Sadece LitRes`te okuyun

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Oruçla Gelen Sağlık», sayfa 4

Yazı tipi:

Daha Az Suni Yağ Tüketin

Ama bütün yağlar masum değil. Hamurlarda, kızartmalarda, margarinde ve unlu mamullerde bulunan, kısmen hidrojenize bitkisel yağlar bedenimizin kolayca başa çıkamadığı trans yağlar içerir. Trans yağlar LDL (kötü kolestrolü) yükselterek ve HDL (iyi kolestrolü) düşürerek kalp hastalıkları ve felç riskini artırır.

Yüksek derecede işlenmiş mısır, ayçiçeği ve kanola gibi bitkisel yağların bir zamanlar “kalp sağlığı” için iyi olduğu düşünülüyordu. Örneğin, mısır yağının kolayca doğal yağ olduğu sanılabilir. Ama aslında mısır normalde yağlı değildir. Marketten çok ucuza satın alabileceğiniz bir mısır yağı şişesini doldurmak için tonlarca mısır gerekir. Sonuç olarak, yakın zamanda ortaya çıkan verilerde bu yağların inflamatuar Omega-6 yağlarını yüksek oranda içerdiği görülmüştür. Bir miktar Omega-6 yağa gereksinim duysak da muhtemelen eskiden yediğimiz oranın on ila yirmi kat daha fazlasını tüketiyoruz ve Omega-6 yağlarının tüketimi, Omega-3 yağlarının (yağlı balıklarda, fındık ceviz badem gibi kuru yemişlerde ve tohumlarda bulunan) tüketimi ile dengede olmadığında, kalp hastalıklarını, Tip 2 diyabeti, inflamatuar bağırsak hastalığını ve başka kronik hastalıkları tetikleyen bir etmen olan sistemik inflamasyona yol açar.

Daha fazla sağlıklı yağlar yemek ve kısmen hidrojenize edilmiş yağlar ile yüksek oranda rafine edilmiş bitkisel yağlar gibi suni yağlardan uzak durmak sağlıklı beslenmenin anahtarıdır.

İyi beslenmenin temelleri şu basit kurallarla özetlenebilir:

• İşlenmemiş, tam gıdalarla beslenin.

• Şekerden kaçının.

• Rafine tahıllardan kaçının.

• Doğal yağlardan zengin bir beslenme biçiminiz olsun.

• Beslenmeyi oruçla dengeleyin.

FARKLI ORUÇ ÇEŞITLERI

Orucun çok farklı çeşitleri vardır ve bunu yapmanın tek bir “doğru” yolu yoktur. Mutlak oruçta hem yemekten hem sıvılardan uzak durulur. Bu dini nedenlerle yapılıyor olabilir, Müslümanların kutsal Ramazan ayında yaptığı gibi. Bu oruçta gündoğumu ile günbatımı arasında ne yiyecek ne de içecek tüketilir.

Sıvılar da yasaklandığı için orucun yemek kısıtlaması tıbbi olarak dehidrasyonla (sıvı kaybı) birleşir. Bu, mutlak orucu fiziksel olarak çok zorlaştırır ve uzunluğunu çok kısa sürelerle sınırlandırır. Mutlak oruçlar genelde sağlık amacıyla önerilmezler. Bu oruçlara eşlik eden dehidrasyonun sağlık açısından orucun zorluğundaki artışı telafi edecek herhangi bir ilave yararı yoktur. Ayrıca mutlak oruçlarda tıbbi komplikasyon riski çok daha yüksektir.

Kitabın ilerleyen bölümlerinde çok farklı oruç tiplerini inceleyeceğiz. Aralıklı oruç, kısa (yirmi dört saatten az) ya da uzun (yirmi dört saatten fazla) olarak başarıyla uygulanabilir. Uzun oruçlar da (üç günden uzun) kilo kaybı ya da sağlık yararları için güvenle yapılabilir.

10. Bölüm’de “en iyi oruç uygulamalarına” detaylı biçimde değineceğiz, ancak genel olarak bol miktarda kalorisiz sıvı (su, çay, kahve gibi) ve besin değeri çok yüksek olan ev yapımı kemik suyu tüketimini öneriyoruz.

ORUCUN GENEL ETKILERI

Peki ya orucun potansiyel yan etkileri? Yüksek glikoz düzeyi? Hayır. Yüksek tansiyon? Hayır. Artan kanser riski? Hayır. Aslında, orucun tam tersi etkileri vardır – daha düşük glikoz düzeyi, daha düşük tansiyon, daha az kanser riski. Bunlara ilaveten, artan büyüme hormonu düzeyinin bütün faydalarından da nimetleniriz.

Oruç sizi yorgun düşürmez. Oruç kas yıkımına neden olmaz. Kanepenizde cenin pozisyonunda kıvrılmanıza neden olacak bir açlık hali yaratmaz.

Aksine oruç tutmak, yapay büyüme hormonu takviyesinin yaratacağı sorunlara yol açmadan, büyüme hormonunun yaşlanma karşıtı özelliklerini açığa çıkarma potansiyeline sahiptir. Önümüzdeki bölümlerde orucun kilo vermeye (5. Bölüm) ve Tip 2 diyabete (6. Bölüm), beyin gücünü artırmaya ve yaşlanmayı yavaşlatmaya (7. Bölüm) ve kalp sağlığını iyileştirmeye (8. Bölüm) nasıl yardımcı olduğuna detaylı biçimde bakacağız. Bütün bu faydalar, ilaç ve besin takviyeleri olmadan, bedavaya kazanılır.

BAŞARI HİKÂYESİ
SAMANTHA

1999’da bana polikistik over sendromu (PCOS) teşhisi kondu; bu insülin direnciyle ilişkili olmanın yanı sıra kilo alma, aşırı kıllanma, deri sertleşmesi denen bir hastalık ve diyabetin erken gelişimi gibi berbat semptomlar da içeren bir hastalık. PCOS’umu iyileştirmek için pek çok şey denedim – doğal bitkiler, progesteron tedavisi vb. Hiçbir şey işe yaramadı.

Mayıs 2015’te, otuz yedi yaşındayken bana Tip 2 diyabet teşhisi de kondu. Bundan kaçınmaya çalışmıştım ama yine de beni bulmuştu işte. Büyükannem yıllarca bu hastalığı çekmiş, ciddi kan pıhtılaşması sorunları yaşayıp elleriyle gözlerini kullanamaz olmuş ve sonunda bunun komplikasyonları yüzünden ölmüştü. Kayınvalidem altmış iki yaşında diyabetle ilişkili bir kalp krizinden öldü. İki yaşlı komşum, onun yüzünden bacaklarını kaybetti. Diyabetin çok kötü ve merhametsiz bir hastalık olduğunu çoktan biliyordum. Her gün sizden bir şeyler çalar, hayatınızı sefil bir hale dönüştürür, sonra da öldürür. Altmış –eğer şanslıysam yetmiş– yaşıma gelmeden öleceğimi anladım.

Doktorum da bana hiçbir ümit vermedi. Dedi ki: “Diyabet sürekli ilerleyen bir hastalıktır. Size yazacağım ilaçlar diyabetin sonuçlarını yaşamanızı belki on yıl geciktirir ama bu sürenin ardından, şu semptomların bir kısmına ya da hepsine yakalanacaksınız: Görme kaybı, bacaklarınızı ve/veya ayaklarınızı kullanamama ya da muhtemelen bu uzuvları tamamen kaybetme, ellerinizde his kaybı, felç ya da kalp kriziyle sonuçlanabilecek yüksek tansiyon, bedeninizin farklı bölgelerinde ağrı…” Bu sorunu beslenme biçimi ya da egzersizle çözüp çözemeyeceğimi sordum. Yanıt olarak sadece kendini tekrarladı: “Diyabet sürekli ilerleyen bir hastalıktır.”

Bu hastalığı yenmek için herhangi bir umut, hatta küçücük bir ihtimal arıyordum. Bunun yerine doktor bana diyabetim, yüksek tansiyonum ve yüksek kolesterolüm için dört reçete yazdı. Ama ilaç alma niyetinde değildim. Kesin olarak bildiğim bir şey vardı: Diyabet ilaçları alan, tanıdığım herkes sefil bir yaşam sürmüş ve sonunda bu hastalıktan ölmüştü.

O gece birkaç saat internette araştırma yaptım ve Dr. Jason Fung’ı buldum. O, doktor olmanın yanı sıra sadece bir beslenme değişikliğini savunmayan, ayrıca çözüm olarak oruca da işaret eden tek kişiydi.

Hemen sadece-su orucu perhizine başladım. Çoğunlukla üç ila beş gün süren oruçları uyguladım çünkü hızlı sonuçlar almak istiyordum. Kilo kaybına değil de diyabeti yenmeye odaklanmıştım – buna rağmen, ilk ay 5,5 kilo verdim, bundan bir ay sonra 2,7 kilo ve dört ay içinde toplam 14 kilo – 116 kilodan 102 kiloya düştüm. Günaşırı tutulan oruç metabolizmanızı yavaşlatmasa da çok-günlü oruçlar onu biraz yavaşlatıyor gibiydi. Ama insülin hassasiyetindeki iyileşme için uzun süreli oruç, kısa süreliye nazaran daha iyiydi.

Düzenli olarak oruç tutmanın yanı sıra beslenme biçimimi de değiştirdim. Dr. Fung, oruç tutmanın yanı sıra işlenmiş gıdayı sınırlayan bütün tam-gıda yaklaşımlarını, herhangi bir beslenme biçiminin en iyisi olduğunu dayatmadan destekliyor. Ben düşük-karbonhidratlı olanı yapmayı seçtim. Önceden pirincin ya da makarnanın olduğu her şeyi yerdim. Artık sadece et ve sebzenin yeterli olduğunu öğrendim. Gıdalarımı bulgurla, küçük küçük doğranıp sotelenmiş karnabaharla, spagetti kabağıyla ya da sadece tereyağlı mevsim sebzeleriyle birlikte yiyorum. Her öğüne peynir ve çerez eklemeye çalışıyorum çünkü beni tok tutuyorlar. Acı sos, balsamik sirke, kslitol ve pişen kanatların kendi yağıyla karıştırıp tatlı ve baharatlı acılı kanatlar pişirmeyi bile öğrendim.

Oruç perhizimin ilk ayında her gün bir multivitamin, magnezyum, B-kompleks vitamini ve D vitamini aldım. İkinci ay sadece magnezyum, bir B-kompleks vitamini, potasyum ve pembe Himalaya tuzu kullandım. Ayaklarımla ellerimdeki soğukluğu gidermeye bir şekilde faydası oldu. Üçüncü aydan başlayarak her gün 500 ila 1000 mcg krom takviyesi almaya başladım. Bu, kan şekerimin yemek yedikten dört saat değil de iki saat sonra açlık kan şekeri seviyelerine düşmesine gerçekten yardımcı oldu.

Ekim 2015’te, Tip 2 diyabet teşhisinden ve oruç perhizime başladıktan dört ay sonra kan şekerimi ölçtürdüğümde ilk kez 70’ler seviyesinde çıktı. Bu ölçüm benim için öyle sıra dışıydı ki dönüp normalinin ne olduğuna yeniden bakmam gerekti!

Bunu beklemiyordum ama oruç PCOS sorununu da çözdü. Gerçek şu ki bu kadar sağlıklı olmamıştım – hem de hiç! 20 yaşında ordudayken ve beden yağ oranım yüzde 21’ken, hafta beş gün, günde beş ila yedi kilometre koşarken bile bu kadar sağlıklı değildim.

Semptom semptom neler olduğunu yazayım:

Oruca başlar başlamaz sol ayağımdaki karıncalanma, hissizlik, şişme ve yanma kayboldu. Sol bacağımın üst kısmında, kalçama yakın bir yanmanın geçmesi daha uzun sürdü ama dört ayın ardından tamamen rahatlamıştım. Parmaklarım eskiden uyuşurdu ve artık bu nadiren oluyor ve sadece sol serçeparmağımla sınırlı kaldı.

Kronik mantar ve bakteri enfeksiyonlarından mustariptim, bunlar da artık tamamen geçti. PCOS’un yol açtığı yüzümdeki kıllanma kayboluyor ve geriye kalanlar da daha ince ve yumuşak. Kafamdaki saçlar da daha yumuşak ve kuru, kabuklu olmaktan ziyade kendi doğal yağı var. Belim daha ince ve popom daha hoş – kocam böyle söylüyor! Oruç perhizine başladıktan sadece iki ay sonra, temmüz başından itibaren âdetim yine her ay düzenli olmaya başladı.

Tansiyonum bir ayda 142/92’ den 128/83’e düştü. Eylül ayı geldiğinde 101/75’ti – hiçbir ilaç kullanmadan. Doktorun gönderdiği reçeteler hâlâ zarflarının içinde duruyor.

2
Orucun Kısa Tarihçesi

Unutulmuş olanın dışında yeni bir şey yok.

– MARIE ANTOINETTE

Evrimsel açıdan, günde üç öğün yemek yemek ve aralarda atıştırmak, hayatta kalmak ya da sağlık açısından bir gereklilik değil. Modern çağdan önce yiyeceğe ulaşmak öngörülemez ve büyük ölçüde düzensiz bir şeydi. Kuraklık, savaş, böcek istilaları ve hastalıklar yiyeceğin bazen açlıktan ölme noktasına varacak kadar kısıtlı olmasına yol açıyordu. Mevsimler de öyle: Yazın ve sonbaharda sebze ve meyve boldu ama kışın ve ilkbaharda nadir bulunuyordu. Yiyecek bulamadan geçen zaman haftalar hatta aylar sürebiliyordu. Mahşerin Dört Atlısı’ndan birinin Kıtlık olması boşuna değildir.

İnsan toplulukları tarımı geliştirdikten sonra bu kıtlık dönemleri yavaş yavaş azaldı ve sonunda tamamen ortadan kalktı. Bununla birlikte Eski Yunan gibi antik medeniyetler düzenli oruç tutmanın doğası gereği derin faydaları olduğunu fark etmişti. Gönülsüz açlık dönemleri sona erince antik kültürler bunu gönüllü oruç dönemleriyle ikame ettiler. Bunlar genellikle “temizlenme,” “detoks” ya da “arınma” olarak adlandırıldı. Antik Yunan’a ait en eski kayıtlar, bunların gücüne dair sarsılmaz bir inançları olduğunu gösteriyor. Aslında, oruç dünyadaki en kadim ve en yaygın sağlık geleneği. Dünyadaki hemen her topluluk ve her din tarafından uygulanmıştır. Oruç kadim ve zamanın sınavından geçmiş bir gelenektir.

Orucun beklenmedik sonuçlarından biri de kadim atalarımla, özellikle orucun günlük hayatının olağan bir parçası olan mağara kadınıyla güçlü bir bağlantı kurma duygusu. O ve devam eden bütün nesil yalnızca hayatta kalmadılar, aynı zamanda son derece güçlü ve sağlıklıydılar. Onları büyük bir muhabbet ve sevgiyle anıyorum. Uzun süre yiyeceksiz kalmak, evrimsel olarak bizden beklenen şey, işte bu.

– Stella B., Leeds, Birleşik Krallık
DINI ORUÇLAR

Oruç ruhani amaçlar için yaygın bir biçimde uygulanagelmiştir ve halen dünyadaki tüm büyük dinlerin bir parçasıdır. Dünya tarihindeki en etkili üç insan da –Hz. İsa, Buda ve Hz. Muhammed–orucun iyileştirici etkileri konusunda hemfikirdi. Ruhani açıdan temizlenme ya da arınma olarak adlandırılır ama pratikte hepsi aynı şeydir.

Oruç geleneği farklı dinlerde ve kültürlerde birbirinden bağımsız biçimde ortaya çıkmıştır. Zararlı bir şey olarak değil, doğası gereği insan bedenine ve ruhuna derinden iyi gelen bir şey olarak. Oruç bir hastalık tedavi yöntemi değil, bir sağlık, zindelik yöntemidir. Düzenli oruç tutmak insanların hastalıktan korunmasına ve iyi hissetmesine yardımcı olur.

Âdem ile Havva’nın hikâyesinde Cennet’te yasak olan tek şey bir ağacın meyvesini yemektir ve Havva bir yılan tarafından baştan çıkarılır. Dolayısıyla oruç, bu baştan çıkarılmadan geri dönüp tekrar Tanrı’ya yönelmektir.

İncil’de, Matta 4:2’de şöyle yazar: “O zaman İsa, iblis denesin diye Ruh tarafından çöle yöneltildi. Kırk gün kırk gece oruç tuttu. Sonunda açlık duydu.” (Burada uzun oruçlarda açlık hissinin yok olduğuna, tarihte de bundan bahsedildiğine dair ilginç noktaya dikkat çekeceğim.) Hıristiyan öğretisinde oruç ve dua genellikle temizlenme ve ruhu yenileme yöntemleridir. İnananlar, sembolik olarak ruhlarını boşaltırlar ki Tanrı’yı içlerine almaya hazır olurlar. Oruç nefsinden feragat değil ruhani bir düzeye ulaşma, Tanrı ile bir olma ve onun sesini duymaya dair bir çabadır. İnananlar oruç vasıtasıyla bedenlerini Kutsal Ruh’un hizmetine, mütevazı ruhlarını Tanrı’nın huzuruna sunarlar ve kendilerini Tanrı’nın sesini duymaya hazırlarlar.

Ortodoks Hıristiyanlar çeşitli biçimlerde yılda 180 ila 200 güne varan oruçlar tutarlar. Ünlü beslenme uzmanı ve araştırmacı Ancel Keys, Girit Adası’ndan sık sık Akdeniz Diyeti’nin timsali olarak bahseder. Ancak diyetlerinde Keys’in tamamen gözden kaçırdığı çok önemli bir nokta vardır: Giritlilerin büyük çoğunluğu ortodoks oruç geleneğini sürdürür. Bu durum, Girit nüfusunun sağlıklı ve uzun yaşamasına katkıda bulunmuş olabilir.

ORUCUN YILDIZLARI
ABEL JAMES

Dünyadaki milyonlarca insan için düzenli oruç olağan bir şey ve binlerce yıldır ruhani uygulamaların bir parçası olagelmiş. Ama hepsinden önce oruç tamamen bir yaşam biçimiymiş. Depolayabilecekleri tahıllar yokken ve uzun süre dayanabilen yiyecekler çok azken, atalarımız düzenli aralıklarla hem kıtlık hem de ziyafet dönemleri yaşamışlar. Mahsul az olduğunda, mevsimler değiştiğinde ya da toplayıcılık yetersiz geldiğinde, avcı-toplayıcılar yemek yemeden durmuşlar. Sürekli yemek yemek normal bir şey değil.

Budist rahiplerin öğle yemeğinden sonra yemek yemedikleri, ertesi sabaha kadar oruç tuttukları bilinir. Buna ilaveten, günler ya da haftalar süren sadece-su oruçları vardır. İnsani arzularını söndürmek, bütün arzuların ötesine yükselip Nirvana’ya ermek için oruç tutarlar. Bu onların ölçülülük ve kanaatkârlığa dair temel inançlarıyla örtüşür.

Hinduizm, beden acı çektikçe günahlarımızın hafifleyeceği inancıyla orucu kucaklar. Oruç ayrıca, arzuları kontrol altına almak ve zihni huzura yaklaştırmak için bir yöntemdir: Ruhani kazanımlar için bedenin fiziksel ihtiyaçları reddedilir. Hinduizm’de haftanın ve ayın belli günleri oruca ayrılmıştır. Bayramlarda da oruç yaygındır. Geleneksel Ayurveda tıbbı da birçok hastalığın nedeni olarak vücutta toksinlerin birikmesini gösterir ve bu toksinleri atmak için de oruç tutulmasını salık verir.

Müslümanlar kutsal Ramazan ayı boyunca gündoğumundan günbatımına kadar oruç tutar. Kur’an’a göre Peygamber Hz. Muhammed, “Ramazan, Allah’ın oruç tutmayı farz kıldığı mübarek bir aydır,” demiştir. Hz. Muhammed ayrıca pazartesileri ve salıları oruç tutmayı teşvik etmiştir. Ramazan, en çok araştırılmış oruç periyodudur, ancak sıvıların da yasak olması açısından birçok oruç protokolünden ayrışır, bu da hafif bir dehidrasyona yol açar.

İLK ÖRNEKLER

Orucun ilk savunucularından biri, modern tıbbın kurucusu kabul edilen Koslu Hipokrat’tır (MÖ yaklaşık 460-370). Onun yaşadığı dönemde insanlar obezitenin yayılan ve ciddi bir hastalık olduğunun farkına vardılar. Hipokrat, “Ani ölüm, doğal şişmanlarda zayıflara oranla daha sık görülüyor,” diye yazmıştı. Obezitenin tedavisi için yemeklerden sonra biraz güç sarf edilmesini ve yüksek-yağlı bir diyet uygulanmasını tavsiye ediyor ve “günde sadece bir kez yemek yemeleri”ni öneriyordu. Başka bir deyişle, yirmi dört saatlik oruç, daha o zaman obezitenin tedavisi için son derece yararlı görülüyordu. Hipokrat, sağlıklı bir yaşam sürmek için fiziksel egzersizin ve bol miktarda sağlıklı yağ tüketmenin önemini fark ederek saygımıza layık olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır.

Antik Yunan yazarı ve tarihçisi Plutarhos da (MS yaklaşık 46-120) bu düşünceleri paylaşmıştır. “İlaç kullanmak yerine oruç tutmanız daha iyidir,” diye yazmıştır. Ünlü antik filozof Platon ve öğrencisi Aristoteles de orucun sadık savunucularıydı.

Eski Yunanlılar, tıbbi tedavilerin doğada gözlemlenebileceğine, tıpkı hayvanlar gibi insanlar da hasta olduklarında yemekten kaçındığı için orucun hastalıklara doğal bir çare olacağına inanıyorlardı. Aslında oruç doğal bir içgüdü olarak düşünülebilir, çünkü bütün hayvanlar –köpekler, kediler, inekler, koyunlar ve ayrıca insanlar– hasta olduklarında iştahtan kesilir. En son grip ya da soğuk algınlığı geçirdiğiniz zamanı anımsayın. Büyük olasılıkla canınızın istediği son şey yemekti. Dolayısıyla oruç birçok hastalıkla başa çıkmak için evrensel bir insani içgüdü olarak düşünülebilir. İnsanlık mirasının tamamen bütünleşmiş bir parçasıdır ve insanın kendisi kadar eskidir.

Eski Yunanlılar ayrıca orucun zihinsel ve bilişsel yetenekleri artırdığına da inanıyorlardı ve oruç sırasında problemleri ve bulmacaları daha kolay çözebildiklerini fark etmişlerdi. Bu kolay anlaşılır bir şey. Devasa bir Şükran Günü yemeği yediğiniz zamanı anımsayın. Ardından kendinizi daha enerjik ve zihinsel olarak uyanık mı hissetmiştiniz? Yoksa uykulu ve biraz sersem mi? Çoğumuz uykulu hissederiz. Büyük bir yemeğin ardından kanımız, çok miktardaki yiyecek yüküyle baş edebilmek için sindirim sistemine akın ederek beynimize daha az kan gitmesine neden olur. Sonuç? Yemek koması. Belki biraz kestirmek. Şimdi de saatler boyunca bir şey yemediğiniz bir zamanı düşünün. Kendinizi uyuşuk ve zihinsel olarak miskin hissettiniz mi? Büyük olasılıkla hayır. Zihinsel olarak daha kıvrak ve çevrenizle tamamen uyum halinde hissetmiş olmanız daha olası. Bu tesadüf değil. Taş Devri zamanında yiyecek bulabilmek için tüm zihinsel yetilerimize ve keskin duyularımıza ihtiyacımız vardı. Yiyecek kıt olduğunda, zihinsel odaklanmamız ve atikliğimiz doğal olarak artıyordu.

Tarih boyunca başka büyük fikir adamları da orucun ateşli savunucuları olmuştur. Toksikolojinin kurucusu İsviçreli-Alman doktor Paracelsus’un (1493-1541), “Zehri zehir yapan dozudur,” diye ünlü bir sözü vardır. O, doğayı eleştirel bir gözle inceleyip modern bilimsel yöntemlerin temelini attı. Buluşları tıp alanında devrim yarattı. Askeri cerrah iken geleneksel tedavi yöntemi olarak yaraların üzerine inek gübresi konmasına karşı çıkıp, aksine temiz tutulup korunması gerektiği konusunda ısrar etti. Ayrıca yaygın tedavi yöntemi olan kan almaya da karşı çıktı. Bu uygulamaları devam ettirmek yerine klinik tanı ve özel tedavilerin uygulanmasına öncülük etti. Parlak ve çığır açıcı bir bilim adamı olarak ayrıca, “Oruç en büyük deva – içimizdeki doktordur,” demiştir.

Amerika’nın kurucularından Benjamin Franklin (1706-1790) çok çeşitli alanlarda engin bilgi sahibi olmasıyla dünyaca bilinir. Önde gelen bir biliminsanı, mucit, diplomat ve yazardır. Dehasını tıp alanında kullandığı bir ara, “Bütün ilaçların en iyisi dinlenmek ve oruç tutmaktır,” diye yazmıştır.

Amerika’nın en önemli yazar ve filozoflarından biri olan Mark Twain (1835-1910), “Biraz açlık, ortalama bir hastaya en iyi ilaçlardan ve en iyi doktorlardan daha iyi gelir,” diye yazmıştı.

Mark Twain, sağlık için orucun savunucularından biriydi.


MODERN ORUÇ

İlginç biçimde, 1800’lerin sonunda ve 1900’lerin başında eğlence için oruç tutan profesyonel oruç tutucular vardı. Birisi kendi idrarından yeteri kadar içerek otuz gün oruç tutmuştu. (Eğlence olsun diye aç kalmak ha!) Franz Kafka, “Açlık Sanatçısı” öyküsünü bu uygulama üzerine kurmuştu. Bu geçici heves kısa sürede tekrar geri gelmemek üzere söndü. Birinin yemek yememesini izlemek çok da eğlenceli olmasa gerek, diye düşünüyorum.

Oruç 1900’lerin başında tıp literatürüne girmeye başladı. 1915 yılında Journal of Biological Chemistry’de yayımlanan bir makale, orucu “obezite şikâyeti olanlar için son derece güvenli, zararsız ve etkili bir yöntem” olarak tanımlıyordu. Ancak yoksulluğun, salgın hastalıkların ve savaşın hüküm sürdüğü o dönemde obezite bugünkü gibi ciddi bir sorun değildi. İki dünya savaşı ve arasındaki Büyük Buhran yıllarında ciddi yiyecek sıkıntısı vardı. Obezite tedavisi bir öncelik değildi.

1950’lerin sonuna doğru Dr. W.L. Bloom, bir tedavi yaklaşımı olarak kısa süreli oruçlara olan ilgiyi yeniden canlandırdı ama uzun süreli oruçlar da literatürde çok iyi tanımlandı. 1968’de yayımlanan bir araştırmada Dr. I.C. Gilliland, “zayıflama rejimleri standart 14 günlük mutlak oruç olan” kırk sekiz hastadan bahseder.

1960’ların sonunda tıbbi oruca olan ilgi yine sönmüş gibidir çünkü obezite hâlâ ciddi bir halk sağlığı sorunu değildi. Koroner kalp hastalıkları o dönemin en büyük sağlık sorunuydu ve beslenme araştırmaları diyetteki yağlara ve kolesterole odaklanmıştı. Ticari kaygılar da yaygınlaşmıştı ve tahmin edebileceğiniz gibi büyük yiyecek şirketleri kendi varlıklarını tehdit edecek herhangi bir girişimi desteklemeyeceklerdi. Dolayısıyla beslenmeye yardımcı olarak ortaya çıkan oruç giderek unutulmaya başlandı. Oruç, düşük yağlı ve düşük her-şeyli olmasına rağmen 1980’lerin sonunda neredeyse tamamen unutulmuştu.

Eski bir gelenek olmasına, avantajlarına ve etkinliğine rağmen tıbbi bir yöntem olarak oruç geçtiğimiz otuz küsur yıl içinde tamamen yok oldu. Bahsi bile tuhaf kaçıyordu. Ama aslında meselenin özü çok açık ve anlaşılır. Eğer Tip 2 diyabet gibi metabolik hastalıklar aşırı yeme yüzünden ortaya çıkıyorsa, o zaman mantıklı çözüm de bunu dengeleyecek şekilde az yemekten geçer. Daha basit ne olabilir ki?

ORUCUN YILDIZLARI
AMY BERGER

İnsanlık tarihinin büyük çoğunluğunda gün boyu bol miktarda yiyeceğe erişim mümkün değildi. Aralıklı oruç, adeta insanın evriminin bir parçası haline geldi ve muhtemelen vücutlarımız –ve beyinlerimiz– yiyecek kıtlığı dönemlerini bekler duruma geçti.

Yirmi birinci yüzyılda tüm yıl boyu bol miktarda yiyeceğe erişimimiz olduğu için artık kendimize tedavi amaçlı yiyecek kıtlığı yaşatmak konusunda çaba göstermemiz gerekiyor.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.