Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi», sayfa 2

Yazı tipi:

Gaspıralı’ya göre, kadının toplumsal konumu bir toplumun aynası niteliğindeydi. Kadının bir toplum içindeki konumu âdeta yansıtma işlevi görerek söz konusu topluma göndermede bulunmaktaydı3. Eğer bir toplumun kadınları sağlam vücutlu, namuslu, çalışkan ve bilgili olursa, o toplumun millî yapısı da sağlam, namuslu, gayretli ve âlim olurdu ya da tam aksi söz konusuydu. İnsanoğlu doğar doğmaz kadının eline teslim ediliyor, kadının etkisi altında ve kadın terbiyesi ile büyüyor, daha sonra insanoğluna eklenen şeyler işte kadının hep çocuk yaşta insana eklediği şeyler üzerine inşa ediliyordu. Dolayısıyla bu bakımdan kadınlar bir toplumun hem yarısı hem de esasını oluşturuyordu.

İsmail Bey Gaspıralı, Kadınların Baş Vazifeleri adlı yazısında kadınların aslî görevleri olarak kabul edilen analık, eşlik gibi görevleri yerine getirmek için bile onların mutlaka eğitim alması gerektiğini savunuyordu (Akpınar 2008: 289-291). Bu sebeple onun fikriyatında kadın eğitimine büyük bir önem veriliyordu. Çin, Hint, Babil ve İran gibi en eski medeniyetlerin Doğu’da teşekkül etmesine rağmen, kadının bu toplumlardaki konumu halihazırda düşük bir seviyede idi. Buna karşın, kadının durumu söz konusu olduğunda çok daha genç olan Avrupa toplumlarıyla Doğu toplumları arasında büyük bir uçurum söz konusuydu (Alem-i Nisvan 1910, sayı 26). Genel çerçevede Doğu toplumlarının kadınlarının, özelde ise Türk Dünyası kadınlarının eğitim hakkı olmadığı gibi, evlilik tercihinde bulunma hakları ve gerekli koşullarda dahi boşanma hakları da bulunmuyordu. Dolayısıyla İsmail Bey Gaspıralı’nın kadın meselesi üzerine kaleme aldığı yazıların hemen hepsinde kadınların eğitimi, kadınların evlilikte kendi istekleri doğrultusunda ve denkleri olan kişilerle evlendirilmeleri gerekliliği ve gerekli hallerde kadının da boşanma hakkına sahip olması konuları sıklıkla işleniyordu (Akpınar 2008: 298, 306-320).

İsmail Bey Gaspıralı’nın günümüze ulaşan en önemli mirası olan 1882’den itibaren çıkarmaya başladığı Tercüman, yayımlanmaya başladığı ilk günden itibaren sadece bir gazete olmanın ötesinde, bütün Rusya Müslümanlarının ortak bir platformu haline gelmişti. O günkü ulaşım imkânsızlıklarına ve finansal zorluklara rağmen, İdil-Ural, Türkistan ve Anadolu gibi Türk Dünyası’nın hemen her yerine ulaşmış, değişik bölgelerde yaşayan Türkler arasında iletişimin sağlanmasında, ortak bir fikir dünyasının inşa edilerek ortak bir tavrın geliştirilmesinde önemli bir işlev görmüştü. Dolayısıyla İsmail Bey Gaspıralı’nın gayretleriyle neşrettiği Tercüman, Türk yenileşmesinin en eski ve en önemli basamaklarından birini oluşturmuştur. Tercüman aynı zamanda Türk Dünyası’nda kadın yenileşmesinin de en önemli kaynaklarından biridir. Gaspıralı sadece yazdığı makalelerle değil, o günkü Tercüman okurlarında kadın meselesine dair bir hassasiyet ve dikkat uyandırmak amacıyla oldukça sade bir dille ve halka yönelik bir üslûpla yazdığı Kadınlar Ülkesi ve Arslan Kız gibi edebî eserleriyle de kadın yenileşmesine büyük bir önem atfetmiştir.

Gaspıralı öncülüğünde gelişen Türk Kadın Hareketi’nin ilk örgütlenme girişimi, Tercüman’ın 10. yıl jübilesinde 10 Nisan 1893 tarihinde gerçekleşmiştir. Jübile davetiyesinde katılımcı erkeklerin davete özellikle eşleriyle katılımı istenmiştir. 10. yıl jübilesine İsmail Bey Gaspıralı ile birlikte aydın bir Türk hanımı olan eşi Zühre Hanım ev sahipliği yapmış ve hanım misafirlerle tek tek ilgilenmiştir. Zühre Gaspıralı, hanım misafirlerine, rol model bir kadın olarak yasal ve geleneksel açıdan tüm imkânları zorlamak, her fırsatta kızların eğitimine destek vermek ve hayır cemiyetlerinde görev almak gibi önemli mesajlar vermiştir. Daha sonra gerçekleşen Tercüman jübilelerinde (4 Mayıs 1903’te 20. yıl jübilesi, 2 Mayıs 1908’de 25. yıl jübilesi) ise artık Rusya’nın çeşitli yerlerinden gelen kadın misafirler için ayrı mekân tahsis edilmiş ve onlar için ayrı gündem maddeleri de belirlenmiştir (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004: 93, 96).

Rus Çarlığı idaresindeki kadın örgütlenmesi, özellikle hayır cemiyetlerinin faaliyetleri ile deneyim kazanmıştır. Farklı bölgelerde örgütlenen bu hayır cemiyetleri, okullar açmış, fakir ve kimsesiz çocukların eğitimiyle ilgilenmiş, zeki ve yetenekli öğrencileri daha iyi bir eğitim almaları için bursla İstanbul’a da göndermiştir. Yasal açıdan bağımsız Türk kadın örgütlerinin kurulması ise ancak 1905 İhtilali’nin yarattığı nispî özgürlük çerçevesinde, Rusya’nın Rus olmayan tâbi unsurlara kendi yasal örgütlerini kurabilme hakkını tanıyan 4 Mart 1906 tarihli geçici kararnameyle mümkün olmuştur. Bu kararnamenin ardından art arda kadın dernekleri açılmaya başlamıştır. Bu derneklerden bazıları, Bakü’deki “İlim ve Hayrât Cemiyeti, Uralski’deki “İane Cemiyeti”, Orenburg’daki “Müslimeler Cemiyeti”, Tiflis’teki “Kafkasya Müslüman Hanımlar Cemiyet-i Hayriyesi” gibi derneklerdir (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004: 106-107, 110). Bu kadın cemiyetleri yürüttükleri faaliyetlerle kadınlara ileride temel hukukî ve siyasal haklar verilmesi konusunda zemin hazırlamıştır. Onlar, yürüttükleri mücadeleyle Gaspıralı’nın deyimiyle kadınlar olmaksızın “yarım dünya” olarak Rusya’nın siyasî ve kültürel baskısı ile mücadele etmenin zorluğunu fark etmişlerdir. Kadın ve erkek “bütün bir dünya” olarak daha güçlü bir şekilde örgütlenerek Rusya ile mücadele etmenin, Müslüman-Türk azınlık için avantaj olacağını erkeklere kabul ettirmeye çalışmıştır. Basın, kültür ve sanat alanında da Kadın Hareketi büyük gelişme göstermiştir. Kırım’da Tercüman başta olmak üzere, İdil-Ural’da Vakit ve Kazan Muhbiri, Beyanül Hak gibi yayın organları “kadın meselesi”ne eğilmiş ve kadınlara dair her konu, bu millî yayın organlarının sayfalarında yer almıştır. Bunların dışında, Türk Dünyası’nın çeşitli bölgelerinde müstakil kadın dergileri de yayımlanmıştır. 1906’da Kırım’da yayımlanmaya başlayan Rusya sınırları içindeki ilk Türk kadın dergisi Alem-i Nisvan, 1911’de Bakü’de yayımlanmaya başlayan kadın dergisi Işık, 1913’te Kazan’da yayımlanmaya başlayan Süyümbike dergisi, Astarhan’da yayımlanan Azad Hanım ve yine Kazan’da yayımlanan Şark Kızı, Türk Dünyası’nda kadın yenileşmesinin ürünü olan önemli yayın organlarıdır (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004:117).

1906 yılının ilk ayında Alem-i Nisvan adlı Rusya sınırları içindeki ilk Türk kadın dergisinin yayımlanması İsmail Bey Gaspıralı’nın öncülüğünde gerçekleşmiştir. Derginin redaktörlük işlerini Gaspıralı’nın kızı Şefika Hanım yürütmüştür. Annesi Zühre Hanım vefat ettikten sonra, Şefika Hanım Gaspıralı ailesini çekip çevirmiştir. İyi eğitimlidir. Küçüklüğünden itibaren babası İsmail Bey’in yanında yayıncılık faaliyetleri ile iç içe büyümüştür. Şefika Gaspıralı, İsmail Bey Gaspıralı’nın verdiği özgüven ile büyüyen, kendi ayakları üzerinde durabilen ve bizzat babasının desteğiyle sosyal hayatta var olan örnek bir kadın rolünü üstlenmiştir. Bütün bu özellikleriyle Şefika Hanım, Rusya idaresi altındaki Türk kadın yenileşmesinin rol modeli olmuştur.

Alem-i Nisvan dergisi tıpkı Tercüman gazetesi gibi sade bir dille yayımlanıyor, Türk Dünyası’nın değişik yurtlarına ulaşıyor ve farklı coğrafyalarda aynı kaderleri paylaşan dertli kadınları sayfalarında bir araya getiriyordu. İsmail Bey Gaspıralı her ne kadar Tercüman’daki yazılarında da kadının toplumdaki düşük statüsünü iyileştirmeye çalışıyor, kadın eğitimine önem veriyor ve kadının sosyal hayatta var olması için uğraşıyorsa da Alem-i Nisvan doğrudan kadınlara özel bir yayın olması bakımından önemliydi. Alem-i Nisvan, yazılarıyla bilgilendirme, aydınlatma, teşvik ve yönlendirme, örgütlendirme gibi işlevlere sahipti. Dolayısıyla Türk Kadın Hareketi’nin tarihçesine bakıldığında, Alem-i Nisvan’ın örgütlü bir Türk Kadın Hareketi’nin doğmasında çok önemli bir misyonu olmuştur. Alem-i Nisvan’da özellikle kadınların eğitimiyle ve o günkü sorunlarıyla ilgili makaleler yayımlanmıştır.

Alem-i Nisvan’da yer alan yazılara bakıldığında, bu yazılar genel olarak, Rusya’da Müslüman kadın sorunları, kadın haberleri, dünyada kadın ve kadın hakları mücadelesi, Türk kadınlarının toplumsal ve siyasal hayata katılması ve bilgilendirici yazılar gibi başlıklardan oluşuyordu.

Rusya sınırları içindeki ilk Türk kadın dergisi olması bakımından Rusya idaresindeki Türk Dünyası kadın yenileşmesinin önemli bir aşamasını oluşturan 1906’da müstakil olarak yayımlanmaya başlayan Alem-i Nisvan’ın, 1910’da yayımlanan 26. sayısından itibaren Tercüman gazetesinin ilavesi olarak ayda iki defa yayımlanmaya başlayacağı belirtilmiştir (Alem-i Nisvan 1910, sayı 26). 1910 yılında 10 sayı, 1911 yılında sadece 3 sayı çıkan Alem-i Nisvan’ın yayın hayatı 1911 yılında durdurulmuştur. 1917’ye gelindiğinde Şefika Gaspıralı Alem-i Nisvan’ı yeniden canlandırmak istese de 1917 Ekim Devrimi nedeniyle bu mümkün olmamıştır. 1921 yılında Şefika Gaspıralı’nın çocukları ile birlikte Türkiye’ye göç etmesinin ardından Alem-i Nisvan dergisinin bir daha yayınlanma ihtimali de kalmamıştır (Sağlık Şahin 2014: 221).

Alem-i Nisvan Rusya idaresi altındaki Türk Kadın Hareketi’nin örgütlenmesinde çok önemli bir işlev görmüştür. Ancak derginin yayın hayatının sona ermesi nedeniyle kadınların kendilerine ait müstakil bir yayın organında seslerini duyurmaları noktasında bir boşluk oluşmuştur. Alem-i Nisvan’ın ardından doğan boşluğu, bu noktada 1913 yılında Kazan’da çıkmaya başlayan Süyümbike dergisi doldurmuştur. Süyümbike, 1913-1918 yılları arasında Kazan’da Yakup Halilî öncülüğünde çıkarılmıştır. Dergide, kadının özgürleştirilmesi, eğitim ve çocuk terbiyesi en çok işlenen konulardandır. Bununla birlikte sağlık, beden terbiyesi, sanat, anma geceleri, bayram günleri, yemek pişirme gibi konularda yazılan yazılarla birlikte gezi yazıları da dergide yer almıştır (Şahin 2012: 14). Tıpkı Alem-i Nisvan gibi Süyümbike dergisi de yayımlandığı dönemde kadınlara özgü bir yayın olması bakımından önemli bir işlev görmüştür.

Türk Dünyası’nda 1900 yılından itibaren kadınlarla ilgili konuları işleyen ilmî eserler de yazılmıştır. Azerbaycanlı yenilikçi bir Türk aydını olan Ahmet Ağaoğlu’nun yazdığı ve 1901 yılında Tiflis’te yayımlanan İslâma Göre ve İslamlıkta Kadın adlı kitapçık, o dönemde Rusya idaresi altındaki Türk Dünyası’nda da ilgiyle okunmuştur. Eser o dönemde büyük yankı uyandırmıştır. Ağaoğlu, Arap dünyasında ve İran’da kadınların düşük statüsünü eleştirirken, bu ülkelerdekinin tam aksine, İslam’da Kur’an’ın kadınları yükselttiği, Hz. Peygamber’in kız çocuklarına özel bir sevgi gösterdiği, hem Kur’an’ın hem de Hz. Peygamber’in kadınlara haklar tanıdığı ve kadın hukukunu koruduğu üzerinde durmuştur. Ayrıca, kadın meselesine dair dönemin en önemli konularından olan, birden çok kadınla evlilik ve çarşaf (taadüd-i zevcat, hicab, tesettür-i nisvan meselesi) meselesi üzerine İslam çerçevesi içinde açıklık getirmiştir. Ağaoğlu, sonuç olarak bu eserinde Müslüman toplumlarda görülen kadının düşük statüsünün nedeninin İslam olmadığı görüşüne varmıştır. Ona göre, İslam toplumlarında kadının düşük statüsüne neden olan şey, İslam’ı hurafelerle dolduran, İslam dinini yanlış algılayan ve yanlış uygulayan eski ve köhnemiş zihniyettir (Ağaoğlu 1959).

Kadın süreli yayınlarının ve kadınlarla ilgili ilmî eserlerin yanı sıra, Türk Dünyası’nın çeşitli bölgelerinde kadının toplumdaki düşük statüsünü eleştiren, kadın-erkek eşitliğini savunan, birden çok kadınla evlilik ve kalınmal4 gibi kadının toplumdaki düşük statüsüne neden olan eskimiş âdetleri yeren pek çok edebî eser de kadın yenileşmesine katkıda bulunmuştur. Bu eserlere örnek oluşturan Kazak edebiyatının ilk romanı kabul edilen Mirjakıp Duvlatulı’nın Bakıtsız jamal’ı (1910, Kazan) kızların da okutulması ve istedikleri erkeklerle evlendirilmeleri gerektiğini ana fikir olarak işlemiştir (Özdemir 2010: 219-220). Kazanlı yazar Ayaz İshaki, Üç Kadın ile Hayat (1900, Kazan) adlı piyesinde birden çok kadınla evlilik sorununu ele almıştır (Kamalieva 2009: 88). Yine Kazanlı bir aydın olan Sadri Maksudi Maişet adlı ilk romanında birden çok kadınla evliliği tenkit etmiştir (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004:120). Erkek yazarlar tarafından yazılan bu eserler vasıtasıyla Türk Dünyası’nda “kadın meselesi”ne dair duyarlılık artmış, adım adım toplumsal ve kültürel bir yenileşmenin zemini hazırlanmıştır.

1907 yılından itibaren Türk kadınları artık tiyatro sahnelerinde de yerlerini almaya başlamıştır. Kazan’da Sahip Cemal Gizzetulla ve Kırım’da Ayşe Tayganskaya tiyatro sahnesinde görülen ilk tiyatro sanatçıları olmuştur (Mehmutova 2012 a: 245-274; Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004:123).

1912 yılına gelindiğinde Gaspıralı’nın öncülüğünde yürütülen faaliyetler somut olarak meyvesini vermiştir. Özellikle Balkan Savaşları, Türk Dünyası’nda hem ortak bir Türklük bilincinin geliştiğini göstermiş, hem de Türk kadın örgütlenmesinin geçirdiği süreç somut olarak Balkan Savaşları’nda gözlemlenmiştir. Gaspıralı, Tercüman’da okuyucularına Avrupa’nın Osmanlı’yı “hasta adam” olarak nitelendirmesine karşı çıkmış, Rus basınında Osmanlı aleyhinde sevinçle verilen haberlerin tam tersine, Osmanlı’nın tekrardan eski gücüne kavuşacağını, bunun bir “bağlılık” hali olduğunu, çözüldüğü takdirde her şeyin yoluna gireceğini okuyucularına Tercüman sayfalarından yazarak, Osmanlı’nın derdi ile dertlenerek ortak bir millet şuurunu ortaya koymuştur (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004:132). Ayrıca, Rus basınının başlattığı yardım kampanyalarına karşılık, Rusya’daki Türk basını da başlattıkları yardım kampanyaları ile Balkan Savaşı’nda savaşan soydaşlarına nakit yardımlar da toplayarak ortak bir millet şuurunun tesis edildiğini ispat etmiştir. Balkan Savaşı, manevî olarak Rusya Türklüğünü derinden sarsmıştır. Rus üniversitelerinde okuyan Türk öğrenciler, Rus basınının Türk düşmanlıklarına sessiz kalmamış ve Rus basınını protesto etmişlerdir. Bütün şehirlerde Türk Kızılayı’na yardım kampanyaları yürütülmüştür. Kırımlı Türk kadınları örgütlenerek önemli miktarda yardım toplamışlar ve topladıkları yardımları o günkü zor şartlarda İstanbul’a göndermeyi başarmışlardır. Petersburg üniversitelerinde okuyan Türk kızları Ümmügülsüm, Rukiye, Meryem Yakupova ve Meryem Pataşova Hanımlar, cephede savaşan Türk askerlerinin yaralarını sarmak için hiç tereddüt etmeden Türkiye’ye gelmişlerdir. Bu dört üniversiteli kız, gönüllü olarak İstanbul’a gelmiş, beş ay boyunca İstanbul’da hastanede yatmakta olan Türk askerlerine hemşirelik yapmıştır. Kazanlı Ümmügülsüm Kemalova Petersburg Üniversitesi’nde Matematik Fakültesi öğrencisi, Petersburglu Rukiye Yunusova Psikoloji Fakültesi öğrencisi, Taşkentli Meryem Yakubova Eğitim Fakültesi öğrencisi ve Meryem Pataşova Tıp Fakültesi öğrencisidir (Kurnaz 2012: 21-27). Bu dört aydın Türk kızının, Balkan Savaşı’ndaki Türk kardeşlerinin acısını ve ızdırabını yüreklerinde hissederek, Türkiye’ye gelip kendi ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye’deki kadın hareketini de örgütleme gayretleri, Gaspıralı öncülüğünde başlayan eğitim ve kültürel yenileşme hareketinin bir halkası olan, Türk Dünyası Kadın Hareketi ruhunun zirvesini teşkil etmiştir. Elbette bütün Rusya Türklüğü içindeki Türk kadınları, döneme göre muazzam bir örgütlenme gerçekleştirmiş olsalar da bu dört cesaretli ve cevval Türk kadını, Balkan Savaşı sırasında gösterdikleri gayretle Rusya’da doğup gelişen Türk Kadın Hareketi’nin adları tarihe kazınan temsilcileri olmuşlardır.

1917’ye gelindiğindeyse artık Rusya’daki Kadın Hareketi’nde aktif bir mücadele dönemi başlamıştır. Bu son aşamada Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileri siyasal alanda da eşitlik arayışına girmişlerdir. Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileri, Rusya Müslüman-Türk Kadınları Kongresi’ni organize etmiş, kendilerine dair devamlı tartışılan meseleler ile ilgili kararlar almışlardır. Yine 1917 yılı Haziran ayında Müslimeler Komitesi kurulmuştur. Komite özellikle, kadınların tüm hukukî haklarını savunmak, kadınların sosyal ve siyasal hayata katılımını sağlamak için gerekli bilim ve bilgileri öğretmek, Kurucu Meclis için seçim hazırlıklarına katkıda bulunmak, kadınların hukukî kazanımlarını korumak için kongrelerde alınan kararları uygulamaya koymak gibi amaçlara tüzüğünde yer vermiştir. Kadın komiteleri zamanla şehir ve kasabalar yanında köylerde de kurulmuştur. 1 Mayıs 1917’de toplanan Rusya Müslümanları Birinci Kongresi’ne 112 kadın delege de katılmıştır. İsmail Bey Gaspıralı’nın kızı Şefika Hanım da bunlar arasında yer almıştır. 1905-1906 ve 1914’te gerçekleştirilen diğer genel kongrelerde tek bir kadın temsilci bulunmazken, bu kongreye kadın katılımı oldukça dikkat çekicidir. Üstelik artık kongreye katılan kadın delegeler erkeklerin alışageldiği gibi, erkeklerle yanyana durmaktan veya oturmaktan bile çekinen, utanarak gözlerini kaçıran, sesinin duyulmasından dahi ürken, çarşaf altında kendini gizleyen kadınlar değil, erkeklerin gözlerinin içine bakarak, taassup ve cehalete savaş açan, haklarını talep eden, kendilerine yapılan hakaretlere hiç çekinmeden karşılık veren, sorunlarını dile getirip çözümler bulmak için kongre kapılarını tutarak erkeklerin dışarı çıkmasına izin vermeyecek kadar eylemci ruhu gelişmiş Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileridir. Söz konusu kongrede Fatih Kerimi, Musa Carullah Bigi, Sadri Maksudi ve Ayaz İshaki gibi Rusya Türklüğü’nün tanınmış kadın hakkı savunucuları da Türk Kadın Hareketi’nin sözcüsü ve destekleyicisi olmuşlardır (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004: 152, 161).

Sonuç olarak Rusya Müslümanları arasında özellikle eğitim alanında yapılan köklü reformlar, toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda bir canlanmaya yol açmıştır. Matbaa, gazete ve dergiler, dernekler, kongreler, mitingler, tiyatrolar, sanatsal faaliyetler hem nicelik hem de nitelik bakımından büyük gelişme göstermiştir. Bu faaliyetlerin sonucunda, ortak bir Türklük bilinci ortaya çıkmış ve Türk Kadın Hareketi de işte bu ortamda doğmuş ve tüm alanlarda gelişme kaydetmiştir. Rus Çarlığı idaresindeki Türk Kadın Hareketi’nin temsilcileri, tıpkı Batı’daki ve Türkiye’deki kadın hareketlerinde olduğu gibi hayırsever faaliyetler ile işe başlamış, açlara el uzatmış, Balkan Savaşları’nda örneğini gördüğümüz şekilde gönüllü hemşireler olarak yaralı Türk askerlerin yaralarını sarmışlardır. Nihayetinde, cesaretle kongre kapılarını tutarak siyasal haklarını aramışlardır. Rusya idaresi altındaki Türk Dünyası’nda 1800’lerin sonlarından itibaren filizlenmiş ve süreç içinde gelişmiş Türk Kadın Hareketi, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra ise yeni bir aşamaya girmiştir. Ekim Devrimi’nin akabinde kurulan Sovyetler Birliği çatısı altında artık yeni bir “kadın” kimliği söz konusudur: Sovyet Kadını.

1917 Ekim Devrimi’nden Sonraki Yıllarda Sovyetler Birliği’nde Kadın Meselesi

I. Dünya Savaşı devam ederken Rusya’daki olumsuz yaşam koşullarından en çok cephe gerisindeki kadınlar etkilenmişti. Ekim Devrimi öncesinde Rusya’da yaşanmakta olan ekonomik ve toplumsal çalkantılar, en çok çalışan sınıftan ve köylü kökenden gelen şehirli Rus kadınları vurmuştu (Karakışla 2015: 49). Bu sebeple tarihe damgasını vuran 1917 Ekim Devrimi’nin daha ilk kıvılcımlarının yakılmasında sahnede kadınlar vardır.

23 Şubat Uluslararası Kadınlar Günü, öğrenci ve fabrika işçilerinden oluşan binlerce kadın, Petrograd’ın merkezine doğru yürür. Ekmek kıtlığını protesto için grevde olan, tekstil fabrikalarında çalışan binlerce kadın işçi, “Kahrolsun Çar!” sloganlarıyla önlerine çıkan polis kordonunu aşmayı başarır. İzleyen bir hafta boyunca kadın işçilerin gösterileri bütün işçileri kapsayan Çar karşıtı kitlesel bir harekete dönüşür (Wert 2008: 27-28). Kitleselleşerek büyüyen bu işçi ayaklanması neticesinde, Rus Çarı II. Nikolay, tahtını terk etmek zorunda kalır. 1917 Ekim Devrimi’nin hazırlayıcısı olan bu hareket, Şubat Devrimi olarak tarihe geçer. Böylece, 1917 Ekim Devrimi’nin ilk kıvılcımı niteliğinde olan Şubat Devrimi’nin meşalesini ilk olarak tutuşturanlar da kadınlar olur.

Rusya’da 1917 Ekim Devrimi’nin akabinde siyasî, ekonomik ve sosyal alanda pek çok değişiklik yaşanmıştır. Değişimin en çok hissedildiği alanlardan biri de kadının toplumsal konumuyla ilintilidir. Kadın özgürleşmesi ve kadının sosyal hayatta var olması sorunu, Marksist-Leninist ideoloji içinde önemli bir yer tutuyordu. Çünkü Marksist ideolojide bir toplumun gelişim düzeyi ile o toplumdaki kadının konumu arasında sıkı bir ilişki söz konusuydu5. Kadının toplumsal gelişimi, bir toplumun gelişmişlik düzeyine ışık tutan en önemli ölçütlerden biriydi. Bu sebeple Lenin de Marks’ın görüşlerine uygun olarak kadın sorununu acilen çözülmesi gereken bir sorun olarak görmüştür. O, 1917 Ekim Devrimi ile birlikte Rusya’da değişen her şey gibi, “kadın”ın da değişmesi, eski dönemde “kapatıldığı kafesten” Ekim Devrimi ile kurtarılması ve sisteme uygun olarak dönüştürülmesi için köklü değişiklikler yapmıştır.

Lenin’e göre, kadının kurtuluşu her şeyden önce kadın ve erkeğin yasa önünde eşitliğine bağlıdır. Yasalar önünde eşitlik ise kadının toplumsal konumu ile ilişkilidir. Kadın kendisini boğan, aptallaştıran ev işlerini bir kenara bırakarak, içinde bulunduğu dört duvar arasından çıkmalıdır. Ancak bu şekilde kadın özgürleşerek toplumsal üretime katılabilir. Bu görüşler, Ekim Devrimi ile iktidarın kadına yönelik politikasının temelini oluşturmuştur (Hasdemir 1991: 82).

Lenin, kadının toplumdaki konumunu iyileştirmeye yönelik olarak yasalarla kadın-erkek eşitliğini tesis etmeye çalışmış, kadının toplumsal hayata katılımını artıracak düzenlemeler yapmıştır. O, özellikle de kadın eğitimine büyük önem vermiştir (Hasdemir 1991: 82).

Kadın- erkek eşitliği, kadının da tıpkı erkekler gibi sosyal hayatta birey olarak var olması gerektiği, Devrim’den sonraki ilk yıllarda sosyalist/ komünist ideoloji tarafından çeşitli şekillerde devamlı surette tekrarlanır. Kadın haklarını iyileştirmeye yönelik düzenlemeler hızlı bir şekilde gerçekleştirilir. Çarlık dönemindeki evlenme ve boşanma yasaları iptal edilir. Çarlık devrinde ucuz iş gücü olarak görülen kadınlar, Devrim’den sonra “eşit işe eşit ücret” ilkesiyle erkeklerle yasalar önünde eşitlenir.

Rusya’daki kadınlar, en önemli vatandaşlık hakkı olan oy hakkına da yine 1917 Ekim Devrimi sonrasında kavuşur (Çakır 2013b: 84).

Ekim Devrimi sonrasında 1919 yılında Komünist Parti bünyesinde Kadın Bölümü (Jenotdel) adı altında özel bir birim de kurulur. Bu birim vasıtasıyla kadın ve çocuk eğitimi ile ilgilenilerek kadınların devrimden sonraki yeni hayata uyumunun sağlanması için faaliyetler yürütülür. Aleksandra Kollontai6 gibi kadın liderler öncülüğünde, özgüvenli, cesur, evlerinin dört duvarı arasından çıkarak sosyalizmin inşasında herkes gibi sorumluluk alan “yeni bir kadın” tipi yaratılmaya çalışılır (Riasanovsky-Steinberg 2011: 625). Ancak Jenotdel’in yalnızca on bir yıllık bir ömrü olur.

1920’li yıllarda kadın meselesi konusunda yapılan hızlı düzenlemelerin ardından, Sovyetler Birliği’nde gerçekten kadınlar evlerinden dışarı çıkar, hayatın her alanında yer alır, akla gelebilecek her iş sektöründe erkeklerle birlikte en ağır şartlarda bile çalışırlar.

1930’lu yıllarda Stalin iktidarında, kadınlar için zorlu bir süreç başlar. Jenotdel 1930 yılında kapatılarak kadın konusunda ayrı bir birim gereksiz görülür. 1930’lu yıllarda yaşanan büyük sanayileşme hareketleri sırasında kadının özgürleştirilmesi, daha çok üretime katılım noktasında kalır. Bu dönemde sanayileşme nedeniyle kadın istihdamı daha önce hiç olmadığı kadar artar (Riasanovsky-Steinberg 2011: 625).

Kadınlar, Stalin döneminin siyasî çalkantılarının da kurbanı olur. Bu dönemde çeşitli gerekçelerle eşleri kovuşturmaya uğradığında, onlar da eşleriyle birlikte suçlu kamplarına sürgün edilir, çalışma kamplarında her türlü eziyete maruz kalır ve Sovyetlerde tesis edilen kadın-erkek eşitliğinden olumsuz olarak nasiplenir (Figes 2011: 335, 337, 347, 363; Figes 2013). Stalin’in Büyük Terör döneminde “vatan haini” suçlamasıyla tutuklanan erkeklerle evli olan kadınlar, kocalarıyla “eşit” bir şekilde cezalandırılır ve kendileri için tesis edilen çalışma kamplarına gönderilirler. Bu çalışma kamplarının en çarpıcı örneğini, Kazakistan Karaganda kamp kompleksine bağlı olarak Akmolinsk’te açılan Vatan Hainlerinin Eşleri İçin Akmolinsk Kadın Çalışma Kampı (ALZhIR) oluşturur. Sovyetler Birliği sınırları içinde ALZhIR, yalnızca kadın mahkûmların gönderildiği en büyük çalışma kampıdır. Sovyet rejimi tarafından “halk düşmanları”nın eşlerini kapatmak için acil hapishane ihtiyacını karşılamak amacıyla alelacele kurulmuş ve ilk kadın mahkûm gruplarını 1938 yılının Ocak ayında almaya başlamıştır (Figes 2011: 360, 397).

II. Dünya Savaşı yıllarına gelindiğinde, Sovyet kadınlarının üstündeki yükün tamamen arttığı görülür. Savaş yıllarında kadınlar hem işgücü olarak hem de orduda aktif görevler üstlenir. Ancak savaştan sonraki dönemde, yeniden Sovyet coğrafyasında kadınların evcil rolleri öne çıkarılarak, aile kurumu içindeki konumları yüceltilir.

3.Farklı coğrafyalarda yaşayan yenilikçi Türk aydınları, aynı dönemlerde aynı düşüncelerle, ancak kadınların yükselişiyle kendi toplumlarının yükselişinin mümkün olacağı görüşünde birleşirler. Hatta onların meseleye daha geniş bir perspektiften bakarak kadının yükselişini insanlığın yükselişi olarak değerlendirdikleri de görülür. Bu konuda Türkiye’de Tevfik Fikret Hemşirem İçin şiirinde: “Elbet değil nasibi mezellet kadınlığın/Elbet değil melekliğin ümidi zulm ü şer/Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer/Lâkin bu gün hep onlara â’id yığın yığın/Endîşeler, kederler, eziyetler, iğneler!…” (Tevfik Fikret 2004: 471) mısralarında kadının eziyet görmesini ve toplumda yok sayılmasını insanlığın alçalmasıyla eş görür. Tevfik Fikret gibi Azerbaycanlı yenilikçi Türk aydını Hüseyin Cavid de, alçalmış insanlığın ancak kadınla birlikte yükselebileceği düşüncesini dile getirir: “Kadınsız ülke çabuk mahvolur, zavallı kalır./Kadın elile fakat bahtiyar olur şu cihan,/O bir melek… onu takdis eder büyük Yaratan./O pek sevimli, güzel, ince, nazlı bir hilkat,/ Onun ayakları altındadır fakat cennet:/Kadın gülerse şu ıssız muhitimiz gülecek,/Sürüklenen beşeriyet kadınla yükselecek…” (Hüseyin Cavid 2013: 311). İki şairin kadın meselesine bakışları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. (Tiken 2014: 237).
4.Erkek tarafının kız tarafına vermekle yükümlü olduğu mal mülk, bir çeşit başlık parasıdır. Konargöçer hayat yaşayan Türk boyları arasında Rus Çarlığı’nın istilasından önce de var olan kalınmal geleneği, konar-göçer hayatın önemli bir geleneği idi.
5.“Kadının kurtuluşu” konusunda ayrıntılı bilgi için “Marks, Engels, Lenin Kadın ve Aile” adlı kitap için bkz: http://www.kurtuluscephesi.org/orjinal/melaile.pdf (son erişim 20.03.17)
6.Aleksandra Mihailovna Kollontai (1872-1952). Tanınmış Rus komünist devrimci kadındır. Önce Menşeviklerin tarafında olmasına rağmen, 1914’ten sonra Bolşeviklerin safında yer almıştır. Kollontai, Sovyet Rusya’nın görevlendirdiği ilk kadın büyükelçilerden biridir. O, Sovyet Rusya’nın Norveç Büyükelçiliği görevini yürütmüştür. Kollontai aynı zamanda yazardır. Kollontai hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Porter 1980.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
ISBN:
978-625-6853-03-4
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin PDF
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Sales Enablement
Byron Matthews и др.
Metin PDF
Ortalama puan 4, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre