Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Tarzan’ın Hayvanları», sayfa 3

Yazı tipi:

4. BÖLÜM
SHEETA

Tarzan, sonraki birkaç günü silahlarını tamamlayarak ve ormanı keşfederek geçirdi. Yeni kıyıda geçirdiği ilk akşam yediği geyiğin tendonlarını yayına gerdi. Aslında bu maksat için Sheeta’nın bağırsaklarını tercih ederdi ama eline o büyük kedilerden bir tanesini öldürme fırsatı geçene kadar bununla yetinecekti.

Otlardan da uzun bir halat ördü; yıllar evvel huysuz Tublat’la alay etmek için kullandığı, daha sonrasında ise geliştirdiği ve küçük maymun oğlanın becerikli ellerinde muhteşem, tesirli bir silaha dönüşen halatın aynısındandı bu.

Av bıçağı için bir kılıf ile sap, okları için sadak ve Bara’nın derisinden bir kemer ile avret yerini örtecek bir giysi yaptı. Ardından, kaderin onu attığı bu yabancı topraklar hakkında bir şeyler öğrenebilmek için dolaşmaya çıktı. Buranın, Afrika Kıtası’nın eskiden aşina olduğu batı kıyı olmadığını biliyordu zira güneş, ormanın eşiğine kadar uzanan okyanustan doğduğuna göre kıyının doğusuna bakıyordu. Fakat Afrika’nın doğu kıyısı olmadığından da bir o kadar emindi zira Kincaid’in Akdeniz’den, Süveyş Kanalı’ndan ve Kızıl Deniz’den geçmediği kanaatindeydi ve Ümit Burnu’nu dolanacak kadar da vakit geçmemişti. Dolayısıyla nerede olduğu hususunda hiçbir fikri yoktu. Bazen acaba gemi engin Atlas Okyanusu’nu geçip de onu Güney Amerika’nın ıssız bir kıyısına mı bırakmıştı, diye düşünüyordu fakat aslan Numa’nın varlığı sebebiyle bu fikrin de doğru olamayacağına ikna olmuştu.

Tarzan kıyıya paralel uzanan ormanda yalnız başına ilerlerken kuvvetli bir yoldaşlık arzusu hissetti ve gitgide, maymunların arasına katılmadığına pişman olmaya başladı. Medeniyetin, üzerindeki tesirinin hâlâ zirvede olduğu o ilk günden sonra onlara bir daha rastlamamıştı.

Şimdi ise neredeyse, yeniden o eski Tarzan olmuştu ve kendisi ile büyük insansı maymunlar arasında pek bir ortak nokta olamayacağı hakikatini kabul etse de “Onlarla olmak, tek başına olmaktan daha iyi olurdu.” diye düşünüyordu.

Kâh yerden kâh ağaçların alt dallarından acele etmeden ilerliyor, ara sıra bir meyve koparıyor ya da bir kütüğü kaldırıp altında, hâlâ eskisi kadar leziz bulduğu büyük kurtçuklardan arıyordu. Tarzan bu şekilde birkaç kilometre katetmişti ki rüzgârla birlikte burnuna ileride bir yerlerdeki Sheeta’nın kokusu geldi.

Panter Sheeta, tam da Tarzan’ın rastlamaya son derece memnun olacağı hayvandı zira hem büyük kedinin bağırsağını yayı için kullanmayı hem de derisinden yeni bir sadak ve giysi yapmayı düşünüyordu. O yüzden, maymun adam şimdiye kadar lakayıt bir şekilde hareket ederken şimdi sessiz ve sinsi bir avcıya dönüşmüştü.

Ağaçların arasından sessiz ve zarif bir şekilde süzülerek vahşi kedinin peşine düştü. Bir asil olarak doğmuş olmasına rağmen kendisi de en az izini sürdüğü mahluk kadar vahşiydi.

Sheeta’ya yaklaşınca panterin de kendi avının peşinde olduğunu fark etti ve fark ettiği sırada da sağ taraftan burun deliklerine serseri bir esintiyle beraber bir grup büyük maymunun keskin kokusu geldi.

Tarzan pantere epey yaklaştığında panter büyük bir ağaca çıkmıştı ve aşağıda, ağacın ilerisinde Akut’un kabilesi küçük, tabii bir açıklıkta aylaklık ediyordu. Bazıları ağaçların gövdesine yaslanmış, uyuklarken bazıları da etrafta dolanıp ağaç kabuklarını kaldırıyor, altlarından çıkan dolgun, leziz kurtçuk ve böcekleri ağızlarına atıyorlardı.

Sheeta’ya en yakın olan Akut’tu. Kalın bir dalın üzerine çömelip maymunun göremeyeceği bir şekilde sık yaprakların arasına gizlenen büyük kedi, maymunun sıçrayabileceği bir mesafeye gelmesini sabırla bekliyordu.

Tarzan temkinli bir şekilde, panterin bulunduğu ağaçta, onun biraz yukarısındaki bir dala yerleşti. İnce taş bıçağını sol elinde sıkıca tutuyordu. Kemendini kullanmayı tercih ederdi lakin büyük kedinin etrafını saran gür yapraklar, halatı isabetli bir şekilde fırlatmayı imkânsız hâle getiriyordu.

Akut, artık kendisini bekleyen ölümün pusu kurduğu ağacın altına epey yaklaşmıştı. Sheeta, dalın üzerinde arka ayaklarını altına yavaş yavaş iyice çekti ve ardından ürpertici bir çığlıkla büyük maymunun üstüne atladı. O atlamadan bir saniye önce, yukarıdaki başka bir yırtıcı hayvan da atladı; atlarken de tuhaf ve vahşi çığlığı, panterinkine karıştı.

Ürken Akut, yukarı baktığında neredeyse tam tepesindeki panteri gördü ve panterin sırtında da geçen gün, büyük akarsuyun kenarında kendisini mağlup eden beyaz maymun vardı.

Maymun adamın dişleri, Sheeta’nın sırtına gömülmüştü ve sağ kolu da vahşi hayvanın boynuna dolanmıştı. İnce bir taş parçası tutan sol eli, panterin sol omuzunun arkasında kalan yan kısmına peş peşe kuvvetli darbeler indiriyordu. Akut, son anda kenara sıçrayıp bu boğuşan iki orman canavarının altında kalmaktan kurtulmuştu.

İkisi birlikte ayaklarının dibine pat diye düştüler. Sheeta bağırıyor, hırlıyor, korkunç bir şekilde kükrüyordu fakat beyaz maymun, debelenen hayvanın sırtına amansızca yapışmış, hiç sesini çıkarmıyordu.

Taş bıçak bıkmadan, usanmadan hayvanın parlak kürkünden acımasızca girip kalbini buluyordu. Bıçak defalarca girip çıktıktan sonra büyük kedi nihayet, son bir ızdırap dolu çırpınış ve çığlıkla beraber yanı üzerine yere devrildi. Can çekişirken kaslarının ara ara kasılması haricinde sessiz ve hareketsizdi.

Sonra maymun adam, avının cesedinin başında ayağa kalkıp başını yukarı kaldırdı ve o vahşi, yırtıcı zafer narası ormanda bir kez daha yankılandı. Akut ve Akut’un maymunları, Sheeta’nın cesedine ve onu öldüren adamın çevik, dimdik duruşuna hayret içerisinde bakıyorlardı.

İlk konuşan Tarzan oldu. Akut’un hayatını durduk yere kurtarmamıştı. Maymun zekâsının sınırlarını bildiğinden bu iyiliğinin kendisine umduğu şekilde bir faydasının dokunması için, niyetini maymuna açıkça izah etmesi gerektiğini de biliyordu.

“Ben Maymunların Tarzanı’yım.” dedi. “Güçlü avcı. Güçlü dövüşçü. Büyük akarsuyun yanında Akut’un canını alıp Akut’un kabilesinin kralı olabilecekken onun canını bağışladım. Şimdi de Akut’u Sheeta’nın sivri dişleri arasında ölmekten kurtardım.”

“Akut veya Akut’un kabilesi tehlikede olduğu zaman, Tarzan’ı çağırsınlar; işte böyle.” dedi ve tehlike zamanlarında Kerchak’ın kabilesinin, aralarında bulunmayan mensuplarını çağırmak için kullandıkları ürkütücü narayı attı.

“Ve Tarzan’ın onlara seslendiğini duydukları zaman da onun Akut için yaptıklarını hatırlayıp süratle yardımına koşsunlar.” diye devam etti. “Tarzan’ın dediği gibi olacak mı?”

“Huh!” diyerek kabul etti Akut. Kabilesinin mensuplarından da hep bir ağızdan bir “Huh!” yükseldi.

Ardından, sanki hiçbir şey olmamış gibi, tekrar yiyecek aramaya gittiler ve Greystoke Lordu John Clayton da onlarla beraber gitti. Fakat Akut’un daima onun yakınında dolaştığını ve sık sık; küçük, kanlı gözlerinde tuhaf bir merakla kendisine baktığını fark etti. Bir keresinde de Tarzan’ın maymunların arasında geçirdiği uzun yıllar boyunca hiçbir maymundan görmediği bir şey yaptı, bilhassa leziz bir lokma bulup Tarzan’a verdi.

Kabile avlanırken maymun adamın parlak derisi; yoldaşlarının kahverengi, kıllı kürklerine karışıyordu. Geçerlerken sık sık birbirlerine sürtünüyorlardı fakat maymunlar, onun varlığına çoktan alışmışlardı. Artık o da Akut kadar, onlardan biriydi.

Eğer yavrusu olan dişilerden birine fazla yaklaşırsa dişi; yemek yediği büyük, sivri dişlerini göstererek tehditkâr bir şekilde kükrüyordu. Arada sırada da Tarzan, yemek yiyen genç erkeklerden birine yaklaşırsa kavgacı hayvan hırlayıp ikaz ediyordu fakat bu durumlarda ona karşı sergiledikleri davranışlar, kabilenin diğer mensuplarına karşı sergiledikleri davranışlarından farklı değildi.

Tarzan ise ilkel insanın ataları olan bu vahşi, kıllı mahluklar arasında kendisini evinde hissediyordu. Ara sıra yakalandıkları hayvani cinnet hâlinde olmadıkları sürece, her erkek maymunun yaptığı gibi o da ikazda bulunan her dişinin önünden çabucak çekiliyor; kavgacı genç erkekler karşısında ise o da onlar gibi köpek dişlerini gösterip hırlıyordu. Böylece, eski hayatına çabucak geri dönmüştü; öyle ki sanki ormanda hiç ayrılmamış, kendi türünden mahlukatın yoldaşlığını hiç tatmamıştı.

Kısmen arkadaşlık arzusuyla kısmen de kendisine, maymunların pek uzun süreli olmayan hafızalarında hemen silinmeyecek bir yer edinme maksadıyla bir haftanın yarısından çoğunu, yeni arkadaşlarıyla ormanda dolaşarak geçirdi. Zira Tarzan, geçmiş tecrübelerinden yola çıkarak biliyordu ki çağırdığında yardımına koşacak bu güçlü ve vahşi hayvanların arasında yer edinmek, kendi yararına olacaktı.

Kendisini maymunlara belli bir dereceye kadar benimsetmeyi başardığına ikna olduğu zaman, keşif gezilerine kaldığı yerden devam etmeye karar verdi. Bu amaçla bir gün erkenden kuzeye doğru yola çıktı ve kıyının paralelinden ayrılmadan neredeyse gece çökene kadar süratle ilerledi.

Ertesi sabah güneş doğduğunda kumsalda dikilen Tarzan, güneşin şimdiye kadar olduğu gibi suyun tam karşısından değil de neredeyse tam sağ tarafından doğduğunu gördü ve böylece kıyı şeridinin batıya doğru meylettiğini düşündü. Maymunların Tarzanı ikinci günün tamamında yoluna devam etti ve hızlanmak istediğinde ağaçlara çıkarak ormanın orta katından bir sincap hızıyla yol aldı.

O akşam güneş, karanın tam karşısındaki ufuk çizgisinden battı ve o zaman maymun adam, şüphelendiği şeyin doğru olduğunu anladı. Rokoff, onu bir adanın kıyısına bırakmıştı.

Bunu tahmin etmeliydi! Tarzan’ın vaziyetini daha da sefil bir hâle sokacak bir plan varsa tabii ki o planı benimseyecekti Rus. Onu ıssız bir adada, ömür boyu belirsizliğe mahkûm etmekten daha korkunç ne olabilirdi?

Şüphesiz ki Rokoff, doğruca ana karaya yelken açmıştı; orada bebek Jack’i, yazdığı notta belirttiği üzere, onu yetiştirecek olan barbar üvey ailesinin ellerine teslim etmenin bir yolunu bulmak, nispeten daha kolay olacaktı.

Ufaklık, ona en iyi niyetle yaklaşacak olanların eline düşse bile, o tür bir hayatta amansız ızdıraplara katlanmak zorunda kalacaktı. Bunları düşününce ürperdi Tarzan. Maymun adam, Afrika’nın yamyam yerlilerine dair edindiği tecrübeler sayesinde, onların arasında bile daha kaba şekillerde de olsa hayırseverlik ve insanlık gibi erdemlerin bulunabileceğini görmüştü lakin en iyi ihtimalle bile, hayatları bitmek bilmeyen mahrumiyet, tehlike ve ızdıraplardan ibaretti.

Sonra bir de çocuk büyüyüp yetişkin olduğu zaman, onu bekleyen o dehşet kader vardı. Hayat terbiyesinin bir parçasını teşkil edecek olan o korkunç gelenekler dahi, kendi ırkından ve toplumsal konumundan olanlarla ilişki kurabilmesine ebediyen mâni olmaya tek başına kâfi gelecekti.

O bir yamyam olacaktı! Kendi küçük oğlu, vahşi bir insan yiyici olacaktı! Tahayyül etmesi bile çok korkunçtu. Dişleri bilenip sivriltilecek, burnu delinecek, o küçük yüzü çirkin bir şekilde boyanacaktı. Tarzan inledi. Ah, o Rus düşmanın boğazını, çelik parmaklarının arasına bir alabilseydi!

Bir de Jane vardı! Kim bilir; şüphe, korku ve belirsizlik yüzünden ne işkenceler çekiyordu! Şu andaki vaziyetinin bile onunki kadar korkunç olmadığını düşündü zira kendisi en azından, sevdiklerinden bir tanesinin evde emniyette olduğunu biliyordu. Jane ise hem kocasının hem de oğlunun nerede olduğundan bihaberdi.

Tarzan’ın Jane hakkındaki hakikati bilmemesi, kendi iyiliğineydi. Zira bilseydi, ızdırabına yüz kat daha ızdırap eklenirdi.

Aklından geçen bu kasvetli düşüncelere dalmış bir hâlde ormanda yavaş yavaş ilerlerken kısa bir süre sonra kulağına anlam veremediği tuhaf bir tırmalama sesi geldi. Sesin geldiği yöne doğru ihtiyatlı bir şekilde ilerledi. Çok geçmeden yıkılan bir ağacın altında kalmış, koca bir pantere denk geldi.

Tarzan yaklaşırken hayvan ona doğru dönüp hırladı, kendini kurtarmaya çalıştı lakin sırtındaki büyük dal ile bacaklarına dolanan daha küçük dallar, herhangi bir tarafa birkaç santimetreden fazla hareket etmesine mâni oluyordu. Maymun adam biçare kedinin önünde durup hayvanı ızdırabından kurtarmak için yayına bir ok yerleştirdi. Aksi takdirde hayvan açlıktan ölecekti fakat yayın kirişini geriye doğru çekerken ani bir düşünceyle eli birden durdu.

Zavallı hayvanı çok kolay bir şekilde hem hayatına hem de hürriyetine döndürebilecekken canını almanın manası neydi ki? Panterin hürriyetine kavuşmak için beyhude bir çabayla tüm bacaklarını oynatıp durmasına bakılırsa omurgası hasar görmemişti ve yine aynı sebepten anlaşılıyordu ki bacakları da kırılmamıştı.

Kirişini gevşetip okunu sadağına geri koydu ve yayını omuzuna astıktan sonra, ağacın altında mıhlanıp kalmış hayvana bir adım daha yaklaştı.

Dudaklarında, büyük kedilerin hâllerinden memnun ve mutlu olduklarında çıkardıkları rahatlatıcı mırlama sesi vardı. Tarzan’ın, Sheeta’nın dilinde çıkarabileceği dostça tutuma en yakın ses buydu.

Panter hırlamayı kesti ve maymun adamı dikkatle izlemeye başladı. Ağır ağacı hayvanın üstünden kaldırmak için o uzun, güçlü pençelerine epey yaklaşması gerekiyordu ve ağaç kalktığı zaman da adam, tamamen vahşi hayvanın merhametine kalacaktı. Fakat korku, Maymunların Tarzanı için yabancı bir histi.

Kararını vermiş bir şekilde derhâl harekete geçti. Hiç tereddüt etmeden panterin yan tarafındaki birbirine dolanmış dalların yanına geldi. Bir yandan da hâlâ dostça ve yatıştırıcı mırlamasına devam ediyordu. Kedi, başını adama doğru çevirdi; şüpheli gözlerle her bir hareketini izliyordu. Uzun, sivri dişlerini açığa çıkarmıştı lakin maksadı tehditten ziyade hazırlıklı olmaktı.

Tarzan geniş omuzunu ağacın gövdesinin altına soktu. Bunu yaparken de adam, koca hayvana o kadar yaklaşmıştı ki çıplak bacağı kedinin ipeksi kürküne değiyordu.

Dev adalelerini yavaş yavaş esnetti Tarzan.

Koca ağaç, birbirine dolanmış dallarıyla beraber panterin üzerinden yavaş yavaş kalkıyordu; kendisine mâni olan ağırlığın üzerinden kalktığını hisseden hayvan, çabucak sürünerek ağacın altından çıktı. Tarzan ağacı gerisin geri yere bıraktı ve iki hayvan dönüp birbirlerine baktılar.

Maymun adamın dudaklarında acı bir gülümseme vardı zira biliyordu ki her ne kadar kendi hayatını tehlikeye atarak bu vahşi orman sakinini kendi elleriyle kurtarmış olsa bile, koca kedinin serbest kalır kalmaz üzerine atlaması şaşırtıcı olmazdı. Ama atlamadı. Onun yerine ağaçtan birkaç adım geride durup maymun adamın ağacın karmakarışık dallarının arasından çıkışını seyretti.

Çıktığında Tarzan ile panter arasında üç adım ya vardı ya yoktu. Karşı taraftaki ağaçların yüksekteki dallarına çıkabilirdi çünkü Sheeta, maymun adamın çıkabileceği kadar yükseğe tırmanamazdı. Fakat bir sebepten, belki de bir anlık bir cesaretle; panterin minnet duygusuyla ona arkadaşça davranıp davranmayacağını görmek için hayvana yaklaşmaya karar verdi.

O yaklaşırken büyük kedi ihtiyatlı bir şekilde yana çekildi ve maymun adam; hayvanın sivri dişlerinin dibinden, hayvana sürtünerek geçip ormana doğru devam etti. Panter de tıpkı bir av köpeği gibi onun peşinden gitti.

Tarzan uzun bir süre hayvanın onu dostane bir hissiyat içerisinde mi yoksa sırf acıkınca yemek için mi takip ettiğini anlayamadı fakat nihayetinde hayvanı bu davranışa iten şeyin dostluk olduğuna inanmak mecburiyetinde kaldı.

Günün ilerleyen vakitlerinde bir geyik kokusunu alan Tarzan, ağaca çıktı. Oradan kemendini fırlatıp hayvanın boynuna geçirdiğinde; o gün, daha evvel vahşi kedinin şüphelerini yatıştırmak için çıkardığına benzeyen ama biraz daha yüksek ve daha tiz olan bir mırlama sesi çıkararak Sheeta’ya seslendi. Panterler çiftler hâlinde avlanırken birinin bir avı öldürdüğü zaman diğerine haber vermek için bu şekilde seslendiğini işitmişti.

Neredeyse anında, yakındaki çalılıklardan bir hışırtı duyuldu ve ardından tuhaf dostunun uzun, kıvrak vücudu göründü.

Ölü Bara’yı gören ve kan kokusunu alan panter, tiz bir çığlık attı. Birkaç saniye sonra iki hayvan, avın başında yan yana durmuş; beraberce körpe geyik eti ile besleniyordu.

Bu tuhaf ikili birkaç gün boyunca ormanda birlikte dolaştı. Biri bir av yakaladığında diğerine sesleniyor, böylelikle sık sık ve iyi besleniyorlardı.

Bir keresinde Sheeta’nın öldürdüğü bir yaban domuzunun etiyle karınlarını doyururlarken amansız ve korkunç aslan Numa, yakınlarındaki otların arasından koşarak çıkıp geldi. Onları, öldürdükleri hayvandan uzaklaştırmak için öfke dolu, uyarıcı bir kükremeyle ileri atıldı. Tarzan bir ağacın alçaktaki dallarına çıkarken Sheeta da yakındaki bir çalılığa daldı.

Burada maymun adam, boynundaki ot halatı çözdü ve Numa başı dimdik şekilde domuzun yanında dikilip meydan okurken kemendini hayvanın yeleli boynuna geçirdi ve halatı aniden çekerek kemendi sıktı. Bir yandan, çırpınan aslanı sadece arka ayakları yerde kalana kadar yukarı çekerken bir yandan da tiz bir sesle Sheeta’ya seslendi.

Halatı çabucak sağlam bir dala bağladı. Çağrısına cevap veren panter ortaya çıktığında Tarzan, ağaçtan öfkeyle çırpınan Numa’nın yanına atladı. Maymun adam uzun, keskin bıçağıyla hayvanın bir yanından girişirken Sheeta da diğer yanından saldırdı.

Panter, Numa’nın sağ tarafını diş ve pençeleriyle yırtıp parçalarken diğer tarafından da maymun adam taş bıçağını kalbine saplıyordu. Bu şekilde, ormanlar kralı güçlü pençesiyle halatı koparmayı başaramadan can verdi ve boynundaki kementle asılı kaldı. Ve ardından ormanda, erkek maymun ile panterin boğazından iki vahşi hayvanın zafer çığlığı aynı anda yükseldi; birbirine karışıp korkunç ve tekinsiz yegâne bir çığlık hâline geldi.

Çığlığın son notaları gitgide alçalarak ürkütücü bir inilti hâlinde yok olurken uzun savaş kanolarını sahile çekmekte olan bir grup yüzü boyalı savaşçı, oldukları yerde durdu; dikkat kesilip ormana doğru baktı.

5. BÖLÜM
MUGAMBİ

Tarzan; adanın kıyı şeridini baştan sona dolaşıp çeşitli noktalardan iç bölgelere doğru birkaç keşif gezisi yaptıktan sonra, adadaki tek insanın kendisi olduğuna kanaat getirdi.

Hiçbir yerde, geçici olarak bile olsa insanların bu kıyıya uğramış olduklarına dair herhangi bir işaret bulamamıştı. Gerçi şunun da farkındaydı ki tropik bitkiler çok hızlı büyür ve en kalıcı insan eserleri haricinde her şeyi silip süpürürlerdi, o yüzden bu çıkarımında yanılıyor da olabilirdi.

Numa’yı öldürmelerinin ertesi gününde, Tarzan ve Sheeta, Akut’un kabilesine rastladı. Panteri gören büyük maymunlar hemen kaçıştılar fakat bir süre sonra Tarzan onları geri getirmeyi başardı.

Aklına, tabiatları gereği birbirlerine düşman olan bu iki türü uzlaştırmaya çalışmak geldi; hiçbir şey olmazsa en azından ilginç bir deney olurdu. Karnını doyurmak ve boşta kaldığı anda aklına üşüşen kasvetli düşünceler haricinde zamanını alacak ve zihnini meşgul edecek her şeye dünden hazırdı.

Maymunların dar ve sınırlı kelime hazneleri işi zorlaştırsa da planını onlara izah etmek bilhassa zor bir mesele değildi fakat Sheeta’nın küçük, habis beynine maymunları değil; maymunlarla beraber avlanacağını sokmak, neredeyse maymun adamın kabiliyetlerini aşan bir işti.

Tarzan’ın silahlarının arasında uzun, sağlam bir sopa da vardı. Halatını panterin boynuna bağladıktan sonra, bu sopayı hırlayan hayvanın üstünde serbest bir şekilde kullanarak insana benzeyen büyük, tüylü yaratıklara saldırmaması gerektiğini kafasına sokmaya çalıştı. Sheeta’nın boynundaki halatın maksadını görüp anlayan maymunlar, derhâl biraz daha yaklaştılar.

Kedinin dönüp Tarzan’ı parçalamamış olması âdeta bir mucizeydi. Bu mucizeyi de şöyle izah etmek mümkün olabilir ki iki seferinde hırlayarak maymun adamın üstüne yürüdüğünde maymun adam, hayvanın hassas burnuna sopayla sert bir şekilde vurdu ve böylece hayvanın hafızasına, sopadan ve sopanın arkasında duran maymunlardan korkma hissini yerleştirmiş oldu.

Tarzan’la bağ kurmasının ilk baştaki sebebi panterin zihninde hâlâ net miydi, bilinmez ama şüphesiz ki bu birincil sebebin teşvik ettiği şuuraltı bir telkin sayesinde ve son birkaç günün alışkanlığının yardımıyla, hayvan bu muameleye tahammül ediyordu. Aynı muameleyi başka bir mahluk yapmış olsaydı, muhakkak ki doğruca boğazına saldırırdı.

Tabii bir de kendinden daha aşağı seviyede bulunan bir mahluk üzerinde, kendi tesirli nüfuzunu kullanan insan aklının ikna edici gücü vardı. Nihayetinde Tarzan’ın Sheeta’ya ve zaman zaman maymun adamın hakimiyetine giren diğer orman hayvanatına üstünlüğünü sağlayan en önemli faktör, belki de bu akıldı.

İşte her nasıl olduysa oldu; insan, panter ve büyük maymunlar vahşi yuvalarında günlerce yan yana dolaşıp birlikte avlandılar, avladıklarını birbirleriyle paylaştılar. Bu vahşi ve yırtıcı grubun içinde en korkutucu olanı da daha birkaç ay öncesine kadar Londra’nın birçok misafir salonunda tanıdık bir sima olan, güçlü, kuvvetli, kılsız hayvandı.

Hayvanlar bazen bir saatliğine veya bir günlüğüne ayrılıp kendi hâllerinde dolaşıyordu. İşte böyle zamanlardan birinde maymun adam, ağaç tepelerinden ilerleyerek kumsala gitmiş ve sıcak güneşin altında kumlara uzanmıştı. O sırada, yakınlardaki bir burnun alçak zirvesinden etrafı gözetleyen bir çift keskin göz onu fark etti.

Gözlerin sahibi; o sıcak, tropik güneş ışınlarının tadını çıkaran vahşi, beyaz adama bir an için hayret içerisinde bakıp kaldı ve sonra dönüp arkasındaki birine işaret verdi. Çok geçmeden bir çift göz daha maymun adamı seyre koyuldu. Ardından diğerleri de teker teker geldi. Nihayetinde tepenin kenarında, karınlarının üstünde uzanmış bir hâlde, beyaz derili yabancıyı seyreden ürkütücü kıyafetli vahşi savaşçıların sayısı yirmiyi bulmuştu.

Tarzan’a göre rüzgâr yönünde kalıyorlardı; bu yüzden kokuları ona gitmiyordu ve sırtı da onlara doğru yana dönük olduğundan, yerlilerin sık otların arasından sürüne sürüne burnun yamacından aşağı inip onun uzandığı kumsala doğru ihtiyatlı bir şekilde yaklaştıklarını göremiyordu.

Hepsi de iri kıyım adamlardı; metal takıları ve muhteşem rengârenk kuş tüyleriyle beraber barbar görünümlü başlıkları ile çirkin bir şekilde boyanmış suratları, vahşi ve saldırgan görünüşlerini tamamlıyordu.

Tepeden indikten sonra temkinli bir şekilde ayağa kalktılar, yarı bellerine kadar eğilip güçlü ellerindeki kalın sopalarını tehditkâr bir şekilde sallaya sallaya, hiç ses çıkarmadan, her şeyden bihaber beyaz adama yaklaştılar.

Tarzan, kederli düşünceleri sebebiyle öyle bir ruhsal ızdırap içerisindeydi ki bu ızdırabın tesiriyle keskin algıları uyuşmuştu. O yüzden kumsalda yalnız olmadığını fark ettiğinde vahşiler artık neredeyse yanına kadar gelmişlerdi.

Gerçi zihni ve kasları, en ufak bir teyakkuz hâlinde aynı anda harekete geçip öyle hızlı tepki vermeye alışmıştı ki arkasında bir şeylerin olduğunu sezer sezmez ayağa kalkıp düşmanlarına doğru döndü. O ayağa fırladığı sırada, savaşçılar da sopalarını kaldırıp vahşi çığlıklar atarak üzerine hücum ettiler fakat hücum etmeleriyle, en öndeki savaşçının kafasına inen uzun, kalın sopanın altında ani bir şekilde can vermesi bir oldu. Ardından çevik, adaleli maymun adam aralarına daldı ve öyle bir öfke, kuvvet ve isabet ile sağına soluna vurmaya başladı ki siyah yerliler paniğe kapıldı.

Aralarından sağ kalanlar bir anlığına geri çekilip, maymun adamdan biraz uzaklaşarak aralarında konuştular. Bu sırada maymun adam, kollarını önünde kavuşturmuş, yakışıklı yüzünde çarpık bir tebessümle onları seyrediyordu. Çok geçmeden yerliler, bu kez ağır harp mızraklarını savurarak bir kez daha hücuma geçtiler. Tarzan ile orman arasındaydılar; küçük bir yarım daire şeklinde ilerliyor, Tarzan’a yaklaştıkça daireyi daraltıyorlardı.

Maymun adam, tüm o koca mızraklar aynı anda üzerine fırlatılana kadar beklerse, bu son hücumdan kaçıp kurtulma ihtimali çok düşük görünüyordu lakin kaçmaya niyetlense, arkasındaki açık deniz haricinde, vahşilerin arasından geçmekten başka bir kaçış yolu yoktu.

İçinde bulunduğu durum hakikaten de çok vahimdi, ta ki aklına bir fikir gelene kadar. İşte o zaman gülümsemesinin yerini geniş bir sırıtış aldı. Savaşçılar hâlâ az bir mesafe ötedeydiler; bir yandan kendi türlerine has tarzda, bir aşağı bir yukarı zıplayıp müthiş bir savaş dansı icra ederken bir yandan da vahşi bağırışlar eşliğinde çıplak ayaklarını yere vurup ürkütücü bir uğultu çıkararak yavaş yavaş yaklaşıyorlardı.

Sonra maymun adam yüksek sesle bir dizi vahşi, tuhaf çığlık atınca yerliler birdenbire kafaları karışmış bir hâlde oldukları yerde donup kaldılar. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorlarmış gibi birbirlerine baktılar zira işittikleri ses öyle ürkütücüydü ki kendi korkutucu savaş çığlıkları bile onun yanında hafif kalmıştı. Bu hayvani seslerin, hiçbir insan boğazından çıkamayacağına emindiler fakat yine de kendi gözlerinin önünde bu beyaz adam, ağzını açıp bu korkunç sesleri çıkarmıştı.

Lakin tereddütleri sadece bir anlıktı; ardından yeniden yekvücut hâlinde dans ede ede avlarının üstüne yürümeye başladılar fakat o sırada arkalarındaki ormandan aniden gelen sesler sebebiyle bir kez daha durdular ve arkalarına dönüp sesin geldiği tarafa baktıkları sırada öyle hayret verici bir manzarayla karşılaştılar ki o manzara, Wagambilerden daha cesur adamların dahi kanını dondururdu.

Ormanın kenarındaki karmakarışık otların içinden zıplayarak çıkıp gelen şey; alev alev gözleri ve hırlarken gösterdiği sivri dişleriyle, kocaman bir panterdi. Onun arkasından da bir sürü güçlü, kuvvetli, kıllı maymun hızla üzerlerine geliyordu. Hantal vücutlarının ağırlığını yere değen uzun kollarıyla dengeleyerek kısa, çarpık bacaklarının üzerinde, yarı dik vaziyette, sağa sola sallanarak yürürlerken çok ürkütücü görünüyorlardı.

Tarzan’ın hayvanları, çağrısına cevaben koşup gelmişlerdi.

Wagambiler yaşadıkları şaşkınlığın tesirinden çıkamadan bir taraftan o korkunç sürü, diğer taraftan da Maymunların Tarzanı üzerlerine saldırdı. Ağır mızraklar havada uçuşuyor, kalın sopalar sağa sola savruluyordu ve maymunlar, yere yığılıp bir daha kalkamasalar da beraberlerinde Ugambi’nin adamlarını da götürüyorlardı.

Sheeta’nın amansız dişleri ve yırtıcı pençeleri, yerlilerin siyah derilerini yırtıp parçalıyordu. Akut’un güçlü, sarı dişleri pürüzsüz derili birkaç vahşi yerlinin şahdamarını bulup koparmıştı. Maymunların Tarzanı da bir oraya bir buraya gidiyor, sahanın hiçbir noktasını boş bırakmadan vahşi müttefiklerini kışkırtıyor, uzun ve ince bıçağıyla düşmana epey hasar veriyordu.

Biraz sonra siyah yerliler, hayatlarını kurtarmak sağa sola kaçıştılar fakat tepenin otlarla kaplı yamaçlarından aşağı sürünerek inen yirmi savaşçıdan yalnızca tek bir tanesi, onları yerle bir eden sürüden kaçmayı başardı.

O kişi Mugambi’ydi; Ugambili Wagambilerin reisiydi. Mugambi, sırtın zirvesindeki sık otların karmakarışık yeşilliği arasında gözden kaybolurken onun ne tarafa kaçtığını sadece maymun adamın keskin gözleri görmüştü.

Sürüsünü, kurbanlarının etiyle, kendisinin asla dokunamayacağı insan etiyle karınlarını doyursunlar diye orada bırakan Maymunların Tarzanı; kanlı kavgadan sağ kurtulan tek kişinin peşine düştü. Tepeyi aşar aşmaz az ileride kaçan yerliyi gördü. Yüksek gelgit dalgalarının vurduğu kumsala çekilmiş uzun bir savaş kanosuna doğru, uzun adımlarla koşuyordu.

Maymun adam, dehşet içerisindeki yerlinin gölgesiymişçesine hiç ses çıkarmadan peşinden koştu. Beyaz adamın zihninde, kanoyu görünce aklına gelen yeni bir plan vardı. Eğer bu adamlar bu adaya başka bir adadan veya ana karadan geldilerse o neden onların aracını kullanarak onların geldiği ülkeye gitmesindi ki? Besbelli insanların yaşadığı bir ülkeydi ve şüphesiz ülkenin kendisi Afrika Ana Kıtası’nda olmasa bile, ana kara ile zaman zaman münasebeti olan bir yerdi.

Kaçmakta olan Mugambi, takip edildiğinin farkına varamadan omuzunda ağır bir el hissetti ve saldırganıyla mücadele etmek için arkasına döndüğünde kendisini müdafaa etmek için bir yumruk dahi savuramadan, saldırganın koca parmakları onu bileklerinden kavradığı gibi yere fırlattı ve kendisi de üstüne ata biner gibi oturdu.

Tarzan, ayaklarının dibinde iki büklüm yatan adama Batı Kıyısı’nın dilinde hitap etti.

“Sen kimsin?” diye sordu.

“Mugambi, Wagambilerin reisiyim.” diye karşılık verdi yerli.

“Eğer bu adadan ayrılmama yardım edeceğine söz verirsen hayatını bağışlayacağım.” dedi Tarzan. “Cevabın nedir?”

“Yardım edeceğim.” diye cevap verdi Mugambi. “Ama şimdi sen bütün savaşçılarımı öldürdüğün için, ben bile senin ülkenden ayrılıp ayrılamayacağımı bilmiyorum çünkü kürekleri çekecek kimse kalmadı, kürek çekenler olmadan denizi geçemeyiz.”

Tarzan ayağa kalktı ve esirinin de ayağa kalmasına müsaade etti. Yerli adam, erkekliğin muhteşem bir örneğiydi; fiziksel bakımdan, âdeta karşısındaki muhteşem beyaz adamın siyahi muadiliydi.

“Gel!” dedi maymun adam ve ziyafet çeken sürünün hırlamalarının duyulduğu yere doğru gerisin geri yürümeye başladı. Mugambi geri çekildi.

“Bizi öldürürler.” dedi.

“Zannetmiyorum.” diye karşılık verdi Tarzan. “Benim hayvanlarım onlar.”

Yine de savaşçılarının cesetlerini yemekte olan korkunç yaratıklara yaklaşmanın neticesinden korkan siyahi adam tereddüt etti fakat Tarzan, onu kendisiyle beraber gitmeye zorlayınca kısa bir süre sonra ikisi beraber ormandan çıkıp kumsaldaki dehşet verici manzaranın görülebildiği bir noktaya geldiler. İki adamı gören hayvanlar, başlarını kaldırıp onlara bakarak tehditkâr bir şekilde hırladılar fakat Tarzan, tir tir titreyen Wagambi’yi de peşinden sürükleyerek hayvanların arasına daldı.

Maymunlara Sheeta’yı kabul etmeyi öğrettiği gibi, Mugambi’yi benimsemeyi de öğretti; üstelik bu çok daha kolay olmuştu fakat Mugambi’nin savaşçılarını parçalayıp yemek için çağrıldığı hâlde, Mugambi’ye de aynı maksatla yaklaşmasına müsaade edilmediğini anlamak Sheeta için epey zor oldu. Fakat karnı iyice doymuş olduğundan korkutucu, uğursuz gözlerini dehşet içerisindeki yerliden bir an bile ayırmadan, alçak sesle, tehditkâr bir şekilde hırlayarak yerlinin etrafında dolaşmakla yetinmeye razı geldi.

Mugambi ise Tarzan’a öyle bir yapışmıştı ki maymun adam, reisin korkusunun onu soktuğu acınası duruma kahkahalarla gülmeden edemedi. Fakat nihayetinde beyaz adam, büyük kediyi ensesinden tutup Wagambi’nin yanına çekti ve kedi, yabancıya her hırladığında burnuna sertçe vurdu.

Bir adamın çıplak elleriyle, ormandaki etoburların en acımasız ve en vahşilerinden birine vurduğunu gören Mugambi’nin gözleri âdeta yuvalarından fırladı. Kendisini esir eden beyaz adama buruk bir hürmet duyan siyah adam, Tarzan’a karşı neredeyse tapınacak derecede bir huşu hissetti.

Sheeta’nın terbiyesi kısa sürede öyle iyi ilerleme kaydetti ki Mugambi, hayvanın av nesnesi olmaktan çıktı ve siyah adam kendisini bir nebze daha emniyette hissetmeye başladı.

Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
220 s. 1 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6486-42-3
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 2 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre