya savaş açıp Sovyetler Birliği’ni işgal kararı aldı. Hitler, 22 Haziran 1941’de Saldırmazlık Paktı’nı bozup günün ilk ışıklarıyla Alman birliklerini Rusya sınırına gönderdi (Vernadsky 2011: 491, 495, 498). Hitler, yayılmacı bir anlayışla Sovyetlerin geniş topraklarını ele geçirmeyi planlıyordu.
Almanlar, savaşın ilk günlerinde bu savaşın beş yıl gibi uzun bir süre devam edeceğini hiç düşünmemişti. Onlar, birkaç ay hatta belki de birkaç hafta içinde Sovyet Rusya’yı mağlup edeceklerine inanıyordu. 1941’de Almanlar bütün güçlerini ve teknolojilerini karşılarındaki tek düşman Rusya’ya yöneltti (Vernadsky 2011: 498). Gerçekten de Kızıl Ordu savaşın ilk aylarında çok büyük kayıplar verdi (Riasanovsky, Steinberg 2011: 568). Almanlar kısa süre içinde galibiyete ulaşacaklarını düşünmeye başladı.
II. Dünya Savaşı Sovyet halkı arasında Sovyet vatandaşlık şuurunu uyandırdı. Sovyet topraklarında kısa sürede başarılı bir örgütlenme gerçekleşti. Askerî teçhizat ve malzemelerin üretimini artırmak amacıyla fabrikaların çalışma saatleri artırıldı ve makineler hızlandırıldı (Vernadsky 2011: 501).
Savaşın başlamasıyla birlikte tüm tesisler askerî amaçlı üretim yapmaya başladığından sivil halk gündelik ihtiyaçlarını bile karşılayamaz oldu. Giysi ve tüketim mallarında yaşanan kıtlık, sivil halkın büyük sıkıntılar yaşamasına neden oldu (Vernadsky 2011: 501). Sivil halk çok çetin şartlara dayanmak zorunda kaldı. Halk, açlık, yoksulluk ve daha pek çok sıkıntıya maruz kaldı.
Sovyet ordusu, savaşın sonunda Berlin’e kadar ulaştı. Berlin savaşı 17 Nisan 1945’ten 2 Mayıs’a kadar devam etti. 1 Mayıs 1945’te Hitler’in öldüğü açıklandı. Almanya 8 Mayıs 1945’te Berlin’de teslim belgesini imzalayarak Ruslara karşı mağlubiyetini kabul etti (Vernadsky 2011: 520).
Almanlar Sovyetleri yerle bir etmek amacıyla savaşa girmişti ancak Sovyet rejimi ayakta kaldı. Savaş, Sovyetlerde millî duyguları açığa çıkardı. Halkın Sovyet Hükümeti’ne bağlılığı arttı. Büyük kayıplar vermesine rağmen Kızıl Ordu savaş sonunda Almanları Sovyet topraklarından atmayı başardı ve Berlin’e kadar ulaştı. Sovyet ordusu savaşta büyük başarılara imza attı. Düzenli ordu yanı sıra, oluşturulan gönüllü partizan birlikleri de büyük bir gayretle Almanlara karşı Sovyet Vatanı’nı savundu. Çok zor şartlarda da olsa Sovyet Hükümeti ordunun ihtiyaçlarını karşılamayı başardı. Üretim, savaş ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde değiştirildi. Fabrikalar ve işçiler doğuya taşınarak Sovyet savaş sanayisinin Almanların eline geçmesi engellendi. Sovyetlerde siviller, Leningrad ve diğer şehirlerde açlıktan ölmesine rağmen, cephede Sovyet askerlerinin giderleri karşılanarak morallerinin bozulmamasına özen gösterildi. Çok büyük kayıplara rağmen, savaş sonunda Sovyetler Birliği önemli bir zafer kazandı (Riasanovsky, Steinberg 2011: 568-569).
1917’deki Bolşevik devriminden 1940 yılına kadar geçen sürede Sovyet sistemi vaat ettiği her şeyi gerçekleştirememişti, hatta Kazaklar 1920-1940 yılları arasında pek çok sıkıntı ile birlikte, kıtlık, asılsız cezalandırmalar, aydın katliamlarını da yaşamıştı.
1941 yılında Sovyetler Birliği Almanlarla savaşa girdiğinde, diğer SSCB halkları gibi Kazaklar da Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerden biri olarak savaşa katıldı. Savaş döneminde Kazakistan stratejik bakımdan, insan kaynakları ve doğal kaynakları bakımından Sovyetler için büyük bir önem arzediyordu (Kazakstan Tarihi Oçerkter 1994: 342). Kazakistan savaş yıllarında Kızıl Ordu’nun çeşitli birimlerini oluşturduğu âdeta güçlü askerî bir kampa dönüştü (Abdekimulı 1997: 220). 1941-1945 yılları arasında askerî okullara 42 binden fazla Kazakistanlı genç gönderildi. Kazakistan’da bulunan 27 askerî okul emre uygun olarak 16 bin asker yetiştirdi. 1943 yılına doğru askere gönderilecek kişi sayısı oldukça azaldı. 1944’ten itibaren ise askere yollanacak kişi sıkıntısı yaşanmaya başladı (Abdekimulı 1997: 219). Sovyet ülkesinin her yerinde olduğu gibi Kazak Cumhuriyeti’nde de bütün kaynaklar savaşa yönlendirildi, gereksiz harcamalar kısıtlandı, bütün fabrikalar diğer üretimlerini durdurup savaş ürünleri üretmeye başladı. Üretim savaş ihtiyaçlarına yönlendirildiği için gıda ve diğer günlük ihtiyaç ürünlerinde sıkıntı yaşandı ve bu ürünlerin fiyatları çok yükseldi. Rusya’nın Avrupa’ya yakın bölgelerinde yaşayan 970 bin kadar Alman ve Polonyalı yaşadıkları bölgelerden çıkarılarak Kazakistan’a getirildi ve büyük bir bölümü kırsal alanlara yerleştirildi. Kazakistanda hem konut sıkıntısı hem de maddî sıkıntı baş gösterdi (Kazakstan Tarihi Oçerkter 1994: 343). Erkeklerin cepheye gitmesi, geride kalan kadın, çocuk ve yaşlıların hayatını oldukça zorlaştırdı. Bu sıkıntı özellikle avullarda daha derinden hissedildi.
Savaş döneminde “kadın hareketi” oldukça güçlendi. Savaş şartlarında, kadınlar üzerine yüklenen ağır sorumluluklar onları sosyal hayatın her alanında çok güçlendirdi. Çeşitli kurumlarda, ulaşımda, kolhozlar ve sovhozlarda çalışan Kazak kadınları, savaş döneminde Sovyetler Birliği’ni savunmada üzerlerine düşen görevi büyük bir gayretle yerine getirdi.
Kazaklardan oluşan birliklerin savaş macerası 1941 yılında Moskova sınırındaki kanlı çatışmalarla başladı ve 1945 baharında Berlin’de sona erdi. Cepheye giden Kazaklar savaşta büyük kahramanlıklar gösterdi ve “Sovyetler Birliği Kahramanı” unvanını aldı. Bunlardan biri, Panfilov’a bağlı kuvvetler arasında bulunan Bavırjan Momışulı’dur. Momışulı, 1941’de Moskova sınırındaki çatışmalarda kendi emrindeki askerler ile düşman kuvvetlerini üç kez dağıtmış ve başarılı bir Moskova savunması yapmıştır (Kazakstan Tarihi Oçerkter 1994: 351). Kazakistanlılar partizan birliklere de aktif olarak katıldı. Hatta partizanlar arasında Nurganım Bayseyitova, Turgaş Cumabayeva, Jamal Akadilova gibi kadın partizanlar da savaş meydanlarında savaştı (Abdekimulı 1997: 222).
Savaş yıllarında, 1930-1937 yıllarında yaşanan aydın katliamından kurtulan Kazak aydınlarının bir kısmı da Sovyet Vatanı’nı korumak için savaş meydanına gitti ve hayatını kaybetti. Gazeteci-yazar Bavbek Bulkışev, akın Abdolla Jumagaliyev, müzisyen Ramazan Elebayev bunlardan sadece birkaçıdır (Abdekimulı 1997: 220).
1941-1945 yıllarındaki yaşanan olağanüstü dönem, Sovyetler Birliği’nin bütün bölgelerinde olduğu gibi Kazakları da her anlamda derinden etkilenmiştir. II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden Kazakların sayısı ile ilgili çeşitli fikirler olmakla birlikte, demograflar savaş meydanlarında 350 bin Kazak’ın öldüğünü ifade ediyor. 1993 yılındaki bilgilere göre ise bu sayı 410 bin kişiye kadar ulaşıyor (Abdekimulı 1997: 220).
Kazakistan SSC’den Bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti’ne
II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan zorluklar ve Sovyet Hükümeti’nin Kazak topraklarına başka halkları yerleştirme siyaseti nedeniyle Kazak halkının nüfusunda büyük bir azalma oldu. Sovyet cumhuriyetlerinde yerli halkın yanında yaşayan ikinci en büyük etnik grup Rus halkıyken, Kazak Sovyet Cumhuriyeti söz konusu olduğunda uzun süre yerli halkın Rus grubundan sonra geldiği görülmüştür. 1959 yılında Kazakistan’da Rus nüfusu 3.972.000 iken, Kazak nüfusu 2.787.000’dir. Yine 1970 yılında Kazakistan’daki Rus nüfusu 5.522.000 iken, Kazak nüfusu 4.234.000’dir (D’encausse 1984: 109). Bu bakımdan Sovyet cumhuriyetleri içinde Kazak Sovyet Cumhuriyeti kendine özgülük arzetmiştir. Kazakistan’da Rus nüfusun yoğunluğunun doğal sonucu olarak Rusça kullanımı yaygın olmakla birlikte, Kazak Türkçesi geri planda kalmıştır. Dolayısıyla, Sovyet devrinde kendi ülkelerinde Rus nüfusundan sonra gelen Kazakların dili de Rus dilinden sonra gelmiş ve geri planda kalmıştır. Kazak Türkçesi’nin Kazakistan’da prestijli hâle gelmesi ancak 1991’den sonra bağımsız Kazakistan Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra olmuştur.
Kazakistan’da Sovyet siyaseti 1980’lere kadar etkisini göstermiştir. Ancak 1980’li yıllarda Kazakistan’da Sovyet Hükümeti’nin Kazakistan’da yürüttüğü siyasete karşı bir başkaldırı olmuştur. 1985 yılında Sovyetler Birliği Genel Sekreteri olan Mihail Gorbaçov, Glastnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden inşa) siyaseti ile Sovyetler Birliği’ni yeniden yapılandırma kararı almıştır. Bu karara bağlı olarak 16 Aralık 1986’da Moskova’nın müdahalesiyle Dinmuhammed Konayev, Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreterliği’nden alınarak, yerine Kazakistan dışından Rus asıllı G. Kolbin atanmıştır. Merkezden, Kazak halkını hiç tanımayan ve Kazakların da hiç tanımadığı Kolbin’in atanması Kazakistan’da özellikle gençlerin büyük tepkisine yol açmıştır. Başkent Almatı’da bu durumu protesto eden gençler sokaklara dökülmüş, meydanlarda mitingler düzenlemiş ve Sovyet Hükümeti’nin bu kararından dönmesini talep etmiştir. 1986 Aralık Olayları’nın arkasında yatan esas sebep, Komünist Parti diktatörlüğüne ve Ruslaştırma siyasetine o güne kadar susan Kazak halkının reaksiyon göstermesidir. Ayrıca, Sovyetler Birliği’nin nükleler çalışmaları özellikle Kazakistan’da Kazak nüfusun olduğu bölgelerde yapması ve Kazakistan’da ekolojik kirlenmeye neden olması da Kazak halkının ayaklanmasını tetikleyen sebeplerdendir (Kara 2012: 421). Kazak gençlerinin birkaç gün süren şiddetli mükavemeti sonucunda Komünist Parti geri adım atmış ve Kolbin’i görevden alarak yerine, Kazakistan’ın bugünkü lideri Nursultan Nazarbayev’i getirmiştir.
1986 Aralık Olayları, ilk defa Sovyetler Birliği dışında da basın-yayın organlarına yansımış ve dikkatleri Sovyetler Birliği üzerine çekmiştir. Kazakistan’da yaşanan 1986 Aralık Olayları’nda sokaklara dökülen Kazak gençleri, Sovyetler Birliği’ni çöküşe götüren ateşin ilk kıvılcımları olmuştur. Kazak gençlerinin Komünist Parti’nin kararlarına karşı çıkması ve Komünist Parti’nin geri adım atmasına neden olması ilk defa Sovyetler Birliği’nde merkez Moskova’nın kararlarına karşı çıkılabileceğini göstermiştir. Kazakistan’da başlayan bu mücadele sadece Kazakistan’ın değil, diğer Sovyet Cumhuriyetleri’nin de bağımsızlığa giden yolunu açması bakımından oldukça önemli tarihî bir olaydır.
1986 Aralık Olayları’nın ardından yaşanan süreçte, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile Sovyetler Birliği’nden ayrılan diğer Türk devletleri gibi Kazakistan da bağımsızlığını ilan etti (16 Aralık 1991) ve Kazakistan Cumhuriyeti adını aldı. Bu yeni cumhuriyetin başkenti Almatı’dan Kazakistan’ın kuzeyinde bulunan Astana şehrine nakledildi.
Kazak Türkleri’nin Sosyo-Kültürel Yapısı
Kazak Türkleri’nin sosyo-kültürel yapısını, Rus işgalinden önce, Çarlık ve Sovyet devrinde olmak üzere üç başlıkta ele almak doğru olacaktır.
Rus İşgalinden Önce
Konar-göçer hayatın bir gereği olarak Kazaklar, hayvanlarını otlatmak için otlaklar ve sulak araziler arasında yer değiştirirlerdi. Yaz mevsiminin başında kışlaklardan çıkılır ve yaylaklara göçülürdü. Göç alanlarına yerleşme belli bir düzen içinde gerçekleşirdi (Bacon: 42). Her ruvun ve her ailenin kendilerine ait geleneksel bölgeleri vardı. Kışlaklarda akrabalık bağlarına göre bir arada oturulurdu. Yaylaklarda ise büyük gruplar daha küçük gruplara bölünerek yerleşirdi. Kış mevsiminin çetin şartlarına sabreden Kazak halkı, baharı her zaman neşeyle karşılardı. İlkbaharda yapılan göçler eğlence içinde gerçekleşirdi. Kazak halkı çocuklardan yaşlılara kadar en güzel elbiselerini giyer, şarkılar söyleyerek yaylaklara göçerdi. Baharın eğlencesi yaz mevsiminde de devam ederdi. Halk, yaz gecelerinde bir araya gelerek sohbet meclisleri kurar, sözlü halk edebiyatı ürünlerini icra eder, müzik aletleri eşliğinde çalıp söyleyerek eğlenirdi (Bacon: 43; Levşin 2007: 19).
Kazak konar-göçer hayatı at üzerine kurulmuştu. At, bozkır Kazaklarının hareketliliğini sağlardı. Büyük at sürülerine sahip olan kişiler ekonomik değerin çok üstünde bir prestije de sahip olurdu. Çocuklar çok küçük yaştan itibaren at binmeye başlardı (Bacon: 41). Yaz ve sonbahar aylarında hayvanlar verimli otlaklarda iyi beslenerek şişmanlarken, normal geçen kışlarda bile hayvanlar bahara kadar iyice zayıflardı. Kötü geçen kışlarda, hayvanlar açlığa ve soğuğa dayanamayıp telef olurdu (Bacon: 43).
Attan elde edilen ürünlerin başında kımız geliyordu. Kısrak sütünden yapılan kımız, Kazakların en sevdiği içkiydi. Bahar aylarından başlayıp yaz sonuna kadar elde edilebilirdi. Bu dönem içerisinde bir kısrak, sabah beşten başlayıp, akşam hava kararana kadar geçen vakit içerisinde, yaklaşık iki saatte bir olmak üzere günde altı veya yedi kere sağılabilirdi (Kurmangaliyeva Ercilasun 2008: 58). Kazak Türklerinin temel besinleri et idi. Etlerin en kıymetlisiyse kazı adı verilen at etiydi. Kazak konar-göçer geleneğinde misafirperverlik önemli bir yer tutardı. Yılın hangi mevsimi olursa olsun, misafir geldiğinde koyun kesmek âdetti. Toylarda ve ölüm merasimlerinde de hayvan kesilirdi (Bacon: 44).
Kazaklar keçe çadırlarda (kiyizüy) yaşardı. Bu çadırlar, konar-göçer hayat şartlarına uygun olarak yapılırdı. Kazak çadırları, duvarları açılıp kapanabilen ve tahta kafeslerin birleştirilmesiyle yapılan çadırlardı. Soğuğa karşı mükemmel koruma sağlarken, taşınılacak zamanlarda pratik bir şekilde keçeler toplanır, kafesler kapatılarak hacimleri küçültülürdü. Konulacak yerde ise çadırlar yeniden açılıp kurulurdu (Bacon: 44; Levşin 2007: 16-17).
Kazak sosyal hayatı, akrabalık bağları üzerine kurulmuştu. Evdeki büyük oğullar evlendiklerinde ona babasının çadırının yanında yeni bir çadır kurulurdu. En küçük oğul ise evlendikten sonra ayrı eve çıkmaz babasının yanında kalarak yaşlandıklarında anne ve babasından sorumlu olurdu. Anne ve babası öldüğünde de çadır en küçük oğula kalırdı. Kazak avulu geniş bir aileydi, baba, evlenmiş oğullar, evlenmemiş kızlar, babanın erkek kardeşleri ve onların ailelerinden oluşuyordu (Bacon: 47). Kazaklar arasında boy akrabalığı o denli önemliydi ki, kişilerin sosyal durumunu, otoritesini ve diğer boylarla olan ilişkisini belirlerdi. Ayrıca boy akrabalığının sosyo-ekonomik hayata da etkisi vardı. Kazaklar arasındaki akrabalık bağları, bir kimseyi akrabasının suçuna kefil olmak, borcunu ve cezasını ödemek, akrabalarını başkalarına karşı korumak ve akrabalarına maddî yardımda bulunmak zorunda bırakabilirdi (Kazakstan Tarihi Oçerkter 1994: 202). Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkileri, Kazaklar arasında güven duygusunu artırırdı. Her Kazak kendi uruğuna ve cüzüne güvenir ve kendisini yalnız hissetmez, grup içinde bir sosyal kimlik kazanırdı. Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkileri, toplumdaki bütün hayatî gelenekleri düzenleyerek yasa düzeyine yükseldiği için, akrabalık ilişkilerini bozanlar ayıplanır ve gruptan dışlanırdı. Konar-göçer hayatta yaşayan biri için bundan daha ağır bir ceza yoktu (Sahipova 2007: 185).
Kazaklar arasında yediden yetmişe herkesin bilmesi gereken, bir nevi millî sözlü tarih olan şecere son derece önemliydi. Bozkırın Şifahî Tarihnamesi olarak da adlandırılan şecere, bir kişinin veya bir ailenin en uzak atasından başlayarak bütün kollarını belirten soy ağacı, soy kütüğü idi. Kazaklarda şecere geleneğinin bu denli önemli olmasının nedeni, konar-göçer hayat tarzıydı. Çünkü şecere konar-göçer hayatın pusulası işlevini görüyordu. Her konar-göçer Kazak Türkü için şecere, önemli bir Kazak değeriydi. Bu bağlamda, Kazaklar arasındaki akrabalık ilişkilerinin güçlü olma sebebi de her Kazak Türkü’nün kendinden başlayarak yedi atasına kadar sayabilmesiydi. Şecere geleneği Kazakların kimlik oluşumlarında ve kimlik muhafazalarında çok önemli bir işleve sahipti. Şecere, Kazaklar için tarihî bir bellek vazifesi görüyordu. Kazaklar arasında yedi ata (yedi göbek) aşılmadan kesinlikle kız alıp verme de olmazdı. Bu geleneği bozan kişi Kazak kimliğine kast etmiş sayılır ve uruktan dışlanarak cezalandırılırdı (Sahipova 2007: 184-185). İki Kazak karşılaşınca birbirlerine hemen şecerelerini sorardı. Mensup olunan boyları ve yedi atayı bilmek Kazaklar için çok önemliydi. Toylarda, kurultaylarda oturma düzeni ve yemek ikramı da şecere sırasına göre olurdu (Bacon: 49). Her boy, o boya aidiyetin bir simgesi olan urana (slogan) sahipti. Bununla birlikte her boyun bir damgası da vardı. Her boyun kendi mülkiyetindeki şeylerde bu özel işaret bulunurdu (Bokayeva 2002: 708). Kazakların mezar taşlarında, yaylaklardaki kayalarda, atlarda ve diğer hayvanlarda bulunan damga, boylar için bir tür tapu mahiyetindeydi (Gömeç 2011: 140).
Kazaklar arasında egzogami vardı ve evlenecek gençlerin en az yedi göbek akrabalık ilişkisinin dışında olması gerekirdi. Yedi göbekten yakın akrabalık ilişkisi olanlar kesinlikle birbirleriyle evlendirilmezdi (Bacon: 49). Bu sebeple nişanlılar birbirlerine uzak bölgelerde yaşardı. Çocuklar çok küçük yaşlarda “beşik kertmesi” usulüyle nişanlanırdı. Zengin ailelerin erkek çocukları, on iki ile on beş yaş aralığında, kızlar da daha ergenlik çağına gelmeden evlendirilirdi. Kızların erken yaşlarda evlendirmelerinin bir sebebi, kız ailelerinin başlık parası alma arzusuydu. Kazaklarda evlilik, aileler arasında sosyal ve ekonomik ilişkiler kurardı. Damat tarafı kızın ailesine kalınmal adı verilen başlık parasını ödemekle yükümlüydü. Ancak bazen aileler birbirlerinden gelin alarak kalınmal ödemekten kurtulurdu. Kalınmalın bir kısmı ödendikten sonra damadın gelin adayını bir çadırda görmesine izin verilirdi. Kalınmal geleneği yabancılar tarafından kızların mal karşılığında satılması olarak değerlendirilirken, bu gelenek konar göçer hayatta nişanı muteber kılar, büyüklüğü evliliğin sağlamlığını garantiler, erkek tarafının kıza ve ileride doğacak çocuklarına bakabilecek maddî refaha sahip olduğunu gösterir ve veren tarafa da alan tarafa da sosyal bir prestij sağlardı (Bacon: 52-53). Kazaklar arasında birden fazla kadınla evlilik de vardı. Zenginler, ilk eşleri belli bir yaşa gelince daha genç bir kadınla ikinci, daha sonra üçüncü bir evlilik de yapabilirdi. Bununla birlikte, ölen kişinin geride kalan karısı ile ölenin ailesindeki erkeklerden biri evlenir, geride kalan dul kadın ve varsa çocukların bakımını üzerine sorumluluk olarak alırdı. Amengerlik adı verilen bu gelenek nedeniyle de Kazaklar arasında birden çok eşliliğe sık sık rastlanırdı. Kazak kızlarının hayat şartları oldukça ağır olmakla birlikte evlilikte de söz hakları yoktu, ancak evlilik konusunda erkekler de söz hakkına sahip değildi. Evlilik kararında aileler etkiliydi (Bacon: 53).
Kazak kadınları bütün vakitlerini avul hayatının işleriyle geçirirlerdi. Yemek yapmak, çocuklara bakmak, hayvanları sağmak, sütten yiyecekler yapmak, dikiş dikmek, keçe yapmak, dokuma dokumak, çadırları kurup sökmek, evin erkeğinin atını eğerlemek hep Kazak kadınlarının yapması gereken sorumluluklar arasındaydı. Buna karşın, erkeğin hayatı daha serbest ve at üstünde geçerdi. Eve bir konak geldiğinde kadın yemek pişirir ve onu misafire ikram ederdi ancak kendisi erkeklerden sonra yemek yerdi. Böyle olsa da Kazaklarda evin sahibi kadın olarak görülürdü. Kazak kadınları yüzlerini örtmez, at yarışlarında, manili atışmalarda ve diğer millî oyunlarda genç erkeklerle birlikte rahatça hareket ederdi (Bacon: 53-54).
Kazak toplumunun idarî ve sosyal yapısı iki temel zümreye dayanıyordu. Bunlardan biri, toplumun üst katmanını oluşturan ak süyek, diğeri ise halk tabakasını oluşturan kara süyek’tir. Ak süyeklerin temelini, töreler oluşturuyordu. Bunlar kendi soylarını Cengiz hanedanından Cuçi ulusuna dayandırıyor ve Kazaklar arasında seçkin bir zümreyi meydana getiriyordu. Kazak hanları da bunlar arasından seçilmekteydi (Kazakstan Tarihi Oçerkter 1994: 205). Soya dayanan böyle bir ak süyeklik anlayışı, Kazaklar arasında yerleşik bir “sınıf”ın varlığını düşündürebilir. Ancak, daha 19. yüzyılın ikinci yarısında Türkistan’a gelen bazı Batılı diplomatlar, Kazak han ve sultanlarının dünyanın başka hiçbir yerinde olmadığı kadar az anlam ve güce sahip olduklarını, aralarından birinin büyük başarılar kazanıp, ardından kitleleri sürüklemesinin onun ak süyek oluşuna değil, kendi şahsî yeteneklerine bağlı olduğunu belirtmiştir. Yeteneği ölçüsünde, kara süyekten birinin de aynı dereceye yükselebileceğine vurgu yapmıştır (Bacon: 51). Levşin de, ak süyek olan hanın ak süyekliğinden kaynaklı bir yetki ve güce sahip olmadığını belirtmiştir. Han, boy beyleri tarafından seçilmekteydi ve boylardan herkes bu seçime katılabilirdi. Han ne kadar ak süyek olursa olsun, hanın otoritesi, zekâsı, zenginliği ve etrafında onu destekleyenlerin çokluğu ile doğru orantılıydı (Rumyantsev 1910: 18-19). Dolayısıyla Kazak toplumunda ak süyeklik, sınırsız bir yetki ve imtiyaz sağlamıyordu.
Kazaklarda kara süyek, toplumun büyük bir kısmını oluşturan halktı. Halk kendi içinde Ulu, Orta ve Küçük Cüz olarak üçe ayrılıyordu. Üç Cüz bir araya gelerek Kazak Hanlığı’nı meydana getiriyordu. Üç Cüz’e birden hâkim olan han, ulu han adını alırken, her bir cüzün başında bulunan han da kişi han (küçük han) adıyla anılıyordu. Han çocuklarına sultan unvanı veriliyordu. Bu cüzlerin altında ruv adı verilen idarî ve sosyal boy yapılanması, ruvların altında ise avul adı verilen daha küçük yapılanmalar yer alıyordu. Yakın akrabalardan oluşan yaklaşık on aile bir avulu oluşturuyordu. Aymak ise, birkaç avulun veya ruvun yaşadığı bölgeyi tanımlıyordu. Ruvların başında ruv bası (uruk başı), aymakların başında aksakal ve avulların başında avul ağası bulunuyordu (Kurmangaliyeva Ercilasun 2008: 25-26). Aksakallar, yönetimde oldukça etkili kişilerdi. Güçlerini kendi alt birimlerinde kendilerine duyulan saygı ve hürmetten alırlardı. Kazak hanlarının, halka kabul ettirmek istediklerini aksakalların nüfuzunu kullanarak kabul ettirmeye çalıştıkları da olurdu. Aksakal unvanını alan kişi zeki olmanın yanı sıra, konar-göçer hayat tarzının özelliklerini iyi bilmeli, hayvancılığa dair bilgi ve deneyime de sahip olmalıdır. Bu özellikleri nedeniyle aksakallar toplumda çok büyük bir değere sahiptir ve onların kararları Kazaklar tarafından kabul görür. Aksakalların kararlarına aykırı davrananlar toplumdan dışlanır (Kazakstan Tarihi Oçerkter 1994: 206). Barış zamanlarında Kazaklar arasında sadece küçük grupların başkanları etkilidir. Buhran zamanlarında küçük gruplar bir araya gelerek tek bir idarecinin idaresi altında toplanır. Başkanın otoritesi, emrindekilerin saygısı ölçüsünde güçlüydü (Bacon: 50). Kazak liderlerinde, akıllı ve becerikli olmak, geniş bir aileye sahip olmak, etrafındaki fakirlere yardımcı olmak ve büyük hayvan sürülerine sahip olmak gibi özellikler aranırdı (Bacon: 51).