Kitabı oku: «Kızılderili Mitolojisi», sayfa 3

Yazı tipi:

Son birkaç yıl içinde çok değerli başka bir kaynak akademisyenlerin erişimine sunuldu. Bu, Relations de la Nouvelle France isimli eserdir. Bu kitap, İrokualar ile Algonkinler arasında bulunan Cizvit misyonerlerinin 1611 ve sonrasına ait yıllık raporlarını içerir. Bu çalışmaya atıflarım her zaman 1858 Quebec baskısındandır. “Sketch of the Creek Country” adlı kısa eser, Krikleri konu alan ve diğerinden aşağı kalır yanı olmayan bir çalışmadır. Eser, Albay Benjamin Hawkins tarafından yaklaşık 1800’de yazılmış ve tam hali ilk defa Georgia Historical Society tarafından 1848’de basılmıştır. Atıfta bulunduğum diğer çalışmaların çoğu, burada özel bir incelemeye ihtiyaç duymayacak kadar iyi bilinir veya alıntılandıkları zaman dipnotlarda daha ayrıntılı bir şekilde bahsedilecektir.

İkinci Bölüm
Tanrı Düşüncesi

Mitolojinin; semboller, şekiller ve anlatıyla ifade edilen ve her zaman daha açık bir söyleyiş için mücadele veren bir tanrı fikri olduğu tanımını kabul edersek bu fikrin izini dildeki ilk somutlaşmasında sürmek yeterli değildir. Ayrıca, karşılaştırma yapılabilmesi için bu fikrin en son ve en çok kabul gören anlatımı nedir diye sormak gerekir. Bunun cevabını bize Immanuel Kant verir. Kant, deneyimden elde edilen olgulardan hareket ederek, aklımızın sürekli olarak bu olguları birbirine bağlayan ilkeleri elde etmeye çalıştığını ve yalnızca tüm tutarsızlıklarını uzlaştıran ve onları tek parçada birleştiren yüce bir başlangıç ilkesinin var olduğu kanısında tatmin olduğunu göstermiştir. Kant, bu ilkeye Aklın İdeali demektedir. Bu görüş doğru olmalıdır çünkü bizim doğruyu tek sınama yöntemimiz olan mantık yasalarından çıkarılır. Dahası benlik duygusu ve iç ses, kaynakları incelendiğinde, yalnızca sonsuz bir benliğin ve mutlak bir doğruluk ölçütünün varsayımıyla açıklanabilir. Diğer taraftan, bütün bunlar bazılarına kılı kırk yararak elde edilen metafizik kurnazlıklardan ibaretmiş gibi geliyorsa bu kimseler, realist tanımına yakındır: Tanrı düşüncesi, bireyin kendi eylemlerinin benzerliği üzerinden akıl yürüterek geride kalmayı ve doğa olaylarını meydana getirmeyi hayal ettiği bütün o zihinsel eylemlerin bir toplamıdır.39 İkisinden biri doğruysa, ilah kavramından yoksun bir kabilenin ve hatta aklı başında bir insanın nasıl var olabileceğini kavramak zor olurdu.

Amerika’da Tanrı fikrinin yokluğuna dair hiçbir örnek bulunmamıştır. Bu fikir genellikle, muğlak, gülünç ve değersizdi ama her yerde insanlar bir sensus numinis ile yoğrulmuştu: İnsanın etrafında, arzu ederlerse ona yardımcı olabilecek veya ona zarar verebilecek görünmez, kudretli faillerin olduğuna dair bir his. Her kalpte Bilinmeyen Tanrı için bir sunak vardı. Ancak bu görünmeyen güçlere birlik fikri iliştirmek alışılmış bir durum değildi. Mitolojinin henüz gelişmediği eski zamanlarda ve son derece cahil şartlarda, sonradan çeşitli zamanlarda reformcular tarafından tekrar canlandırılan bir tek tanrıcılığın hâkim olduğu varsayımı, vahşi yaşam coşkusu ve doğal hal övgüsü filozofların ilgi alanı olmaktan çıktığında sona ermesi gereken bir kanıdır. Burada soyutlama becerisi çok az olan insanlardan bahsediyoruz. Doğa kuvvetlerinin sergilenmesi, öz bilinçleri ve hissettikleri gizli güçlerin tezahürleri gibi geliyordu onlara. Bu çeşitli tezahürleri bir araya getirip bunları bir karakterin faaliyetleri olarak kabul etmek atılması kolay bir adım değildi. Gerçi o, bizden çok da uzakta değildir. Carriere şöyle söyler: “İnsanlar ne zaman açık bir şekilde düşünse veya derinden hissetse, Tanrı’yı öz bilinçli birlik olarak tasarlar,” ve başka bir yerde şöyle yazar: “Çoktanrıcılıkla çelişmeyen, düşünceye değil, dini duygulardaki canlı sezgilere açık olan bir tektanrıcılık anlayışına sahibiz.”40

Nitekim bu, Kızılderililer arasında da böyleydi. Hiçbir Avrupa diline benzemeyen dillerinde genellikle bir kelime bulunur: Gözle görülmeyen dünyanın tüm tezahürlerini kapsayan ancak ona özel bir teklik anlamı vermeyen bir kelime. Bu kelime; ruh, cin; Tanrı, şeytan, gizem, büyü olarak yorumlanmış ama İngilizceye ve Fransızcaya genellikle son derece saçma bir şekilde “medicine”41 diye çevrilmiştir. Algonkin lehçelerinde bu kelime manito ve oki, İrokua dilinde oki ve otkon, Dakota dilinde wakan, Aztek dilinde teotl, Keçuva dilinde huaca ve Maya dilinde ku’dur. Bu kelimelerin hepsi en genel haliyle doğaüstü düşüncesini ifade eder. Ayrıca doğaüstü kelimesinde olduğu gibi, yer algısı aktarımı görüyoruz. Bu kelime, tam anlamıyla doğal dünyanın yukarısında olanı ifade eder. Dolayısıyla bu belirsiz ve ilkel ifadelerin analizini yaptığımızda aynı kinayeye rastlıyoruz. Wakan zarf olarak yukarıda anlamına gelir; oki, oghee’nin başka türlü yazılmasından ibarettir ve otkont, hetken ile uyuşuyor gibi gözükür. İkisi de aynı anlama sahiptir.42

Bu aktarım yalnızca mecaz değildir, bilakis köken itibarıyla tam olarak insan zihninin dokusundan gelir. Gökyüzü (üstteki bölgeler) her dinde ilahın ikametgahı olarak farz edilir. Daha yüksek olan her zaman daha kuvvetli ve soylu olandır; daha üstün olan, bizden daha iyi olandır ve dolayısıyla Algonkin dilinde kabile şefine oghee-ma, daha yüksek olan, denir.

İnsanda onu sevinç coşkusu, korku veya acı nöbetleri yaşarken yönlendiren öylesine saf ve içten gelen bir içgüdü daha vardır ve bu içgüdü, insanın ellerini ve gözlerini gökyüzüne dikmesine sebep olur. Orada, görkemin ve sağlamlığın simgesi olan güneş ve parlak yıldızlar ikamet eder. Göğün mavi kubbesinin, gözleri gitgide sonsuz derinliklerine bakmaya davet eden gizemli bir çekimi vardır.43 Gökyüzünün rengi; cömertlik, huzur, güneş ışığı ve sıcaklık düşüncelerini akla getirir. En vahşi avcı kabileler bile bu duyguları hissetmişlerdir ve mavi renk, bu insanların dillerinde bir metafor ve dostane bir tasarımın bir ifadesi olarak geniş bir kullanım alanına sahipti.44

Dolayısıyla Tanrı düşüncesi gökkubbeyle ilişkilendirildi ve çok geçmeden insan şu soruları sordu kendine: Gökkubbe maddi ve Tanrı ruhani mi, Tanrı tek mi yoksa çok mu? Pek çok dilde bunun izine rastlanır. Latince Deus, Grekçe Zeus, Sanskritçe Dyaus, Çince Tien, bunların hepsi yukarıdaki gökyüzü anlamına gelmekteydi ve bizim dilimizdeki “heaven”45 kelimesi sıklıkla Tanrı kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanılır. Bu ifadelerde başta hiçbir kişileştirme yoktur. Bu kelimeler, gözle görülmeyen bütün failleri kapsar, kişilikten mahrumdur. Hal böyle olunca mantıktan yoksun ilkel insanın bunları tapınma nesneleri haline getirmesinde çelişkili bir durum yoktur. Mayalıların bir sürü tanrısı vardı; “ku,” der tarihçileri,46 “Herhangi bir özel tanrıya işaret etmez. Yine de dualar bazen kue’ye yönelik olarak edilir,” ki hitap halinde bu aynı kelimedir.

Latinlerin tanrılarına genel olarak Superi (yukardakiler) diye hitap etmesi gibi, Kaptan John Smith Virginialı Powhatanların oki (yukarıdaki) kelimesini aynı anlamda kullandıklarını keşfetmiştir. Ve hatta bu kelime, “kötü bir şekilde bezenmiş ahşap bir put” şeklinde belirli bir kişilik bile kazanmıştı. Algonkin dilinin daha saf lehçelerinde daima belirsizdir: nipoon oki (yazın ruhu), pipon oki (kışın ruhu) gibi. Kelimeyi İrokualar ile tanıştıran Algonkinlerin komşuları ve akrabaları olan Huronlar olabilir. Huronlar bu kelimeyi “mevsimlere hükmeden, rüzgârları ve dalgaları zapt eden, insanların işlerini yoluna sokabilen ve tüm eksikliklerini karşılayabilen şeytani bir güç” anlamında kullanıyorlardı.47 İrokuaların çok uzak başka bir kolunda (Güney Virginialı Nottowayler), quaker gibi tuhaf bir şekilde yeniden ortaya çıkar. Kuşkusuz powhatan dilindeki qui-oki’nin (ikincil tanrılar) bozulmuş halidir.48 İrokuaların taptıkları isim garonhia idi. İncelendiğinde, bu kelimenin de gökyüzü için kullanılan ortak sözcükleri olduğu ortaya çıkar. Yine büyük ihtimalle yukarıda olmak anlamına gelen gar fiilinden türemiştir.49 Aztek ve Kiçe efsanelerinde “Gökyüzünün Kalbi”, “Gökyüzünün Efendisi”, “Mavi Düzlemkürenin Prensi”, “O, her şeyin üstündedir” gibi ifadelere sıkça rastlanır ve Molina’ya göre, Arukanyalılar daha cüretkâr bir metaforla en yüce tanrılarına “Gökyüzünün Ruhu” adını veriyorlardı.

Bu son ifade, başka bir düşünce silsilesine sebep olur. Filozofların, öz bilincin işleyişleri üzerine kafa yorarak çeşitli yolların Tanrı’ya zemin hazırladığını kabul etmeleri gibi, ilkel insan da dilini şekillendirirken bazen bir yoldan bazen diğerinden yürümüştür. Şüpheciler her şeyi sorgulasa da bir Tanrı ve ruh mutlaka varsa, bunların tözümsü olduğundan şimdiye kadar hiç kimse şüphe etmemiştir. Bu sağlam inanç, dil üzerinde tanrısal, ruhani alemi ifade etmek için geliştirilen isimlerde iz bırakmıştır. Bize Kızılderili dillerinden daha yakın olan dillerden elde ettiğimiz ipuçlarının izini sürüp spiritual50 kelimesini incelersek bu kelimenin Latince spirare’den (esmek, nefes almak) geldiğini buluruz. Yine Latincede animus (öz), anima (ruh) kelimelerinin kökenine bakarsak bunlar Grekçe anemos (rüzgâr) ve aémi (esmek) kelimelerine işaret eder. Grekçede ruh veya öz için kullanılan ifadeler psuche, pneuma, thumos kelimeleridir. Bunların hepsi doğrudan, rüzgârın veya nefesin hareketini ifade eden eylem kökünden gelmektedir. İbranice ruah kelimesi Eski Ahit’te kimi zaman rüzgâr, kimi zaman öz, kimi zamansa nefes olarak tercüme edilir. Aslında, ghosts ile gusts, breaths ile breezes,51 Yüce Öz ile Yüce Rüzgâr etimolojik olarak bir ve aynıdır. Durumun sebebini tahmin etmek kolaydır. Ruh, candır; can ise nefestir. Görülmez, ölçülemez, şiddetli devinimle hızlanan, dinlenirken ve uyurken yavaşlayan, ölümde çok uzaklara göç eden nefes, hayatın en belirgin işaretidir. Tüm uluslar, bu benzerliği alıp birini diğeriyle özdeşleştirmiştir. Ancak nefes, rüzgârdan ibarettir. Dolayısıyla; yukarı, aşağı, ileri, geri hareket eden; bulutları sürükleyen, özünde görünmez olan, korkunç fırtınalara ve çeşitli mevsimlere sebep olan rüzgârı nefes (Tanrı’nın özü) yani Tanrı’nın kendisi olarak görmek ne kadar kolaydır! Dolayısıyla, Musevi yaratılış hikâyesinde “muazzam bir rüzgâr”ın biçimsiz denizin üzerinden geçerek dünyayı meydana getirdiği ve Tanrı’nın kile canlı bir ruh bahşettiğinde ona “yaşamın rüzgârı”nı üflediği söylenir.

Kendimizi bu benzerliklerle donatarak Amerika’nın ilkel dillerine dönüyoruz. Onları, Eski Dünya’da olduğu gibi belirgin bir halde buluyoruz. Dakota dilinde niya düz anlam olarak nefes, mecazen hayat demektir. Netala dilinde piuts; hayat, nefes ve ruh demektir. Eskimo dilinde silla, hava ve rüzgâr anlamına geldiği gibi, bir bütün olarak dünyanın en yüce fikrini ve akıl yürütme melekesini veren kelimedir. Yüce varlığa Sillam Innua (Havanın veya Her Şeyin Sahibi) veya Sillam Nelega (Havanın veya Rüzgârın Efendisi) derler. Oregonlu Yakamaların dilinde wkrisha, rüzgâr var, wkrishwit hayat var anlamına gelir; Azteklerde ehecatl havayı, hayatı ve ruhu ifade etmekteydi ve mitlerinde kişileştirilerek, kendisine genellikle Yoalliehecatl (Gece Rüzgârı) denilen en yüce ilahları Tezcatlipoca’nın nefesinden doğduğu söyleniyordu.52

Rüzgârın tanrı olarak kişilik kazanmasına yol açan, hayatın ve gücün bu tezahürünü onun görünmeyen bilinmeyen sebebiyle birleştiren bu aktarma aslında belli belirsizdir. Dolayısıyla, Kriklerin yüce görünmez hükümdarlarına ESAUGETUH EMISSEE (Nefesin Efendisi) diye hitap ettiklerinde ona atfettikleri değerli bir sıfattı. Bu şüphesiz, başlangıçta komşuları Çerokilerin kullanmaya alışık oldukları OONAWLEH (Rüzgârların En Yaşlısı), ile eşdeğer anlama sahip bir kavramdı ama sonra hızlıca, ilahın bu doğal hava olayıyla mutlak bir şekilde özdeşleştirilmesine yol açtı. Bu durum, aynı uluslar zümresinde meydana gelmiş gibi görünüyor. Zira Çoktav dilinde ilah için kullanılan asıl kelime HUSHTOLI (Fırtına Rüzgârı) idi.53 Bu düşünce aslında, her zaman sembolün içinde kayboluyordu. Kiçe efsanelerinde gizemli yaratıcı güç HURAKAN’dır. Bu, uzak atalarının Antillerden beraberlerinde getirdiği, onların dilinde hiçbir anlamı olmayan bir isimdir. Kelime, anlamını eski Haiti dilinde bulur ve hurricane, ouragan, orkan şekilleriyle Avrupa dillerince Karayip Denizi’nde meydana gelen korkunç tornadonun ismi olarak benimsenmiştir.54 Eski Meksika’da birkaç kabilenin başlıca ilahı olan Mixcohuatl (Bulut Yılanı), bugün bile dillerinde tropikal kasırga için kullanılan doğru ifadedir ve Panama yerlileri, Tuyra adıyla aynı doğa olayına tapıyorlardı.55 Peru’da havayı öpmek, kolektif ilahlara tapınmanın en yaygın ve en basit göstergesiydi.56

Mitoloji üzerine çalışan pek çok yazar, rüzgârlara verilen önemi inceledi. Hiçbiri asıl kaynağını bulamadı. Meteorolojiyle ilgili olguların bir çözüm için tümüyle yeterli olduğu düşünüldü. Sanki insan, Tanrı düşüncesini her zaman doğadan devşirmiş veya devşirebilirmiş gibi! Rüzgârın nefesle, nefesin hayatla, hayatın ruhla ve ruhun Tanrı’yla özdeşliğinin kaynağı, çok daha derin ve esaslıdır. Burada kabataslak bir şekilde izini sürdüğüm bu kaynağın fark edilmeden gelişimi, yalnızca dilin tanıklığıyla doğrulanır.

Bununla birlikte, ifadelerden hiçbirini Tek Yüce Varlığın ayrı olarak tanımlanmasının ispatı gibi yorumlamayalım. İster Sami halklarının belirli tek bir Tanrı’sında görüldüğü gibi olsun isterse Brahmanların belirsiz panteist anlamında olsun, Amerika kıtasında tektanrıcılığın tek bir örneğine rastlanmaz. Misyonerler, yerlilerin dillerinde Deus (Tanrı) olarak çevrilmeye uygun tek bir kelime bile bulamadılar. Nasıl bulsunlar ki? Bu isme izafe ettiğimiz çağrışımlar, neredeyse iki bin yıllık Hıristiyanlık diniyle ilgili bir durum. İyi Ruh, Yüce Ruh veya bunlara benzer ifadeler, gezginlerin zihinlerinde çok sayıda uyumsuzluğa sebep oldu. Bunlar, çoğu durumda tamamen modern kökenlidir. Misyonerlerin önerileri üzerine türetilip beyaz insanın tanrısına uydurulmuştur. Bunların yerlilerin zihinlerinde bir kişilik algısı yaratması, herhangi bir tapınma nesnesini işaret etmesi son derece nadirdir. Belki de eski zamanlarda asla böyle olmamıştır. Jesuit Relations’da Algonkin kabileleri tarafından kabul edilen bir ruhani tanrı olmadığı ve Yüce Manito unvanının onun özel kavramı olarak ilk defa misyonerler tarafından benimsetildiği kesin bir biçimde ifade edilir.57 Pek çok yazarın yerli inançlar altında yatan tektanrıcı fikri göstermek için zafer kazanmışçasına kanıt olarak gösterdikleri, Bay Schoolcraft’ın ismi üzerine birtakım filolojik hayaller kurduğu İrokuaların yüce ilahı Neo veya Hawaneu daha yakından incelendiğinde, Hıristiyan etkisinin bir sonucu olduğu ortaya çıkar. Ayrıca bu kelimeler Fransızca Dieu ve le bon Dieu! ifadelerinin bozulmuş halidir.58

Doğanın, evladının etrafında faaliyet halinde olan çok sayıda gizemli gücü vardır. İnsan, içinde ona kendisinin türünden olmadığını ama ondan tamamen farklı olmadığını ifade eden bir şey hisseder. Sonra da bunları duyusal tecrübeden elde ettiği tek bir kelimede bir araya getirir. Bu hissi daha kuvvetli bir şekilde ifade etmek isteyerek dilinin yapısı gereği kelimeyi ikiye katlar ya da bir sıfat veya bir sonek ekler. Ama bu kelime onun için hala pratiğe dökülmemiş bir soyutlama, düşünce kategorisi, Her Şey için kullanılabilen bir çerçeveden ibarettir. Bu, katiyen bir saygı veya kurban nesnesi değildir. Hiçbir mitte insanın kavrayabileceği kadar açık değildir. İnsanların tapınaklarına girmez. İnsan, tüm formların ardında tek bir özün olduğu inancından kendini alamaz ama insanın onu kavrayıp tanımlayacağı an geldiğinde o, buna izin vermez. Böylece insan, Titania’yı kör edenden daha gülünç bir büyüyle Tanrı’ya tapmayıp onun kendi ürettiği basit bir puttan ibaret olduğunu düşünür. Zeruana Akerana, Zend Avesta’da Ahura Mazda ile Ehrimen arasındaki ebedi mücadelenin ardında belli belirsiz görünür. Grek şairlerin sayfalarında ne Olimpos’ta taht sahibi olan ne de tanrıların çekişmesinde yer alan ama tek başına çok uzakta durup “geçmişte, şimdi ve gelecekte” bir ve her şey olan Zeus’la ilgili işaretler zaman zaman gözümüze ilişir. Yerlilerin zihninde zaman zaman ne dua ne kurban talep eden, Texas’ın yerlilerinin 1684’te Joutel’e söylediği gibi “aşağıdaki şeylerle ilgilenmeyen,”59 çağrılacak bir adı olmayan ve mitolojide asla yer almayan Görülmez Bir Ruh inancı, şüphesiz zaman zaman mevcuttu. Bu inanç, çok örtük bir şekilde ve genellikle daha vahşi kabilelerde mevcuttu. Ve hiçbir iddia, mitolojiden mahrum uluslar arasında daha saf ve daha tektanrıcı bir dinin var olduğunu varsayan bir iddia kadar dini gelişme yasalarıyla çelişemez. Amerika kıtasında ruhani bir tanrıya ibadetin kesin olarak tesis edildiği yalnızca iki örnek vardır. Bunlar, Amerika’nın doğal dinleriyle ilgili en büyük paya sahip olduğundan özellikle bahsedilmeyi hak ediyor.

Tahmin edebileceğimiz üzere buna en medeni uluslarda rastlıyoruz: Perulu Keçuvalar ve Tezcucolu Nahualar. Yaklaşık 1440 yılında Cuzco’da yeni yapılan Güneş tapınağının kutsanması için bir araya gelen büyük dini bir konseyde Inca Yupanquei’nin topluluğun önünde ayağa kalktığı ve kısmen şunları söylediği anlatılır:

“Pek çokları der ki Güneş, her şeyin Yaratıcısı’dır. Ancak yaratıcı, yarattıklarıyla uyumlu olmalıdır. Şimdi, Güneş yokken bir sürü şey gerçekleşir. Dolayısıyla o, evrensel yaratıcı olamaz. Ayrıca onun canlı olduğu tümüyle şüphelidir, zira yorulmak bilmeksizin hareket eder. O, canlı bir şey olsaydı bizler gibi yorgun düşerdi; özgür olsaydı gökyüzünün her yerinde gezerdi. O, bir ustanın gözetiminde daire çizen ipe bağlı bir hayvan gibidir; dilediği yere değil gönderilen yere gitmek zorunda olan bir ok gibidir. Size söylüyorum ki onun (Babamız ve Güneş Efendimizin) kendisini ara vermeden veya dinlenmeden günlük turunu yapmaya icbar eden ondan daha kudretli bir tanrısı ve efendisi olmalıdır.”60

Tüm varlıkların en yücesini ifade etmek için, eski Aymara ulusunca bilinen en yüce ilahların ismi baz alınarak bir isim ilan edildi: Illatici Viracocha Pachacamac. Kelimesi kelimesine: gök gürültüsü vazosu, deniz köpüğü, dünyayı var eden. Bunlar ruhun en derin dini içgüdülerinden gelen gizemli ve sembolik isimlerdir ve sonraki bölümlerde bunların gizli anlamları aydınlatılacaktır. Callao yakınında deniz kenarında bir vadiye bir tapınak yapılmıştı. Buradaki ibadetler putlar veya kurbanlar olmaksızın gerçekleştiriliyordu. Bununla birlikte İnkalar, bunun ilerisindeydiler.

İspanyollar, 1525’te Pachacamac tapınağını ziyaret ettiklerinde gudubet resimlerle süslenmiş duvarların yanı sıra, devasa bir insanı temsil eden ve kendisine dualar edilen ahşaptan yapılmış çirkin bir put buldular.61

Tezcuco efendisi Nezahualt’ın yaklaşık aynı zamanlardaki girişimiyle hiçbir şey boy ölçüşemez. Nezahualt, krallığını miras bırakacağı bir erkek çocuk için uzun zamandır atalarının tanrılarına dua ediyordu ve sunak taşları katledilen kurbanların kanlarıyla boş yere tütsüleniyordu. Prens, en sonunda öfke ve umutsuzluk içinde haykırdı: “Bu taptığım tanrılar gerçekte, konuşamayan veya hissedemeyen taş putlardan başka nedir? Cennetin, Güneş’in, Ay’ın ve Ay’ı süsleyen ve sayısız nehirleri, membaları, suları, ağaçları, bitkileri ve türlü türlü sakinleri ile yeryüzünü aydınlatan yıldızların güzelliğine bunlar sebep olmuş olamaz. Her şeyin yaratıcısı, görünmeyen ve bilinmeyen bir tanrı olmalı. O, beni tek başına teselli edip ıstırabıma son verebilir.” Gönlünden geçenleri vaktinde yerine getirip bu inancını kuvvetlendirerek göğün dokuz katını temsil etmesi için dokuz kat yüksekliğinde bir tapınak yaptırmış ve bunu “Bilinmeyen Tanrıya, Sebeplerin Sebebi”ne adamıştır. Takdir ettiği bu tapınak, hiçbir zaman kanla kirlenmediği gibi çevresine de hiçbir zaman put dikilmemiştir.62

İki durumda da daha saf başka bir dinin, rağbet görenin yerine ikame teşebbüsüne rastlanmamıştır. İnka, güneşin erkek kardeşi olarak tebaasının saygısını görmeye devam etti ve bu ışık saçan nesneye düzenli bir şekilde tapınılmaya devam edildi. Tezcuco prensi, ulusal tanrılarına gereken saygıyı göstermeye devam etti ve hatta savaş tanrısının sunağında tutsakların göğsüne bıçak saplamaktan geri durmadı.63 Bu örnekler, her zaman mevcut olan bu tektanrıcılığın “çoktanrıcılıkla çelişmeyen, aksine dini duygularda yaşayan bir sezgi olduğunun” tezahürleriydi. Bu örtük ama gerçek olan ayrım iyice anlaşılırsa “ebedi”, “kadiri mutlak”,” görünmez”, “tapılası” gibi sıfatların; “Her Şeyi Yaratan ve Şekillendiren”, “Hayatın Annesi ve Babası”, “mükemmellik ve birlik içinde eksiksiz Tek Tanrı”, “var olan her şeyin Yaratıcısı”, “Dünyanın Ruhu” gibi unvanların Azteklerde, Haitililerde, Arukanlılarda, Lenni Lenape’de ve diğerlerinde kullanıldığına ve kesinlikle yerli kökenli olduğuna rastlamak bizi şaşırtmayacaktır.64 Bunların tamamen çoktanrıcı bir tapınma içinde kullandıklarını öğrenmek çelişkili gelmeyecektir. Haklarındaki genel kanılardan uzak duracağız ve bunları tektanrıcılık kelimesinin her iki teorik anlamında da bir tektanrıcılık kanıtı olarak göstermek gibi bir yanlışlığa asla düşmeyeceğiz. Aslına bakarsanız, en medeni uluslarda bile bu unvanlar belirli bir tanrıya atfedilmemişti. Bunlar, rahipler ve bazı tanrıların fanatikleri tarafından onu onurlandırmak için kullanılan abartılı övgü ifadeleriydi. Bu ifadeler, bizi sınırlandıran bir ilah anlayışıyla ilgili bir şeylere işaret eder ama tek Tanrı’nın kabul edilmesi lehine hiçbir şeyi ispatlamaz. En yüce ve ilk ilke inancının ne kadar derin olduğuna örnek oluştururlar ama bunun öğretide veya uygulamada var olan bir gerçek olduğunu zannetmemiz için hiçbir gerekçe sunmazlar.

Bu farklı fikirlerin karıştırılması, yerli inançlarıyla ilgili çok fazla yanlış anlaşılmaya yol açtı. Bununla birlikte bir diğer kritik hata, bu inançları düalist bir yapıya sokmaktı. Dünyanın, bir tarafta melekler ordusuyla iyi ruh ve diğer tarafta iblis sürüsüyle şeytani olanın bitmek tükenmez mücadele alanı, insanın da tüm darbeleri yiyen talihsiz futbol topu gibi temsil edildiği bir anlayış. Tarihi kökenlerini eski İran’ın Zerdüştlerinden alan bu görüş, barbar uluslarca bilinmez. “Şeytan düşüncesi”, Jacob Grimm’in haklı olarak ifade ettiği gibi, “tüm ilkel dinler için yabancıdır.” Gerçi Profesör Mueller, Amerika dinleriyle ilgili hacimli çalışmasında bu sözü uygun bularak alıntıladıktan sonra kendini beğenmiş bir şekilde, ilahları iyi veya kötü ruhlar olarak sınıflandırmaya devam eder!65

Amerika’nın yerel dinleriyle ilgili her çalışmada sorgusuz sualsiz kabul edilen bu görüş, kısmen kırılması zor düşünce kalıplarından, kısmen yerli kelimelerinin yanlış çevirilerinden, kısmense ilk misyonerlerin “putperestlerin tanrıları şeytandır” yönündeki aksiyomundan kaynaklanır. Gerçi bu araştırmacıların kendi eserleri, kendi hayal güçlerinden kaynaklı böyle bir ayrımın olmadığına dair inandırıcı kanıtlar sunar. Rahip Bruyas’ın “Şeytan, bir yılan şekline büründü” cümlesinde “şeytan” terimini İrokua diline çevirmek için kullandığı aynı kelimeyi (otkon) “dirilişte ruh olacağız,” cümlesinde “ruh” için kullanmak zorunda kalır66 ki bu, herhangi bir yerli kelimeyle kötü ruh fikrini ifade etmenin ne kadar imkânsız olduğunu gösteren son derece güldürücü bir örnektir. 1570’te Rahip Rogel, Savannah Nehri yakınındaki kabileler arasında çalışmalara başladığında onlara taptıkları ilahın tüm kötü şeyleri seven bir şeytan olduğunu ve onların ondan nefret etmesi gerektiğini söylemiştir; onu dinleyenler, bunun üzerine durumun bununla hiç ilgisi olmadığını, onun kötü varlık diye adlandırdığı şeyin tüm iyi şeyleri gönderen güç olduğunu söyleyerek misyonerin yanından öfkeyle ayrılmışlar.67

Winslow’un 1622’de yazılan “Good News from New England” adlı eserinden bir pasaj, bu yanlış görüşü desteklemek için sık sık alıntılanır. Yazar, Kızılderililerin Kiehtan dedikleri iyi bir güce ve Hobbamock veya Hobbamoqui diye isimlendirdikleri “anlayabildiğimiz kadarıyla Şeytan olan” başka bir güce taptıklarını söyler. Bu isimlerden ilki, bir Algonkin lehçesi olan dillerinde sona gelen bir n harfiyle “harika” anlamına gelir ve muhtemelen Kittanitowit’in (büyük manito) bir kısaltmasıdır. Bu, Roger Williams ve diğer eski yazarlar tarafından zikredilen muğlak bir ifade olup kişileştirilmiş herhangi bir tanrının unvanı değildir.68 Kötü gücün karşılığı olmaktan çok uzak olan ikincisi, Winslow’un kendi ifadesine göre, hastalıkları iyileştiren, avda insanlara yardımcı olan ve koruyucuları olarak rüyalarında onlara gözüken merhametli bir tanrıydı. Dolayısıyla Dr. Jarvis, çok haklı bir şekilde, kelimenin kendisinin işaret ettiği üzere bunun “her Kızılderili’nin taptığı oke yani koruyucu ilah” anlamına geldiğini açıklamıştır.69

Böylelikle pek çok durumda, bir ulusun daha iyi bir ilahı ihmal etmek pahasına kendisine dua ettikleri kötü ilah olarak bildirilen şeyin, gerçekte kabul edilen en yüce güç olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Buenos Aires’in Pampas bölgesindeki bazı kabilelerin taptığı ve onların kötücül ilahı olduğu söylenen Juripari, aslında onların dillerinde genel anlamda ruhani varlığı ifade eden tek isimdir; Arukanyalıların mitolojilerinde zaman zaman kötülüğün babası olarak bahsedilen Aka-kanet, rahipler aracılığıyla yardımına başvurulan, Ülker takımyıldızındaki tahtından yeryüzüne meyveler ve çiçekler gönderen iyi kalpli bir güçtür ve kendisine “büyükbaba” olarak hitap edilir.70 Peruluların Çupay’ı, Prescott’un inanmamızı istediği gibi “kötülüğün belli belirsiz somutlaşması” katiyen değildi, basitçe ve yalnızca ölüm tanrılarıydı. Panteonlarının Plüton’uydu ve Meksikalıların Mictla isimli ilahının dengiydi.

Bu konuyla ilgili kanıt gerçekten ikna edicidir. Cizvit misyonerleri, kuzey kabilelerinin dinlerinden bahsederken iyi ve kötü ilahlar arasında nadiren ayrım yapar. Algonkinler ve İroqualar arasında faaliyetlerde bulunmuş Morvian üyeleri, benzer tanıklıklarından bahseder: “Bir şeytan, bir karanlık prensi düşüncesini ilk kez Avrupalılar aracılığıyla sonraki zamanlarda edindiler.”71 Çerokiler de zeki bir gözlemcinin belirttiği üzere, “Kötü tanrı hakkında beyazlardan öğrendikleri dışında hiçbir şey bilmezler.72 Sözgelimi Yüce Ruh ifadesi, Çipevyanlar için hem iyi hem de kötü ruh fikrini aynı şekilde ifade eder. Onlara açıklanana kadar böyle bir ayrımdan bihaberdiler.73 On sekiz yıl boyunca bir misyoner olarak Dakotaların arasında yaşayan G. H. Pond, şöyle yazar: “Dakotaların ağzından tanrıları iyi ve kötü diye sınıflandırdıklarına dair en ufak bir ifadeye rastlayamadım. Ayrıca onları bu şekilde takdim eden kişilerin bunu düşüncesizce yaptıklarına ikna oldum, zira el üstünde tutulan eski bir genel kanıya katılmak çok doğal bir şeydir.”74

Kızılderililer, beyazlarla temas kurduktan çok kısa bir süre sonra ebedi savaşta birbirleriyle kapışan kötü ve iyi ruhlarla ilgili düşünceyi benimsediler ve bunu kadim geleneklerine soktular.

Yahudilik veya Hıristiyanlıkla ilgili benzerlikler bulma kaygısı taşıyan yazarlar, mitleri biricik teorilerine uyacak şekilde yorumladılar ve üşengeç gözlemciler için onların tanrılarını zıt sınıflara ayırmak uygundu. Bu tutum, Meksika ve Peru mitolojisi bakımından o kadar yanlıştır ki tarihçiler bunun üzerinde daha fazla ısrar etmiyor. Ancak daha barbar ve daha az bilinen kabilelerle ilgili yaygın bir hata olarak konumunu hala sürdürür.

Bu anlayışı ispatlamak için en sık alıntı yapılan mit, belki de eski İrokuaların uluslarının ilk iki erkek kardeşi arasında meydana gelen mücadeleyi anlatan mitleridir. Bu mitin yerli kökenli ve çok eski olduğuna şüphe yoktur. Tuskarora şefi Cucis’in 1825’te anlattığı versiyona göre başlangıçta iki erkek kardeş varmış: Enigorio ve Enigohahetgea. Bu isimler kelimesi kelimesine İyi Akıl ve Kötü Akıl anlamına gelir.75 Enigorio; dünyayı nazik akarsular, bereketli ovalar ve bolca meyveyle donatarak gezerken Enigohahetgea; dik yokuşlar, dikenlik alanlar ve çöller yaratarak kötü niyetle onu takip ediyormuş. En sonunda İyi Akıl, öfkeyle kardeşine saldırmış ve onu toprağa gömmüş. Enigohahetgea, toprağın derinliklerinde gözden kaybolmuş ama yok olmamış. Zira ölülerin ruhlarını teslim alarak ve tüm kötülüklerin faili olarak yeraltı dünyasının karanlık diyarlarında hala yaşıyormuş. Bunu, Huronlar arasında 1636’da misyonerlik faaliyetlerinde bulunan Rahip Brebeuf’ün aktardığı versiyonuyla karşılaştırdığımızda hikâyenin tüm gidişatının değiştirildiğini görüyoruz. Burada ahlaki ikilik yok olur, İyi Akıl ve Kötü Akıl isimleri görülmez. Ioskeha (Beyaz olan), erkek kardeşi Tawiscara (Siyah olan) ile mücadele eder. Hıristiyan etkisinin iki yüzyıllık süre zarfında hikâyeye asli amacına yabancı bir anlam verdiğini derhal anlıyoruz.

Meşhur bir yazara göre “her zaman büyük bir yılanın, kötü bir ruhun düşmanı olarak anlatıya yerleştirilen”76 Algonkin kahramanı Manibozho ile ilgili anlatı da böyledir. Bu, pek çok hayvanı yendikten sonra bu ünlü büyücünün hünerini yılanların prensi üzerinde denediği anlamına gelir. Manibozho, büyük bir tufana ve dünyanın yok olmasına yol açan uzun bir mücadeleden sonra zaferi elde eder. Bu anlatı için elimizdeki ilk kaynak, Cusic’ten bile geç tarihlidir ve hala hayatta olan Bay Schoolcraft’a aittir. Tufanın efsanevi sebebi, Rahip Le Jeune’ün 1634’te anlattığına göre oldukça farklıdır. Bu versiyonda bir yılandan bahsedilmez. Ayrıca, daha sonra göreceğimiz üzere yılan ne Algonkinler ne de diğer Kızılderililerde bir kötülük simgesi değil, hatta tam tersidir.77

Böylesi görüşlerin görece geç tarihlerde yerlilerin efsanelerine girişleriyle ilgili Kiçelerin on yedinci yüzyılda yazıya geçirilen mitlerinde dikkate değer bir kanıt bulunuyor. Bu mitlerde yukarı ile aşağı dünyanın hükümdarlarının mücadeleleri, ilklerin Xibalba’ya (Hayaletler Diyarı) inişi ve oranın efendilerine (Bir Ölüm ve Yedi Ölüm) karşı zaferleri anlatılır. Yazar, kendisine açık bir şekilde Şeytan ve onun yardımcılarını çağrıştıran ikincisiyle ilgili şöyle yazar: “Eski zamanlarda çok güçlü değillerdi. Bunlar yalnızca, insanları rahatsız eden düşmanlardı ve aslında tanrı olarak görülmüyorlardı. Ama ortaya çıktıklarında korkunçtu. Bunlar sorun ve uyuşmazlığa sebep olan kötülüktü.” Çevirmenleri çok farklı bir şekilde etkilemiş gibi duran bu pasajda yazar, Hıristiyan dininin Şeytan’a ve onun müttefiklerine atfettiği yüce gücü, bunların putperestlik alemindeki benzerlerine (ölüler dünyasının yöneticileri) atfedilen çok daha zayıf olan güçle karşılaştırıyor gibi duruyor.78

Ufak bir muhakeme, yerlilerin dinlerinde olduğu hayal edilen böylesi bir düalizmin yerli kaynaklı olamayacağına en kuşkucuları bile ikna edecektir. İlkel insanın tanrıları, tamamen insan dış görünüşüne sahip varlıklardır. Bu tanrılar, insanlarla cinsel ilişki yoluyla kazandıkları dış görünüşlerle resmedilir. Bunlar, insanın düşmanları veya arkadaşlarıdır, zira insan ya onların gönlünü kazanır ya da onlara hakaret eder. Hiçbir insan, en azından yabani bir insan, ilgisizliğe ve zarara rağmen nazik ve hayırsever değildir. Sebepsiz yere ve sürekli olarak şeytani de değildir. Kişisel, ailevi veya ulusal kan davaları, bazılarını diğerlerden daha düşman hale getirir ancak insan, kendi çıkarlarını koruma arzusuyla kendi iyiliği için kötülükten asla zevk almaz. Sözgelimi ölüm, hastalık ve tehlike tanrıları asla şeytani bir doğaya sahip değildi. Diğer taraftan en merhametli ilahlar kendi törenlerinin ihmal edilmesini şiddetle cezalandırmaya meyilliydi. Ahlaki ikilik yalnızca, iyi ve kötü fikirlerinin keyif ve acı fikirleriyle eş anlamlı olmadığı zihinlerde ortaya çıkabilir, zira tamamen iyi veya tamamen kötü bir doğa algısı bu ifadelerin daha yüce yani ahlaki anlamda kullanılmasını gerektirir. Sonuç olarak Kızılderililerin birçok ilahının, bu bakımdan Antik Yunan ve Roma’nın tanrılarından daha güçlü bir zıtlık oluşturmadığı rahatlıkla söylenebilir.

39.Ancak en dogmatik filozofların, tutarlı bir şekilde açıklandığında doğuştan gelen ideler öğretisini reddetmesi için bir sebep yoktur. Bayağı hayvanların yemek bulmasını, göç etmesini ve türünü idame etmesini sağlayan içgüdüler ve alışkanlıklar, doğuştan gelen belirli izlenimlere tabidir ve sınırlı anatomik ve morfolojik ilişkilerle uyumludur. Hiç kimse hayvanların bilgisinin deneyimsel olduğu iddiasında bulunmaz. Aynı şekilde insan beyni, genetik veya başka bir yolla, bir tür olarak insana özgü olan çeşitli duyusal izlenimler alır. Böcekçil ay-ay maymunun beyni onu başarılı bir larva avına nasıl yönlendiriyorsa insan beyni de insanın düşüncelerine, eylemlerine ve kaderine yol gösterir.
40.Die Kunst im Zusammenhang der Culturentwickelung, s.50 ve 252.
41.Tıp, ilaç gibi anlamlara gelen bu kelime aynı zamanda efsun, büyü gibi anlamlara da gelmektedir. (ç.n.)
42.Bu türetmeleri, belirli kaynaklar eşliğinde sunuyorum. Zira, bu kelimelerin telaffuzundaki böylesi olağanüstü bir benzerliğe Kuzey Amerika’da ve Güney Amerika’nın bazı bölümlerinde rastlanabilir. Bu benzerlik, bunların tek bir kökten türediğini ileri sürmek için kışkırtıcı olabilir. Mesela, Maya lehçelerinde ku, selenme durumu a kue, Natçez dilinde kue-ya, Batı Florida Uçelerinde kauhwu, Otomi dilinde okha, Mandan dilinde okee, Siyu dilinde ogha, waughon, wakan, Keçuva dilinde waka, huaca, İrokua dilinde quaker, oki, Algonkin dilinde oki, okee, Eskimo dilinde aghatt. Sonuncusu telaffuz bakımından Almanca veya Norveççe ile eşsiz bir benzerliğe sahiptir (O Gott). Diğerlerinden bazıları ise Fince ukko kelimesiyle benzerlik taşır. Karayip dilinde Ku, ev anlamına gelir; özellikle tanrıların tapınağı veya evi. İlk İspanyol kaşifler bu kelimeyi cue imlasıyla benimsediler ve bu kelimeyi keşfettikleri ulusların kutsal binaları için kullandılar. Sözgelimi, Tezcuco yakınlarındaki büyük Teotihuacan mezarlığından Llano de los Cues olarak bahsederler.
43.Yüce gökkubbe, uzak dağlar bize mavi göründüğü için, mavi bir yüzey de bizden uzaklaşıyor gibi gözükür. Bizden uzaklaşan çekici bir nesneyi arzulu bir şekilde takip edeceğimiz için, maviye bakmayı seviyoruz. Bize baskı yaptığından değil, bizi peşinden sürüklediği için.” Goethe, Farbenlehre, 780-781.
44.Loskiel, Geschichte der Mission der Evang. Brueder, s.63: Barby, 1789.
45.Cennet (ç.n.)
46.Cogolludo, Historia de Yucathan, lib. iv. cap. vii.
47.Rel. De la Nouv. France. 1636, s.107.
48.Bu kelime, Gallatinler’in kelime hazinesinde bulunur (Transactions of the Am. Antiq. Soc., ii. cilt) ve bu seçkin etnoloğu doğu kabilelerinin Yüce bir Varlık için sahip oldukları kavramlar ne olursa olsun Quakerlerin öğretisine atfetmeye teşvik etmiş olabilir. Zira bunu birden fazla yerde yapmaktadır.
49.Bruyas, Radices Verborum Iroquaorum, s.84. Bu çalışma, Shea’s Library of American Linguisties’te bulunmaktadır ve filoloji bilimine eşsiz bir katkıdır. Aynı etimoloji, Lafitau tarafından da verilmektedir, Maurs es Sauvages, Almanca tercümesi., s. 65.
50.Ruhsal (ç.n.)
51.Hayalet ve fırtına, nefes ve esinti (ç.n)
52.Bu konuda faydalandığım kaynaklarım şunlardır: Riggs, Dict. Of the Dakota, Boscana, Account of New California, Richardson’s and Egede’s Eskimo Vocabularies, Pandosy, Gram. And Dict. Of the Yakama (Shea’s Lib. of Am. Linguistics) ve Aztekler için Abbé Brasseur.
53.Bu ifadeler Gallatin dilinin kelime hazinesinde bulunur. Adair’in düşüncesine göre son bahsedilen issto ulla veya ishto hoollo (yüce insan) kelimesinden gelir. Zira Çoktav dilinde sıfatlar nitelendirdiği ismin önünde yer alamaz. Bunun gerçek anlamı, ishtali (fırtına rüzgârı) ve hustolah (rüzgârlı mevsim) gibi Krikçe kelimelerde görülebilir.
54.Webster hurricane kelimesini Latince furio’dan türetmektedir. Ancak Oviedo, Hispaniola’nın tarifinde şöyle söyler: “Hurakan, in lingua di questa isola vuole dire propriamente fortuna tempestuosa molto eccessiva, perche en effetto non e altro que un grandissimo vento e pioggia insieme.” Historia dell Indie, lib. vi. cap. iii. Keçuva dilinde huracan kelimesinin, “Bir su akıntısının diklemesine akması” anlamına gelen huraca fiilinin şimdiki zamanda üçün tekil şahıs çekimi olması bir tesadüftür (belki bundan fazlasıdır). Markham, Quichua Dictionary, s. 132.
55.Oviedo, Rel. De la Prov. De Cueba, s. 141. ed. Ternaux-Compans.
56.Garcia, Orijen de los Indios, lib. iv. cap. xxii.
57.Bkz. Rel. De la Nouv. France pour l’An 1637, p. 49.
58.Bay Morgan, The League of the Iroquois isimli mükemmel çalışmasında bu terimlerin etimolojisiyle ilgili bilgisizliği yüzünden yanlış yönlendirilmiştir. Schoolcraft’ın görüşleri için Oneota isimli eserine bakınız, s. 147. Bu konu, şu eserde ustaca ele alınmaktadır: Etudes philologiques sur quelques langues sauvages de l’Amérique, s. 14: Montreal, 1866. Karşılaştırma için bkz.: Shea, Dict. Français-Onontagué, önsöz.
59.Qui ne prend aucun soin des choses iey bas.” Jour. Hist. d’un Voyage de l’Amérique, s. 225: Paris, 1713.
60.Bu konuşmayı Inca Yupanqui’ye atfederken bunun yerlilerin genel fikri olduğunu açıkça söyleyen Balboa’nın izinden gittim (Hist. du Pérou, s.62. ed. Ternaux-Compans). Diğerleri bunu İnkalara atfetmektedir. Bkz. Garcilasso de la Vega, Hist. des Incas, lib. viii. 8. Bölüm ve Acosta, Nat. And Morall Hist. of the New World. 5. Bölüm. Olay ve olayın gerçekleştiği yaklaşık zaman kesinlikle doğrudur.
61.Xeres, Rel. De la Conq. Du Pérou, s. 151, ed. Ternaux-Compans.
62.Prescott, Conq. Of Mexico,i. s.192, 193 Ixtlilxochit’in yetkisiyle.
63.Brasseur, Hist. du Mexique, iii. s.297 dipnot.
64.Kullandığım pek çok kaynak arasından yalnızca şunlardan bahsedeceğim: Heckewelder, Acc. Of the Inds. s. 42, Duponceau, Mém. Sur les Langues de l’Amér. Du Nord, s.310, Peter Martyr, De Rebus Oceanicis, Dec. i., cap. 9, Molina, Hist.of Chili, ii. s.75, Ximenes, Origen de los Indios de Guatemala, s.4 ve 5, Ixtlilxochitl, Rel. Des Conq. Du Mexique, s.2. Bu ifadeler, en titiz şekilde incelenmeye tabidir. Azteklerin Yüce Varlığının unvanı Tloque nahuaque, tloc (birlikte) ve nahuac (yanında, vasıtasıyla, ile) kelimelerine tüm varlıkların ve varoluşların efendisi anlamını veren iyelik formlarının eklenmesinden oluşur (alles Mitscyns und alles beiseyns, bei welchem das Seyn aller Dinge ist. Buschmann, Uber die Aztekischen Ortsnamen, s. 642). Alkonkin dilindeki Kittanittowit ifadesi; kitta (yüce), manito (ruh), wit (bir varlık kipine işaret eden bağıl bir çekim eki) ögelerinden oluşmakta ve Yüce Yaşayan Ruh anlamına gelmektedir (Duponceau). Bu iki ifadenin yerli kökenli olduğuna şüphe yoktur. Kiçe efsanelerinde Yüce Varlık Bit (çömlek yapmak, şekillendirmek) fiilinin isim hali Bitol (Yaratan) ve tzak (inşa etmek) fiilinin isim hali Tzakol (Yapıcı) olarak adlandırılır. Guyanalı Aravaklar, bir ilk sebep olarak kabul ettikleri en yüce varlıklarına Aluberi demekteydiler: alin (yapan) kelimesinin fiil hali (Martius, Ethnographie und Sprachenkunde Amerika’s. i. s. 696).
65.Geschichte der Amerikanischen Urreligionen, s.403.
66.Bruyas, Rad. Verb. Iroquaeroum, s.38.
67.Alcazar, Chrone-historia de la Prov. De Toledo, Dec. iii., Año viii., cap. iv: Madrid, 1710. Bu eşsiz çalışma, Rahip Rogel’ın mektuplarının günümüze ulaşan tek nüshalarını içerir. Shea, History of Catholic Missions isimli çalışmasında onun ismini yanlışlıkla Roger diye yanlış yazar.
68.Bu isim Duponceau tarafından tümüyle incelenmektedir: Langues de l’Amérique du Nord, s.309.
69.Discourse on the Religion of the Ind. Tribes of N. Am., s.252 Trans. N.Y. Hist. Soc. İçinde.
70.Mueller, Amer. Urreligionen, s.265, 272, 274. Şöyle ifade etmektedir: “Bu kabileler arasında düalizm çok belirgin değildir;” birkaç sayfa öncesinde Karipler hakkında şöyle söyler: “Tanrılarla ilgili düalizmin ciddi şekilde gözlemlendiği söylenemez. İyi tanrılar, iyilikten çok kötülük yapar. Baskın olan dini duygu korkudur.” Böylesine yetersiz bir sonuca ulaşılmasının sorumlusu bu kıymetli önyargılardır. “Grau ist alle Theorie.”
71.Loskiel, Ges. Der Miss. der evang. Brueder, s. 46.
72.Whipple, Report on the Ind. Tribes, s.35: Washington, 1855. Pacific Railroad Docs.
73.Schoolcraft, Indian Tribes, i. s. 359.
74.Schoolcraft, a.g.e., iv. s. 642.
75.Veya daha kesin olarak, Güzel Ruh ve Çirkin Ruh. Onondaga dilinde kökler şöyledir: onigonra (ruh), hio (güzel) ehetken (çirkin). Dictionnaire Français-Onontagué, édité par Jean-Marie She: New York, 1850.
76.Squier, The Serpent Symbol in America.
77.Bu iki efsane sonraki bölümde incelenecek. Hem ilkel formlarına ulaşılmaya hem de anlamları açıklanmaya çalışılacaktır.
78.Ximenes’in çevirisini ve yorumlarını, Or. De los Indios de Guaat., s.76, Brasseur’ünkilerle karşılaştırın, Le Livre Sacré des Quichées, s.189.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler
Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
17 mayıs 2024
Hacim:
15 s. 26 illüstrasyon
ISBN:
9786258361001
Telif hakkı:
Maya Kitap
İndirme biçimi:
epub, fb2, fb3, ios.epub, mobi, pdf, txt, zip

Bu kitabı okuyanlar şunları da okudu