Kitabı oku: «Ulpan», sayfa 2
Sömürgeci Çarlık’ın aldıkları da az değil, Rus şehirlerinden senin aldıkların da az değil. Han’ın kazanına koyulup pişenin senin ağzına köpüğü de değmez, kemiği de değmez.
Bunu düşünen halk, huzurunu bırakıp da Kenesarı İsyanı’na direnerek katılmadı. Bunu idrak eden Eseney, Kenesarı’ya karşı mücadeleye girişti. Kerey-Uvak olarak adlandırılan bes bolıs, Eseney’in etrafına toplandı da toplandı.
II
Kazak savaşlarında yaralananlar çoktur, ama ölenler azdır. Ok, çoğunlukla uzaktan atılır ve çok derine isabet etmez, hafif yaralar. Topuzu olan kişiler, mızrağı da çok kolay bir şekilde saplayıp ortasından kırabilir. Mızrağı kırılan kişi, silahsız bir insan ile denktir. Kılıç, karşı karşıya mücadeleye girişip kılıçla savaşmak, Kazak savaşlarında âdet değildir. Eseney ile Kenesarı birliğinin üç yıldır devam eden savaşında halen üç yüz kişi bile ölmüş değildir. Yaralanıp, savaşan birlikten ayrılan sakatlar ise her iki evden birinde mutlaka vardır.
Şimdi Kenesarı’nın kalabalık birliğini Kerey-Uvak’ın tam kalbine, Esil boyuna topladığı ve Eseney’e karşı büyük bir sefere hazırlandığı anlaşılıyor. Eseney de beş bolıs halkının yiğitlerini etrafına toplayıp, yaylak göllerine kondurdu. Daha sonra ise topladığı halkını, her boyun batırlarına ve herkesin güvendiği aksakallarına emanet edip, kendisi de yanına kırk kişiyi alarak, bir kez daha görüşmek için ilçe başkanı Ağa Sultan Şıngıs’a gitti.
Amankaragay ilçesinin Ağa Sultanı Şıngıs Uvalihanov adlı töre idi. O, Kenesarı İsyanı’na destek vermiyordu, ancak karşı da çıkmıyordu. Saldırıya uğrayan halkı mı varmış, Kenesarı’ya katılan halkı mı varmış, hiç umursamadan, Ağa Sultan bunların ikisine karşı da çaresiz bir kişinin kayıtsızlığıyla kendi ordasında11 sükûnet içinde oturuyordu. Üçüncü yılına giren talana, yıkıma tek bir ses bile çıkarmıyordu. Kışa doğru kırk semiz soğım12, yaza doğru kırk sağımlık kısrak, yüz kısır koyun topluyordu, bunları toplayıp veren halk, saldırıya uğradığında ise hiç sesini çıkarmıyordu. Ağa Sultan’ın bu şekilde ikili oynaması, idare ettiği halkın içinde fitne de doğurdu. Bu sebeple Eseney’in de Ağa Sultan ile arası tamamen açılmaktaydı.
Eseney, Ağa Sultan kurulunun en değerli biyidir. Âdil, ama sert mizaçlı olarak tanınan bir kişidir. Uzun süre düşünmesine karşılık, kararını hızlı verir. Hırsıza arsıza karşı çok serttir. O, yanındaki kırk yiğidi ile ilçe merkezine geldi. Eseney, Ağa Sultan’ın ordasına, güvendiği yoldaşı “Türkmen” Müsirep, Artıkbay ve Sadir adlı iki batırını alarak girdi.
Şıngıs, Eseney’e doğru gelip selamlaştı.
–Eseney Bey, hoş geldiniz. Tör’e13 buyrunuz…
Yüzüne doğrudan bakılamayacak kadar kötü görünen çiçek bozuğu yüzlü, orta boylu adama, gövdesine ancak yetiştiği Eseney’e, Ağa Sultan bir yandan şaşkınlıkla bir yandan korkuyla bakıyordu.
–Kendi yerinize, kendi yerinize! Deyip ne yapacağını bilemeyerek kendi yanında yer gösterdi.
Tör’de oturan Kenesarı’nın elçisi Tilevimbet Biy ile Janay Batır ve birkaç kişi daha, hepsi de ayağa kalkıp Eseney ile selamlaştı.
Eseney, Tör’de oturan Tilevimbet Biy’i daha ileriye kaydırıp, her zamanki kendi yerine, Şıngıs’ın sağ tarafına yakınlaşarak oturdu. Otururken, Eseney’in dizi, Tilevimbet Biy’in bacağına çarptı, o ise hemen bacağını çekip, Janay Batır’a doğru yaklaştı.
–Hayırlar ola Eseney Bey!.. İlçe kurultayının vaktinden bir ay önce geldin, hayır mı, hayırdır inşallah!
–Hayır olsa gelir miydim, Allahım, Ya Rabbim! Cin çarpmış kardeşin, idaren altındaki halkına her gün saldırıp bir huzur mu veriyor! Dedi Eseney. Özellikle de Tilevimbet’e laf çarptırarak söyledi.
–Kerey-Uvak’ın içinde eğer senin bir Eseney Bey’in varsa, dışarıdan hiç kimseye minnet duymana gerek yok diye, biz burada huzur içinde duruyorduk…, diyerek Şıngıs sözünü tamamladı.
–Bu senin bahsettiğin Kerey-Uvak’ın at üstünde uyuyalı beri üç yıl oldu. Bu senin çok iyi bildiğin bir durum… Dedi Eseney, bu sefer Şıngıs’ın doğrudan yüzüne bakarak konuştu.
–Ooo, Eseney Beyim çok sinirlenip gelmiş… Eseney Beyim öfkeliyse ben âdetim olduğu üzere ağzımı açamam, diye Şıngıs böbürlenerek yalandan güldü. -Kırıcı konuşmadan sabredelim demeye de dilim varmıyor.
Uzayan sözün farklı bir mecraya gitmekte olduğunu sezinleyen Tilevimbet Biy, konuşmaya başladı. O, iyi bir hatipti. Söze başlayan Tilevimbet, imalı imalı konuşarak, atasözleri ve deyimlerle konuşmasını süsleyerek, iyice coştu. En nihayetinde onuru kırılmış bir şekilde, tehditkâr bir üslûpla söz söyledi:
Kazak Kazak olalı,
Kendi önüne halk olup,
Sağ salim bir konalı,
Hanlığından ayrılsa,
Halk olmaktan uzaklaşır.
Tay yüzen kara saba14,
Buharadan gelen tay kazan,
Hepsi mahvolur.
Kara ekmeye kul olup,
Hanına dil uzatan,
İster biy, ister kul olsun,
Bir cezasını çekecek,
Böylesinin onduğunu görmüş değilim.
Tilevimbet bu şekilde bir güç gösterisinde bulunup sustu. Eseney, ona cevap vermek istemeyip Müsirep’i omzuyla dürttü.
–Ağam, siz ne zamanki hanlıktan, hangi hanlıktan bahsediyorsunuz? Bu oturan Ağa Sultanımızın babası Uvalihan öleli yirmi yılı aştı. O zamandan beri Sibir’e bağlı altı ilçelik Kazak’ın hanının varlığını işitmedik de bilmiyoruz da. Kenesarı’ya oradan buradan katılan avareler hanımız diyorsa da, biz hiç öyle düşünmüyoruz, onlar öyle diyorlarsa varsın desinler. Fakat beni han seçmezseniz size saldırırım diyen başıbozuğu, aklı başında olan halk, han seçmez herhalde. Siz, bizim boyumuz arasına iki defa gelip, bu şiirinizi iki defa okudunuz. O zaman bizim beş bolıs Kerey-Uvak size nasıl cevap verdi? Hatırlıyor olmalısınız galiba?
Tilevimbet Biy, “Türkmen” Müsirep’in tek bir sözünü bile duymak istemeyen bir tavırla gözlerini kapatıp, başını öne eğip sessiz kaldı. Kenesarı’nın biyine, Rusların tayin ettiği ilçe biyinin kendisi cevap vermeyerek, yanındaki at bakıcısı “Türkmenine” cevap verdirtmesi, gerçekten çok ağır bir aşağılama idi.
Tilevimbet’in çalım satması, Müsirep’i de rahatsız etmişti, bu sebeple o, sözün sonunda biyi iyice yerin dibine soktu.
–İlk gelişinizde sağ salim dönmüştünüz… Peki, ikinci gelişinizde ne oldu, hatırlıyor musunuz? Diye Müsirep azıcık duraksadı ve Eseney’in gözüyle işaret etmesini dikkate almayarak, -Bindiğiniz atınızdan da olup geri dönmüştünüz! Dedi.
Kenesarı’nın Kerey-Uvak boylarına ikinci defa gönderdiği elçisi Tilevimbet Biy’in, o defa büyük bir utanç yaşayıp geri döndüğü doğruydu. “Ağzı iyi laf yapan” biri olarak bilinen biy, atasözleri ile halkı uyutuyordu. Beş bolıs Kerey-Uvak’ın arasında büyük bir heyecan hâsıl olup, onlar düşünceden çok, güzel sözlere itibar eder olmuşlardı. Bu söz ustalığı, biyin kendi ustalığı değildi elbette, onun evirip çevirerek söylediklerinin, zaten halkın kendi öz hazinesi olduğunu cahil halk fark edemiyordu.
–Peh peh, nasıl söyledi ya hu! Halkın derdine dertlenen Edige olsa ancak böyle olurdu! Gibi sesler çıkmaya başladığında, Tilevimbet:
–İdrak ettiyseniz, bu bana yeter halkım! Diye gururlandı.
Tam o sırada, kalabalığın arasında oturan Eseney Biy’in önüne kır sakallı bir adam gelip çöktü:
–Adil biy diyerek huzuruna geldim, sana başvurdum, Ese-ney. Ricamı dinle! Bu evliyalık taslayan Tilevimbet Biy’in bindiği sarı rahvanı kimin acaba? Eğer bunu biliyorsanız söyler misiniz? Dedi.
–Kendinindir herhalde! Dedi Eseney. Tilevimbet Biy birisinin atına binip geziyor mu diyorsun?
–Eseney Biy, kurduğun tuzağın varmış demek! Dedi Tilevimbet öfkeyle bağırıp.
–Yok, Eseney Biy, altı ilçeye ünü yayılan sarı rahvan at benimdir. Bu kişi başkanlığında geldiler, iki hafta oldu, sarı rahvanın neslini önlerine katıp hepsini götürdüler. Ondan sonra da kendim dün göçüp Kpitan şehrinin girişinde durakladım.
Az önce Tilevimbet’e saygı duyan halk, şimdi birdenbire ona karşı oluvermişti.
–Ayıp ayıp!
–Ölmek bile bundan daha iyidir!
–Peki, sen kimsin? Diye sordu Eseney.
–Birinin adı iyi namıyla ünlenir, birinin adı ise rezilliğiyle! Atıgay-Karavıl Savıtbek’in adı, eğer sarı rahvan rezilliğiyle duyulduysa, işte ben, o sarı rahvanı ile adı duyulan koyunlu Atıgay’ın bir kötü ihtiyarıyım.
–O zaman sen Jamanbalasın ya hu!
–Öyle diyorsan öyleyizdir.
–İşte biy efendim, hükmü kendiniz veriniz, dedi Eseney Tilevimbet Biy’e.
–Kırk kamçı falaka!
–Kime?
–Biy hakkında şikâyette bulunana elbette!
Eseney, biraz duraksadı ve:
–At senindir! Dedi Jamanbala’ya.
Müsirep, Tilevimbet’e işte bu yaşanan olayı hatırlatıp, ona laf dokundurdu ve artık daha fazla ileriye gitmedi. Tilevimbet’in donakalan vücudu taş gibi oldu.
Eseney, Şıngıs’a doğru dönüp konuşmaya başladı:
–Öfkelenerek gelmişsem de sebebi varmış Ağa Sultan. Kusuruma bakma! Tay yüzen kara saba, tay kazan denilenler artık günümüzde boş sözler. Ekmek ile oynamayalım. Ekmek, artık her Kazak’ın gün görmesi anlamına geliyor. Vakti zamanında kara sabası olan, tay kazanı olan hanlar hangi Kazak’ı doyurdu? Han’ın kazanını da sabasını da Kazak halkı dolduruyordu daima. Şimdi de öyle. Tekrar diriltip han seçtiğin kişi, hanlığını nerede kuracak? Betbak’ın çölüne mi? Bundan iki üç yıl önce Kenesarı’yı han seçiyoruz diye yaygara koparan halk, şimdi sıra sıra dizilip kendi topraklarına dönüyor. Benim bildiğim bir şey varsa o da, Kenesarı altı vilayete han olmak bir yana, kendi yurduna dahi sığamadan bozkıra, Sarıarka’ya doğru kaçmakta. Şimdi o, kaçak, diye sustu.
Şıngıs’ın kendi düşüncesi de buna yakın idi. Napolyon’u yenip, Batı dünyasının tekebbürlüğünü ezip geçen Rus teçhizatına karşı başkaldırmaya, şimdi hangi büyük ülke olursa olsun, cesareti yetmezdi. Böyle bir güç şu anda yeryüzünde mevcut değildi! Doğrusu Kenesarı, sadece halkı biraz kışkırtıp düzeni bozmuştu, ama bir süre sonra bastırılıp, bu isyan hareketi sona erecekti. Diyelim ki, Üç Cüz’ün bolısları ve biyleri baş başa verip Kenesarı’yı han seçerse, mümkün, Kazakları müstakil bir halk olarak kabul eden Çarlık, zulmünü onlardan hiç eksik eder miydi, ya da ne yapardı? Fakat hanlık denilen şey ebediyen var olamaz. Ağa Sultan bunu çok iyi biliyordu. Talan ve eşkıyalıktan bıkıp usanan öfkeli halkın, “Çok yaşasa Kenesarı yüze kadar yaşar!”15 demeye başlaması, her yere yayılmıştı. Kalabalık halk ondan uzaklaşmaya ve ondan tamamen ayrılmaya başlamış gibiydi. Bu oturan kara çopur, bunların hepsini tamamiyle idrak edip, han soyundan olan Ağa Sultan’ın yüzüne doğrudan söylemekteydi. Ya halkının yanında ol, ya da akrabanı savun, iki taraftan birini seçerek safını belirle demişler ya hu.
Çarlık’ın koyduğu düzene göre, önce, Ağa Sultan olan kişi Kenesarı’ya karşı mücadele etmeliydi. Bunu nasıl yapacaktı? Tilevimbet Biy, asker toplayıp Kenesarı’ya katıl diye emir vermişti. Buna nasıl gidecekti?
Eseney yine konuşmaya başladı:
–Kenesarı Kerey-Uvak’ın tam kalbine binlerce asker toplayıp, bugün yarın saldırayım deyip duruyor. Bizim de oturup bakacak halimiz yok herhalde. Neticede, bu defalığına bir kısmımız saygı gösterip sesimizi çıkarmayacağız. Özellikle bunu haber vereyim diye geldim…
Söz arasındaki birazcık boşluktan faydalanıp Tilevimbet Biy Eseney’e dönüp:
–Amankaragay ilçesinin en üst düzey biyi Eseney, Rusların heybe taşıyıcısı olmuş dendiğini işittiğimizde sevineceğimizi de, utanacağımızı da bilemedik… sen kendine hangisini layık görüyorsan, bizim için de öyle olsun. Hayırlı olsun! Diyerek âdeta bir büyü böceği gibi yakıp geçti.
Eseney hiç çekinmedi.
–Eseney’in eski heybesine Kenesarı’nın iki yüz batırı sığdıktan sonra, ben heybemden tamamen razıyım, dedi o. -AtıgayKaravıl’ın hatırı sayılır biyi idiniz, Kenesarı’nın ayakçısı olup boş işlerle uğraşmanız size de hayırlı olsun…
İkisi arasında yaşanan bu didişmenin ardından ikisi de sustu. Üçüncü yılına varan çatışmalarda Eseney, Kenesarı’nın iki yüz kadar askerini esir edip Stap’a teslim etmişti. Bu sebeple ona, horunjiy16 unvanını vermişlerdi. Tilevimbet Biy, Ağa Sultan seçiminde eski biylik unvanını bırakıp, şimdilerde Kenesarı’nın “ayak işlerinde” hizmet ediyordu. İki biyin devamlı karşılıklı atışmaları bu sebeplerle idi.
Şıngıs çok zor durumda kaldı. Esasen Eseney’in ne diyeceğini Şıngıs önceden sezmişti. Eseney’in bu seferki geliş sebebi, ya katıl ya da ayrıl, tarafını belli et demeye geliyordu. Yarın kendi idare ettiği ilçenin tam yarısı kadar büyük bir bölümü saldırıya uğrarsa, Eseney bu durumu Sibirya Gubernatörü’ne17 şikâyet etmez miydi? Şıngıs şimdi onu hafife alıp önemsemediğini sezdirirse, o, soluğu doğru Gubernatörde alacaktı. Ombı’da altı ilçeden sorumlu olan Turlıbek vardı. O, Eseney’in akrabasıydı, teyzesinin oğluydu. Şikâyetin ilki “Saldırı karşısında Ağa Sultan’a kendim gidip haber verdim, hiç kulak asmadı” demekle başlardı… Peki, mücadele içerisinde olan iki tarafın benim gözümün önünde karşılaşmalarına ne yapacaksın. Böyle birdenbire parlayan bir tartışmanın çıkmasına sebep olan karşılaşmayı, bir yolunu bulup dağıtmaya nasıl bir çare bulunabilirdi acaba?
O sırada Alman mı, İsveç mi olduğu belli olmayan, Kazakların Bersen dediği sarışın Binbaşı Bergsen gelip:
–Ağa Sultan Mirza, at oyunları hazırlandı. Avcılar da hazır. Buyrunuz, dedi. Şıngıs buna çok sevindi.
–Kıymetli biyler, şimdi söz dalaşına girip kavgayı alevlendirmek hoş olmaz. İki tarafın da durumu anlaşıldı. Dışarı çıkıp askerî oyunları seyretsek nasıl olur? Diye yerinden kalktı. Misafirleri de onu takip ederek ardından çıktılar.
“Tehlike anında lazım olur” diye Sibirya Gubernatörü Ağa Sultan Şıngıs’a silahlı kırk Rus Kazak’ı vermişti. Onlar bir yandan Ağa Sultan’ın korumaları bir yandan da sesini çıkarmasına izin vermeyen gözlemci olarak bulunuyorlardı. Onlar ilk olarak at üzerindeki oyunlarını sergilediler.
Rus Kazakları at oyunları konusunda iyice mahirleşmiş kişilerdi. Onlar kâh şahlanıp koşan ata atlayıp biniyorlardı kâh koşarak gelen atın boynuna asılıp geçip gidebiliyorlardı. Atları da buna nasıl alışmıştı! Hızla koşup gelerek birden durup, hepsi bir yana doğru eğilip yatıyorlardı. Hiç kımıldamadan duruyorlardı. Oysa Kazak atlarının böyle bir durumda kendiliklerinden aklı başından gider, olmayacak şeyden ürküp her şeyi mahvederlerdi.
Rus Kazakları sonraki gösteriye bütün silahlarını kuşanıp ışıldayarak çıktılar. Kılıç, tüfek, ok ile sırayla birbirleriyle dövüşüyorlardı, ama buna rağmen hiçkimse yaralanmıyordu. Fakat gerçek bir savaşta bunların karşısında mücadele etmek zor gibi görünüyordu. Özellikle gün ışığında parlayan kılıçların ışıltısından insanın tüyleri ürperiyordu.
Şıngıs, Tilevimbet Biy’e unutulmaz bir ders vermek ister gibi, onun yüzüne arada bir bakıyordu. İnatçı ve aksi biy:
–Bunlar atlarını yatırıp kaldırırken biz de oturup bakacak değiliz! Dedi.
Evet, Kenesarı taraftarlarının inat ettikleri yönden yüzlerini çevirmeye niyetleri yoktu! Bu, açık tabiatlı halkın han soylularının, biylerinin ve bolıslarının, aksakallarının, gözler önündeki durumuydu. Onlar, halkın Çarlık’ın sömürgecilik siyasetine haklı olarak karşı oluşunu fırsat bilerek, hanlık kurmak niyetindelerdi. Onlar, artık bu düşüncelerinden dönmeyecek gibi görünüyorlardı, “gerçi bu saatten sonra hepsi birdi, iddialarından dönecek olsalar bile, artık Çarlık da onları affetmezdi, halk da affetmezdi”.
Rus Kazaklarının oyunlarından sonra “Hedef vurma” yarışı başladı. Bu oyunların ikisi de Tilevimbet Biy’in gelişi şerefine hazırlanmıştı. İki yüksek çam ağacına enine uzatılmış bir kalın ağaca, hedef olarak sıralanan birkaç metal parlıyordu. İkisi tay tırnağı gibiydi ve bakırdı. İkisi bir tengelik gümüştü, ikisi ise insan tırnağı boyutunda ve altındandı.
Binbaşı, hedef vurma yarışının kurallarını açıkladı: tay tırnağı kadar bakır hedefi vurup düşüren avcıya tilki derisi, gümüş hedefi düşürene kurt derisi, altın hedefi düşürene kunduz derisi verilecekti.
Eseney’in ekibinden Artıkbay, Tilevimbet’in ekibinden ise Janay adlı avcılar yarışmak için çıktılar. İki avcı yan yana geçip birbirlerini selamladılar:
–Kerey’in avcısı kime sıra verir diyorsun, at! Dedi Janay.
–Argın ağamızın balası, sıra sizindir, buyrun siz atınız.
–Sıramı verdim!
–Yok, ben ağabey sırasını çiğneyip geçemem, buyrun atınız!
–Kibirli Kerey’in avcısı, atıver artık!
–Yaşı büyük kişisiniz, siz atınız!
Böylece eski geleneğe uygun olarak üç kere birbirlerine sıra verdikten sonra, avcı Janay sadağına ok yerleştirip attı ve sağ gözüne konan küçük sineği eliyle uzaklaştırdı. Sineğin ısırdığı yeri bir süre eliyle ovuşturdu.
–Gözünüzü boş yere ovuşturdunuz…, dedi ona Artıkbay.
Janay ona bakmadan sadağını çekti, sadağın oku altın hedefe değdi, sarstı ama düşüremeden geçip gitti. Hızlıca okunu atan Artıbay’ın oku ise altın hedefi vurup düşürdü.
Görevli, parlayan kara kunduzu Artıkbay’a getirdi.
–Hey, sen! Tam benim attığım sırada neden konuşup gevezelik ediyorsun! Dedi boğazı düğümlenerek Janay, Artıkbay’a.
–Ben size dostça söz söyledim: ok atarken gözünü ovuşturursan eğer, okun hedeften dışarı gider… gitmedi mi?
–Benim gözümde senin babanın hakkı mı vardı?
–Artıkbay Batır’ın babasının hakkını değil, uyuz oğlağının hakkını bile başkasında bıraktığı görülmemiştir! Diyerek o da kabadayılık yaptı.
–Pis herif!
–Kaçak baytalın18…yalayan yaşlı azban19, pislik senden geçip de bana ulaşır mı!
Kenerarı’nın Bopay adlı kızkardeşi çok kişiyle ilişkisi olan, doyumsuz bir kişi olarak tanınıyordu. Kendisi Cengiz Han neslinden olduğu için sıradan bir Kazak ile evlenemediği gibi, batırları, yiğitleri de öyle kuru kuru eli boş göndermeyen bir alışkanlığı vardı, Artıkbay Janay’ı işte o çok kişiden birisin diye bu sözüyle iğneledi.
Avcı Janay’ın bu söze sabredecek hâli yoktu elbette.
–Hay senin babanın ağzına, ne dedin ne dedin sen? Sadağına ok yerleştirmeye başladı. Artıkbay da aynı şeyi yaptı. Birbirlerine ok atacak gibi görünüyorlardı.
Şıngıs bağırdı:
–Yeter artık!
İki avcı iki ayrı tarafa gitti. Daha önce uzaktan birbirlerine kin besleyip, sadaklarındaki okları uzaktan sırayla hedefe yönlendiren kıskanç avcılar, bundan sonra bir ömür boyu aynı gölden su içmeyeceklermiş gibi, aynı dünyada yaşamayacaklarmış gibi birbirlerinden uzaklaşıp gittiler.
Şıngıs, oyunu bitirdi ve çadırına doğru yürüdü. İki grubun mızrakçı batırları, avcıları iki gruba ayrılıp daha önce yerleştikleri konuk evlerine gittiler. Artıkbay, yarışmadan aldığı kunduzu Eseney’in önüne getirip attı:
–Sırtınıza sarınız! Dedi.
Öğle yemeğinden sonra Şıngıs, Eseney ile yalnız kalıp:
–Eseney Bey, hoş geldiniz. Birkaç gün kalıp misafirim olunuz, diye rica eder gibi oldu, Eseney hiç oralı olmadı:
–Ben bir gün bile sabredemiyorum. Daha önce söylediğim boş söz değildi. Kenesarı taraftarları can evimizden vurmaktalar. Kendi düşünceni açıkça belirtsen olacak, yürüyüp yoluma gideceğim. Stap ve Kpitan ile de hemen haberleşmem gerek.
–Eseney Bey, benim ne kadar zor durumda olduğumu siz çok iyi biliyor olmalısınız, diye başladı Şıngıs. -İki ateş arasında kalmadım mı? Halk ne yapmak istiyorsa kendisi bilir. Ben Ağa Sultansam siz de yedi biyden birisiniz. Çarlık’ın hizmetindeki kişileriz… Bize asker verdikleri yok, sana da vermez. Han seçer mi, han seçmez mi, bu, halkın kendi bileceği iş. Bizim idare ettiğimiz yalnızca bir ilçe. Kenesarı’yı han seçelim diyenler Üç Cüz kadar kişi anlaşmışlar gibi görünüyor. Üç Cüz’e bizim emrimiz geçer mi? Ben bunlardan birisine bile karışmak istemiyorum. Bize samimiyetle inanan ve asker veren Çarlık da yok. Kendi kendini kırıp geçir mi diyorsun, ne diyorsun? Dedi ve sustu.
Kazak geleneklerine bağlı bir kişi olan Eseney birden şunları söyledi:
–Kısacası şu ki, ilçenin tam olarak yarısı saldırıya uğramışken, biz ilçe başkanından hayır beklemiyoruz, dedi.
–Düşmanın askerinden sizin asker az olsa dahi sizin askeriniz düşman askerinden beş kat güçlüdür… Çünkü başında Ese-ney Beyim var! Eğer ben bu işe karışırsam, halka maskara olmaz mıyım! Diyerek Şıngıs gülümsedi.
Akşama doğru Eseney kendi memleketine döndü. Şıngıs’tan tamamen ümidini kesip, ne görecekse de yalnızca kendi Kerey-Uvak halkından göreceğini idrak edip oradan ayrıldı. Birkaç günden beri Şıngıs’a emir verip orada konaklayan Tilevimbet Biy ise oturduğu yerden bile doğrulmadı…
III
İlçe merkezi Amankaray’dan akşama doğru çıkan Eseney ve birliği, tan ağarmaya başladığında, Obagan Nehri’nin devamı “Küçük Deniz”de oturan Jazı Biy’in avuluna ulaştı. Argın boyundan Jazı Biy, Orınbor, Sibir guberniyalarının20 sınırını koruyan, Kenesarı İsyanı’na karşı duran bir kişiydi. Henüz asker toplayıp “Atlan!” diye emir vermemekle birlikte, Eseney ile tam olarak aynı düşüncedeydi ve Eseney’in sırdaşıydı. Azıcık Rusça okumayı da biliyordu, Amankaray ilçesinin Eseney’den sonraki en hatırı sayılır biyi idi. Eseney’i büyük bir saygı ve hürmetle karşıladı. Fakat biyler ağzını açıp da tek kelime edemedi. Çünkü konuklar attan inip büyük ak çadıra doğru yürümeye başladıklarında, dörtnala at koşturarak yaklaşan iki atlı göründü ve konuklar çadıra girmeyip gelenleri bekledi.
–Bizim adamlarımız! Dedi Eseney.
Bu gelenler, Eseney’in habercileri idi.
–Kenesarı birliği dün Esil’in karşı tarafına geçti, dedi.
–Jazı, bana kırk at bulup ver. Canlı kalırlarsa geri veririm, yok eğer ölürlerse, senin ödemen gereken bir borçmuş gibi say artık.
Konuklar eve girip susuzluklarını giderinceye kadar, Jazı Biy kendi yılkısından kırk tane cins at getirtip:
–Sorgusuz sualsiz senindir Eseney Bey, dedi.
Yedekteki cins atlar ile hızla gidip halkın bulunduğu bölgeye yakınlaştıklarında Kenesarı birliğinin Kerey-Uvak avullarına her taraftan gelip dayandığı anlaşıldı. Yaylaklarına kıyamayıp, biz nasıl olsa uzaktayız diye düşünerek, bölgerinde konaklamaya devam eden avulların yılkılarını, kadın kızlarını sürüp götürmüşlerdi, keçe ve kilim gibi ev eşyalarını da yağmalamışlardı.
Eseney birliğinin hızla geldiği gün, tan ağarmaya başladığı sırada, birlik buradaki çatışmanın tam üstüne gelmişti. Ortalama beş kilometreye uzanan geniş ovada Kenesarı birliği ile Kerey-Uvak birlikleri arasında çatışma olmuştu. Sahibini kaybeden atlar ürkerek koşuldukları arabalardan kurtulup, önlerindekini ezip geçiyordu. Arabalar bir sağa bir sola doğru zikzaklar çiziyordu. Kovalayanlar ve kaçanlar iki tarafta da vardı. Zaten Kazak çatışmalarının hepsi böyledir. Bir bakarsın kovalayanlar geriye dönüp kaçmaya başlar, bir bakarsın ki kaçanlar geriye dönüp çatışmaya devam eder.
Eseney hemen çatışmanın durumunu gözden geçirdi. Düşman askerleri beş kat daha azdı ama birlik halindelerdi. Halkın tarafı beş kat daha fazla idi, fakat bazen toplanıp bir tarafa kümeleniyordu, diğerleriyle bir türlü birleşmeyi beceremiyordu. Grubun iki tarafı da organize olamıyordu. Ne tarafta çevik ve gözüpek batırlar varsa, mızrakçılar çoksa, o taraf ilerliyordu.
Eseney’in kendisi de askerleri komuta edemiyordu. Çünkü o, batırdı, fakat komutan değildi. Gelir gelmez, savaş alanının bir ucundan diğer ucuna kadar bağırıp, Kerey-Uvak’ın parolasını söyleyip çarpışmaya başlamıştı. O, böylece çarpışanlara kendisinin orada olduğunu bildiriyordu. Denk geldiği batırlarına övgü sözleri söylüyor ve onları cesaretlendiriyordu. Daha sonra var gücüyle bağırıp gürleyerek çatışmanın içine girdi. Halkın hangi tarafta zayıfladığını kontrol ederek, zaman zaman bu zayıflayan gruba katılarak ona destek veriyordu. Yanında dört beş batırı olan Eseney’in destek verdiği gruplar, düşman tarafını kolayca püskürtebilmişti.
Akşama doğru iki tarafın atları da yorulup sadaklardaki oklar tükenmeye başlamıştı. Eseney’in de bizzat içinde bulunduğu karşılıklı çatışma sonucunda elli kadar düşman askeri ele geçirilmişti. Ele geçirilenlerin çoğu, Kenesarı’dan kaçıp kurtulamayan ve ona katılmaya mecbur olan kişilere benziyordu. Bir kısmı ise yaralı askerlerdi.
Düşman eline düşen, halk birliğinin batırları iki üç kat daha çoktu. İki taraf da esir aldıkları kişilerin kollarını arkadan bağlayıp kendi taraflarına götürüyorlardı. Özellikle, sahipsiz kalan atları kovalayıp yakalamaya çalışanlar çoktu.
Bu sırada Eseney yaralandı. Sadaktan fırlayan bir ok iki kürek kemiğinin arasına isabet edip saplandı. O, kaçmaya başlayan bir grup askeri kovalamaya niyetlenmişti, tam o sırada, Eseney’in boynuna ok isabet eden atı, tökezleyip yere düştü. Eseney de onunla birlikte yere düştü. Düşünce, zaten çiçek bozuğu olan yüzü yaralandı. Yüzü kan içinde kaldı. Yedek atı yedekleyen Bekentay gemden kurtulmak için huysuzlanan güçlü atı durdurdu. Eseney sol ayağını üzengiye doğru kaldırıp koymaya çalıştığı sırada, bir ok gelip ona saplandı. Eseney atın yelelerinden tutup doğrulamadan kalakaldı.
Eseney ile yan yana hareket eden Sadir, Müsirep, Artıkbay Batırlar Eseney’i kucaklayıp hemen tedavi etmeye çalıştılar. İlk olarak Eseney’in sırtında hala saplı duran oku çıkarıp, kan fışkırmaya başlayan yarasını bu okla halk hekimliği yöntemiyle tedavi ettiler.
–Uşık uşık uşık!
Devasını veriver, Peygamber Yusuf.
Uşık uşık uşık,
Şifa veren biz değiliz,
Gönlünü alan kara baksı küçük burunlu…
Uşık uşık uşık!
Uşık uşık uşık!
–Haydi şimdi eve doğru, Stap’taki doktora gidiyoruz! Bekentay, biyin atını sen yedeğine al!
Müsirep ve Sadir ikisi, Eseney’i iki yanından tutup, Artıkbay Batır arkasından destek olarak, Eseney’in ekibi yola çıktı.
–Ah! Yavaş olun yavaş olun! Dedi Eseney acı içinde.
Yavaş gidildiği takdirde düşman eline düşeceklerini anlayan Müsirep, Bekentay’a:
–Yavaşı batsın, hızlı sür, hızlan! Dedi.
Eseney’in ekibinin kaçmaya başladığını gören düşman, birdenbire kendine gelip, cesaretlenmişti. Eseney’in ekibinin etrafını sarıvermişlerdi, özellikle de arkalarından gelenler onlara çok yaklaşmışlardı.
O sırada Stap’tan gönderilen yüz kişilik Rus Kazak kuvveti de yetişmişti. Onlar kılıçları parlayarak, mızrakları havada, karşılarındakini korkutarak geliyordu. Onları gören düşman birden geri dönmüştü. Arkadan gelip öndekilere yetişenleri heyecanlı olsalar da, ancak on kadar ok atıp geriye dönmüşlerdi. İşte bu on kadar oktan biri ise Eseney’i arkasından koruyarak gelen Artıkbay Batır’ın tam beline isabet etmişti.
Batır, beline saplanan oku kendi eliyle çıkarıp atmıştı ve sıcağıyla atını hızla koşturmaya devam etmişti. Yaklaşan Rus Kazak takviye kuvvetine ulaşana kadar da yaralandığını hiç kimseye belli etmemişti. Herkes ile beraber yüzbaşına “Zdrasti!” demiş ve atından kayıp yere düşmüştü.
Yolculuğun geri kalanında deveye bindirilerek getirilen Ese-ney, Stap’ın askerî hastanesinde bir ay yatıp, avuluna tek başına atına binerek dönmüştü. Artıkbay Batır ise altı ay boyunca hastanede kalıp, evine bir kızak ile dönmüştü. O günden beri Artıkbay yürüyemeyen bir felçliydi. İki ayağı felç olmuştu, hareketsizdi. O, Eseney’e isabet edecek oka karşı kendini siper etmişti. Eseney’i korumuştu, onun hayatını kurtarmıştı, ama kendisi başkalarına muhtaç kalmıştı. O, artık bir engelliydi. “Saf batır, eğer beline saplanan oku kendisi çıkarıp atmasaydı, halk hekimliği ile çaresine baksaydı, hiç böyle engelli olup kalır mıydı! Halk hekimliğiyle tedavi edilen Eseney ise işte görüldüğü gibi iyileşmişti!”.
Bu son çarpışmadan sonra Kenesarı, bir daha Kerey-Uvak’ı rahatsız etmemişti. O, Kazak bozkırının güney kesimlerine doğru çekilip, Alatav’a gitmişti ve orada bu isyan hareketi sona ermişti. Kenesarı’nın bir daha geri döndüğü de görülmemişti.
Eseney, Stap hastanesinde de huzur içinde yatmamıştı. O, Kenesarı’ya karşı olan boyların lideri olduğu zaman da kafasında onu düşündüren derin bir mesele vardı. Son defa Ağa Sultan Şıngıs’a gittiği zaman da aklında bu mesele vardı. Han soylular, hanlıklarına özlem duymadan duramazlardı. Han soylu Şıngıs, Kenesarı’ya karşı mücadele başlatmayıp halk içine fitne sokmuştu, Rusya Hükümeti’ne büyük bir vefasızlık göstermişti. Eseney’in bu düşünceleri, eğer Sibirya Gubernatörü, General-Binbaşı Fon Fridriks’in kulağına giderse, Şıngıs’ı bu görevinden azletmek mümkün olurdu.
Eseney’in, bu düşüncelerini General-Binbaşı’ya haber verecek adamı da vardı. O, Eseney’in teyzesinin oğlu Turlıbek Köşenulı idi, kendisi altı ilçeye idarecilik yapan büyük bir töreydi.
Eseney, bu Turlıbek’i Stap’a çağırttı. Yarasının mikrop kapıp iyileşmediği çok eziyet çektiği bir dönemdi. Eseney, Turlıbek ile çok sert konuştu.
–Sen Ombı’da ne işle uğraşıyorsun? Töre neslini ne zamandan beri başımızın üstünde taşıyoruz? Şıngıs denilen adamın nasıl biri olduğunu daha ne zaman göreceksin? O, Kenesarı’nın en birinci destekçisi olup çıkmadı mı?
–Bu düşünce Ombı’da da yaygınlaşıyor, Eseney Bey. Bununla birlikte…
–Bununla birlikte, çaresiz oturup duruyoruz diyorsun ha! O zaman bana erk verin. Beş günde elini ayağını zincirleyip Ombı’ya sürüyerek getireyim!
Rus Semineri’ni bitiren, baştan aşağı şehir kıyafetleri giyen Turlıbek, Eseney gibi inatçı karakterli, kibirli değil, kanunların sınırından çıkmayan, çok sabırlı ve tahammülü güçlü bir kişiydi. O, teyzesinin oğluyla aynı fikirde olsa da, Şıngıs’ın tavırlarından büyük bir rahatsızlık duysa da, fevri davranıp aceleci olmaya ve çatışmaya karşıydı. O, bu güne kadar kanunların dışına hiç çıkmamıştı.
Hanlık yıkılıp, Ağa Sultanın idare ettiği ilçe açıldığından beri, Sibirya Gubernatörü’nü rahatsız eden şey, Kenesarı konusundaki tereddüttü. Bu tereddüt, en sonunda da işte isyana evrilmişti. Başından beri Turlıbek, Kenesarı hakkında kaç defa âdilane düşüncelerini bildirmişti. Ancak sıradan Kazak halkını tamamen yabanî, tamamen cahil, güvenilmez gören Çarlık Hükümeti, Han soyluları açık açığa koruyup, onları bir türlü atmaya kıyamıyordu.
Kenesarı, Kazak halkının Çarlık yönetimine duyduğu memnuniyetsizlikten faydalanarak, han seçilmek niyetindeydi. Ese-ney ise Şıngıs’ın Kenesarı’ya karşı mücadele etmemesinden faydalanarak Ağa Sultan seçilmek niyetindeydi.
Turlıbek, Şıngıs’ın Eseney hakkındaki düşüncesini de çok iyi biliyordu. Sonraki seçimde Şıngıs, Eseney’i yerinden edip başka birini biy olarak atamaya hazırlanıyordu. Asıl amacı, idareciliği ele geçirmek olan Eseney’in gerekçeleri mantıklıydı, ne çare ki Gubernatör önünde ise Şıngıs haklıydı. Gubernatör, onun sırtını sıvazlayıp duruyordu. Şekspir’in bir sözünü hatırlatıp:
“Her gece, oyunda, eğlencede, keyifte, güzdüz başı yastıkta!”, dediği de olmuştu. Bu sözüyle Şıngıs’ın ömrünün oyun, eğlence, kadın-kız, uyku ile geçip gittiğini ima etmişti.
Üstelik Şıngıs’ın yanındaki Binbaşı Bergsen’in de iki üç defa onu şikâyet ettiği olmuştu. O da, Kenesarı’nın elçilerinin devamlı gelip gittiklerini, geceleyin tenhada yalnız buluştuklarını, iki taraf arasında hediyeler getirip götürdüklerini yazmıştı. Bu da demekti ki, Şıngıs’a muhalif bir grup oluşturmak oldukça güçtü. Turlıbek’in bu durumu değiştirmeye gücü yetmezdi. Sonuç olarak, elbette, Eseney yenilecekti ve biylik görevinden ayrılacaktı.