Читайте только на Литрес

Kitap dosya olarak indirilemez ancak uygulamamız üzerinden veya online olarak web sitemizden okunabilir.

Kitabı oku: «Gönlün Göklerinde», sayfa 5

Yazı tipi:

Bu kaydedilenlere gerçek hümanistin üstün aklı ile sıcak duygularını katarsak Anvar Alimjanov’un benzeri olmayan imzasını tanımak mümkün olacaktır.

Gazeteci ve yazarın “Kögildir Tavlar (Mavi Dağlar)” adlı kitabı, edebî eser olmanın yanında genel olarak dünyayı kavramaya sağladığı katkılardan dolayı çok değerlidir. Aklımızdan kitabın her sayfasını çevirmeye başlarsak orada sahnedeki gibi çok çeşitli mekân güzelliklerini, farklı insanlarla doğa olaylarını, bölge gelişmelerini olduğu gibi gözlerimizin önüne getirmemiz mümkündür. Tabii bunların hepsi çok ter döktüren emek ister…” (“Azamat”. 1966 yılı)

Ülkendeki gelişmeleri, yaşam hakkında nerede ne yazıldığını daima takip etmeye ve yazılanların doğru veya yanlış olduğu hakkında derhâl görüş belirtmek için kim olman gerekir? Tabii ki, her şeyinle Vatansever olman gerekir. Şu örnekler de Aneken’in yapısında bu değerli duyguların bol ve sıcak olduğunu şüphesiz kanıtlayacak niteliktedir. Yugoslavyalı muharrir, yazar Mairana Sedmak 1968 yılında ülkemizi ziyaret etmiş. “Onun ne yazacağını takip ettim” dedi bir keresinde Aneken. “1969 yılında Yugoslavya’nın gençler gazetesinde konuğumuzun yedi yazısı çıktı. Okuduğumda Kazakistan’ın geri kalmış ülke olduğunu; yönetimdekilerin yüksek öğretim kurumlarına bilgi düzeyi düşük Kazak çocuklarını zorla kaydettirdiklerini kitap mağazalarında Rusça kitapların olmadığını, olanlarını da Kazakların almadıklarını, Dostoyevksi’nin ismini bile duymadıklarını yazdığını öğrendim. Hoş olmayan başka da çok şeyler yazmış. Kanımın beynime sıçradığı günlerden birinde Sedmak’ın Moskova’da olduğunu duyunca özellikle gittim ve görüştüm. Kendisine: “Yemeğini yediğiniz sofrayı kötülemenizin nedeni nedir? O kadar yalan ve dedikoduyu neden yazdınız?” diye sorduğumda şaşırarak: “Ben kendimden uydurarak bir şey yazmadım. O ziyaret sırasında bana eşlik eden komünist gazeteci Gennadi Tolmaçev’in anlattıklarına göre yazdım” cevabını verdi. Tolmaçev, Komsomolskaya Pravda (Komsomol Hakikati) Gazetesi’nin Kazakistan’daki temsilcisi idi. Onu yakalayıp: “Gena, Mairana Sedmak’a bizi o kadar kötülemenin nedeni nedir? Kazaklardan bir kötülük mü gördün? Utanmıyor musun?” dediğimde alçak: “Bilmiyorum… Ben pek de bir şey söylememiştim sanki…” diye kurnazlık etti. “Hey utanmaz seni…”diye yanından ayrıldım. O, şimdi “Pros-tor (Genişlik; Özgürlük)” dergisini sahiplenmiş durumda” diyerek başını salladı.

Moskova’da yayımlanan “Molodaya Gvardiya (Genç Seçkin Ordu)” dergisinde N. Kuzmin isimli birinin Sabit Mukanov ile Gabit Müsirepov başta olmak üzere birkaç Kazak şair ve yazarına leke sürülen “Savaştan Savaşa Kadar Gece Sohbeti” yazısı yayımlandığında onurunu kırbaçlayıp ona ilk olarak karşılık veren de Aneken olmuştu ya.

Arşivindeki makalelerini, yazılarını, çeviri ve mektuplarını incelediğim sırada çok mütevazı olan kalemdaş ağabeyimin insanlık değerini, özelliklerini, yazma gücü ile kuvvetini daha iyi tanıma fırsatı buldum. Edindiğim izlenimleri kısaca özetlersem:

Öncelikle, Aneken’in uluslararası düzeyde tanınmış olduğunu çok samimi ve sıcak mektuplardan anladım. (Ancak olumsuz olaylar olmadan yaşam olur mu hiç? Bizden birileri Aneken’e: “Sen milliyetçisin. 1986 yılında yaşanan Aralık olaylarından dolayı yöneticileri suçladın. Yaşamak istiyorsan burayı terk et.” şeklinde düşmanca, tehdit edici bir mektup göndermiş)

İkinci olarak, Korkut Ata ve El-Farabi, Abay, Şakarim, Kurmangazı, Mahambet, Jambıl, Çokan, Mustafa Çokay, Ahmet Baytursınov, Jüsip Aymavıtov, Mirjakıp Dulatov, Magjan Jumabayev ve sonraki dönemlerde yaşamış şair ve yazar ağabey ve kardeşleri, Rus okuyuculara tanıtmış bilgilendirici nitelikte makaleler yazmıştır.

Üçüncü olarak, Aneken 1989 yılının Temmuz ayında Se-mey Şehri’nde düzenlenen uluslar arası konferansta ve 1990 yılında İngiltere Avamlar Kamarası’nda her zamanki gibi etkili bir konuşma yaparak Semey Poligonu’nu kapatmayı, dünyada nükleer silah üretmini durdurmayı talep etmiştir.

Dördüncü olarak, Saken Seyfullin’in iki öyküsünü, bir uzun hikâyesini ve Beyimbet Maylin’in “Şuganın Belgisi (Şuga’nın İşareti)” uzun hikâyesinden bir parçayı Rusçaya çevirmiştir.

Beşinci olarak, ülkesini, kâğıdını lekeleyenlere hemen karşı çıkıp onlara “Literaturnaya Gazeta (Edebî Gazete)” ve “Komsomolskaya Pravda (Komsomol Hakikati)” gazeteleri sayfalarından cevap vermiştir.

Altıncı olarak, Kazak edebiyatının genç yeteneklerini, usta şairlerini SSCB’deki ve yurt dışındaki kalemdaşlarına tanıtmak için çaba sarf etmiştir (örneğin Mukagali Makatayev’in 55 şiirile 3 uzun şiirini Rusçaya çevirtip kendisi ön söz yazarak “Zov Duşi (Can Seslenişi)” adıyla yayımlatmıştır);

Yedinci olarak, bizim adlarını söylemeye cesaret edemediğimiz yıllarda, “zor dönem” ozanlarının ve daha sonraki dönemlerde “milliyetçi, gerici” olarak kabul edilen şairlerimizin birtakım şiirlerini Rusçaya çevirtip (derleme işini Muhtar Magavin’e vermiştir), Leningrad Yayınevi’nden “Poetıy Kazahstana (Kazakistan Şairleri)” adıyla kitap olarak çıkarmanın yollarını bulmuştur;

Sekizinci olarak, tabiatındaki mütevazılığını koruyabilmiştir. Ancak burada benim anlamak ve tasvip etmek istemediğim bir konuya rastladığımı belirtmek isterim. İngiltere’nin Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi büyük şahsiyet Aneken’den, Kazakistan Komsomol ve Devlet ödülleri, Cevahirlal Neru, Agostinho Neto ödülleri ve Lotos Dergisi ödülü sahibi Anvar Alimjanov’dan “Dünyada Kim Kimdir?” yayını için ilgili anketi doldurup geri gönderilmesini rica ettiği mektup ve formların doldurulmadığı gibi arşivindeki belgeler arasında kaldığını öğrendim. “Aslan Anekeciğim, mütevazılığın da bir adabı yok mu ki? Adı geçen uluslar arası listeye sizin dâhil olmanızın öncelikle ülkeniz Kazakistan için, milletiniz Kazaklar için önemi büyük değil miydi?” diye ister istemez üzüldüm.

Aneken’in Sovyet Birliği ve dünya çapında yüksek itibara sahip Kazaklardan olduğunu biliriz. Onun yazarlığına, insanlığına hayran kalan muasırlarının duygu ve düşüncelerini içtenlikle ifade ettikleri nice samimi yazılar mevcuttur. Onlardan bazılarını örnek vermek isterim:

• “Değerli Anvar. Asya ve Afrika Dergisi’nde El-Farabi hakkındaki araştırma çalışmanız yayımlanmış. Keşke makaleyi adı geçen dergiye verdiğinizi bana söyleseydiniz. Neyse önemli değil, hepimiz okuduk ve çok sevindik. El-Farabi gibi Büyük Üstadımızın olması bizim için ne büyük şereftir. “Ustazdın Oraluvı (Üstadın Dönüşü)” makalenizi Rusçasından Arapçaya bizzat kendim çevireceğim. Irak Hükümeti erkânlarının da bilgi sahibi olup büyük bir istekle: “El-Farabi’nin Şam’da defnedildiğini öğrendik, artık mezarı bulunacak olursa mezar taşı dikeceğiz.” dediklerini duydum. Bu, sizin mükemmel çalışmanızın neticesidir. Züheyri Bağdadi. Şam, 23. 02. 1976” (Aneken, 1975 yılının sonlarında Arap ülkelerini ziyaret

ettiğinde Suriyeli yazar Züheyri kendisine eşlik etmiştir.)

• “Anvar. Pakistanlı dostlarınız sizin edebî yaşamınızdaki her başarınız için her zaman sevinir. Sizin örnekleriniz bizim için çok ibret vericidir, değerlidir. Dostuma mutluluklar diliyorum, çok daha büyük başarılar elde etmesini temenni ederim. Kazak edebiyatı gelişmeye devam etsin. Faid Ahmad Faid. 1976”. (Dünyaca ünlü bu toplum adamı ve kalem ustası ile Anvar’ın arasında karşılıklı saygıya dayalı samimi ve uzun ilişki bulunmuştur.)

• “Sayın Anvar Alimjanov. Kazak milletinin edebiyatı, kültürü, tarihi hakkında verdiğiniz muhteşem bilgiler bizi o kadar etkiledi ki duyduklarımız mükemmel resimler gibi hâlâ gözlerimizin önünde durmaktadır. Öğrencilerimiz sizin çok bilgili olmanıza ve mütevazı oluşunuza hayret etmişlerdir. Siz onların büyük sevgilerini kazandınız. Edward S. Maynard ABD Üniversiteleri New York Birliği Siyah Öğrenciler Toplumu Profesörü. 29. 11. 1973”.

• Daha sonraları, 1978 yılının Nisan ayında New York’un Bilim ve Sanat Devlet Üniversitesi Profesörü, Orta Asya halkları edebiyatını araştıran bilim adamı Harold R. Battersby, Aneken’e mektup yollayarak üniversiteye ders vermeye çağırmış ve Kazakça yayımlanmış kitapları ile makalelerini, Sabit Mukanov’un “Botagöz” ve Muhtar Avezov’un “Abay Yolu” kitaplarının Kazakça versiyonlarını getirmesini rica etmiş. Amerika Birleşik Devletleri’nde daha önce de bulunan ve kıtayı gezen Aneken, söz konusu davetten sonra Amerika’ya yine gitmiş ve Tahoma, Santa Fe, Hammond, Washington, New York şehirlerinde bulunarak bir buçuk ay üniversitelerde dersler vermiştir.

• Herkesçe tanınan bilim adamı Lev Nikolayeviç Gumi-lev, 24 Ağustos 1980 tarihli mektubunu şöyle bitirmiş:

“Anvar. Davetin için teşekkür ederim. Ancak ne yazık ki Almatı’ya şimdilik gidemeyeceğim için üzgünüm. Sağlık durumum pek iyi değil… “Eski Rusya ve Büyük Bozkır (VII-XII. yüzyıllar) kitabımı ise bitirdim. İyileşince haberleşiriz”.

• Roma’dan mektup gönderen (30.03.1983) yazar İtalo Avvelino: “Anvar. Bize misafir olmanız sayesinde Kazakistan’ı, Kazak halkını tanıma fırsatı bulduk. Önümüzdeki dönemlerde de görüşelim.Tüm Kazak halkına selamlarımızı iletiriz.” şeklindeki samimi duygularını paylaşmış.

• 1987 yılının Ağustos ayında Erivan’dan mektup yazan A. Zoriy adlı kişi, Aneken’le bir daha buluşmaktan memnuniyet duyduğunu, kitaplarını büyük bir ilgiyle okuduğunu belirterek: “Senin “Yeryüzü cenneti Yedisi’nin güzelliğini korumak için Balkaş Gölü’nü korumamız gerekir” cümlelerin bizi düşünmeye sevk etti. Genel olarak nehir ve göllerin seviyesini korumadan yerin verimini korumanın zor olduğu yönündeki düşüncen çok değerli bir düşüncedir. Bu yönde ortak plan yaparak BM ile UNESCO üzerinden gerçekleştirmemiz gerekir” demiş.

• Meşhur Rusşairi Anatoliy Sofronov, Aneken’e doğum günü vesilesiyle kutlama mesajı gönderdiği için teşekkür ettiği 9 Ocak 1987 tarihli mektubunda şunları yazmış “Değerli An-var. İçten dilekleriniz beni ziyadesiyle mutlu etti. Bizi yakınlaştıran, bir araya getiren iyi niyetler daima hatırımda olacaktır. Siz daha gençsiniz, daha yaşayacağınız nice güzellikler var. Ben ise 76 yaşındayım… “Hesap ortada” gördüğün gibi. Yine de kendi imkânlarıma göre çabalamaya devam edeceğim. Neticesini de göreceğiz. Sağlıcakla kalın.”

• SSCB Malezya Büyükelçiliği’nden mektup gönderen V. Posetsayev (24 Mart 1988 tarihinde): “…Maleziyalılar sizin söyleşileriniz ile yazılarınızı ağızlarından düşürmüyorlar. Sizinle bir daha görüşmeyi dört gözle bekliyorlar.” diye selamlarını iletmiş.

• 5 Aralık 1988 tarihinde Başkurt kardeşimiz Sayfi Kudaş aksakal Anvar’ın Ufa ziyareti sırasında Kazak edebiyatı ve tarihi üzerine Magjan Jumabayev hakkında yaptığı sohbetler için, “Drujba Narodov (Halklar Dostluğu)” dergisinde çıkan makalesi için sonsuz teşekkürlerini sunarak “Magjan’ı SSCB ülkelerine tanıtmakla onun aklanması girişimlerinde bulunmuş oldunuz” diye şükranlarını belirtmiş.

• Türkiye’de yaşayan kandaşımız, yurt dışındaki ünlü Azatlık Radyosu bünyesinde (Radio Libety) Kazak bölümünü oluşturan usta kalem sahibi Hasan Oraltay, Sovyet rejimi tarafından çektiği eziyet yüzünden erkenden yurt dışına gitmek zorunda kalan ve naaşı da yurt dışında kalan cesur mücadeleci Mustafa Çokay’ı buradaki Kazaklara tanıtan ilk çalışmasından dolayı Anvar’a sonsuz şükranlarını iletmiş.

• Hindistan’ın Cevahirlal Neru Ödülü’nü almaya hak kazanan ilk Kazak olan Anvar, eski kültüre sahip bu ülke için de emekler vermiştir. Bu konuda örnek olarak gösterilebilecek çok şey vardır. Onlardan biri “İnostrannaya Literatura (Yabancı Edebiyat)” dergisinin Yazı İşleri Müdürü Mihail Kurgantsev’in Asya-Afrika edebiyatçıları destekçisi Aneken’e “Ündi Poeziyası (Hint Şiir Sanatı)”, “Afrika Poeziyası (Afrika Şiir Sanatı)” antolojilerinin yayımlanmasında yaptığı paha biçilmez yardımları için sonsuz teşekkürlerini ilettiği mektubudur.

• Aneken, yurt dışına sadece Kazak milletinin değil, Orta Asya’nın da elçisi, habercisi olarak gittiği malumdur. Bu durumu ispatlayan bir örnek olarak Türkmen ağabeyimiz Berdi Kerbabayev’in 14 Ekim 1970 yılında yazdığı mektubu göstermemiz mümkündür. Mektupta: “…Hindistan ziyaretinizde Türkmen edebiyatı, Mahtumkulu hakkında söylediğiniz güzel sözler için teşekkür ederiz.” denmiştir.

• Rus edebiyatı klasiklerinden Leonid Leonov ise 1961 yılı yazdığı mektuplarından birinde (Mayıs ayında) Aneken’in genç, yaşlı tüm Rus ve Kazak şair ve yazarları arasındaki işbirliğini arttırma yönünde verdiği emeklerini takdir ettiğini iletmiş.

Anvar’ın, hangi ülkeye giderse gitsin o ülkenin tarihini, edebiyatını, sanatını tanımayı, yazar ve şairleriyle tanışmayı ve onlara Kazakistan’ı, Kazak milletini tanıtmayı görev olarak bildiği hepimize malumdur. Yabancılara sadece o dillere çevrilmiş kitaplarıyla değil, bahsettiğimiz aracılık hizmetiyle de tanındığı kesindir. Evet, yolu düşen ülkelerde Kazaklarla ilgili hayırlı bir iş gördüğünde, iyi sözler duyduğunda çocuk gibi sevinerek bizimle paylaşmak için acele ederdi. Hocası Muhtar Avezov hakkında yazdığı “Dana Darın (Dâhi Yetenek)” makalesinde şu satırlar bulunmaktadır: “…Muhtar ağabeyin kitaplarına pek çok ülkede rastladım. Fildişi Sahilleri’ndeki Abican Şehri’nde, Yeşil Burun Adalarında, Gine’nin kitapçı dükkânlarında gördüm. Yolum Seylan’a düşmüştü, ziyaretim sırasında, barış yanlısı mücadeleci, Uluslar arası Lenin Ödülü sahibi, buda rahibi Udakendavala Saranankara Thero’nun yaşayıp çalıştığı tapınağa gidip mezarına çiçek bıraktım. Onun yaşadığı yeri gördüm. Rahip, oldukça sade yaşam sürmüş. Demir yatak. Samandan döşek, sandalye, kova, maşrapa. Başka hiçbir şey yok. Tüm zenginliği bol kitaplar imiş. Buda’nın yaşamı ve din tarihî hakkındaki kitaplar. Rafların tamamına kutsal kitaplar dizilmiş. Odadan çıkarken üst raflardan birinde duran İngilizce “Abay Yolu” kitabının tanıdık kapağı ilişti gözlerime. Kutsal dinî eserler arasında tek edebî eser olarak Abay hakkındaki iki ciltli kitap bulunuyordu. Rahipler başı, Muhtar ağabeyin kitabını alıp görmeme izin verdi. Kitabın bazı sayfalarında Udakendavala Saranankara Thero tarafından düşülmüş notlara rastladım. Kitabın son sayfasında rahip, eski Seylanca: “Bu kitap, hayatı daha derin anlamama yardımcı oldu” fikrini yazmış”.

Kazakistan’daki gelişmeleri, yaşam hakkında nerede ne yazıldığını daima takip etmeye ve yazılanların doğru veya yanlış olduğu hakkında derhâl görüş belirtmek için kim olman gerekir? Tabii ki, her şeyinle Vatansever olman gerekir. Anvar Turlıbekulı Alimjanov gibi.

Kaderin çilesini çok çekmiş yoksul bir Kazak ailesinde dünyaya gelip Yedsu’nun Taldıkorgan bölgesindeki Karlıgaş Köyü’nde büyümüş, uzak yakın ülkelere Kazak adlı kadim halkın bulunduğunu, o halkın edebiyatının, sanatının ve biliminin de kadim ve ibretlerle dolu tarihe sahip olduğunu evlatlık yüce duygularla iletebilen, peşinden gelen tüm kardeşlerine hem sözleriyle hem de çalışmalarıyla örnek olabilen Aneken’in devlet ve toplum adamı olarak yerine getirdiği tarihî işlerden biri de 26 Aralık 1991 tarihinde SSCB’nin dağıldığına dair Karar’ı imzalamış olmasıdır. O yılın sonbaharında SSCB halkları vekillerinin ilk kurulu toplanmıştı. Orada SSCB çapındaki, tüm Birlik düzeyindeki 8 (.) komite, Anvar Alimjanov’u Yüksek Kurul Başkanlığına sunmuştu. Diğer milletvekillerinden birine bile böyle güven duyulmamıştır. 29 Ekim günkü toplantıda Aneken, oy birliği ile SSCB Yüksek Kurulu Cumhuriyeti Kurulu Başkanlığına seçilmiştir. Oy kullanma hakkına sahip 131 vekilin 130’u tarafından desteklenmiştir. Sadece bir kişi desteklememiştir. Vatan evladı ve yazarın itibarı bu şekilde sınanmış ve büyük bir şerefe nail olmuştur. Boris Yeltsin, “Cumhurbaşkanı’nın Notları” adlı kitabında (1994 yılı) şöyle demiştir: “26 Aralık 1991 tarihinde üzerinde artık SSCB bayrağı dalgalanmayan Kremlin binasında Birlik Parlamentosu Üst Kanadı, SSCB’nin dağıldığına dair bir bildirge kabul etti. Üst Kanat Başkanı A. Alimjanov, kendilerinin milletvekillik ve vatandaşlık vazifelerini yerine getirdiklerini söyledi”.

Daha sonraları arkadaşları Anvar’a: “Dünkü “halk düşmanı”nın oğlu işte SSCB’yi yıkıp hem babasının hem de babasıyla aynı kaderi paylaşanların intikamını aldı.”diye takılır olmuştu. Ben de bir gün:

“Aneke gerçeği söyleyin, kararı onaylarken eliniz titremedi mi? İçinizde bir üzüntü belirmedi mi?”diye sordum.O, biraz düşünerek:

“Hayır üzülmedim. Zaten ayakta zor durmuyor muydu? İmparatorluk dediğin, yapısı ve oluşumu ne olursa olsun uzun süre hâkimiyetini devam ettiremez, imparatorluklar halkın çıkarını gözetmeyen düzendir. Silah gücüne dayanan sömürgeci imparatorluklar ise daha da beterdir. Sovyet Hükümeti, eskiden bünyesinde bulunan ülkelerin topraklarını sömürmedi ancak halkın zihnini sömürdü. Bu ise sömürgenin en dehşet olanıdır.” diye cevap verdi.

“Bağımsızlığı da elde ettik ya.”dedim.

“Elde etmesine ettik. Neler kaybettiğimizi biliriz, ancak neler bulduğumuzu bilmeyiz. Önümüzde bizi bekleyen pek çok sıkıntı vardır, ne zaman düzene gireceğini Allah bilir. Sovyet Hükümeti’nin inşa ettiği 74 katlı evi bozmaya temelinden değil, çatısından başlama önerisini yaptım Gorbaçov’a. O, hiç tepki vermedi, belki de yönetim elinden çıkınca sağlam düşünme yetisini yitirmişti. Şimdi ise bu evin yerini yıkıntısından temizleme işinin ne kadar devam edeceği belli değildir” dedi Aneken…

Kazakistan, bağımsızlığını elde eder etmez ülkesinin demokratik, hukuki devlet olmasını destekleyerek kalabalıklar önünde, radyo ve televizyonlarda akıcı bir şekilde konuşan, gazete ve dergilere yazılar yazıp koşturan Anvar, “Tağdırlastar (Aynı Kaderi Paylaşanlar)” adıyla bir belgesel hazırlamayı planlamıştı. “Kemerov Bölgesi Stalino Şehri’nde okurken Stas adlı bir oğlan bana düşman olmuştu ve ikimiz sık sık dövüşürdük. Ancak sonunda bir şekilde barıştık. Kendisi tamamen öksüzmüş. Benimle birlikte Taldıkorgan’a gelip evimizde biray kadar kaldı. Daha sonraları Semey’den gelen Lena adlı kızla tanıştı ve birbirlerini sevdiler. Ben, ikisini Semey’e yolcu ettim. Beş altı yıl iletişimimiz devam etti. Güzelim dünya gizemli değil mi… Denemelerime Stas ve Lena’dan başlamak isterdim.” demişti. Ancak bu isteğini yerine gertirme fırsatı bulamıyordu.

1993 yılının Eylül ayı başlarında Aneken bana “Şu uzun hikâyeyi kaleme almıştım” diyerek “Poznaniye (İdrak)” hikâyesinin el yazması örneğini getirdi. Ben o sıralarda Yazarlar Birliği bünyesindeki Edebî Çeviri ve Edebî İlişkiler Kurulu başkanıydım. Yazarlar Birliği’ne bağlı olacak “Şabıt (İlham)” adında bir matbaa açacağız diye heyecanla koşturuyorduk. Ancak bu girişimimize ilk anlarda yetecek olan bir milyon somu bulup veren Birlik Başkanı Kaldarbek Naymanbayev, o kaynağı beklenmedik anda “telif hakları avansıdır” diye on dört “klasiğe” paylaştırınca elimiz boş kalmıştı. Kurulun kendisine ait az bir şey kaynağı vardı. Bu nedenle Aneken’e telif hakkı veremeyeceğimizi açıkça söyleyip:

“Kaç adet bastırayım?” dedim.

“Babacığım sen ne kadar bastırabilirsen, benim için önemli olanı basılmasıdır. Jazuvşı Yayınevi’nde bekleye bekleye sararmaya yüz tuttu” dedi.

Hikâyesini eve getirip okudum. Ertesi gün telefon edip:

“Aneke, küçücük Karlıgaş Köyü’nde nasıl büyüyüp yetiştiğinizi şimdi öğrendim, vay dünya vay.” dedim. Hem özgün eseri için duyduğum memnuniyeti hem de Aneken’in çocukluk yaşamının çok da sıkıntılı geçtiğinden dolayı duyduğum üzüntüyü gizleyemedim.

“Kadere boyun eğmekten başka çare yoktur” sözlerini söyleyen atalarımız bilgeymiş” diye her zamanki gibi hızlı konuşmaya başladı. Yakında Sosyalist Partiler toplantısına katılmak ve tatil yapmak üzere Yunanistan’a gideceğini, döndükten sonra kendisinin başkanlık ettiği Sosyalist Parti’nin “Kazak Memleketi (Kazak Devleti) ve “Respublika (Cumhuriyet)” gazeteleri için çalışmaya başlayacağını belirtip yayın ve basın işlerinin gün geçtikçe daha da zorlaştığından dolayı duyduğu endişeyi dile getirdi.

“Anekeciğim zorluklardan hangi birini söyleyelim, yeter ki başımız sağ olsun.” dedim.

“Başka şeyleri düşünmemiz başımızın sağ olmasından ya. Bazen bir şeyler düşünme zahmetine kapılmayanlara imrenirim” diye güldü.

Sanıyorum Aneken’i yormayan konu yoktu…

O, denemelerini de, “İdrak” adlı uzun hikâyesini de tamamlayamayıp aramızdan erken ayrıldı…

Yunanistan ziyaretinden ülkeye İstanbul üzerinden dönmüştü. Kötü hava şartlarından Almatı’ya uçmayı bir haftadan fazla beklemiş. Yunanistan’da rahatsızlanarak zor günler geçirmiş. Evine durumu kötü olarak döndü ve hastaneye kaldırıldı. Ondan uzun yıllar önce de Moskova’da “Volga” marka arabayla Domodedova Havaalanı’na gelirken yük aracı çarpmıştı. Kazadan sağ kurtulmuş, ancak kalça kemiği ve dört kaburgası kırılmıştı. Bu sefer eski rahatsızlıkları da etkisini göstererek durumu gitgide kötüleşti. Hâl hatır sormaya gittiğim günlerden birinde gazetelerin arasında yatan, daktilo ile yazılmış bir mektuba ilişti gözlerim. İzniyle alıp okuduktan sonra nedense: “Aneke, şu mektubu bana verir misiniz?” diyivermişim. Aneken bana bir dakika kadar ciddi bir yüzle baktıktan sonra: “Al, al” diyerek başını salladı.

İşte o mektuptan alıntı:

“Değerli Anvar.

Senin ödenmemiş ne tür borcun olduğunu geçenlerde sözlü olarak söylemiştim, şimdi de insanların dikkatine getirmek için kâğıda geçirmeyi uygun buldum. Geri kalanını artık hissedersin.

“Ölürsem, benim için başını balta altına tutan Anvar’ın cesaretinden, toprağım razı olacaktır”.

Bu sözler Muhtar ağabeyimizin bundan 40 yıl önce Moskova Oteli’nde söylediği sözlerdir.

Bu, Muhan’ın 1953 yılının ilkbaharında Kazakistan’ın geniş bozkırlarında küçücük canını koruyacak yer bulamayıp Moskova’ya kaçtığı zamanlar idi. O sıralarda beniş gezisi dolaysıyla Moskova’nın yanı başındaki Galitsino Tatil Evi’nde bulunuyordum. Bir gün Kaljan Nurmahanov telefon edip Muhan’ın Moskova’ya geldiği haberini iletmişti. (Kaljan, o dönemlerde SSCB Yazarlar Birliği’nde Kazak Edebiyati Danışmanı idi). “Muhan’ın morali nasıl, ülkemizde her şey yolunda mı?” soruma kızgın bir şekilde şu cevabı verdi: “Ülkemizde her şey yolunda olursa Kazakistan olur mu hiç? Muhan, kendisi pek bir şey anlatmıyor. Almatı’dan telefon hatlarıyla ilettilen fısıltılara göre beyefendi Almatı’yı hızlıca terk etmek zorunda kalmışa benziyor”. Onun bu söylediklerinin nasıl etkilediğini söylemek bile çok zordur.

Ertesi gün sabahtan Moskova Oteli’ne yerleşen Muhan’ı ziyarete gittim.Yazarlar Birliği’ne gitme hazırlıkları yapıyormuş. Hâl hatır soruştuktan sonra: “Senin her şeyi öğrenmen lazım” dedi ve oturup birden bire içini dökmeye başladı. Tüm umudu dağlar altında kalmış gibiydi. Kızgın sesinden gördüğü eziyet ve, duyduğu endişe, anlaşılıyordu. Kurumuş dudaklarında daha önce bulunmayan bir titreme vardı. Daha önce duymadığım özellikle de kimi meslektaşlarının hayal kırıklığına uğratmasından doğan acı sözler, birbiri ardınca döküldü. O içini bu şekilde döktükten sonra keyiflendi. Sesi de neşelendi:

“Benim için başını balta altına tutan Anvar’ın cesaretinden, ölürsem toprağım razı olacaktır.”

“O, o kadar ne yaptı ki?”

“Eğer benim kaçmam için değişik yöntemler arayıp bulmasaydı ben şu anda gördüğün gibi Moskova’nın baş köşesinde değil, Almatı hapishanelerinden birinde oturuyor olabilirdim,”dedi ve saatine baktı: “Birazdan saat 12.00’da Fadeyev’in odasında benim onlara yazdığım mektup ele alınacak. Senin onların ne söylediklerini bilmen gerekir.

Bunları dedikten sonra giyinmeye başladı…

Muhan’ın söylediğine göre bu işte Kazak Devlet Üniversitesi’nin dört öğrencisi ile uçağa bilet almayı başaran Yahudi bir delikanlı yardımcı olmuş. Öğrencilerden biri Muhan’ı gizlemek için Tastak Semti tarafından ev hazırlamış, diğerleri Moskova’ya göndermede başarısızlığa uğrama durumunda Frunze Şehri’ne götürecek araba hazırlamış. Üzücü bir tarafı ise Muhan’ın o çocukların hepsine cesaretlerinden dolayı şükranları iletse de birinin bile adını bilmeden, gitmiş olmasıdır. Şayet onların isimleri böylece bilinmeden söylenmeden kalırsa günahı kime olacaktır? Sana olacaktır, çünkü bu konuyu senden başka bilen yoktur. Ben bu söylenenlerin tamamını bir arada merhum Leyla’ya, daha sonra da Tursun’a aktarıp “Anvar’ın yardımıyla o çocukların o dönemlerdeki resimlerini elde edip kıyabilirseniz müzenin bir köşesinde, kıyamazsanız arşiv sandıklarından birinde yer verin” demiştim. Onların seni bulmaları zor olduğundan söylediklerimden bir netice çıkmadı. Başka şeyleri unutursan unut ama Muhan’ın “ölürsem toprağım razı olacaktır” sözlerini hiçbir zaman unutma. O zaman kendi mertliğini de unutmazsın. Mertliğini unutmazsan borcunu ödemen de zor olmaz.

İkinci isteğim, o serin ilkbaharın (ilkbahar da olsa kış gibi sıkıştıran) kargaşa içinde geçen günleri ile gecelerini gözlerinin önüne getirmendir. Üç edebî türe birden konu olmak isteyen nice ilginç şeyler kendiliğinden ortaya çıkmıyor mu? Yarının Anvarlarının bundan daha ilginç şeyleri meydana getireceği muhakkaktır. Sen onlara da borçlu kalma. Düşün.

Aljappar ABİŞEV.

24.08.1993

“Toprağım razı” sözlerini Muhan’ın ağzından ilk defa 1947 yılında, Sabit ve Gabit ile üçünün arasındaki küslük konusunun ele alındığı parti toplantısında duymuştum. Orada o, toplantının sonunda yerinden kalkıp: “Sabit’in başkan, benim yaşımın büyük olmasına bakmadan oldukça hakkaniyetli konuştunuz. Bundan dolayı arkamdaki kuşak, ölürsem toprağım sizden razı olacak” dediğinde: “Ben de aynısını söylemek istiyorum” demişti Gabit. Yerinden kalkıp: “Eklemek istediğim bir şey var. Allahım bizim şu köpekliğimizi size vermesin.” diye eklemişti ardından.

Kelimesi kelimesine örnek verdiğim şu sözler üzerinde düşünsene. O zaman üçü de 50 yaşlarını doldurmamış genç; genç de olsa ağabey idi. Sen ise 60’ını geçtin. Bunların hepsini bir düşünsene.

A. A.”.

(Not: Aljappar Bey’in mektubunda adı geçen Leyla, Muhan’ın kızı, Tursın Jurtbayev ise Muhan Müzesi Müdürüdür. G. K.).

Muhan’ı nasıl kurtardığını yazmasını iki defa istedim. Aneken, her iki defasında da: “Bu aralar zaman bulamıyorum. Emekli olunca boş kalacağım, o zaman yazarım” diye gülerek cevap vermişti.

Tüm yaşamını “Ülkem, Toprağım, Halkım.”diye geçiren Anekeciğim.

İleri gidiyorsam Allah beni affetsin. Ancak sizin gibi büyük şahsiyete ihtiyacımız var.

Biz senin Semey’deki Nükleer Poligonu’nu kapatmak için çok emek verdiğini bilmemişiz. Kimi insanlar: “Ben kapattım. Ben kapattırdım.” diye göğsüne vurarak böbürleniyor. Ancak onların hiçbiri senin gibi uluslar arası yüksek kürsülere çıkamadı, poligonun Kazak toprakları ile halkını ne tür tehlikelerle karşı karşıya bıraktığını senin gibi içten haykırışlarla iletemedi. Arşivindeki belgeler arasından: “Poligon Kapatılmalıdır” (Semey’de yapılan uluslar arası konferans sırasında, 17 Temmuz 1989 tarihinde yaptığın konuşma) ile “Atom Külüne Gömülü Kalmayalım” (13 Kasım 1990 tarihinde İngiltere Avamlar Kamarası’nda yaptığın konuşma) adlı konuşmalarını bulup gazete ve dergilere sundum. Ülkenin ve halkının kaleminin ustalığını daha iyi bilmesini istedim. Onları okuyan şuurlu insanlarımız şüphesiz: “Ne yazık ki Aneken’i tam tanıyamamışız, ne değerli, ne saygın insanmış” demişlerdir.

Şimdi de Aneken’in tarafımdan Kazakçaya çevrilmiş söz konusu yazılarını sunmak isterim.

İlk yazısı:
POLIGON KAPATILMALIDIR

Bugün şu salonda yapılmakta olan toplantı, bugüne kadar yapılan çalışmaların bir parçasıdır. Bugünkü konu da bizim onlarca yıldır sesimizi çıkarmamamız, ağzımızı açıp tek kelime etmememiz üzerinedir. Biz hem evde hem dışarıda kendimizi bir şeylerle meşgul ettik, hatta birbirimizi kandırdık diyebiliriz. Konuyu açtığımız zamanlarda da tabii ki gerçekleri söyler gibi yaptık ve yalanlarımıza kendimiz de inanır olduk. Şimdiki durumda yalan söylemenin ölümle eşit olduğunu belirtmek isterim. Başka bir deyişle bu biçimde biz kendimize ve kendi toprağımıza zarar verdik. Konu sadece Semey Poligonu değil, Kazak ülkesinde yaşanan çevre sorununun bizi çıkmaza sürüklemiş olmasıdır. Biz çıkmazın içinde bulunuyoruz. Kazakistan’ın, sadece nükleer silahları değil, halkı deneme meydanına dönüşmüştür. Kazakistan’da, Semey’de yaşanmakta olan olaylar, sadece Semeylilerin uğradığı felaket değil, Altay ve Sibirya dâhil yeryüzünün yarısını kapsayan felakettir. Biz, öylesine kızgınlığımızı sergilediğimiz durumun ne kadar tehlikeli olduğunu bugün anlamış bulunmaktayız. Akademi üyesi Sayım Balmuhanov’un ifade ettiği rakamların ne kadar korkunç olduğunu duyduk ve öğrendik. Dünya çapında değerlendirildiğinde zekâ bakımından geri olarak dünyaya gelen çocuk sayısı en çok bizim topraklardaymış. Sadece Semey bölgesinde değil, Mangıstav civarında da zekâ düzeyi gelişmemiş olarak doğanların sayısı az değildir. Ben bu toplantıya işte o Mangıstav’dan geliyorum. Orada da durum çok kötüdür. Janaözen’de, Yeskiözen’de bulundum, her yeri dolaştım. Doğduğu topraklarına el konarak evsiz barksız kalıp göç etmek zorunda kalan ecdadımızın bugünkü nesliyle buluştum. Onlar “ihtiyaç duyulmayan” insanlara dönüşüp işsiz kalmışlardır. Bu yüzden de, artık dayanma güçleri kalmadığı için kendilerini zavallı duruma düşüren güçlere karşı ayaklanmışlardır. Ancak onları anlayan kimse olmamış, aksine makineli tüfeklerini doğrultan askerleri karşılarına çıkarıp birkaç gün ekmeksiz ve susuz bırakmışlardır.

Biz, üstünlük kuran iktidar hakkında daha açık konuşmaya başladık. Bu konuda sadece bir insanı veya Moskova’yı suçlamak doğru olmaz. Biz de zamanın doğru yoldan saptırdığı, yolunu şaşırmış kadrolar mevcuttur. Onlar etrafında olup bitene kayıtsız kalıp sadece yukarıdan verilen talimatı ve emri yerine getirmeyi biliyorlar.

Askerilere ben de saygı duyarım. Yine de az önce konuşma yapan korgeneral beni çok şaşırttı doğrusu (sözü edilen general, Poligon Başkanı A. İlyenko’dur, G. K.). Onun söylediklerini hepiniz duydunuz. Generalim, siz halkın karşısına çıkmış bulunuyorsunuz. Mareşal’ın emri farklı, halkın talebi tamamen farklıdır. Halk, poligonu kapatmayı ve bu bölgeden kaldırmayı talep etmektedir.

Bugünkü toplantıda pek çok bildiri sunuldu, ancak esas soru hâlâ sorulmadı. Soru, “Poligonun bulunduğu toprak katmanları iyice denetlendi mi? Kırk yıldır devam eden denemelerin zararları nelerdir?” sorusudur.

Deneme başladığı dönemlerde her şey bulanıktı. Ne olduğunu anlamak mümkün değildi. Akademi üyesi Sayım Balmuhanov’un az önce söylediği gibi buralarda binlerce, milyonlarca felaket gizlenmiş durumdadır. Onlar yeryüzüne çıktığında durumumuz ne olacak? Çocuklarımızla torunlarımız, gelecek kuşaklar bu felaketten sağ salim kurtulabilecekler mi? Biz onlara ne bırakıyoruz? Zehirlenmiş hava, zehirlenmiş toprak, zehirlenmiş su bırakıyoruz. Temiz kaynaklarımızı pislettik, onların etrafını zararlı çamur ve çalılıklara dönüştürdük. Çevremiz felaketlerle doldu. Kazakistan işte bu şekilde tehlikeli durumdadır.

₺76,77

Türler ve etiketler

Yaş sınırı:
0+
Litres'teki yayın tarihi:
01 ağustos 2023
Hacim:
566 s. 45 illüstrasyon
ISBN:
978-625-6853-18-8
Yayıncı:
Telif hakkı:
Elips Kitap
Metin
Ortalama puan 0, 0 oylamaya göre