Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi», sayfa 3

Yazı tipi:

I. Bölüm
Sovyet Edebiyatı ve “Devrim’in Kadınları”

1917 Ekim Devrimi’nin ardından kurulan Sovyetler Birliği’nde, kültürel ideolojik bir aygıt olarak edebiyata, toplumu eğitmek, yönlendirmek ve nihayetinde yeni bir “Sovyet toplumu” inşa etmek için çok önemli bir misyon yüklenmiştir.

1917 Ekim Devrimi’nin ardından Rusya’da edebiyatın toplum hayatı içindeki işlevi değişmiştir. Çünkü Lenin, eski Rus edebiyat anlayışına karşı çıkarak edebiyata büyük bir sorumluluk yüklemiştir. O, edebiyatta “yazar canı istediği zaman yazar, okuyucu da hoşuna gideni okur” şeklindeki Oblomovcu7 eski Rus anlayışına şiddetle karşı çıkmıştır (Marx-Engels-Lenin 2006: 198). Ona göre edebiyat, mutlaka “toplum için” yapılmalıdır. Lenin’e göre sanat halkın malı olmalıdır. Sanat, gücünü emekçi halkın en derinliklerinden almalıdır. Dolayısıyla edebiyatta da emekçi halkın duyguları, düşünceleri, istekleri yer almalı, emekçi halk Sovyet devrinde oluşan edebiyatta kendini bulmalıdır.

Ekim Devrimi ile değişen edebiyat anlayışı içinde, Sovyet yazarı yalnızca içinden gelenleri yazmaz. O, edebî bir faaliyet içerisindeyken kendini Lenin’in deyimiyle komünizm kuruluşunda ve sosyalist bir Sovyet toplumunun inşa edilmesinde görevli “küçük bir çark” ve “küçük bir vida” olarak hisseder. Dolayısıyla Sovyet yazarının kendi duygularını ve düşüncelerini yazma “lüksü” yoktur. Sovyet yazarı, toplum için yazmak zorundadır. Sovyet yazarının öncelikli hedefi ve yükümlülüğü, Sovyet Hükümeti’nin ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ideolojisini propaganda etmekten ibarettir.

Rus entelektüellerinde devrimci bilincin gelişmesinde önemli rol oynayan Rus yazarı Saltıkov Şedrin (1826-1889) daha Ekim Devrimi’nden çok önce edebiyatı doğrudan ideolojik bir araç olarak görür ve edebiyatın propaganda aracı olduğunu söylemekten de çekinmez:

Edebiyat ve propaganda tek ve aynı şeydir. Bu aslında yeni bir şey değildir, ama henüz edebiyat bilincine o kadar az yerleşmiştir ki, tekrarlamakta yarar vardır. Edebiyatın dile getirdiği tüm büyük ve soylu fikirler, aydınlattığı her yeni gerçek, öylesine büyük yankı yapar ki, edebiyatın karanlıkları yarma gücü, önyargılarında inatla direnen insanları ikna gücü karşısında saygı duymamak mümkün değildir. Hatalar için de aynı şey söz konusudur. Kuşkusuz, sorumsuzluğu ve günübirlik yaşamayı öğütleyen bir edebiyat, dünyayı sonuna kadar etkileyebilme şansına sahip değildir, ama yine de, ilerleme davasına ciddi zararları olabilir ve etkilediği kişiler, sonunda birer insan olarak etki altında kalmaya elverişli olduklarından, davaya ciddi darbeler vurabilir. (Zelinski 1978: 64)

Edebiyat, halkın hizmetinde olan bir sanattır ve Sovyet edebiyatı da bu bağlamda Sovyet halkının hizmetindedir. Tanınmış Sovyet yazarları Gorki, A. Tolstoy, Şolohov, Fedin, Fadayev, Leonov, Sovyet edebiyatının komünizm ideolojisini ve bu ideolojinin yerleşmesi konusunda halkın verdiği mücadeleyi, kahramanlıkları anlatmakla yükümlü olduğu görüşündedirler (Zelinski 1978: 299). Karakaş da Sovyet edebiyatının propaganda edebiyatı olduğuna işaret eder. Sovyet edebiyatı, “Prensipleri Komünist Partisi tarafından belirlenen ve partinin programını edebî türler ve edebî tipler vasıtasıyla telkin ederek benimsetmeye ve hayata geçirmeye çalışan bir propaganda edebiyatıdır. Bu edebiyat, daima Sovyet ideolojisine hizmet maksadını güderek bütün halkları Sovyet hayat tarzına göre terbiye etmek üzere en önemli siyasî eğitim vasıtalarından biri olarak kullanılmıştır” der (Karakaş 2008: 461). Buna bağlı olarak Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet Hükümeti’nin “kadın meselesi” çerçevesinde hızla gerçekleştirdiği değişiklik ve yeniliklerin dile getirilmesi ve “kadın meselesi” konusunda Sovyet Hükümeti’nin yaklaşımını propaganda etmek için de edebiyat bir araç olarak kullanılmıştır. Sovyet Hükümeti’nin kadınlar konusunda aldığı kararlar, edebî eserler ve edebî kahramanlar aracılığıyla Sovyet toplumuna benimsetilmeye çalışılmış ve Devrim sonrasında yeni bir kadın kimliği inşa edilirken Sovyet edebiyatı araç olarak kullanılmıştır.

1917 Ekim Devrimi’nden sonra “Sovyet toplumu”nu inşa aracı olarak görülen Sovyet edebiyatında, “yeni kadın”, “Devrimci kadın” kimliği inşa edildiği görülür8. Özellikle Ekim Devrimi’nden sonraki 1920’li yıllarda neredeyse edebiyatın bütün türlerinde “kadın meselesi”ne sıklıkla değinilmiştir. Yazılan edebî eserlerde, iyi eğitimli, hayatın her alanında var olan, erkeklerle eşit haklara sahip, kendi ayakları üzerinde durabilen, her bakımdan donanımlı bir “Sovyet kadın kimliği” ve “Devrim kadını” kimliği inşa edilmeye çalışılmıştır.

Devrim sonrasında kadına dair siyasî alanda yapılan hızlı değişiklikler edebiyatın hemen hemen her türünde kendini hissettirmiştir. Devrim öncesi Rus edebî yapıtlarında kadın kahramanların görünüşleri neredeyse yok gibidir. Rus kurgularında kadın, sadece toplumda var olan erkeğin eşi konumundadır. Erkeğin eşi olmaktan başka hiçbir statüsü olmayan bu kadın kahramanlar, asla evlerinin dışında görülmezler ve söz sahibi değillerdir (Gasiorowska 1968: 93). Ancak Devrim ile birlikte Sovyet kurgularında ideolojiye uygun ideal kadın kahramanlar yaratılır. Devrim ile birlikte bu kadın kahramanlar yalnızca dışarıda çalışmakla kalmadıkları gibi, kimliklerine, adlarına, yeni toplumun inşasındaki ideolojik sorumluluklarına da sahip olurlar (Gasiorowska 1968: 95).

Devrim sonrası edebî eserlerinde sıklıkla anakahraman olan ve hatta pek çok esere ismini veren (Kazak edebiyatında mesela Akbilek/Jüsipbek Aymavıtulı, Botagöz/Sabit Mukanov, Ayşa/Saken Seyfullin vb.) Devrim’in kadınları, Devrim sayesinde “özgürlüklerine kavuşan” kadınlardır. Sovyet edebiyatının bu yeni kadın kahramanları, pasif konumda olan eski Rus kadın kahramanlarının aksine, Devrim sürecini bizzat yaşamış, mücadeleli ve çileli bir dönem geçirmiş, çektikleri her türlü sıkıntıya rağmen ayakları üstünde dimdik durmayı başarmış ve ardından Devrim ile “bileklerinin hakkıyla” özgürlüklerine kavuşmuş aktif Sovyet kadınlarıdır. Bu kadın kahramanlar aynı zamanda ideolojik sorumluluk da taşırlar. Her bakımdan donanımlı olan bu kadın kahramanlar arasında, Sovyetlerin “kadın meselesi”ne dair konularla ilgilenmekle görevli Sovyet memurları da vardır. Onlar, Sovyet devrinin kadına verdiği hak ve özgürlükleri, Sovyet kadınları arasında yaymakla ve uygulamakla sorumludurlar. Her biri eğitimli ve yenilikçi olan bu kadınlar aynı zamanda pek çok “Devrim kadını” adayına da yol açar, bir rol model görevini de üstlenirler.

Sovyet Devri Kazak Tiyatrosunun İlk Yılları

Modern Kazak yazı dili ve edebiyatı oluşmadan evvel, Kazak halkının çok zengin bir sözlü edebiyat kültürü vardı. Kazak modern yazı dili ve edebiyatı da bu zengin sözlü kültür temelleri üzerinde inşa edilmiştir. Dolayısıyla Kazak edebiyatında modern anlamda tiyatro türü ortaya çıkmadan önce, Kazaklar arasında tiyatronun işlevini gören ve halk arasında yaygın olan bazı türler de elbette vardır. Bu türler, Kazak sosyal hayatı içinde modern anlamda tiyatro türü teşekkül edene kadar tiyatronun yerini tutarak halkın ihtiyacına cevap vermiştir.

Kazaklar arasında yaygın olan ve içinde tiyatral ögeler barındıran geleneksel türler arasında oyın-savık (oyun ve eğlencelerde söylenen şiirler), än men küy (şarkı ve türküler), jar-jar men bet aşar (düğünlerde söylenen türküler), estirtüv men joktav (ağıtlar), aytıstar (atışmalar), tolgavlar (övgü şiirleri), küldirgi ängimeler (fıkralar) bulunmaktadır. Anadolu’da âşık atışmaları olarak bilinen atışma türü de Kazaklar arasında aytıs geleneği olarak yaygındır ve bu gelenek Kazak tiyatrosunun temelinde yatan millî bir gelenektir denilebilir. Aytıs geleneği içinde tiyatral ögeler sıklıkla yer almaktadır. İrticalen söz söyleyen ozanlara dinleyiciler de katılmaktadır. Dolayısıyla Kazakların zengin aytıs geleneği, bazı araştırmacılar tarafından da Kazak tiyatrosunun başlangıcı olarak değerlendirilmiştir (Gücü-yeter 2013a: 80-81).

Kazaklar arasında sal serilik olarak bilinen millî gelenek de Kazak tiyatrosunun temelini teşkil eden ilk örneklerden biri olarak değerlendirilebilir. Kazaklar arasında sözlü şiir geleneğinin temsilcisi ve kültürel bellek taşıyıcılarından olan sal seriler, Kazak geleneksel tiyatrosunun baş aktörleridir. Sal seriler, Anadolu’daki meddahlara benzerlikleriyle dikkat çeken, bulundukları ortamı coşturan, eğlendiren, söz ustası olan, sıradışı giyim kuşamlarıyla etraflarında dikkat çeken kişilerdir. Sal seriler, Anadolu’daki âşıklık ve meddahlık geleneğinin icracılarıyla da büyük bir benzerlik gösterirler (Adiyeva-Turan 2013: 202). Dolayısıyla sal serilik geleneği de millî Kazak tiyatrosunun temelini oluşturan geleneksel edebî türlerdendir.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Kazak topraklarında modern anlamda tiyatro türü gelişmeye başlamıştır. İlk olarak Rus grupları profesyonel anlamda Kazakistan’ın çeşitli bölgelerinde tiyatro faaliyetleri yürütmüştür. 14 Ocak 1869 tarihinde Orenburg şehrinde ilk tiyatro kurulmuş ve Rus sanatçılar bu tiyatroda sahne almıştır. Orenburg’un dönemin eğitim ve kültür merkezi olması, burada açılan tiyatro vasıtasıyla tiyatronun Kazaklar arasında da yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Orenburg’da yaşayan Kazak öğretmen ve öğrenciler de kendi aralarında düzenledikleri eğlencelerde buradaki tiyatro sanatçılarından öğrendiklerini uygulayarak Kazakların ilk tiyatro oyunlarını sahnelemişlerdir. Böylece Kazaklar arasında da ilk tiyatro denemeleri görülmeye başlamıştır. Rus tiyatro gruplarının yanı sıra Kızıljar, Semey ve Oral gibi şehirlerde Tatar tiyatro grupları da kurularak Kazak topraklarında tiyatronun gelişmesine katkı sağlamıştır. Tatar gruplarının tiyatro çalışmaları, Kazak gençlerinin Kazak millî tiyatrosunu kurmaları ve millî oyunlarını yazmaları konusunda onları cesaretlendirmiştir (Gücüyeter 2013a: 81).

Devrim öncesinde Rus-Tatar tiyatrosunu yakından tanıyan öğrenci ve yetenekli Kazak gençlerinin düzenlediği ilk eğlence geceleri Kazak tiyatrosunun kurulmasında önemli bir basamak olmuştur. Ekim Devrimi’nden sonra ise Kazaklar arasında millî bir tiyatro kurma işi önemli bir mesele olarak görülmüştür. Gazete ve dergi sayfalarında bu konuda makaleler yayınlanmıştır. Yayınlandığı dönemde herkese ulaşan ve etki alanı olan Eñbekşi Kazak gazetesi de Kazakların millî bir tiyatrosunun kurulması ile ilgili gündem oluşturan makaleler yayımlamıştır (Nurgali 2002: 133).

XX. asrın başında Kazak gençlerinin çabalarıyla düzenlenen edebiyat ve eğlence geceleri, sahne sanatlarının ve tiyatronun zeminini oluşturmuştur. Tiyatro türü esas olarak halkın aydınlatılması merkezinde gelişme göstermiştir. Bu sebeple ilk repertuardaki eserler, halkı sanat sahibi ve bilgili olmaya, gelişmiş ülkelerin medeniyetlerini öğrenmeye, onlardan örnek almaya, eskinin zincirlerinden kurtulmaya çağıran didaktik ve halkı yönlendirme yönü güçlü olan eserlerdir. Böylece Kazaklar arasında düzenlenen sanat geceleri Kazak tiyatrosunun doğmasına ve ilk piyeslerin yazılmasına vesile olmuştur. Kazakistan’ın her yerinde düzenlenen bu faaliyetler, Ekim Devrimi ile birlikte hız kazanarak yeni bir aşamaya geçmiş ve millî Kazak tiyatrosunun ortaya çıkmasını sağlamıştır (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 88) Tiyatro, genel olarak ideolojinin halka ulaştırılmasının en etkili yollarından biridir. Tiyatro, kendine özgülükleri olan bir sanattır. O, çok hassas ve çok büyük bir emek işidir. Tiyatroda başka işlerde olduğu gibi hatalar, yanlışlıklar ve uygunsuz durumlar oluşursa bütün bunları tekrardan düzeltmek mümkün değildir. Sahnede doğru yapılırsa sonuçları da olumlu olur, eğer yanlış yapılırsa da iş işten geçer ve artık bunu düzeltmek mümkün değildir. Dolayısıyla tiyatro, olumlu ya da olumsuz fark etmeksizin sonucu çok hızlı alınan, insanlar üzerinde tesiri oldukça güçlü bir sanat dalıdır.

Sovyet rejimine yön veren Vladimir Lenin, Lev Troçki, Anatoli Lunaçarski, Aleksandr Bogdanov, Pavel Gaydeburov gibi önemli isimler, tiyatronun halk üzerindeki etkisinin farkındadırlar. Bu isimler, tiyatronun ideolojik propaganda aracı ve halkın moralini yükseltebilecek bir yöntem olarak kullanılabileceğine dair görüşlerini devamlı surette dile getirmişlerdir. Bu nedenle Devrim sonrasında tiyatro sanatı gelişimini hızlandırarak devam ettirmiştir. Sovyet rejimi tiyatrodan iki şekilde faydalanmayı hedeflemiştir. Bir yandan tiyatrolarda Devrim propagandası yapılarak halk Devrim’e alıştırılırken, öte yandan tiyatro vasıtasıyla halkın ideolojik ve kültürel eğitimi gerçekleştirilmiştir. Özellikle Devrim sonrasında tiyatroya büyük bir ilgi gösterilerek tiyatro sahnesi, rejim ile halk arasında aracılık görevi üstlenmiştir. O günkü şartlar içinde Rusya’da okuma yazma oranı düşük olan halk kitleleri için tiyatro sahnesi, âdeta bir gazete işlevi görmüştür (Gürsoy 2016: 287-289).

1917 Ekim Devrimi sonrasında yeni kurulan Sovyet yönetiminin halka kabul ettirilmesi noktasında özel bir tür olan tiyatro, halk üzerindeki etkisi bakımından önemli bir edebî tür olmuştur. Tiyatro sanatı, Sovyetlerde oldukça işlevsel bir sanattır. O, sadece sanat olmanın ötesinde, doğrudan pratik bir araç ya da propaganda veya halk yığınlarının eğitimi olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla Ekim Devrimi’nden sonra yeni kurulan Sovyet Hükümeti tarafından edebiyatın bütün türleri gibi tiyatro da Devrim’in başlangıcından itibaren yeni bir toplumun inşası için ideolojik kültürel bir aygıt olarak görülmüştür (Vernadsky 2011: 483). Bu nedenle de Hükümet tarafından da özel olarak ilgilenilen ve önemsenen bir sanat dalıdır.

Sovyet devrinin ilk yılları olan 1920’li yıllarda, hem merkezde hem de çevrede olduğu gibi, Kazak edebiyatında Kazak tiyatro türüne de bazı sorumluluklar yüklenmiştir. Sovyet insanının hayatını ve faaliyetlerini yeterli derecede iyi bilmek, emekçi insanların düşüncelerini, görünüşlerini derinlemesine edebî olarak açabilmek, Sovyet Kazak tiyatro türünün görev ve sorumlulukları arasında yer almaktadır. Ayrıca Gabit Müsirepov’un SSSR Yazarlar Birliği’nin 12. pleniumunda ifade ettiği gibi, bunların yanı sıra Komünist Parti ve halkın talepleri de bütün Sovyet yazarlarının olduğu gibi Kazak tiyatro yazarlarının da yerine getirmesi gereken talepler arasında yer almaktadır (Müsirepov 1970: 240-241).

1925 yılında Kazakistan Halk Eğitim Komiserliği, 28 Ekim’de halkı eğitme hizmetleri konusunda bir toplantı yaparak Kazak tiyatrosunu kurma meselesini değerlendirmiştir. Bu tarihe kadar çalışan ve okuyan Kazak gençler kendi gayretleriyle arada sırada tiyatro oyunu sahnelemektedir. Ancak bu tarihten sonra Hükümet, Kazak tiyatrosunu kurma işiyle bizzat kendi ilgilenmeye başlamıştır. Bu işi ciddi anlamda ele alarak tiyatro açmak, konuyla ilgili kişileri çağırmak Eğitim Komiserliği’ne görev olarak verilmiştir. O dönemde Kazakça yazılan piyeslerin sayısı çok az olduğundan, üstelik hepsi de sayısız defa oynandığı için ilgi çekiciliği kalmadığından, iyi piyes yazanlar için yarışmalar düzenlenmesine de karar verilmiştir (Nurgali 2002: 134). Eğitim Komiserliği’nin faaliyetleri sonucunda, sanatkârlar o dönemin başkenti Kızılorda şehrinde toplanmaya başlamışlardır.

Sovyet Kazakistan’ın ilk başkenti Kızılorda şehrinde millî tiyatronun açılmasıyla birlikte Kazak edebiyatında tiyatro, modern anlamda edebî bir tür olarak büyük bir gelişme göstermiştir. Söz konusu tiyatro, “Kazakistan Merkezi Devlet Tiyatro Trubu” adıyla 1926 yılında 18 artist ile teşekkül etmiştir (Togan 1981: 522). 13 Ocak 1926’da tiyatro, Koşke Kemengerulı’nın Altın Sakiyna adlı piyesi ile perdelerini açmıştır9 (Karenov 2013: 48). Bu tiyatroda ilk günlerde her ne kadar dekorasyon dahil olmak üzere çeşitli sıkıntılar yaşanmış olsa da, 1927 yılında Kızılorda’da kış mevsimi içinde 42 defa oyun sahnelenmiştir. O günün imkânsızlıklarına rağmen filizlenmekte olan Kazak Millî Tiyatrosu’nda sahnelenen eserlerin en bilinenleri Muhtar Avezulı’nın Karagöz, Enlik-Kebek, Baybişe-Tokal adlı eserleri; Jüsipbek Aymavıtulı’nın Şerniyaz, Kanapiya-Şerbanu, Mansapkorlar, Rabiyga, El Korganı, Sılan Kız, Taş Mihman (Puşkin’den), Sarak Siri (Puşkin’den); Jumat Şanin’in Arkalık Batır, Torsıkbay Kuv; Sa-ken Seyfullin’in Kızıl Sunkarlar; Beyimbet Maylin’in Şanşar Molda, El Mektebi, Neke Kıyar, Kemengerılı’nın Altın Sakiyna, Paraşıldar adlı eserlerdir (Togan 1981: 522).

Kazak tiyatrosunun ilk yıllarında Sovyet devrinde diğer bütün edebî türlerde olduğu gibi, tiyatro türü de kendisine biçilen sorumlulukları yerine getirmeye çalışmıştır. Bu sebeple 1920’li yıllarda Kazak tiyatrosu toplumdaki eski ve yeni çatışması üzerinden doğmuş ve gelişme göstermiştir (Müsirepov 1970: 238). Tiyatronun halkın üzerindeki doğrudan ve güçlü tesiri dikkate alınarak 1920’li yıllarda sıklıkla eski-yeni, zengin-fakir çatışmalarının işlendiği, eskinin kötü yönlerinin hicvedildiği ve yeni değerlerin savunulduğu tiyatro oyunları sahnelenmiştir. Bu dönemdeki hemen hemen bütün piyeslerin konuları, Kazak avulunun10 eski yaşamının ve Devrim sürecinde yaşanan siyasî-sosyal olayların görünüşlerinden ibarettir.

Sözlü halk edebiyatı oldukça zengin olan diğer Türk halklarının tiyatrosunda olduğu gibi, Kazak tiyatro türü de ilk yıllarda iki temel kaynak üzerinden gelişme göstermiştir. Bunlardan biri, zengin halk folkloru ve tarihî konular iken, diğeri ise Sovyet ideolojisini ortaya koyan ve Sovyet toplumunun inşasını ele alan konulardır (Müsirepov 1970: 242).

Özellikle modern Kazak tiyatrosunun ilk yılları olan 1920’lerde Kazak halk edebiyatından ve tarihî konulardan faydalanmak Kazak tiyatro yazarları için elzem olmuştur. Çünkü yeni bir tür olan tiyatro konusunda hiçbir tecrübesi olmayan Kazak tiyatro yazarları, ancak Kazak halkının bu zengin kültürünü kullanarak bir üretim yapabilmişlerdir. Bu bakımdan ilk Kazak tiyatrosu, Kazak edebiyatının zengin folklorik malzemesi üzerinden filizlenmeye başlamıştır. Diğer taraftan, o kadar dindar olmasa da Kazak halkını mescit, işan, molla ve hocalardan uzaklaştırıp tiyatroya, oyuna ve eğlenceye getirebilmek için halkın kendi üretimi olan sözlü edebiyatın rolü büyük olmuştur. Kazak tiyatrosunun ilk yıllarında, halkı bilgilendirme, öğüt verme ve halkın anlayacağı dilde ifade etme açısından Kazak sözlü edebiyatı son derece önemli bir misyon üstlenmiştir. Kazak sözlü geleneği, Kazak halk şarkıları ve türküleri halkı aydınlatma amacı güden yeni inşa edilmekte olan Kazak Sovyet tiyatrosunun ilk malzemesi olmuştur (Müsirepov 1970: 242).

Jüsipbek Aymavıtulı, Mirjakıp Duvlatulı, Muhtar Avezulı, Saken Seyfullin, Jumat Şanin gibi ilk Kazak tiyatro yazarlarının eserleri Kazak tiyatrosunun temelini oluşturmuştur.

Millî dramanın ve sahne sanatının oluşup gelişmesi, ilk filizlenmesi döneminde en çok emeği geçenlerden biri Jüsipbek Aymavıtulı’dır. “Başka halkların edebiyatına bakıldığında, tiyatro sanatının nüvesi halkın örf âdetlerinden, oyun ve eğlencelerinden, şarkı ve türkülerinden, şiirlerinden başlamıştır…” diyen Muhtar Avezulı’nın düşüncesinin doğruluğunu Jüsipbek Aymavıtulı’nın eserlerinden fark etmek mümkündür (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 99).

Küçük yaşlardan itibaren Kazak kültürünün zenginliği içinde yetişen Aymavıtulı, ailesinden aldığı bu zengin kültürü kendi yeteneği ile birleştirmiş, Kazak tiyatrosunun oluşmasına ve gelişmesine büyük bir katkı sağlamıştır. O, Semey’de okuduğu dönemden başlayarak tiyatro sanatı ile içe içe olmuştur. Aymavıtulı, Kazak topraklarında filizlenen ve Kazak yurdu için yeni olan tiyatro sanatının kök salıp gelişmesine özel bir çaba harcamıştır (Gücüyeter 2013b. 35).

Aymavıtulı da 20’li yıllardaki pek çok yazar gibi çok yönlüdür. Kazak topraklarında ilk defa oyun yöneten rejisör, aktör, türkücü ve dombıracı, kompozitör Aymavıtulı, edebiyatın bütün türlerinde çok sayıda eser bırakmıştır. O, Kazak Millî Tiyatrosu’nun esasının oluşturulup gelişmesine özel bir emek harcamış yetenekli bir yazardır. 20’li yıllardaki tiyatro ile drama sanatını geliştiren gerçek bir sanatkârdır (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 99-100).

Aymavıtulı, ilk dönemde sahneye konulan ilk üç piyesi Rabiyga, Mansapkorlar, Kanapiya-Şerbanu eserlerini 1916-1917 yılları arasında yazmıştır. El Korganı, Şerniyaz ve Sılan Kız ise 1920-1925 yılları içinde yazılmıştır (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 88). Aymavıtulı’nın yazdığı ve çevirdiği tiyatro eserlerinin hepsi de önce Semey’de sonra da Kazakistan’ın pek çok şehrinde, Taşkent’te, Kazakların ilk Millî Devlet Tiyatrosu’nun sahnesinin yer aldığı Kızılorda’da sahnelenmiştir (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 89).

Rabiyga, Aymavıtulı’nın önemli dramalarından biridir. Piyesin adından da anlaşılacağı üzere, hürriyet ve özgürlükten mahrum olan Kazak kadınlarının ağır hayat şartları, o dönemin taleplerine uygun şekilde dile getirilmiştir. Çatışma, piyesin merkezindeki 19 yaşındaki Rabiyga’nın koyun çobanı yaşlı bir adama zorla verilmesiyle gelişir. Piyesin sonunda kölelikten, horlanmaktan kurtulmaya karar verip etrafa lanet okuyan Rabiyga’nın davranışı romantik tavırlarla doludur. Eser, kadın eşitliği konusunda öğüt verici bir üslûpla kaleme alınmıştır.

Aymavıtulı’nın piyesleri 1920’li yılların siyasî ve sosyal hadiselerine ışık tutan eserlerdir. Bu eserlerden biri olan Kanapiya-Şerbanu, 191611 yılı Haziran fermanı üzerine Çarlık İdaresi’nin savaş meydanına göndermek üzere Kazakları cephe gerisinde çalıştırmak için savaşa alması olayı üzerine kurulmuş bir dramadır. Kazak halkını derinden etkileyen bu olayı yazar, bir Kazak ailesinin hayatı etrafında işlemiştir.

Aymavıtulı’nın konusunu dönemin tarihî hadiselerinden alan bir diğer eseri, El Korganı’dır. Jüsipbek Aymavıtulı, El Korganı’nda İç Savaş12 döneminde kimin kim olduğunun anlaşılmadığı kargaşa ortamında halk içindeki siyasî-sosyal durumu edebî bir üslûpla ve aynı zamanda tarihî gerçeklikle ortaya koymuştur (Kazak Adebiyetinin Tariyhı 7-Tom 2004:125).

Aymavıtulı’nın Şerniyaz adlı draması da Kazak tiyatrosunun ilk yıllarında kaleme alınan önemli eserlerdendir. Aymavıtulı, 1925’te Şerniyaz piyesini kaleme almış, 1926 yılında ise Semey’de eser sahnelenmiştir. Piyes, iyi bir eğitim almış ancak çevresindeki kişiler yüzünden mutsuz olan Şerniyaz’ın yaşadıklarını konu olarak işlemiştir. Şerniyaz’ın derdi, halkının derdidir. Onun tek arzusu, halkına ve doğup büyüdüğü topraklara hizmet etmektir (Gücüyeter 2013b: 60-61).

Aymavıtulı’nın Sılan Kız komedisi Kazak tiyatrosunun ilk dönemlerinde sahnelenmiş, 1922 yılında ise müstakil bir kitap olarak basılmıştır (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997:110).

Aymavıtulı’nın yazdığı bütün piyesler dönemin siyasî-sosyal olaylarının ele alındığı, o dönemin güncel eserleridir. Ayrıca onun eserlerinin kendine özgü yanları da vardır. Onun bütün piyesleri sahne perdesi açıldığında, asıl kahramanların psikolojik dünyalarının ortaya konulmasıyla başlar. Hem Rabiyga hem de Kanapiya-Şerbanu adlı piyeslerde bu durumu gözlemlemek mümkündür.

Aymavıtulı’nın eserlerindeki fikir her zaman aynıdır. Onun eserlerinde eskinin geride kalışı ve yeni bir dönemin başlayışı dile getirilir. Onun piyesleri millî tiyatronun oluşmasında esas olmuş ve drama türünün de temelini atmıştır. Ancak Aymavıtulı’nın piyesleri için söylenebilecek en önemli şey, Avezulı’nın, Seyfullin’in, Kemengerulı’nın, Şanin’in ve daha pek çok yazarın piyeslerine örnek olup onların yazılmasına yol açıp Kazak dramasının oluşmasını sağlamıştır (Kazak Adebiyetinin Tariyhı 7-Tom 2004: 128).

Ekim Devrimi’nden sonra Kazak tiyatrosunda Devrim temasının ilk olarak yükselişi Saken Seyfullin ile olmuştur. Onun Bakıt Jolına adlı piyesi 1918 yılında 1 Mayıs Bayramı’nda sahnelenmiştir. Seyfullin’in yine Kızıl Sunkarlar piyesi de Kazak tiyatrosunun ilk eserlerinden biri olup 1922’de yayınlanmıştır (Kazak Adebiyetinin Tariyhı 7-Tom 2004: 131). Yine konu bakımından buna benzer bir eser de Jumat Şanin tarafından kaleme alınmıştır. Kazak işçilerinin ilk Devrimci adımlarını anlatan piyes, Jumat Şanin’in Şahta adlı piyesi olmuştur. Bu piyes konusu bakımından bir bakıma Saken Seyfullin’in Kızıl Sunkarlar piyesinin devamı niteliğindedir. 1928’de bu piyesin Ölimnen Ümitke adlı 4 perdeli nüshası Kazak tiyatrosunun sahnesinde sahnelenmiştir (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 91).

Modern Kazak tiyatrosunun ilk yıllarında hemen her tiyatro yazarı kendi becerileri doğrultusunda Ekim Devrimi hakkında tiyatro eseri kaleme almıştır. Bunların büyük bir bölümünde halkı yönlendiren ve öğüt veren bir üslûp hâkimdir. Bu eserlerin çoğunda zengin ve fakir olmak üzere toplumdaki iki sınıfın çatışmaları ele alınır, bu iki sınıf arasındaki mücadele sonucunda fakirlerin galibiyeti ya da Sovyet Hükümeti’nin temsilcilerinin konuya müdahil olması ile adaletli bir uygulamanın devreye girmesi eserlerde konu edilir. Bu gruptaki eserler içinde Koşmuhambet Kemengerulı’nın Bostandık Jemisi örnek gösterilebilir. Bu piyes 1919’da Akmola’da sahnelenmiştir. Yine Kemengerulı’nın Kazak kadınının geçmişteki kaygılı hayatını işleyen Altın Sakiyna ve Eski Okuv adlı piyesleri de bu gruptaki eserler içindedir (Kazak Adebiyetinin Tariyhı 7-Tom 2004: 133). Altın Sakiyna 1923’te Orınbor’da müstakil bir kitap olarak yayınlanana kadar da Kazak tiyatro repertuarında önemli bir yer tutmuştur (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 92).

Altın Sakiyna piyesinde Kemengerulı, Ekim Devrimi öncesinde Kazak kadınının çileli ömrünü, gözyaşı dökmeden geçmeyen trajik kaderini ele almıştır. Yazar bu eserde, eski devrin ezdiği güçsüz, güveneceği ve dayanacağı kimsesi olmayan, karanlık içindeki Kazak kadınının eski devirde çektiği azabı, yarattığı canlı kahramanlar üzerinden ortaya koymuştur. Yazar eserde, geçmişin uygunsuz geleneklerini, örf âdetlerini savunan, adaletsizliği destekleyen, kadın özgürlüğü ve eşitliğini, insanî vasıfları ayaklar altına alan kötü niyetli kişilerin görgüsüzlüklerini gözler önüne sermiştir.

Genel olarak Kazak edebiyatında kadın özgürlüğü ve kadın eşitliği, Ekim Devrimi’nden sonra en çok dile getirilen konulardan biridir13. Bu konu, Kazak edebiyatındaki bütün türlerde olduğu gibi, Kazak drama ve tiyatro repertuarının ilk dönemdeki en önemli ve temel konularından biri hâline gelmiştir. Kazak tiyatrosunun ilk yıllarında bu konu üzerine yazan tiyatro yazarları ve piyesleri sahneye koyan tiyatro kadroları da konunun önemine vâkıftırlar. Ekim Devrimi sonrasında Sovyet Hükümeti’nin özellikle kadınlar konusundaki iyileştirmelerinin dönemin en güncel meselesi olduğunun da bilincindedirler. Ancak henüz Kazak tiyatrosunun ilk yılları olması ve yeterli tecrübeye sahip olunmaması sebebiyle bu ilk eserlerin edebî tarafı biraz zayıftır. Bu sebeple kadın konusunu ele alan piyesler, çoğu zaman meseleyi yeterince derinleştiremeyen ve aile içinde yaşanan doğal olayları aşamayan piyeslerdir. Buna rağmen bu ilk piyeslerin zayıf tarafları seyirci tarafından görmezden gelinerek bu piyeslerin seyirci üzerindeki etkisi büyük olmuştur. Bu bakımdan kadın konusunda yazılan ilk piyeslerin sanatsal değeri yüksek olmasa da kadın özgürlüğü ve kadın eşitliği konusunu ele alması bakımından, bu konuda halkın bilinçlendirilmesi açısından önemli bir işlev görmüştür. Bu eserler bu yönüyle toplumda bir karşılık bulmuştur. O dönemde seyirciler izledikleri bu oyunlarda, kendilerinin yakın geçmişte başlarından geçen hadiseleri, hâlâ izleri silinmeyen olayları görmüş ve kendi hayatlarından da izler bulmuşlardır (Kazak Adebiyetinin Tariyhı 7-Tom 2004: 133).

Tiyatronun ilk birkaç yıldaki repertuarında yer alan eserler, Beyimbet Maylin’in komedileri, Jiyengali Tilepbergenulı’nın Süyiskender, Perizat-Ramazan, Rahmetjan Malabayulı’nın Üy Tutkındarı, Gurıp Küni, Sıdık Ablanulı’nın Kündespeytin Katındar, Askar Tokmagambetulı’nın Eki Zan gibi o dönemin güncel meselelerini işleyen piyeslerdir (Koç vd. 2007: 459; 20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 93). Bu piyeslerin ana fikri, Ekim Devrimi’nin getirdiği özgürlükleri propaganda etmektir. Ancak bu eserlerde düşünce olmasına rağmen, sanatsal seviye zayıf kalmıştır.

Bu eserler, tiyatro sanatı açısından bakıldığında düşünce gücü taşımasına rağmen, edebî yanı zayıf kalan eserlerdir. Bu zayıf piyeslerin içerikleri de yazılış şekilleri de birbirine benzer, hepsi de sınıf çatışmasından doğup avuldaki çatışmayı işleyen piyeslerdir. Ancak hiçbirinde sanatsal bir derinlik yoktur (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 93).

Kadın konusunu işleyen piyeslerden birini de edebiyatın farklı türlerinde eser veren, çok yönlü Kazak aydınlarından biri olan Mirjakıp Duvlatulı yazmıştır. Duvlatulı’nın Balkıya adlı piyesi 1922 yılında kitap olarak basılmıştır. Eser, yazıldığı dönemin sosyal meselelerine ışık tutmaktadır. Mirjakıp Duvlatulı Balkıya piyesinde, ceditçi-kadimci çatışması, zengin-fakir çatışması, Rusya’daki Müslüman-Türk tebaanın eğitim meselesi, eğitimde metot tartışmaları, Çarlık Hükümeti’nin sömürgeci politikaları ve adaletsiz yöneticileri gibi dönemin sosyal sorunlarına eğilmiştir. O günün şartlarında az da olsa okumuş ve bilinçli bir Kazak kızı olan Balkıya ile Cedit öğretmeni Kasım’ın aşkları etrafında hem dönemin en önemli kadın sorunları ele alınırken hem de Kazakların o günkü siyasî ve sosyal hayatları ortaya konulmuştur (Kınacı 2016c: 171)

Repertuarda bir süre kalan ve sahne başarısı açısından dikkat çeken eserlerden ikisi Ö. Ospanulı ile Ötevlin’in Zarlık piyesi ile J. Tilepbergenulı’nın Perizat-Ramazan piyesleridir. Zarlık, Halk Eğitim Komiserliği tarafından açılan yarışmada üçüncülüğü alan ve Sovyet devrindeki yeni hayatı anlatmak amacıyla kaleme alınan eserlerden ilkidir. Bu eserde Zarlık, Kızıllar ile Aklar, fakirler ile zenginler arasındaki mücadeleyi gören ve bunun yavaş yavaş farkına varan kahraman tipini temsil etmektedir. Zarlık, bir değişikliğin olduğunu sezmektedir ancak kargaşa döneminde neler olup bittiğini de henüz tam olarak anlayan bir kahraman değildir. Ancak Zarlık’ın ardından, Maylin’in, Jansügirulı’nın, Şanin’in, Avezulı’nın, Aymavıtulı’nın piyeslerinde yeni devrin başarılı kahramanları yaratılmıştır, bütün yönleriyle yeni devrin kahramanları tiyatro eserlerinde yerlerini almıştır (20-30 Yıllardagı Kazak Adebiyeti 1997: 94).

Tilepbergenulı’nın Perizat-Ramazan piyesinde de eski ve yeni arasındaki çatışma işlenmiştir. Perizat ve Ramazan’ın özgürlüğe, aşk hürriyetine ulaşmaları, önemli olaylar ve büyük zorlukları aşmaları üzerinden ortaya konulmuştur. Perizat’ın hürriyeti için mücadelesi ve aşkına sahip çıkması, o dönemdeki halkın siyasî ve sosyal hayatıyla doğrudan ilişkilendirilerek verilmiştir. Bu piyeste Perizat ve Ramazan gibi yeni devrin olumlu kahramanları yanında başarılı olumsuz kahraman tipleri de yaratılmıştır. Perizat’ın babası Moldahmet, bunlardan biridir. O, kızı Perizat’ı kendi gibi zengin bir adamın oğluyla sözleyip zenginliğine zenginlik katmak niyetindedir. Kızının böyle bir talibi çıkınca tam da istediği olduğu için gizlice dünür adayları ile kendi aralarında anlaşarak dünür olurlar. Babasının kendisine hiç acımadığını fark eden Perizat, babasının verdiği zengin çocuğunu beğenmez ama buna karşılık fakir bir genç olan Ramazan’ı sever ve bunu açıkça ifade eder. Yeni dönemdeki hürriyet ortamının farkına varmış olan ve şımarık olarak büyüyen Perizat, kararından da geri dönmez. Eserde Perizat’ın imajı, tam da davranışlarıyla uyumlu olarak yaratılmıştır. O, aşkı ve özgürlüğü için mücadeleye giren ve bu yolda geri adım atmayan bir karakter olarak kurgulanmıştır. Perizat, yalnızca kendisi cesur bir kahraman değildir, aynı zamanda sevdiği genç Ramazan’ı da öğütler, birlikte kaçmaya korkan Ramazan’ı etkileyip onu da ikna ederek yönlendirir. Ramazan şahsında ise ömrü fakirlik içinde geçen, ırgatlık ile hayatını idame ettiren, o dönemin sosyal çatışmalarına ister istemez karışmak zorunda kalan fakirler ortaya konulmuştur. Özellikle de Moldahmet’in iftirası ile hapse girip daha sonra oradan kurtulan Ramazan’ın yaşamı, olayların farkına varması, yaşanan sosyal değişmelere vakıf olması açık bir şekilde ortaya konulmuştur. Kararlı davranışları olan ve özgürlük mücadelesine giren Perizat ile el ele vererek düşmanlarıyla mücadele eden Ramazan, eserde mücadeleci kahraman derecesine yükseltilmiştir. Piyesin ana fikri olan yeni bir hayat ve mutlu bir ömre kavuşmak için, mücadelenin sınıf mücadelesi ile birlikte yürütülmesi gerekliliği piyeste açık bir şekilde gözler önüne serilmiştir. Dönemin taleplerine uygun bir şekilde piyeste Peri-zat, bundan önceki Kazak kızlarına göre, mücadeleye bilinçli bir şekilde girişip, yeni devrin kadınlara getirdiği eşitliğe güvenen bir kadın kahraman olarak kurgulanmıştır. Ramazan karakteri ise sınıf bilinci gelişerek özgürlük, adalet, sadakatli bir aşk için savaşmanın önemini kavramış ve korkusuz bir karakterdir.

7.Rus yazarı İvan Gonçarov’un (1812-1891) 1859 yılında yazdığı Oblomov romanının başkahramanıdır. Romanda soylu toprak sahibi Oblomov’un hiçbir amacının olmaması, hiçbir işte dikiş tutturamaması, tembelliği ve nihayet anlamsız hayatı içinde kendini bir eve hapsederek hayatını devam ettirmesi anlatılır. Zaman içerisinde Oblomov ve Oblomovculuk tembelliğin, amaçsızlığın ve anlamsız bir hayatın sembolü haline gelmiştir.
8.Ekim Devrimi’nden sonra Sovyet devrinin yeni kadınını temsil eden “Devrimci Kadın” imajı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Kınacı 2012, Kınacı 2014, Kınacı 2016a.
9.Stalin’in Kızıl Kırgın döneminde öldürülen Alaş aydını Koşke Kemengerulı’nın adı ve eserleri edebiyat tarihlerinden çıkarılarak tamamen silindiği için, Sovyet devrindeki kaynaklarda 13 Ocak 1926’da Kazak Millî Tiyatrosu’nun Muhtar Avezulı’nın Enlik-Kebek trajedisi ile perdelerini açtığı yazmaktadır. Sovyet devrinde bu şekilde bilgi veren bir kaynak için bkz. (Kazak SSR 4-Tom Kıskaşa Entsiklopediya 1989: 321).
10.Avul: Kazak konar-göçer hayatı içinde birkaç çadırdan meydana gelen yerleşim birimi.
11.I. Dünya Savaşı devam ederken, 25 Haziran 1916’da Çarlık Hükümeti daha önce askere alınmayan Türkistanlılardan 19-43 yaş arasındaki erkekleri cephe gerisinde, silahsız olarak çalıştırmak üzere (siper kazma, yol açma, köprü inşası…) askere alma kararı çıkarmıştır. Alınan karara göre, Kazakistan’dan ve merkezi Asya’dan 400 bin kişi, bu rakamın içinde Kazakların yaşadığı bütün bölgelerden 240 bine yakın asker alımı planlanmıştır. Ancak o günün şartlarında Kazaklar arasından bu kadar kişinin askere alınması, sosyal ve ekonomik açıdan Kazakları felakete uğratacak bir durumdur (Kınacı 2016b: 74). Doğal olarak Kazak halkı çocuklarının savaşa götürülmesini üstelik de silahsız olarak cephe gerisinde çalıştırılmak üzere götürülmesini istememiştir. Bu durum askere alım listelerini hazırlayan yerel yöneticiler tarafından kullanılmış, bir çıkar aracı olarak değerlendirilmiştir. Yerel idareciler, listelerde yaptıkları tahrifatlarla istedikleri kişileri askere gönderirken, istedikleri kişileri listelerden çıkarıp bunun karşılığında ailelerden para almıştır. Dolayısıyla halk, hem Çarlık kanunları hem de yerel idarecilerin keyfi uygulamaları nedeniyle 1916’daki zorunlu askere alma sürecinde zarar görmüştür ve büyük bir sıkıntı yaşamıştır. Sovyet devrinde 1916 süreci ve bu süreçte halkın yaşadığı mağduriyetler Kazak edebiyatında sıklıkla işlenen konulardan biri olmuştur.
12.1917 Ekim Devrimi sonrasında 1918-1922 yılları arasında Bolşeviklerle ona muhalif olanlar arasında yaşanan iç savaştır. Beyaz Ordu kuvvetleri ile Kızıl Ordu kuvvetleri arasındaki mücadeleyi Kızıl Ordu kazanarak Rusya’da Sovyet Hükümeti’nin kalıcılığı resmileşmiştir.
13.Sovyet Devrinde Kazak edebiyatında roman türü esas alındığında da Ekim Devrimi sonrasında kadınlara verilen eşitlik ve hürriyeti dile getiren çok sayıda eser yazılmıştır. Bunların bir kısmı mesela Akbilek ve Botagöz adlı romanlarda olduğu gibi, doğrudan yeni devrin kadın imajını temsil eden bir kadın kahramanın hayatı etrafında şekillenir (Kınacı 2012; Kınacı 2014; Kınacı 2016a). Bunun dışında Sovyet devrinde yazılan hemen hemen her romanda yeni devrin aydın kadın tipini yansıtan kadın kahramanlar mutlaka yer alır. Bunlara örnek olarak Adaskandar/Möldir Mahabbat romanlarındaki Hakime Asiya Bektesova, Azamat Azamatıç romanındaki Kayşa, Ösken Örken’deki Asiya Alimova gibi yeni devrin kadın kahramanları verilebilir. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. (Kınacı 2016b: 399-428).

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.