Kitabı oku: «Gönlün Göklerinde», sayfa 7
HAKİM AĞABEY

Gazete yazarı, siyasetçi M. İ. Yesenaliyev’den söz edildiği anlarda iki kişiden biri “Kimsesiz çocuklar yurdunda büyümüştür. Öyle adı ve soyadı Rusça kaydedilenler az mı ki” der ve tanıdığı “Rusça-lanmış” insanları örnek göstermeye başlar. “Mihail İvanoviç İsinaliyev” dendiğinde onu iyi tanımayanlar öyle demesin de ne desin? Görüşen, konuşan insanlar ise onun Yesenaliyev Hakim Tilegenulı olduğunu bilir.
İlk başlarda hem kendisi hem arkadaşları “Kakim” dermiş. Yazar Azilhan Nurşayıkov anılarında, (“Hakim Mihail İvanoviç. Make”adlı kitapta) Muhtar Avezov’un bir iş ziyaretinde bulunduğu sırada, evinde misafir olduğunu, Muhan’ın onuruna verilen yemeğe bölge yönetiminden aralarında Mihail Yesenaliyev’in de bulunduğu üç genç adamı davet ettiğini anlatır. Muhan’ın bir ara Yesenaliyev’e gülümseyerek: “Şu genç adamın adını kiminiz “Mihail İvanoviç”, kiminiz “Kakim” diye iki şekilde söylüyorsunuz. Peki benim bu iki isimden hangisini söylemem gerekir?” dediğini, konuyu anladıktan sonra ise: “Kazakça söylemek istiyorsanız “Kakim”değil, “Hakim” demeniz daha uygun olacaktır. Lokman Hakim’i bilirsiniz. Aristo, Eflatun, Sokrates gibi bilgeleri de. Abay yirmi yedinci nasihat sözlerinde bilge Sokrates’in sözlerine yer vermiştir… “Kakim” diyecek olursanız adın bir anlamı olmaz, basit, sıradan, önemsiz kelimelerden birine benzer. “Hakim”, kurşun gibi ağırlığı olan bir sözdür. Ayrıca bilge anlamı ve özelliği taşır, herkesçe bilinir ve belli bir öneme sahiptir” gibi tavsiyelerde bulunduğunu anlatır. Ondan sonra Pavlodar Bölgesi’ne Mihail İvanoviç’e Avezov’un “Hakim” diye Kazakça ad koyduğunu yayar.
İşe o Hakim’in yaşamına bir göz gezdirelim. Oral bölgesinde dünyaya gelen Tilegen, yedi yaşında öksüz kalıp kader oraya buraya savurunca çaresizce kendisini Rusya’nın Saratov Bölgesi’ndeki Piter Köyü’nde bulur. Orada hizmetçi olarak kalır. Genç erkek yaşlarına geldiğinde kolhoz başkanının at arabacısı olur. Kazak değil mi, at hayvanına bakmada becerikli, istekli ve meyilli olduğu gözlerden kaçmaz. Bir gün köye komşu topraklardan genç bir kız geliverir. Beklenmedik anda kaderin bir araya getirmesi ile tanışırlar ve sonunda iki yarım, bir tamı oluşturur. Tilegenile Ümitay.
Hakim bir gün yaşamından bahsederken: “Allah benim siyah gözlü olmamı istemiş olmalı. Yoksa ta uzaklardaki Piter’de yaşayan tek Kazak olan müstakbel babamı kendisi gibi öksüz Kazak kızı olan müstakbel annemle buluşturur mu hiç?” diye şaka yapmıştı (Hakim’in “z” harfini “s” diye mi veya “z”harfini “s” diye mi, yada ikisini birleştirerek“sz” diye mi, kendince farklı bir şekilde, yumuşatarak söyleme gibi ilginç bir üslubu vardı).
Çiçeği burnunda aile çocuk sahibi olur (15 Eylül 1928 tarihinde). Erkek çocuğu. Babası adını “Hakim” koyar. Kutlama bittikten sonra Tilegen Bey bebeğine doğum belgesi almaya gider. Oradaki tanıdık Rus kadın: “Vanya abi, bu çocuğun adını “Mihail” koyalım. “Mihail İvanoviç” olsun. Yoldaş Mihail İvanoviç Kalinin’i biliyorsunuzdur, onu tüm dünya bilir. Sizin oğlunuz da Sovyetler Birliği’nin o yöneticisi gibi tanınmış biri olsun.” demiş (Ruslar, Kazak adlarını kendilerine göre değiştirerek söylemede çok ustadır. Örneğin, Balgabay’ı Borya, Tanabek’i Tolya diyiverirler. Ancak Tilegen’e Vanya (İvan) demiş olmaları ilginçtir. Köydekilerin yaşça büyük olanları “İvan”, akranları “Vanya” derken küçükler “Vanya ağabey” dermiş). Bedenini sevinç dalgası saran Tilegen Bey, oğlunun meşhur Kalinin Yoldaşın adını taşımasını uygun bulup “İyi, hadi öyle yaz.” demiş olmalı. Böylece Hakim,“Mihail İvanoviç İsinaliyev” oluvermiştir (bir kere Hakim’e: “Adınızı ve soyadınızı Kazakça olarak kaydettirsenize.”demiştim. “Düzeltilmesi gereken belge çok fazla, sonra, emekli olunca bakarım, şu anda zamanım yok” karşılığını vermişti).
Tilegen Bey ile Ümitay Hanım, Hakim Bey’le birlikte Piter’de, Pavlodar’da, Almatı’da yaşadılar ve ilerleyen yaşlarda vefat ettiler. Hakim’in Galina ve Roza isimli iki kız kardeşi Almatı’da oturur. Oğlu Timur, Rusya’da diplomat idi, babasının vefatından bir yıl sonra hastalıktan rahmetli oldu.
Maya İvanovna, kısa boylu, yuvarlak ve güler yüzlü bir insandır. Hakim Bey ikisi meşhur bakir topraklar projesi yıllarında Pavlodar’da tanışmışlar. Hakim Bey Bölge Komsomolu Başkanı, Maya Hanım (Maya İvanovna’ya ben bazen “Make”, bazen “yenge” derim) ise Leningrad’dan Komsomol Örgütü tarafından sevk edilen toprakları işletir. Kazakçayı iyi konuşamaz, ancak konuşulanları anlar. Uyruğu Rus olmasına rağmen ruhu Kazaktır. Buna delil olarak bir tek şunu anlatsam yeterli olur. Hakim ağabey baki dünyaya göç ettikten sonra her iki haftada bir Cuma günleri yedi pişi hazırlayıp eski dost ve eşlerini davet ederek Kur’an bağışlamaya devam etti. Ellerini açıp yüzüne götürdüğünde gözlerinden yaş döküldüğüne şahit olmuşumdur kaç defa. Değerli eşinin vefatının birinci yılı münasebetiyle yemek verip Kuran bağışladıktan üç ay sonra telefon ederek: “Gabeke, gelin al, eve gel, saat iki” dedi. Gittik. Çok yakın dört aileyi davet etmiş. Benden başka Komsomol döneminden beri görüştüğü dostları. Hakim Bey’i anıp yaşadıkları ilginç ve önemli olaylardan söz ettiler. Bir ara Maya İvanovna yerinden yavaşça kalkıp hepimize birer bakış attıktan sonra gözleri yaşararak: “Değerli dostlar.” diye titrek sesle konuşmaya başladı. Hayatından memnun olduğunu, bir tek üzüntüsünün Mişasını yitirmiş olması olduğunu söyleyip dostlarına sonsuz teşekkürlerini iletti ve sonunda: “Sülalemizin memleketi Leningrad’dır, kardeşlerimle akrabalarımın hepsinin orada yaşadığını biliyorsunuz, onlar benim taşınmamı istiyorlar. Ben de onları dinlemem gerektiğini düşünüyorum. Bir de size söylemek istedim. İzin verirseniz taşınayım, vermezseniz burada yaşamaya devam edeyim” dedi. Bir dakika kadar devam eden sessizlikten sonra aramızdaki büyüğümüz, Hakim ağabeyin en samimi dostu Sagındık Kenjebayev: “Maya, mutfak tarafına bir göz atsan” dedi alçak bir sesle. Maya İvanovna odayı terk ettikten sonra Sagındık Bey hepimize ne düşündüğümüzü sordu. Fikir alışverişinde bulunduk. Hakim Bey ile Maya Hanım’ın tek oğulları olan Timur, Moskova’daki Diplomasi Akademisi’nden mezun olup ülkeye geldiğinde göreve alınmamıştı. Hakim ağabeyimiz: “Buradaki kahpe yönetim, benden alamadıklarını oğlumdan almak için Almatı’ya yaklaştırmadı. Ne utanç verici bir davranış? Neyse, kendileri bilir. Timur, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı’nda işe başlayacak” demişti. Böylece Maya İvanovna’ya izin vermenin uygun olacağı kararına vardık. Bir ay sonra da memleketine yolcu ettik…
Hepimiz Mihail İvanoviç’in ne zaman, nerede, ne tür görevler üstlendiğini biliriz. Komsomol örgütünde, partide, dış siyaset alanında yöneticilik yapmıştır. Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Kültür Dairesi’ne on üç yıl kadar başkanlık edip ülkemizin manevi başarılarına büyük katkılar sağladı, bunu düşmanı bile inkâr edemez. “Düşman” dedim de bir keresinde: “Düşmanınız var mı, gerçeği söyleyin” diye şakayla karışık soru sorduğumda bıyık altından gülerek: “Mukagali’nin söylediği gibi “Düşmanın var mı dersin, nereden bileyim?”… Kazak milletinin olduğu yerde neden olmasın, vardır, ancak bana görüneni olmadı” dedi.Sonra azıcık düşündükten sonra: “Merkez Komite’de iki ateş altında çalıştım. Konayev ile İmaşev kendilerinin söylemeleri gereken kararı benim ağzımdan iletirdi. Kahrolası şu “parti etiği” denen şey yok muydu, o hem ağzımı hem elimle ayaklarımı bağlardı, çok zordu ya.. Kadro konusunda da bir iki defa suçlu duruma düşürüldüm. Ancak o kadroya hem o saatte hem daha sonra elimden geldiğince yardımcı oldum. Yardım ederken “Ben suçsuzum, ne olur bana küsmeyin, falanca insanlar mecbur bıraktılar.” demedim… O insan bunu hissedip anlamış da olabilir, “Yesenaliyev böyle yaptı, şerefsiz.” gibi düşüncelerle de gitmiş olabilir. Kim bilebilir ki… Ancak öyle şeyler beni çok üzerdi, kendi kendimi yerdim”dedi.
(Dinmuhammed Konayev, Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri, Sattar İmaşev, Merkez Komite İdeoloji Sekreteri.)
Parti sisteminde ben de 28 yıl çalıştım, “parti etiği”nin hem dışını hem içini çok gördüm. Bu nedenle Hakim Bey’i anlıyorum. Kültür Bakanlığı’nın, Yazarlar Birliği’nin, edebî yayın evlerindeki bazı üst görevde bulunanların Hakim Bey’e karşı kızgınlıklarını belirtip arkasından hakkında olumsuz şeyler söylediklerine şahit olmuşluğum vardı. Ancak o dönemler Hakim ağabeyle samimiyetim olmasa da kendi kendime “o, bunları kendisi yapmamıştır, muhtemelen üsttekiler yaptırmıştır” derdim.
Daha sonrasında Hakim Bey’le tanıştım. Bazen yüz yüze, bazen telefonla görüşerek sırdaş ağabey ve kardeşe dönüştük…
1986 yılının Aralık ayında M.Gorbaçov’un düzenbazlığı yüzünden Almatı’da yaşanan kanlı olayın sebepleri ile sonuçlarını araştırmayı ilk talep eden kişi Hakim Yesenaliyev’dir.
4 Haziran 1988 tarihinde Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Genel Kurul Toplantısı düzenlendi. Gündem konusu Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nce Almatı’daki Aralık olayları hakkında alınan kararı ele almak idi. Tabii ki önceden verilen talimat gereği söz konusu karar oy birliği ile onaylanması gerekir. Hem bildiri sunanlar hem fikir beyan edenler verilen talimatın çerçevesinden çıkmadı. Hep başını sallayarak görüşleri destekleyenlerden olmak istemeyen Merkez Komite üyeliğine aday, Dışişleri Bakanı Yesenaliyev, oturum başkanlığına not göndererek söz hakkı istedi. Söz verilmedi. Biraz sonra yerinden fırlayıp herkesin karşısında sesli olarak söz istedi. Oturum başkanları geçiştirmeye, söz vermemeye çalışarak: “Tartışmaya son verme önerisi yapıldı” dediler. O arada Kızılorda Bölge Parti Komitesi Birinci Sekreteri, Merkez Komite üyesi Yerkin Avelbekov yerinden kalkıp: “Merkez Komite üyeliğine aday, Dışişleri Bakanı Sayın Yesenaliyev’e söz vermemek hoş bir davranış olmaz. Kabalık olmasın, Sayın Yesenaliyev’e konuşma hakkı verilsin.” diye talepte bulundu. Böylece Mihail İvanoviç kürsüye çıktı. Kısacası Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi kararını olduğu gibi desteklemediğini belirtti. “Moskova’dan gelen yetkililer sadece iki gün durdular. Olayı tam olarak anlamadıklarından üstünkörü sonuç çıkardılar. Peki sizlere neler oluyor? Bakir toprakları işleme projesi başlayalı beri geçen 34 yıl içerisinde sıradan tarım uzmanlığı ve mühendislik görevinden Merkez Komite üyesi seviyesine yükselmediniz mi? Konuyu detaylı olarak inceleyerek doğruyu konuşacağınız yerde bir buçuk yıldır ağzınızı bıçak açmıyor.”dedi.
Bizim partili efendiler yılan gibi büzüldüler…
…Parti üyelerinin sessizliği sabrını tükettiği an Mihail Bey,Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Kurulu Genel Kurul Toplantısı’nda aşağıdaki metni okudu:
Kazak Sovyet Sosyalst Cumhuriyeti Yüksek Kurulu Başkanlığına Gensoru
“Yüksek Kurul’un Olağan Genel Kurul Toplantısı’nda milletvekillerinden bildiğimiz 1986 yılının Aralık ayı olayları sonrası yürütülen “kamu düzeninin kurulması” çalışmalarının fiziksel ve manevi sonuçları hakkında bilgi verilmesini rica ederim. İki yıldan fazla zaman geçmesine rağmen kaç kişinin yaşamını yitirdiği başta olmak üzere kaç kişinin Parti ve Komsomol üyeliğine son verildiği veya cezalandırıldığı, öğretim kurumlarından kaç kişinin eğitimine veya görevine son verildiği, kaş kişinin tutuklandandığı hakkında bırakın topluma bilgi vermeyi, Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi üyelerine ve Yüksek Kurul milletvekillerine herhangi bir bilgi verilmemiştir. Daha 30’lu yılların araştırılmamış yönleri tam tespit edilmemişken 80’li yıllarda onlara yenilerini eklemeye gerek yoktur.
Bugün için Aralık olaylarının sonuçları hakkında sadece G. V.Kolbin, V. M. Miroşnik, N. G. Knyazev, V. İ. Yefimov ve belki de ülkemiz Komünist Parti Merkez Komitesi eski ve hâlihazırdaki üyeleri biliyor. Bundan dolayı milletvekilleri ile toplum temsilcilerinden oluşacak bir yetki komisyonunun kurulmasını talep ediyorum. Komisyona söz konusu olayla ilgisi olan kişilerin açıklamaları ile ilgili belgeler sunulmalıdır. Komisyon, ardından ülkemiz Yüksek Kurulu toplantısı ile Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Plenumu’na konuyla ilgili sonuç raporu sunacaktır. Buna neden ihtiyaç duymaktayız? Nedeni ilk resmî açıklamalara şimdi, belirli bir zaman sonra şüphe ile bakılmasıdır. Aydınlar ve yüksek öğretim kurumları öğrencileri arasında eski bilgilere karşı şüphe artmaktadır. Bunların, tahmin edemeyeceğimiz sonuçlar doğurması pek mümkündür. Bu yüzden toplumun baskısı altında yapmaktansa öncelikle konuyu incelememizin daha doğru olacağını düşünüyorum. Aksi takdirde her tür gerçek ve adil sonuç ve raporlar daha çok şüpheyle karşılanacaktır. Başka bir deyişle acı daha da artmadan dindirilmeli, önlem alınmalıdır.
Bu gensoru metninin ivedilikle ülkemiz Yüksek Kurul Başkanlığı üyelerine iletilmesini ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Devlet ve Hukuk Bölümü’nün bilgilerine sunulmasını rica ederim.
Saygılarla,
Kazak SSC Yüksek Kurulu Milletvekili, Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi adayı, Dışişleri Bakanı M. İSINALIYEV.
25 Nisan 1989.
Aralık olaylarıyla ilgili komisyon bundan üç ay sonra, 27 Temmuz’da kurulur. Kazak SSC Yüksek Kurulu toplantısı sırasında. İki hafta sonra da M. İ. Yesenaliyev’in üzerine gitmeye başlanır. Yurt dışına yaptığı iş ziyaretinden sonra emekliye ayrılmaya dair dilekçe yazması talep edilir. “Gerçeği söyleyeni akrabası sevmez” diyen güzel milletim benim…
Komisyon o sefer kurulmaya da bilirdi. Ancak Hakim ağabey peşini bırakmadı. O toplantıdan sonra şunları söyledi (konuşmasından alıntı): “…Milleti temsil eden yetkililere 1986 yılının Aralık ayı olayları sonrası yürütülen “kamu düzeninin kurulması” çalışmalarının fiziksel ve manevi sonuçlarıyla ilgili gensorunun Kazak SSC Yüksek Kurulu’na, SSCB Milletvekilleri Kurultayı’na bir ay kala tarafımca iletildiğini bilgilerinize sunarım. O zaman ülkemiz Parti Örgütü’ne G. Kolbin başkanlık ediyordu. Kendileri o zaman burada çalışıyordu ve başarılı bir şekilde kendi reklamını yapmakla meşguldü. Bahsettiğim gensoruya üç ay boyunca tepki ve cevap verilmemesi üzücüdür. Olaylar, bizim görevde olduğumuz dönemde yaşandığından biz cevabını vermekten sorumluyuz”.
Evet, komisyon kuruldu. Başkan olarak milletvekili, şair Kadır Mırzaliyev seçildi. Bir defa oturum düzenlendikten sonra komisyon dağıldı (muhtemelen dağıtılmıştır). Bir sonraki komisyona milletvekili, şair Muhtar Şahanov başkanlık etti. Pek çok iş yapıldı, ancak gerçeğini söylemeliyiz ki o komisyon bir sonuca ulaşamadı. Veya ulaştırmadılar. Komisyona Aralık olayları sorununu ilk açan M. İ. Yesenaliyev alınmadı. Veya alınması engellendi. Çünkü bana göre Hakim Bey’in o cesareti onun önüne konan engellerden biri oldu.
Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Siyasi Bürosu’nun “Aşırı Kazak milliyetçiliği” dediği zalimce suçlamaya o oturumda karşı çıkan bir tek Hakim ağabey oldu. İktidar bunu affetmedi. Hakim Bey’in bakanlık görevine son verildi. Bu arada, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin ilgili kararı metni burada, Kazakistan Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde hazırlanmış, “aşırı” sözcüğünü İdeoloji Bölümü Başkanı Albert Ustinov eklemiş. Onu o gün adı geçen bölüme bir iş için giden Sagat Aşimbayev (Kazak Televizyon ve Radyo Komitesi Başkanı) görmüş. Akşam bana telefon edip: “Ağabeyciğim şu Ustinov yemeğimizi yiyip tabağımızı tekmeledi.” diye kızdığı hâlâ aklımdadır. Sagatda Hakim ağabeyi gibi çok dürüst bir adamdı. Bana göre, yumuşak huylu ve çekingen yapılı Ustinov o sözcüğü kendisi eklememiştir, başkasının talimatı üzerine eklenmiştir.
İşle ilgili bazı ziyaretler gerçekleştirdiğim günlerden birinde Hakim ağabeyim hakkında harika bir şey duydum. 1996 yılının yaz mevsimi idi. İş gereği Öskemen Şehri’nde bir hafta bulunup uçakla Almatı’ya gidiyordum. Beklenmedik durumda İgor “Levitan”a rastladım. O da beni hemen tanıdı. İkimiz 1978 yılında Riga’da tanışmıştık. Sesi biraz meşhur sunucu Yu. Levitan’ın sesine benzediğinden şaka olsun diye “İgor Levitan” adını takmıştım. Soyadını şu anda hatırlamıyorum. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nde çalıştığını söylemişti. İçten hâl ve hatır sorduktan sonra “Görevde yükselmişsindir. Şimdi ne işle meşgulsün?” dedim. Elini kayıtsızca sallayıp güldü ve: “Damgalı Mihail’in (Ruslarda ahiret öncesi damgalı Mihail’in ortaya çıkacağına dair bir ifade vardır.
İgor’un, Gorbaçov’u başındaki lekeyi ima ettiğini anladım.G. K.) temizliğine maruz kalarak oradan ayrıldım, artık Bilimler Akademisi’ndeyim”diye cevap verdi ve: “Tüm Birlik genelinde başkan olan Kalinin’in adaşı, kahraman Mihail İvanoviç nasıllar? İyi mi? Nerede, ne iş yapıyor?” diyerek bana baktı. Hakim Bey’i söylüyor ya. Dışişleri Bakanlığımızda Büyükelçi olduğunu söyleyip neden “kahraman” dediğini sordum. İgor, büyük bir istekle konuşarak : “Komünist Partisi doruk noktasını yaşarken Gorbaçov’un sarayını ayağa kaldıran öyle bir kahramanı bırak görmeyi, duymadık bile.” dedi.
Aradan birkaç hafta geçtikten sonra Hakim ağabeyle hastanede karşılaştım. Odalarımız yana yana idi, iki hafta kadar hastanede kaldık. İgor’un söylediklerini olduğu gibi anlatıp bunları bizzat kendisinden duymak istediğimi söylediğimde Hakim Bey tebessüm ederek: “Geçti gitti, boşver ne yapacaksın?” dedi. Sonunda: “Kremlin’e yazılan mektupların birer örneğini toplama alışkanlığım vardı, yazdığınız mektubun bir örneğini verir misiniz?” diye ricada bulundum. İki gün sonra mektubu evinden aldırdı.
Mektup Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi Genel Sekreteri, SSCB Yüksek Kurulu Başkanı M.S. Gorbaçov’a 25 Kasım 1988 tarihinde yazılmış. Yönetimin dizginini, elinde tutan “leke kafalı Mihail”, Sovyetler genelinde yapılan parti konferansında: “Birliğe dâhil ülkelerdeki Komünist Parti Birinci Yöneticileri aynı zamanda ülkelerinde Yüksek Kurul Başkanı olmalılar” duyurusunu yapar. Başkanın bu uygulamasının birlik ülkelerini eskisinden daha sıkı tutma yönündeki sinsice bir planı olduğunu hemen anlayan Hakim Bey derhâl itiraz mektubu yazıp gönderiverir (ondan başka kimse sesini çıkarmaz). Özetle şu düşüncelerini iletir: Sovyet Hükümeti ile Komünist Parti’nin yönetimini aynı ele vermek büyük bir hata olacaktır. Kazakistan Komünist Partisi’ni Rus’un (Kolbin. G. K.) yönettiği azmış gibi yerel hükümet de ona verilirse ülkenin hakkına hukukuna zarar vermek olmaz mı? Sovyetler Birliği genelindeki veya yabancı ülkelerdeki uluslar arası toplantılarda Kazakistan Hükümeti adına bir Rus’un konuşması doğru olur mu hiç? Genel olarak Sovyetler Birliği bünyesindeki ülkelerin hem Komünist Partilerini hem Hükümetlerini kendilerinin millî kadroları yönetmelidir.
O dönemde bu şekilde mektup yazmak Kremlin’e bomba atmakla eşit değil miydi? Kazakistan Dışişleri Bakanı, komünist Mihail İvanoviç Yesenaliyev’e “Kahraman”denmez mi.
Moskova’dan hemen yetkili gelir. Her zamanki gibi gizli bir şekilde atışma ve tartışma, tehdit etme ve yıldırma önlemleri kullanılır. Hakim ağabey eğilip bükülmez. Gorbaçov’un adamları geri adım atmak zorunda kalır. Gorbaçov da yaşamak istiyormuş ki son parti konferansında beyan ettiği fikrinden vazgeçer.
Kahraman ağabeyin mektubu esasında bir makale hazırlayıp Kazakçasını Kazak Yeli (Kazak Halkı, Ülkesi) Gazetesi’nde, Rusçasını Novoye Pokoleniye (Yeni Nesil) Gazetesi’nde yayımladım. Tabii ki Hakim Bey’in izniyle. Ancak iznini çok zor alabildim. Kendi kendinin propagandasını yaptıran veya yapan kimselerden olmayan bir insan benim teklifimden pek hoşlanmadı sanki. “Sen ne tuhafmışsın?” diye kırgınlık belirtti. İsterken söylediğim “mektup koleksiyonu” bahaneme inanmış olmalıydı. Yine de gazetecilik ve yazarlık hünerimi kullanıp dil dökerek ısrar ettim. Benim istediğim halkının Hakim Bey’in kahramanlığını bilmesi, arşivlerde tozlanıp kalmaması idi.
Makaleyi okuyan büyük küçük on kadar kalem arkadaşımız, başka beş altı kişi daha evime telefon edip: “Yesenaliyev ne cesur insanmış. Büyük bir kahramanlık yapmış.” dedi. Onları Hakim Bey’e sevinerek ilettiğimde: “Bunun benimle ne ilgisi var? Bu senin başarın.” demez mi? Hayda.
Eğer Hakim Bey’in attığı o cesur adımı ağırbaşlı olmayan biri gerçekleştirmiş olsaydı, Almatı’yı ayağa kaldırmıştı değil mi?
Küçük ama sağlıklı bedene sahip, esmer yüzlü, küçükçe parlak ve kahverengi gözlü, ağırbaşlı, konuşmasını bilen, dostlarıyla samimi ve güzel konuşup yerinde şaka yapmasını iyi bilen değerli Hakim Bey, ülkemizin bağımsızlığa doğru sağlam adım atması, demokratik toplumun merkezde olması yolunda tüm bilgi ve aklını, gayret ve çabasını harcamıştır. Azat Hareketi’nin, Azat Partisi’nin kurulmasında büyük emekler sarfetmiştir. Bunları parti kuruluşunun birinci yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmadan net olarak anlamak mümkündür. “Blok Oppozitsiyi Besçestiya i Razvala Stranıy (Şerefsizlik ve Ülkenin Yıkılışına Karşı Muhalif Blog)” adlı makalesi ise sadece ülkedeki siyasi durumu tahlil etme değil, kendisinin kalan ömrünün de programı niteliğinde idi (Hakim Bey, 18 Ağustos 1999 tarihinde beklenmedik bir anda bu hayata veda etti).
Toplum ve siyaset adamının yaşamı karmaşık olaylarla dolu olarak geçmiştir. Hakim ağabey, hayattayken “Ştrihi k Portretam (Portrelere Çizgiler)”, “Na Grani… Epoh (Devirler… Eşiğinde)”, “Zapiski Diplomata (Diplomatın Notları)”, “Akikatın Aytkanda (Gerçeği Söylenirse)” adlarını taşıyan kitaplarını yayımlayarak örnek teşkil eden yaşamının önemli kesitlerinden biraz bilgi sunmuştur. Söyleyemediği, yazamadığı daha nice şeyler vardır…
O, çok bilgili bir insandı. Evindeki kütüphanesinde dünya kültür,sanat edebiyat, ve siyasetin, bilim ve mimarlığın… Nice değerli ve nadir eserleri ile çalışmaları mevcuttu. Uzun yıllar devam eden çok yoğun günlerinde onların hepsini okumaya, gereken bilgilerinden yararlanmaya nasıl vakit bulduğunu şaşırarak sorduğumda değerli ağabeyim güzel tebessüm ederek: “Hanımım, oğlum ve torunlarımdan sonraki arkadaşlarım, sırdaşlarım işte bunlardır” diye yanıt vermişti. Bir keresinde bana telefon edip: “İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değil” sözlerini kim söylemişti?” diye sordu. Sesinden kurnazlık belirtileri hissediliyordu. “Bilmez miyiz, Karl Marx söylemiştir.” dedim. O, çocukça sevinerek: “Okumak lazım yoldaş, okumak lazım. Bu sözleri Romalı komedi yazarı Terentius’un kahramanlarından biri söylemişti, o zaman bırak Karl’ı, daha Marx’ın babası bile doğmamıştı” dedi. Bir defasında bir şey söylemek üzere aradığımda ise: “Ben bir kitap okuyorum, şu “Hayat insana bir defa verilir” diye başlayan öğüt sözlerini kim söylemişti, hatırlıyor musun?” diye sordu. Bana bir tuzak daha kurduğunu hissettim ve nasıl bir tuzak kurarsa kursun yakalanmayacağımdan emin bir şekilde: “Nikolay Ostrovski’nin “Çelik Böyle Sertleşti” sini ben de ezberleyerek büyüdüm Hakim ağabey.” dedim. O, yine güldü: “Ostrovski o sözleri güçlü eleştiricisi Pisarev’den almış. Okumak gerekir yoldaş yergici.” dedi. Böyle esprileri de sık yapardı.
Hakim Bey’in sevgili eşi, güvenilir dostu, akıllı ve değerli yengemiz Maya İvanovna’nın bir anı kitabı hazırlamamı istemesi üzerine merhum ağabeyimizin kâğıtlarını karıştırırken okuduğu kitaplarından not alıp sakladığı şiir, cümle gibi alıntılara rastladım. Örneğin:
“Az milletiz, ancak şerefli milletiz. Bavırjan Momışulı” (Bavırjan Bey, bu kardeşini çok severdi, adını söylemeyip “Medvejonok”9 derdi. İki keskin kılıç bu şekilde anlaşıyordu birbiriyle.).
“En büyük yasa, halkın iyiliğidir. Cicero”.
“Hakikat, güneşin zihnidir. Vovenart”.
“Yaşamak, mücadele etmektir; Mücadele etmek, yaşamaktır. Beaumarchais” (“Hayat, mücadeledir” mi demişti Karl Marx?).
“Kalbim benim kırk yama
Şu acımasız yaşamda.
Nasıl kalsın sağ salim,
Her şeyden döndükten sonra. Abay”.
Yüce şairimizin işte bu yaralı iç sırrı, daha sonraki dönemlerde nice Hakim Beylerin kaderini yansıtmadı mı?
Şimdi de Hakim ağabeyle aramızda geçen konuşmayı sunmak isterim:
Kim olursa olsun kendi sevdiği insanla ilgili samimi görüşlerini belirtirken “eşsiz”, “tek” gibi benzetmeleri seçip güzel lafları döktürmeye başlar. Ancak o “eşsizler” ile “tekler”in bazıları, etrafında olan biten çeşitli şartlara göre değişerek bazen değerli, bazen değersiz olup dün şöyle, bugün böyle, yarın ise öyle konuşarak insanların aklını karıştırırlar, onların bir konu üzerinde düşündükleri, söyledikleri, yaptıkları birbirini tutmaz, kertenkele gibi “kuyruklarıyla idare ederler”. Kimileri de örneğin, üstü olan kimi insanlarla arkasından dalga geçip haklarında kötü konuşurlarken kalabalık karşısında görünce her türlü yalakalığı yapıp her emrine hazır olduklarını göstermeye çalışırlar. Dil dökerek ballandıra ballandıra övmeye başladıklarını duyunca miden bulanır.
El-Farabi Millî Devlet Üniversitesi’nde bu tür sahnelerden birine şahit olduğumun ertesi günü Hakim ağabeyimize, Mihail İvanoviç Yesenaliyev’e telefon edip olan biteni anlatarak:
“Hakim ağabey bu nasıl olur? Öğrenci değil, doktor değil, doçent de değil, akademi üyesi gibi koca unvana sahip bir hoca bunu nasıl yapar?”dedim. O, güldü ve:
“Ders veren herkesi “hoca” sanma. Hoca, hangi yönünden bakarsan bak kusursuz denebilecek bir insandır. Senin anlattıkların ise bukalemundur. Doğru mu söylüyorum?” diye cevap verdi.
Hakim ağabeyle ne zaman, nerede, ne üzerine, kimin hakkında konuşursan konuş onun söylediklerinin doğru olduğunu teyit etmemek mümkün değildi.
***
Hakim ağabeyle ilk görüşmem 1984 yılının yazında (yanılmıyorsam Temmuz ayının sonları) olmuştu. Eski Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi oturumlarında, onun düzenlediği çeşitli toplantılarda, Yazarlar Birliği’nde karşılaşıp selamlaşırdık, ancak bire bir görüşmüşlüğümüz yoktu. Bir gün, saat 11’de, makam odası sekreteri olan hanım odama girip:
“Ağabey telefonu açar mısınız, Yesenaliyev olduğunu söylüyor” dedi.
“Ben Kabışev, buyurun” dedim ahizeyi kaldırıp.
“Askerî rütbeniz nedir?” dedi kurnazca çıkan hoş ses.
“Kimsiniz?” dedim beklenmedik sorusuna ister istemez şaşırarak. Sekreter hanımın ilettiği not üzerinde düşünmeye vakit bulamamıştım.
“Ben Yesenaliyev, Mihail İvanoviç, Dışişleri Bakanlığı’ndan.”
“Ha Hakim ağabey, selamünaleyküm.”
“Aleykümselam. “Ben Kabışev, buyurun” dediğinizi duyunca en azından yüzbaşı veya binbaşı rütbesine sahip askerî olabileceğinizi düşündüm, yanılıyor muyum yoksa?” dedi yumuşak bir sesle. “Eyvah yanıldınız” diyecek gibi olup dilimi tutmayı başarabildim:
“Oldukça yanıldınız Hakim ağabey. Ben, askerin yanına yaklaşmış biri bile değilimdir, Hitler’in yanında onbaşı bile olamadım” dedim. O, yüksek bir kahkaha attı ve:
“Ulusal “Ara-Şmel (Arı)” Dergisi Yazı İşleri Müdürü’nün direkt numarası var mıydı? Merkez Komite’nin telefon rehberinden bulamadım” dedi.
“Var tabii. Birilerine lazım olduğu için alı koymuştur” dediğimde o bir daha gülerek:
“Öyleyse Gabeke, o numarayı alıp bana bir uğrar mısınız? Konuşulması gereken bir konu vardı. Makamınız ve boyunuz yüksek olsa da yaşınız küçük ya sözüme kulak asarsınız değil mi?” diye şaka yaptı.
“Hakim ağabeyi çağırdığında kardeşi hiç gelmezlik yapar mı, saat kaçta geleyim?”
“Öğleden sonra istediğiniz saatte buyurun gelin.”
Saat 3.00’te (15.00’te) gittim. Mir Sokağı’ndaki tek katlı ahşap evin genişçe odası. Bakan değil, en fazla Bakanlığın Daire Başkanının oturacağı sade bir oda. Hakim Bey hemen yerinden kalkıp masası üzerinden elini uzatarak karşıladı. Selamlaşıp hâl hatır soruştuk. Birazcık çapraz duran yuvarlak masa başına oturduk. Çay söyledi.
“Çalışma odamızın durumu budur, sizde böyle odalar yoktur” diye gülümsedi.
“Hakim ağabey değişelim, bizde kışın soğuk, yazın ise sıcak olur, öğleden sonra güneş tüm ışınlarını saçtığında tepemden tırnağıma kadar terler, kaçacak yer ararım” dedim. Dergimizin Yazı İşleri Müdürlüğü Almatı’nın meşhur yeşil pazarı yanındaki 12 katlı cam ve betondan yapılma binanın en üst katında idi. Hakim Bey gülerek:
“Değişelim” dedikten sonra yerinden kalkıp küçük bir bina maketini getirerek: “Bizim yeni binamızın maketi işte, bizzat kendi denetimimle yaptırdım, seneye böyle bir binada oturacağız” diye ekledi ve binada kaç oda olacağı, içi ile dışının nasıl olacağı hakkında bilgiler verip etrafına birkaç bina daha yapılacağını, şu anda bulunduğu binanın olduğu gibi kalacağını söyleyip binanın tarihî yapı olduğunu, mimarmış gibi büyük bir istekle anlattı.
Birbirimizi daha yakın tanıma fırsatı bulduk. Dışişleri Bakanlığı’nın bugünü ve yarını üzerine düşüncelerini paylaştı. Edebiyatla, sanatla, basınla, bizim yergi dergimizle ilgili fikirlerini belirtti. Sohbetimizin çerçevesi epey genişti. Parti Merkez Komitesi Kültür Dairesi’ne on iki yıldan fazla bir süre başkanlık eden Hakim Bey hakkında genelde iyi şeyler duymuştum. Tersini söyleyenler olsa da, onların sayısı fazla değildi.
“Hakim ağabey bu görüşmemiz benim için çok değerli ve verimli bir görüşme oldu. Kaymaklı koyu çayınız da çok lezzetliymiş. Çok çok teşekkür ederim. Çok beklemeyeceğimi umduğum bir sonraki görüşmemize kadar bugün size son bir soru sorabilir miyim?”dedim.O, küçük gözleri gülümseyerek “evet” anlamında başını salladı.
“Merkez Komite’deki görevinizden memnun musunuz? Üzülmüyor musunuz?” dedim.
“Memnunum… Ancak üzüntüm de yok değil…” Hakim Bey’in yüzünde beliren tebessümün yerini ciddiyet aldı ve acele yetmeden şunları söyledi: “Hukuk bölümü diplomamla diplomat olarak çalıştım. Başkası bir yana, Merkez Komite Kültür Bölümü’ne on üç yıl kadar başkanlık etmem o kadar yıl diplomat olduğum anlamına gelir. Edebiyat ve sanat insanlarıyla sen de bilirsin ki hep onlarla birliktesin, diplomasi diliyle konuşmazsan tökezlersin. Bir iki tökezledikten sonra yıkılır, yıkıldığın yerde kalırsın. Söz gelimi yazarları örnek verecek olursam tartışmaktan usanmayan İlyas Yesenberlin ağabeyle, normal yaşamında çocuk gibi olup düşünce çarpışmasında keskin hançere dönüşen Anvar Alimjanov’la, fırtına gibi esen Juban Moldagaliyev ağabeyle, kibirliğini eksik etmeyen Oljas Süleymenov’la… Hangi birini söyleyeyim, onların hepsiyle tartışmalı bir meseleyi çözmek alevli ateşin üzerinden geçmek gibi zor bir şeydi. Yazarlarımızdan birine: “Devleti yönetmek seninle anlaşmaktan daha kolay olmalı” diye şaka yapmıştım. Gerçekten öyle değil mi? Ne dersin?”
“Bilmiyorum, hiç devlet yönetmedim” diye şakayla cevap verdim.
“Vay yergici, vay… Ya bu arada şunu da belirtmek isterim, sizinle, yergicilerle hiç çalışmamışım. Siz normal şartlarda huysuz görünseniz de tartışmaya pek gelmiyorsunuz değil mi?”dedi o kurnazca konuşarak.
Ücretsiz ön izlemeyi tamamladınız.