Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Çocuk Kalbi», sayfa 3

Yazı tipi:

MEKTEP

28 Cuma

Evet Hanri’ciğim annenin dediği gibi çalışmak sana biraz zor geliyor. Henüz mektebine benim istediğim gibi azimli bir tavır ve gülümseyen bir yüz ile gitmiyorsun, fakat biraz düşün ki mektebe gitmemiş olsan günlerin ne kadar boş geçecek. Bir hafta nihayetinde muhakkak mektebi isteyeceksin. Şimdi bütün çocuklar okuyorlar Hanri’ciğim. Bütün gün çalıştıktan sonra geceleri mektebe giden ameleleri, bütün hafta atölyelerde meşgul olduktan sonra pazar günleri de mektebe giden genç kızları, eğitimden geldikten sonra okumaya, yazmaya koyulan askerleri düşün. Dilsiz ve kör oldukları halde yine okuyan çocukları hatırına getir, düşün ki sabahleyin senin evden çıktığın saatte aynı şehirde otuz bin çocuk okumak için kendilerini üç saat sınıfa kapamak üzere mekteplere gidiyorlar ve hemen hemen aynı zamanda dünyanın bütün memleketlerinin çocukları yine mektebe koşuyorlar.

Yine hayaline getir ki Rusya’nın karlar altında kaybolmuş son mektebinden başlayarak ta Arabistan’ın hurma ağaçlarıyla gölgelenmiş sonuncu mektebine kadar kalabalık caddelerde veya kırların keçi yollarında yürüyerek, ateşte bir sema altından yahut karların arasından, kanallarla bölünmüş memleketlerde sandallar, büyük sahralarda atlar, buzlar üzerinde ise kızaklarla vadilerden, tepeciklerden aşarak ormanların ve sellerin arasından dağ yamaçlarında çizilmiş dar yollardan yalnız olarak yahut ikişer, üçer veya bir küme hâlinde veya uzun bir hat gibi hepsi kollarının altında kitaplarıyla binlerce tarzda giyinmiş, çeşitli lisanlar söyleyen milyonlar ve milyonlarca çocuk aynı şeyleri başka başka şekiller altında öğrenmeye gidiyorlar.

Yüzlerce millete mensup bu kalabalık çocuk topluluğunun yaptığı şu sonu gelmeyen hareketliliği hayal et ve kendi kendine de ki “Eğer bu hareket durursa insaniyet vahşetin pençesine düşer. Bu hareket dünyanın ilerlemesi, ümidi ve şerefidir!”

Şimdi, cesaret ey bu nihayetsiz ordunun küçük neferi! kitaplar senin silahların, dershane bölüğündür! Harp meydanı bütün dünya ve zafer ise insanlığın medeniyetidir. Oh! Hiçbir zaman korkak bir asker olma Hanri’ciğim.

Baban

PADULU KÜÇÜK VATANPERVER

(Aylık Hikâye)
29 Cumartesi

Hayır, ben korkak bir asker olmayacağım fakat muallim bu ay yaptığı gibi her ay bize böyle güzel bir hikâye verirse mektebe daha fazla hevesle giderim. Her ay bunun gibi bir tane vereceğini söyledi ve onu kopya etmek üzere bize verdi. Bu bir çocuk tarafından meydana getirilmiş güzel bir hareketin sonsuz bir hikâyesi olarak kalacaktır:

Hikâyenin adı “Padu’lu Küçük Vatanperver” dir:

Bir İspanyol vapuru Barselona’dan Cenova’ya gidiyordu. İçinde Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar ve İsviçreliler vardı.

Bu yolcu kalabalığının içinde daima herkesten ayrı duran, etrafındakilere korkulu bakışlarla bakan on bir yaşında bir çocuk dikkati kendine çekiyordu. O herkese böyle bakmakta belki haksız değildi. İki sene evvel Padu7 civarı köylerinden olup anlaşıldığına göre pek sefil olan babası ve annesi onu biraz para karşısında açgözlülük ederek adi bir cambaz topluluğuna kira ile vermişlerdi. Bu bayağı kumpanya ona birkaç el çabukluğu yapmayı dayakla öğrettikten sonra daima hakaret ederek ve mümkün olduğu kadar az yemek vererek Fransa ve sonra İspanya’ya sürüklemişlerdi. Barselona’ya vardıkları zaman bu kadar sefil bir hayata tahammül edemeyen çocuğun hatırına İtalya konsolosunun himayesine sığınma fikri gelir ve konsolos da ona acıyarak Cenova’ya hareket etmek üzere bulunan bir vapura bindirir ve eline de Cenova Sancak Beyi’ne hitaben, onu bir hayvan gibi birkaç para için satan ailesine gönderilmesi ricasını içeren bir mektup verir.

O kadar sefalet çeken zavallı çocuk paçavralarla örtülüydü. Ona ikinci mevkiden bir yatak vermişlerdi. Yolcular ona bakıyorlar ve bazen sorguya çekiyorlar fakat çocuk cevap vermiyordu. Bütün dünyadan nefret eder gibi görünüyordu. Sefalet ve fena muamele kendisini âdeta bir vahşi hâline koymuştu. Bununla beraber ısrar etmek sayesinde üç yolcu bedbaht çocuğun dilini çözmekte başarılı oldular. Yarı İspanyolca yarı İtalyanca birkaç sözle başına gelenleri anlattı. İtalyan olmayan bu üç yolcu zavallı çocuğun sefaletini anlamışlar, biraz acıdıkları, biraz da vakit geçirmek istedikleri için onu söyletmek üzere para vermeyi eğlence saymışlardı.

Bu esnada ikinci mevki salona bir kaç kadın giriyor ve üç yolcu, şüphesiz, madamlara gösteriş yapmak için küçük Padu’luya tekrar para veriyorlar. “Al şunu, şunu da al.” diye paraları masanın üzerine atıyorlardı.

Çocuk paraları cebine koyarak kaba köylü şivesiyle fakat mütebessim ve samimi nazarlar ile usulca teşekkür ediyordu. Sonra yatağına girerek perdesini çekti ve ne yapacağını düşünerek hareketsiz kaldı.

İki seneden beri doyacak kadar bir şey yemediği için bu parayla evvelâ karnını doyurmağı düşünüyordu. Üzerindeki elbise parça parça döküldüğü için Cenova’ya çıktığı zaman ilk işi düzgünce bir elbise almak olacaktı. İyi kabul edilmek için eli boş gitmektense ebeveynine birkaç para götürmeyi de ümit ediyordu. Bu para hakikaten onun için bir küçük hazine idi.

Yatağında perdenin arkasında bütün bunları düşünerek kendini daha az acınmaya şayan buluyordu.

Bu esnada o üç yolcu salonun ortasındaki masanın etrafında içiyorlar, seyahatlerinden, gezdikleri memleketlerden bahsediyorlardı. Bir aralık İtalya’dan bahsetmeye başladılar. Birisi otellerden, diğeri demir yollarından şikâyet etti ve gittikçe kızışarak İtalyan olan herkesin fena olduğuna kadar vardılar. Birincisi Japonların memleketinde seyahati tercih edeceğini, ikincisi İtalya’da hilekâr ve haydut insanlardan başka kimseye tesadüf etmediğini söylüyor. Üçüncüsü de memurların hiç okuma bilmediğini ilave ediyordu. Birincisi bunlar cahil bir millettir, derken ikincisi “Berbat!” diye yardım ediyordu. Üçüncüsü de “Hırsız!” diye bağıracaktı fakat tam bu esnada, herif sözünü bitirmeden sarı ve beyaz madenlerden mürekkep bir para yağmuru masanın, döşemenin üzerinde sıçrayarak bu adamların üstlerine döküldü, Üç yolcu bunun nereden geldiğini anlamak için hiddetle kalktıkları vakit bu defa metelik dolusuna tutuldular.

“Alınız. Paranız sizin olsun!” Küçük Padu’lu yatağının perdesini açmış bağırıyordu, “Vatanımı tahkir edenlerin sadakasını kabul etmem!”

Kasım

OCAK SÜPÜRÜCÜ

1 Pazartesi

Küçük Padu’lunun hikâyesini isteyen hemşirem Silviya’nın muallimesine vermek için dün akşam bizim Baretti Dairesinin yanında bulunan kızlar kısmına gittim. Burada yedi yüz kız var. Oraya vâsıl olduğum zaman kız talebeler kasımın ilk günlerindeki tatilden dolayı memnun olarak çıkmaya başlamışlardı.

Mektebin karşısında, sokağın diğer tarafında kolunu duvara, başını da koluna dayamış bir küçük ocak süpürücü duruyordu. Çuvalı, süpürgeleri ve kazıp temizlemeye özgü aletiyle simsiyahtı ve göğsü çatlıyormuş gibi hıçkırarak ağlıyordu.

İkinci sınıftan iki yahut üç genç kız ilerleyerek niçin ağladığını soruyorlar, küçük ocakçı cevap vermiyor ve ağlamakta devam ediyordu.

Kızlar,“Söyle bakalım! neyin var, niye ağlıyorsun?” diye tekrar ediyorlardı.

Kolunu ayırarak pek sevimli olan simasını gösterdi ve otuz onluk karşılığında birkaç ocak temizlediğini fakat dikkatsizlikle delik bir cebine koyarak düşürdüğünü anlattı.

Zavallıcık dövülmekten korkarak ustasının yanına parasız dönemiyordu. Şimdi alnını kolunun üzerine dayayarak üzgün bir adam vaziyetiyle daha çok ağlamaya başladı.

Küçük kızlar ciddiyetle birbirlerine baktılar. Diğerleri de, küçük, büyük, fakir, amele kızları ve zengin matmazeller, kalın kartonları kollarının altında olarak gelip toplanıyorlardı. İçlerinden biri, şapkasının üstünde mavi bir tüy bulunan büyükçe bir kız “Benim iki onluktan fazla param yok fakat aramızda toplarız.” diyerek cebinden iki metelik çıkardı. Kırmızılar giyinen diğer biri “Benim de iki onluğum var!” dedi. “Aramızda pekâlâ otuz onluk bulabiliriz.”

Şimdi “Ameli, Luis, Anna! Bir onluk, kimde onluk var?” diye seslenmeye başladılar.

Bazılarının defter veya çiçek almak için paracıkları vardı fakat acele ile getirip veriyorlardı. En küçüklerden bazıları da santimler getiriyorlardı. Mavi tüylü kız parayı topluyor ve yüksek sesle sayıyordu.

“Sekiz, on, on beş, fakat daha lâzım!”

Muallim yardımcısına benzeyen bir büyük genç kız geldi ve on metelik verdi. Bütün kız talebeler onu tebrik ettiler. Henüz beş metelik eksikti.

“İşte dördüncü sınıftakiler geliyor, onlarda para vardır.” diye bir küçük bağırdı.

Dördüncü sınıf talebesi geldi ve onluklar taşmaya başladı. Dalgalanan saçları, berrak tüyleri, ipek kurdeleleriyle türlü türlü renkte giyinmiş bu kızcağızların ortasında bu küçük siyah adamcığı görmek pek hoştu.

Otuz metelik tamam olduktan sonra yine ufaklıklar yağıyordu. Paraları olmayan küçükler, büyüklerin arasından sıyrılarak onlar da bir şey vermiş olmak için küçük çiçek demetleri götürüyorlardı.

Birdenbire kapıcı “Müdire Hanım!” diye bağırarak koştu.

Kızlar bir serçe sürüsünün uçuşması gibi ayrı yollara doğru kaçıştılar. Küçük ocakçı gözlerini silerek sokakta yalnız kaldı. Elleri onluklarla dolu olmakla beraber ceplerinde ceketinin iliklerinden kasketine varıncaya kadar her yerinde birçok küçük çiçek demetleri vardı!

Böyle zengin ve çiçekli olarak kendini bir kral gibi bahtiyar buluyordu. Fazla iyilik zarar vermez.

DOSTUM GARRON

4 Cuma

Tatilimiz iki günden ibaret olmakla beraber Garron’u pek çok zamandan beri görmediğimi zannediyorum. Artık onu tanıyor ve seviyorum. Bütün arkadaşlarım da aynı muhabbeti hissediyorlar.

Yaramazlar tabii müstesna, çünkü Garron onların fena hareketlerine mâni olur. Bir büyük çocuk bir küçüğe takıldığı veya fena muamele ettiği zaman küçük Garron’u çağırır ve saldırgan rahat durmaya mecbur olur.

Garron’un babası, şimendiferde makinecidir.

İki sene hasta olduğu için mektebe devama geç başladı. Bugün sınıfın en büyüğü ve en kuvvetlisidir. Tek eliyle bir sırayı kaldırıyor… Böyle olmakla beraber o pek iyidir.

Çakı, kurşun kalem, lastik, kâğıt, her ne istenirse iyi kalp ile size geçici olarak verir veya hediye eder.

Ders esnasında hiç konuşmaz ve hiçbir gürültü yapmaz. Kendisi için pek dar gelen sırasının üzerinde daima sakin geniş sırtı ve omuzlarının arasından başı görünür. Ona baktığım zaman “Biz dostuz değil mi Hanri?” diyormuş gibi gözleriyle bana güler.

İri ve kuvvetli olduğu hâlde boyuna göre dar ve kısa olan ceket, pantolon ve kolları için onunla biraz alay ederler. Onun kunduraları büyük ve boynunun etrafında kıravatı bir ip gibidir. Zavallı Garron! Bütün bunlara rağmen onu bir defa görmek sevmek için kâfidir. Sedef kaplı bir çakısı var ki geçen sene Arm Meydanı’nda bulmuştu. Bir gün onunla elini derince kesmişti. Mektepte kimse bunu görmedi ve o da ailesini meraklandırmamak için evinde bir şey söylememişti. Kendisine latife edildiği zaman hiç kızmaz fakat bir şey iddia ederken “Doğru değil.” denilirse durur ve gözleri şimşekler çakarak sıranın üstüne bir yumruk indirir. Parası kaybolduğu için defter alamayan bir çocuğa geçen cumartesi iki onluk vermişti. Şimdi bütün çiçeklerle süslü bir kâğıda sekiz sayfalık bir mektup yazmakla pek meşgul. Bu mektup iri yarı ve pek sevimli olan ve mektepten çıktığı zaman onu genellikle beklemeye gelen annesinin bayramını tebrik içindir.

Muallim Garron’a iyilikle bakar ve her yanından geçtiği zaman yanağını samimiyetle okşar. Can dostum Garron’u ben çok seviyorum. Onun koca elini avucumda sıkmaktan memnunum. Hiç şüphem yok ki o arkadaşlarından biri için hayatını tehlikeye koymaktan çekinmez ve onu bütün kuvvetiyle müdafaa eder. Bu hâl gözlerinde iyice okunuyor.

Sesinin ahengi biraz sert fakat hissedilir ki bu seda, asil ve alicenap bir kalbin aksidir.

KÖMÜRCÜ İLE EFENDİ

7 Pazartesi

Karlo Nobi’nin, Betti’ye dediğini tabii Garron söylemezdi. Karlo Nobi babası zengin olduğu için gururludur. Uzun boylu, siyah sakallı ciddi ve kibar tavırlı olan Mösyö Nobi hemen her gün mektebe kadar çocuğuna eşlik eder.

Dün sabah Nobi en küçüklerden biri olan, Kömürcü’nün oğlu Betti ile kavga etmiş ve haksız olduğunu hissettiği için ne söyleyeceğini bilemeyerek “Senin baban bir dilenciden başka birşey değil!” demişti. Betti saçlarına kadar kızararak hiç cevap vermedi fakat sakat gözleri yaşlarla doldu. Evine yemeğe gittiği zaman Nobi’nin dediğini babasına anlatmış olacak ki yemekten sonra babası, simsiyah küçük bir adam muallime şikâyete gelmişti. Sınıftaki büyük bir sesliğin içinde şikâyetini söylerken alışılmış veçhiyle kapıda oğlunun pardösüsünü çıkarmaya yardım eden Nobi’nin pederi, Kömürcü’nün kendi ismini telaffuz ettiğini işitir ve neden bahsettiğini öğrenmek için içeri girer. Mösyö Perboni cevap veriyordu.

“Bu adamcağız şikâyete gelmiş çünkü sizin Karlo, çocuğuna ‘Senin baban bir dilenciden başka birşey değil.’ demiş.”

Mösyö Nobi kaşlarını çatarak ve biraz kızarak oğluna “Sahi bunu söyledin mi?” dedi. O, sınıfının orta yerinde ayakta, alnı küçük Betti’nin önünde eğilmiş bir hâlde cevap vermedi. Pederi kolundan tutarak hemen temas edecek derecede Betti’ye doğru itti ve “Yalvar ki affetsin.” dedi.

Kömürcü “Hayır hayır.” diyerek mâni olmak istiyordu fakat Mösyö onu dinlemeyerek Karlo’ya “Ondan af iste! ve ‘Benim babamın elini iftiharla sıktığı baban için söylediğim ağır ve manasız sözden dolayı beni affet Betti.’ sözlerini tekrar et.” dedi.

Kömürcü şiddetle menedecek olduysa da yine devam etti ve oğlu gözlerini yerden kaldırmaya cesaret edemeyerek babasının söylediği kelimeleri birer birer alçak seda ile tekrar etti. Şimdi Mösyö Nobi elini Kömürcü’ye uzatmış Kömürcü de onu kuvvetle sıkarak bir taraftan da çocuğunu Karlo Nobi’nin kollarına doğru itmişti.

Kont, muallime hitaben “İkisinin yan yana oturmalarına lütfen müsaade eder misiniz?” dedi ve onlar yerlerine oturduktan sonra selam vererek çıktı.

Kömürcü bir an kararsız bir hâlde kalarak birleşen bu iki çocuğu süzdü ve sonra sıraya yaklaşarak Nobi’ye muhabbet ve üzüntüyle-baktı. Onu okşamak üzere elini uzatıyordu fakat cesaret edemeyerek yalnız parmaklarını alnına hafif bir temas ettirerek çekildi. Bunun üzerine muallim bize dedi ki:

“Şimdi gördüğünüzü daima hatırlayınız çocuklarım, bu, senenin en güzel dersidir.”

KARDEŞİMİN MUALLİMESİ

10 Perşembe

Matmazel Delkati, kardeşimin biraz rahatsız olduğunu öğrenerek bugün bize gelmişti.

Kömürcünün oğlu evvelce onun da talebesiydi. Oğluna usluluk mükâfatı verilmesine teşekkür etmek üzere bir gün Betti’nin annesinin önlüğüne birkaç okka kömür doldurarak kendisine nasıl getirdiğini anlatıyor ve bizi güldürüyordu. Zavallı kadın önlüğünü yine dolu olarak götürmemek için ağlayarak bu küçük hediyenin kabulünü ne kadar ısrar ile rica ediyormuş. Bir başka defa yine minimini talebelerden birisinin annesi pek ağır bir çiçek demeti getirir. Meğerse bu demetin ortasında yeni onluklarla dolu bir para kumbarası varmış. Onu seve seve dinliyorduk. Kardeşim de Matmazel Delkati’yi memnun etmek için ilacını isteyerek içiyordu.

İlkokul birinci sınıfın bu küçücük talebesiyle uğraşmak için ne kadar sabırlı olmak lazım. Hepsi ihtiyarlar gibi dişsizdir “(r)” ve “(s)” harflerini telaffuz edemezler. Biri öksürür, diğerinin burnu kanar, birisi sıranın altında topacını kaybeder, öteki kalemini eline batırdığı için bağırırken daha öteki bir numaralı defterin yerine iki numaralısını aldığı için ağlamaya başlar. Bunlardan başka elli tane kadar bebek vardır ki onlara okumak, yazmak ve hesap öğretmek lazım!..

Bu küçük mahlûkların herbiri cebinde değnek parçaları, akide veya nane şekerleri, düğmeler, tıpalar, çakıl taşları bulundururlar.

Muallime bazen onları araştırmak istediğinde hâzinelerini kunduralarının içine varıncaya kadar saklarlar.

Hiç olmazsa dikkatli olsalar! Nerede? Pencereden giren bir kocaman sinek onların başını havaya kaldırmaya kâfidir.

Yazın sınıfa, gürültü ederek uçan mayıs böceği getirirler. Hele bazen hokkaya daldıkları zaman defterlerine uzun uzun siyah çizgiler yapmaya başlarlar. Muallime bütün bu minimini şakirtlerin annelerine vekâlet etmeye, giyinirken yardıma, çizilmiş parmaklarını sarmaya, düşen şapkalarını giydirmeye, mantolarını değiştirmemeleri için dikkat etmeye mecburdur. Aksi takdirde bebekler bağırırlar, ağlarlar.

Zavallı Muallime! Bazı defa da anneler şikâyete gelirler:

“Nasıl oluyor da Matmazel, oğlum kalemini kaybediyor?”

“Nasıl oluyor da bir şey öğrenmiyor?” “Bu kadar iyi çalıştığı hâlde niçin benimkine aferin vermediniz?” “Zavallı Piyetro’mun yeni pantolonunu yırttığı sıradaki çiviyi niçin çıkarmadınız?”

Bazı kere zavallı muallimenin sabrı kalmaz ve küçük şakirtlerine darılır, biraz sonra pişman olarak yine onları okşar.

İçlerinden birinin evine gönderileceğini söylediği zaman yine gözyaşlarından müteessir olur ve onları aç bırakmak suretiyle cezalandıran ebeveyne darılır.

Bu Matmazel Delkati, ateşli, çabuk müteessir olur, şefkatli, iyi giyinir, uzun boylu ve güzel bir kızdır.

Annem ona “Hiç olmazsa talebeleriniz sizi severler mi?” diye soruyordu. O cevap verdi:

“Evet: fakat sene nihayetinde bir başka sınıfa gitmek üzere beni terk ederler ve bir daha yüzümüze bakmazlar, bu küçük nankörler muallim efendilerin dershanelerine geçtikleri zaman sanki bizim elimizde büyümüş olmaktan sıkılıyorlarmış gibi bir günaydın demeye ancak tenezzül ederler, bu daima böyle olmuştur. Çok sevilen yavrucuklara her çeşit özeni iki sene sarfettikten sonra bırakmalı ve artık bir daha görmemeli. Bazıları için emin olur ve oh artık bu beni daima sevecek, derim fakat tatil geçtikten sonra bu da diğerleri gibi beni hiç düşünmez.

Matmazel Delkati, küçük kardeşimi öpmek için kalkarak “Fakat sen böyle olmayacaksın değil mi yavrum?” diyor, “Benim yanımdan geçtiğin zaman başını öbür tarafa çevirmeyecek, zavallı dostunu, iyi muallimeni inkâr etmeyeceksin değil mi?” diye ekliyordu.

ANNEM

17 Perşembe

Bu sabah muallimenin ziyareti esnasında anneme konuşurken münasebetsiz bir söz sarfettiğime dikkat eden babam; okuyunca beni derin bir surette müteessir eden şu tezkere ile ihtar etmeyi vazifeden addetti:

“Kardeşinin muallimesi huzurunda annene karşı hürmette kusur ettin. Bu bir daha tekrar etmesin Hanri! Küstahlığın kalbime bir hançer gibi tesir etti. Birkaç sene evvel sen hasta iken beşiğine eğilmiş nefeslerini muayene eder ve seni kaybetmek ihtimaliyle ağlar ve hıçkırırken anneciğinin o hâlini düşündüm. Bu hatıra üzerine sana karşı kızmaktan kendimi alamadım. Şimdi düşün Hanri! Sen annene hakaret ettin öyle mi? Annene ki seni bir saatlik ızdıraptan kurtarmak için saadetinden bir seneyi feda eder. Senin uğrunda dilenir, hayatın için ölmeye razı olur. Hatırına getir ki Hanri! Sen belki pek hazin günler hatırlarsın fakat bunların en hazini, en acıklısı, anneni kaybettiğin gün olacaktır.

Büyüdüğün, bir adam olduğun zaman, hayat mücadelesi seni kuvvetlendirdiği zaman onun sesini işitmek ve açılmış kollarını görmek ihtiyacıyla şüphesiz onu anacaksın çünkü ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olsan da kendini himayesiz ve kuvvetsiz bir zavallı çocuk zannedeceksin.

O zaman sebep olduğun üzüntüleri acıyla hissedeceksin. Vicdan azapların pek ağır olacak. Bedbaht! Anneni üzersen hayatında sulh ve huzur ümit etme! O zaman pişman olmak, ondan af dilemek, hatırasına hürmet etmek faydasızdır. Vicdanın seni asla rahat bırakmaz. Annenin tatlı ve iyi hayali ruhunu daima işkenceye sevk eder. Unutma ki Hanri evlat muhabbeti en kutsal aşktır. Yazıklar olsun onu yıpratan bedbahta! Annesine hürmet eden bir katilin bile kalbinde namuskâr bazı hisler var demektir. Ve annesini inciten, ona hakaret eden en şerefli insan bile adi mahluktan başka birşey değildir.

Ağzından annene karşı hiçbir zaman sert bir söz çıkmasın. Ve ondan af dilediğin zaman bu, babanın korkusuyla değil kalbinin heyecanıyla olsun. Seni kucaklaması için ona yalvar, ta ki busesi alnındaki nankörlük lekeni silsin. Seni severim oğlum, hayatımın en muazzez ümidisin, fakat annene karşı nankör olduğunu görmektense ölmeyi tercih ederim. Git ve bir müddet için beni kucaklamaktan çekin, çünkü buselerine isteyerek karşılık vermeyeceğim.”

Baban

ARKADAŞIM KORETTI

13 Pazar

Babam beni affetti. Fakat henüz üzgün olduğum için öğleden sonra biraz gezinmek üzere annem beni kapıcının büyük oğluyla gönderdi. Bir dükkânın önünde duran yük arabasının yanından geçerken çağrıldığımı işittim. Bu su samurundan gömleği ve kedi derisinden keçe şapkasıyla sınıf arkadaşım Koretti idi. Büsbütün ter içinde, memnun görünüyor ve omzunda epeyce ağır bir odun yükü taşıyordu. Yük arabasının üstünde ayakta duran bir adam babasının dükkânına nakletmek üzere ona odunlar uzatıyor, o da, onları dükkânda yığın yaparak yine süratle arabaya dönüyordu.

“Ne yapıyorsun Koretti?” dedim.

Bir yük almak üzere kollarını uzatarak “Ne yaptığımı görüyorsun!” dedi, “Hem çalışıyorum hem de derslerimi tekrar ediyorum.” Ben gülmeye başladım. Fakat Koretti ciddi söylüyordu ve odunları alıp dükkâna doğru koşarken “Fiillerin, cinsi, adet ve şahsı itibarıyla değişmelerine fiillerin arızaları derler.” diyor ve odunları yığın hâlinde atarken “Zamana gelince, zaman fiil ile uyum gösterir.” diye devam ediyordu.

Sonra yine bir kucak odun almak üzere arabaya yaklaşarak “Fiilin kendisiyle ifade ettiği surete gelince…” diye ilave ediyor ve bu suretle ertesi günkü gramer dersini tekrar ediyordu.

Bana diyordu ki “Bak daha ne istiyorsun, zamanımdan istifade ediyorum. Babam çırakla bir siparişi teslim etmek üzere çıktı. Annem de hasta. Arabayı boşaltmak için benim yardım etmem lazım. Bu gramerimi tekrar etmekten beni menedemez ya. Bugün dersimiz güç. Onu kafama sokamıyorum.”

Arabacıya hitaben “Paranızı vermek için saat yedide burada bulunacağını babam söyledi.” dedi.

Araba gitmişti Koretti bana “Dükkâna biraz girsene.” dedi. Reddedersem belki neşesini kaçırırım korkusuyla odunlar ve çalı demetleriyle dolu ve kapıya yakın bir terazi konmuş olan bir büyük avluya girdim.

“Bugün çok işim vardı. Seni temin ederim ki ödevimi birkaç kelimelik cümleler hâlinde parça parça yazıyorum. Bir parçasını yazmak üzere idim ki bir iş için geldiler. Tekrar başladım. Derken işte bu araba geldi. Daha bu sabah iki defa odun pazarına ta Venedik meydanına kadar gidip geldim. Bacaklarımda hiçbir şey hissetmiyorum ama ellerimin şiştiğini zannediyorum yapılacak resim ödevimin bulunmamasını isterdim. “

Gayretli çocuk bütün bunları söylerken döşemeyi örten yaprakları kaldırmak üzere süpürüyordu.

“Fakat ödevini nerede yapıyorsun Koretti?” diye sordum.

“İşte burada gel de gör!”

Beni mutfak ve yemek salonu vazifesini gören dükkânın arkasına götürüyordu. Bir köşedeki masanın üstünde kitaplar ve başlanmış ödevler konmuştu. “Hakikaten ikinci suali açıkta bırakmıştım…” dedi, “Meşin ile ayakkabı, kayış… Şimdi yol çantasını ilave ediyorum.” Ve kalemi alarak güzel yazısıyla yazmaya başladı.

Bir seda dükkânın içinde “Burada kimse yok mu?” diye sordu. Bu çalı demetleri almaya gelen bir kadındı. “İşte geliyorum.” diye bağırarak Koretti odadan çıktı. Demetleri tartıp, parayı aldıktan sonra bir yazı taşının asılı bulunduğu köşeye girerek satışını kaydetti ve ödevine döndü “Biraz bakalım sayfamı bitirmeye bırakacaklar mı?” diye yazmaya devam etti: “Seyahat çantaları, askerler için palaskalar…”

Birdenbire “Ah zavallı kahvem kim bilir ne oldu!” diye ocağa koşarak cezveyi ateşten kaldırdı.

“Bu annemin kahvesi. İstersen onu beraber götürelim. Seni görürse memnun olur. Yedi günden beri yatakta… Aaa… İşte fiillerin arızaları gibi ben de bütün gün bu cezve ile elimi yakıyorum. Askerlerin çantalarından sonra acaba ne ilave etmeli, daha bir şeyler var amma bulamıyorum… Gel. Buraya gel!” Küçük arkadaşım bir kapı açtı ve annesinin yattığı odaya girdik. O bir yün yatağı işgal ediyor. Ve başında beyaz bir sargı bulunuyordu.

Fincanı uzatarak “İşte kahve anne!” dedi ve beni işaretle “Sana sınıf arkadaşlarımızdan birini takdim ederim.” diye ilave etti. Kadıncağız “Ah! Hastaları görmeye gelmek çok iyi şeydir efendi oğlum.” diyordu. Koretti annesinin arkasındaki yastıkları düzeltti, yorganı yaklaştırdı. Ateşi karıştırdı, teklifsizce konsolun üzerine yerleşmiş olan kediyi kovdu.

Kahve fincanını alarak “Başka hiçbir şeye ihtiyacınız yok mu anne?” diye sordu “İki kaşık şurubunuzu içtiniz mi? Bittiği zaman eczacıdan almak üzere ben giderim, odunlar yerleştirildi. Söylediğiniz gibi dörtte eti ateşe koyacağım, tereyağcı geçtiği zaman sekiz meteliğini vereceğim. Siz rahat olunuz anneciğim. Herşey yolunda olacak.”

Kadın “Pekâlâ oğlum.” diyordu, “Sen her şeyi düşünüyorsun zavallı yavrucuğum.”

Koretti bana babasının asker kıyafetiyle resmini içeren küçük bir çerçeveyi gösterdi. 1866’da, Prens Hümber alayında hizmet ettiği zaman kazandığı kıymetli madalyalar da gözüküyordu. Faal gözleri, memnun tebessümüyle bu aynen dostum Koretti’nin simasıydı.

Tekrar mutfağa girdik. Koretti “Buldum!” diyerek defterine koştu “İşlenmiş deriden beygir koşumları da yapılır.” diye ilave etti.

“Gerisini bu akşama yaparım. Biraz uykusuz kalacağım, diyordu, “Hanri sen mesutsun. Çalışmak ve gezmek için vaktin var…”

Daima neşeli, daima çevik, beni dükkâna götürüyor orada odun parçalarını tezgâha koyarak testereliyor ve bana:

“İşte en âlâ jimnastik kolları ileriye itmek, istiyorum ki babam geldiği zaman bu odunları tümüyle testerelenmiş görsün; kim bilir nekadar memnun olacaktır. Fakat maatteessüf testere ile uğraştıktan sonra “(t)” leri ve “(1)” leri muallimin söylediği biçimde yılan gibi yazıyorum. Ne yapabilirim, ona doğrusunu söyleyeceğim. Kolumu çok oynattığım için parmaklarım yoruluyor. İşin önemi annemin iyi olmasındadır. Bugün hamdolsun daha iyi. Gramere gelince ona yarın sabah erkenden çalışacağım. Ah işte kömür arabası, haydi çalışmaya!”

Siyah çuvallarla dolu bir yük arabası dükkânın önünde durdu. Koretti arabacıyla konuşmaya koştuktan sonra avdetle: “Şimdi…” dedi, “Sana kal diyemem. Artık yapma. Beni biraz görmek için geldiğine teşekkür ederim. Haydi güzel güzel gez mesut Hanri!”

Ve elimi sıkarak birinci çuvalı arkasına almak üzere koştu. Dükkânla araba arasındaki seferlerine başlıyordu.

Kedi derisinden keçe şapkası altında taze siması o kadar coşkulu, sevinçli ve aceleci idi ki görmek insana zevk veriyordu.

Bana “Mesut Hanri!” diyor. Hayır, Koretti, hayır; sen benden daha mesutsun. Aynı zamanda okuyor ve çalışıyorsun. Babana, annene benden daha faydalısın, benden daha cesur ve benden yüz defa daha iyisin benim aziz arkadaşım!

7.Padu Vensiya eyaletinin bir şehridir.
₺28,80

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
09 ağustos 2023
Hacim:
311 s. 2 illüstrasyon
ISBN:
978-625-99850-9-1
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 3, 1 oylamaya göre
Metin, ses formatı mevcut
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 4,8, 8 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 4,9, 14 oylamaya göre
Ses
Ortalama puan 4, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 3 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 5, 1 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre