Kitabı oku: «Yanlış Yol», sayfa 6
8
23 Haziran Perşembe sabahı Ystad emniyetindeki hava hiç de neşeli değildi. Stockholm’ün önde gelen gazetelerinden biri olan Dagens Nyheter’in muhabiri, Gustaf Wetterstedt’in cinayete kurban gittiğini Östermalm polisinden öğrenince Wallander’i sabahın üçünde uyandırmıştı. Wallander tam yeniden dalmıştı ki bu kez Expressen gazetesinden aramışlardı. Hansson da gece defalarca uyandırılmıştı. Sabah saat yedide toplantı odasında buluştuklarında hepsi de son derece yorgun ve uykusuzdu. Wetterstedt’in evindeki çalışmalar sabahın beşine kadar sürmesine karşın toplantıya Nyberg de gelmişti. Toplantı odasına giderken Hansson, Wallander’i kenara çekerek bu soruşturmayı kendisinin yöneteceğini söyledi.
“Bana kalırsa Björk bunların başına geleceğini biliyordu,” dedi Hansson. “Bu yüzden emekli oldu.”
“Emekli olmadı,” dedi Wallander. “Terfi etti. Ayrıca geleceği görmek onun yetenekleri arasında değildi. Günlük kaygılar ona yetiyordu.”
Ama Wallander, Wetterstedt’in katilini ya da katillerini yakalama işinin sorumluluğunun kendisine verileceğinden emindi. İzin dönemi olduğundan eleman sıkıntısı vardı emniyette. Ann-Britt Höglund’un tatilini ertelemesine çok sevinmişti. Peki ama kendi tatiline ne olacaktı? Baiba’yla iki haftalığına Skagen’e gitmeyi planlamıştı.
Masaya oturarak çevresindeki yorgun ve bıkkın yüzlere baktı. Yağmur hâlâ yağmasına karşın bulutlar biraz yükselmeye başlamıştı. Önünde santral görevlisinin verdiği bir yığın telefon mesajı vardı. Mesajları bir kenara iterek kalemiyle masaya vurdu.
“Hemen işe başlamamız gerek,” dedi. “Olabilecek en kötü şey oldu. Tatil döneminde bir cinayet işlendi. Elimizden gelen en iyi şekilde organize olmalıyız. Ayrıca Yaz Dönümü Bayramı da başlamak üzere olduğundan polisler de yoğun olacaklar. Ama cinayet masasında, sorun yaratacak bir şey her zaman olur. Bu yüzden bunu unutmadan soruşturmamızı planlamalıyız.”
Kimse bir şey söylemedi. Wallander, Nyberg’e dönerek teknik araştırmanın nasıl gittiğini sordu.
“Yağmur birkaç saatliğine dursa iyi olacak,” dedi Nyberg. “Cinayet yerini saptamamız için kumun üst tabakasını kazımamız gerekiyor. Kurumadan önce de bunu yapmak neredeyse olanaksız. Aksi hâlde bir sonuç elde edemeyiz.”
Wallander sıkıntıyla konuşuyordu. “Her zaman bir aksilik çıkıyor. Yaz Dönümü Bayramı akşamı hava bozarsa bizim için iyi olur, işimiz kolaylaşır.”
“Bu kez futbol işimize gelecek,” dedi Nyberg. “İnsanların eskiden olduğu gibi bu bayramda çok içeceklerini sanmıyorum. Çoğu kişi televizyon karşısından kıpırdamayacak bile.”
“Ya İsveç, Rusya maçını kaybederse?” diye sordu Wallander.
“Kaybetmeyecek,” dedi Nyberg inatçı bir sesle. “Kazanacağız.”
Wallander, Nyberg’in fanatik bir futbol izleyicisi olduğunu bilmiyordu.
“Umarım haklı çıkarsın,” dedi.
“Her neyse, kayığın yakınında ilginç bir şey bulamadık,” diye sürdürdü konuşmasını Nyberg. “Ayrıca Wetterstedt’in bahçesi, kayık ve deniz kıyısı arasında kalan kumsalı da inceledik. Bir iki şey bulduk. Ama bunların hiçbiri izini sürdüğümüz cinayetle ilgili değil. Yalnızca belki biri dışında.”
Nyberg delil poşetini masanın üstüne koydu.
“Polis kordonunun dışında kalan alanı tarayan polislerden biri buldu bunu. Sprey kutusu. Saldırıya uğrama olasılığına karşın kadınların kendilerini korumak için çantalarında taşıdıkları türden göz yaşartıcı sprey.”
“Bunların İsveç’te kullanımı yasaklanmadı mı?” diye sordu Höglund.
“Yasaklandı evet,” diye karşılık verdi Nyberg. “Ama işte burada. Ya da daha doğrusu polis kordonunun hemen dışında kumların üstünde. Parmak izi olup olmadığına bakacağız. Belki bir şey çıkar.”
Nyberg poşeti çantasına koydu.
“O kayığı bir insan tek başına ters çevirebilir mi?” diye sordu Wallander.
“Çok güçlü olmadıkça hayır,” diye karşılık verdi Nyberg.
“O zaman iki kişi söz konusu olmalı,” dedi Wallander.
“Katil kayığın altındaki kumu kazmış olabilir,” dedi Nyberg duraksayarak. “Wetterstedt’in cesedini kayığın altında koyduktan sonra da kumu yeniden örtmüştür.”
“Elbette bu da bir olasılık,” dedi Wallander. “Ama sizlere mantıklı geliyor mu?”
Masanın çevresindekiler karşılık vermedi.
“Cinayetin evde işlendiğine ilişkin tek bir ipucu bile yok,” diye sürdürdü konuşmasını Nyberg. “Cinayete ilişkin ne bir kan lekesi ne de başka bir delil bulabildik. Kimse eve zorla girmemiş. Bir şeylerin çalınıp çalınmadığını tam olarak söyleyemiyoruz ama bu uzak bir olasılık.”
“Olağan dışı başka bir şey buldunuz mu?” diye sordu Wallander.
“Bana sorarsan evin kendisi başlı başına olağan dışı,” dedi Nyberg. “Wetterstedt çok varlıklı olmalı.”
Bir süre Nyberg’in söylediklerini değerlendirdiler. Sonra da Wallander söylenilenleri özetlemesi gerektiğine karar verdi.
“En önemli şey Wetterstedt’in ne zaman öldürüldüğünü öğrenmek,” diye söze başladı. “Cesedi inceleyen doktor cinayetin büyük olasılıkla kumsalda işlendiğini düşünüyor. Cesedin ağzında ve gözlerinde kum bulundu. Ama adli tıbbın incelemelerinin sonucunu beklememiz gerekecek. Cinayetin neden işlendiğine ilişkin elimizde bir ipucu olmadığına göre olayı çok geniş bir bakış açısıyla ele almamız gerekecek. Wetterstedt’in nasıl bir adam olduğunu öğrenmeliyiz. Arkadaşları kimlerdi? Kimlerle görüşürdü? Ne tür alışkanlıkları vardı? Karakterine ilişkin bir bakış açısı oluşturarak nasıl bir yaşam sürdürdüğünü saptamalıyız. Yirmi yıl önce onun çok ünlü biri olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Adalet bakanıydı. Bazı insanlar için popülerdi ama bazıları da ondan alabildiğine nefret ederdi. Adı bazı skandallara karışmıştı. Cinayet intikam için işlenmiş olabilir mi? Belkemiği baltayla kırılıyor ve kafa derisi yüzülüyor. Daha önce hiç böyle bir şey oldu mu? Bundan önceki cinayetlerde bu cinayete benzer bazı şeyler bulabilir miyiz? Martinson bilgisayarının başına geçip araştırma yapmalı. Ve bugün mutlaka konuşmamız gereken Wetterstedt’in evine gelen gündelikçi kadın var.”
“Ya bağlı olduğu siyasi parti?” diye sordu Höglund.
Wallander anladım dercesine başını salladı.
“Ben de şimdi ondan söz edecektim. Acaba çözüme bir türlü ulaşmayan siyasi bir ya da birçok gündem söz konusu olabilir mi? Partideki eski arkadaşlarıyla görüşüyor muydu? Bunları da açığa çıkarmalıyız.”
“Haber tüm ülkeye yayıldığından iki kişi telefon ederek cinayeti üstlendi,” dedi Svedberg. “Bunlardan biri Malmö’deki bir telefon kulübesinden aradı. O denli sarhoştu ki söyledikleri güçlükle anlaşılıyordu. Malmö’deki meslektaşlarımıza onu sorguya çekmelerini söyledik. Diğeriyse Österåker’deki bir mahkûmdu. Bu telefonlardan Gustaf Wetterstedt’in adının bile hâlâ bazı insanları etkilediği anlaşılıyor.”
“Bu meslekte yeterince uzun zamandan beri çalışan bizler, polis teşkilatının içinde de hâlâ ona diş bileyen bazı polislerin olduğunu biliyoruz,” dedi Wallander. “Onun adalet bakanlığı döneminde unutamayacağımız bazı olaylar oldu. Bugüne değin gelip giden adalet bakanlarıyla polis şefleri arasında bizler için küçük parmağını dahi kıpırdatmayan tek bakandı belki de Wetterstedt.”
Görev dağılımı yaptılar. Wallander, Wetterstedt’in gündelikçisini sorguya çekecekti. Yeniden öğleden sonra saat dörtte toplanmaya karar verdiler.
“Yapmamız gereken iki şey var,” diyerek konuşmasını sürdürdü Wallander. “Birincisi fotoğrafçılarla gazeteciler bizi rahat bırakmayacak. Bu, medyanın sevdiği türden bir olay çünkü. Kafa Derisi Yüzen Katil gibi gazete başlıklarına şimdiden hazırlıklı olmamız gerek. Onun için de bugün bir basın toplantısı düzenlesek iyi olacak. Basın toplantısını ben yönetmek istemem ama.”
“Yönetmek zorundasın,” dedi Svedberg. “Sorumluluğu üstlenmek zorundasın. İstemesen bile bunu en iyi sen yapıyorsun, bunu biliyorsun zaten.”
“Pekâlâ ama bunu tek başıma yapmak istemiyorum. Hansson’u ve Ann-Britt’i de istiyorum. Saat bir iyi mi?”
Herkes kalkmak üzereyken Wallander onlara biraz beklemelerini söyledi.
“Kolza tarlasında kendisini yakan kızın soruşturmasını bir kenara atamayız,” dedi.
“Aralarında bir bağlantı olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu Hansson şaşkınlıkla.
“Elbette hayır,” diye yanıtladı Wallander. “Ben yalnızca Wetterstedt cinayeti üstünde çalışırken bir yandan da kızın kim olduğunu öğrenmemiz gerektiğini söylemeye çalışıyorum.”
“Bilgisayarda işe yarar bir şey bulamadım,” dedi Martinson. “Harflerin bileşimine ilişkin bir şey de çıkmadı karşıma. Ama çalışmayı sürdüreceğime söz veriyorum.”
“Birileri onu merak ediyor olmalı. Genç bir kız. Kimsenin ortaya çıkıp aramaması çok garip doğrusu.” Wallander üzüntüsünü gizlemeye çalışıyordu.
“Yaz aylarında yaşıyoruz,” diyerek sözlerine devam etti Svedberg. “Gençler bu mevsimde sürekli yolculuk yaparlar. Onun yokluğunun fark edilmesi birkaç hafta sürebilir.”
“Haklısın,” dedi Wallander. “Sabırlı olmalıyız.”
Sekize çeyrek kala ayrıldılar. Hepsinin de işi yoğun olduğundan Wallander toplantıyı kısa kesmişti. Odasına gidince telefonuna gelen mesajlara bir göz gezdirdi. Acil bir şey yoktu. Çekmecesinden bir not defteri çıkararak sayfanın üstüne Gustaf Wetterstedt’in adını yazdı.
Sonra koltuğunda kaykılarak gözlerini kapadı. Onun ölümü bana ne anlatıyor? Kim bir adamın belkemiğine baltayla vurup kafa derisini yüzer?
Wallander yerinde doğruldu.
Not defterine yazmaya başladı: Gustaf Wetterstedt’in bir hırsız tarafından öldürüldüğünü söyleyecek herhangi bir delil yok elimizde ama yine de bu olasılığı göz ardı edemeyiz. Bu rastgele işlenmiş bir cinayet değil, tabii katil tımarhaneden kaçmış bir deli değilse. Katil hiç telaşa kapılmadan cesedi sakladı. Bu yüzden de intikam olasılığı hâlâ geçerli. Acaba Gustaf Wetterstedt’ten kim intikam almak ve onu öldürmek ister?
Wallander kalemini bırakarak yazdıklarını yüzünü buruşturarak okudu.
Daha çok erken, diye geçirdi içinden. Olanaksız sonuçlara ulaşmaya çalışıyorum. Oysa daha fazla şeyler öğrenmem gerek.
Ayağa kalkarak hızla ilerledi. Emniyetten çıktığında yağmurun durduğunu gördü. Sturup’taki meteoroloğun hava tahmini doğru çıkmıştı. Wallander vakit kaybetmeden doğruca Wetterstedt’in villasına gitti.
Kumsaldaki polis kordonu henüz kaldırılmamıştı. Nyberg işinin başına dönmüştü bile. Elemanlarıyla birlikte kumsaldaki muşambayı kaldırıyordu. Polisleri izlemeye gelmiş kalabalık bir meraklı topluluğu vardı.
Wallander, Wetterstedt’in anahtarlığındaki anahtarları deneyerek sonunda villanın kapısını açtı ve doğruca çalışma odasına gitti. Sistematik bir şekilde Höglund’un bir gece önce başlattığı araştırmayı sürdürdü. Wetterstedt’in sözcükleriyle ‘gündelikçi kadının’ adını öğrenmesi yarım saatini aldı. Kadının adı Sara Björklund’du. Kentin batı yakasındaki büyük depoların hemen arkasında, Styrbordsgången Sokağı’nda oturuyordu. Masanın üstündeki telefona uzanarak numarayı çevirdi. Telefon sekiz çalıştan sonra açıldı. Wallander karşısında sert bir erkek sesi duydu.
“Sara Björklund’u arıyordum,” dedi Wallander.
“Evde değil,” diye karşılık verdi adam.
“Onu nerede bulabilirim acaba?”
“Kimsiniz?” diye sordu adam baştan savma bir sesle.
“Ystad polisinden Kurt Wallander.”
Karşı tarafta uzun bir sessizlik oldu.
“Orada mısın?” diye sordu Wallander sabırsızlandığını gizlemeye gerek görmeden.
“Bunun Wetterstedt’le bir ilgisi var mı?” diye sordu adam. “Sara Björklund benim karım.”
“Onunla konuşmam gerek.”
“Malmö’de. Bugün akşama doğru dönecek.”
“Onu ne zaman bulabilirim? Saat kaçta? Net olmaya çalış!”
“Beşe kadar evde olacağını sanıyorum.”
“O zaman beşte sizde olacağım,” diyerek telefonu kapattı Wallander.
Evden dışarı çıkarak, kumsala, Nyberg’in yanına gitti. Polis kordonunun arkası bir hayli kalabalıklaşmıştı.
“Bir şey buldun mu?” diye sordu.
Nyberg bir elinde kum dolu bir kovayla duruyordu.
“Hayır, bulamadım,” dedi. “Ama eğer burada öldürülmüş ve yere kumların üstüne düşmüş olsaydı mutlaka kan izleri olacaktı. Belki kan sırtından akmayacaktı fakat başından mutlaka akacaktı. Ortalık kan gölüne dönmüş olmalı. Kafada büyük damarlar vardır.”
Wallander onaylarcasına başını salladı.
“Sprey kutusunu nerede bulmuştun?” diye sordu.
Nyberg kordonun arkasındaki yeri gösterdi.
“Onun bu cinayetle bir ilgisi olduğunu hiç sanmıyorum,” dedi Wallander.
“Ben de,” diye karşılık verdi Nyberg.
Wallander tam arabasına doğru giderken birden Nyberg’e bir sorusu daha olduğunu hatırladı.
“Bahçe kapısının yanındaki lambanın ampulü patlamış,” dedi. “Ona bir bakar mısın?”
“Nesine bakmamı istiyorsun?” diye sordu Nyberg merakla. “Ampulü mü değiştirmemi istiyorsun?”
“Lambanın neden yanmadığını öğrenmek istiyorum yalnızca. Hepsi bu.”
Emniyete döndü. Gökyüzü kara bulutlarla kaplanmıştı. Ama yağmur yağmıyordu.
“Gazeteciler sürekli arıyorlar,” dedi Ebba, Wallander danışmanın önünden geçerken.
“Saat birdeki basın toplantısına gelsinler,” dedi Wallander. “Ann-Britt nerede?”
“Bir süre önce dışarı çıktı. Ama nereye gittiğini söylemedi.”
“Ya Hansson?”
“Galiba Per Åkeson’un ofisinde. Arayayım mı?”
“Basın toplantısına hazırlanmalıyız. Toplantı odasına bir iki sandalye daha koydurt. Kalabalık olacak.”
Wallander toplantıda basına söyleyeceklerini hazırlamak üzere odasına gitti. Yaklaşık yarım saat sonra da Höglund içeri girdi.
“Salomonsson’un çiftliğine gittim. Sanırım kızın onca benzini nereden bulduğunu öğrendim.”
“Salomonsson’un ahırından mı?”
Höglund evet dercesine başını salladı.
“Hiç olmazsa bir sorun çözüldü,” dedi Wallander. “Bu da genç kızın oraya yürüyerek gelebileceğini gösterir. Arabayla ya da bisikletle oraya gitmiş olma olasılığını düşünmeye artık gerek kalmadı. Yürümüş olmalı.”
“Acaba Salomonsson onu tanıyor muydu?” diye sordu Höglund.
Wallander yanıt vermeden bir an düşündü.
“Hayır,” dedi sonra da. “Salomonsson yalan söylemiyordu. Kızı daha önce hiç görmemişti.”
“O zaman kız tamamen bir rastlantı sonucu oraya gitmiş olmalı. Salomonsson’un ahırına girerek şişeler dolusu benzini bulmuş ve yanına beş şişe alıp kolza tarlasına gitmiş. Sonra da benzini üstüne dökerek kendini yaktı.”
“Evet, hepsi bu işte,” dedi Wallander. “Kızın kim olduğunu öğrensek bile tüm olanları büyük olasılıkla hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.”
Kahve içip basın toplantısında neler söyleyeceklerini tartıştılar. Hansson yanlarına geldiğinde saat on bir olmuştu.
“Per Åkeson’la konuştum,” dedi. “Başsavcıyla bağlantı kuracağını söyledi bana.”
Wallander şaşkınlıkla başını kaldırıp baktı.
“Neden?”
“Gustaf Wetterstedt çok önemli biriydi. On yıl önce bu ülkenin başbakanı öldürüldü. Şimdi de eski bir adalet bakanı öldürülüyor. Bana kalırsa Åkeson bu cinayet soruşturmasına daha özel bakılıp bakılmayacağını anlamaya çalışıyor.”
“Eğer bugün hâlâ adalet bakanı olsaydı bu sözleri anlayabilirdim,” dedi Wallander. “Ama uzun zamandan beri kamu görevlerini arkasında bırakmış bir emekliden bahsediyoruz.”
“Åkeson’la o zaman bir de sen konuş,” dedi Hansson. “Ben onun söylediklerini aktardım yalnızca.”
Saat tam birde toplantı odasındaki küçük kürsüde yerlerini aldılar. Basınla yapacakları bu toplantıyı ellerinden geldiğince kısa kesmeye çalışma konusunda aralarında anlaşmışlardı. Toplantının en önemli amacı saçma sapan spekülasyonların önünü kesmekti. Bu nedenle de Wetterstedt’in nasıl öldürüldüğü sorusuyla karşılaştıklarında bilinçli olarak somut bir şeyler söylememeye karar vermişlerdi. Özellikle de kafa derisinin yüzüldüğüne ilişkin bir şey söylemeyeceklerdi.
Gazeteciler toplantı odasına doluşmuşlardı. Wallander’in tahmin ettiği gibi ulusal gazeteler Gustaf Wetterstedt’in ölümünün çok önemli bir olay olduğuna karar vermişlerdi. Wallander kalabalığa baktığında üç televizyon kanalının kameralarını gördü.
Daha sonra toplantı bitip de son gazeteci de salondan çıktığında Wallander toplantının alışılmışın dışında iyi geçtiğini fark etti. Soruşturmanın selameti açısından yanıtların sınırlı ve kısa olmasına gazetecilerden herhangi bir olumsuz tepki gelmemişti. Haberciler Wallander’le iş arkadaşlarının oluşturduğu görünmez duvarı delip geçemeyeceklerini anlamışlardı. Onlar gittikten sonra Wallander yerel bir radyo istasyonundan gelen muhabirin sorularını, Höglund da bir kameranın karşısında sorulan soruları yanıtlıyordu. Wallander arkadaşına bir göz atınca televizyon kameralarının önünde olmadığına şükretti içinden.
Basın toplantısının sonunda Per Åkeson dikkat çekmeden salona girerek en arka sıraya oturmuştu. Şimdi de yerinden kalkmış Wallander’in yanına gelmesini bekliyordu.
“Başsavcıya haber vereceğini duydum,” dedi Wallander. “Sana herhangi bir talimat verdi mi?”
“Her şeyden haberdar olmak istiyor,” diye yanıt verdi Åkeson. “Senin beni her şeyden haberdar etmen gibi.”
“Her gün sana yaptıklarımıza ilişkin kısa bir özet göndereceğim,” dedi Wallander. “Tabii ki olayda önemli ipuçlarını ele geçirdiğimizde de.”
“Somut bir şeyler bulabildiniz mi?”
“Hayır.”
Soruşturma grubunun toplantısı dörtteydi. Wallander artık rapor hazırlama değil çalışma zamanı olduğunun farkındaydı. Eğer soruşturmayı etkileyebilecek herhangi dramatik bir şey olmazsa ertesi sabah saat sekizde buluşmaya karar verdiler.
Saat beşe gelmeden Wallander emniyetten çıkarak Sara Björklund’un oturduğu Styrbordsgången’e doğru yola koyuldu. Burası, Wallander’in hiç gitmediği bir mahalleydi. Arabasını park ederek bahçe kapısından içeri girdi. O daha kapıya ulaşmadan kapı açıldı. Karşısında duran kadın tahmin ettiğinden de gençti. Wallander onun otuz yaşlarında olduğunu düşündü. Demek Gustaf Wetterstedt’in gündelikçi kadını buydu. Wetterstedt’in kendisine gündelikçi kadın dediğini bilip bilmediğini düşündü.
“İyi günler. Bugün daha önce telefon etmiştim. Siz Sara Björklund’sunuz, değil mi?”
“Sizi tanıyorum,” dedi kadın, başını evet dercesine sallayarak.
Genç kadın Wallander’i içeri davet etti. Oturma odasındaki masanın üstünde bisküviyle kahve termosu duruyordu. Wallander gürültü yapan çocukları azarlayan bir adamın sesini duydu. Ses yukardan geliyordu. Bir koltuğa oturarak çevresine baktı. Sanki babasının yaptığı resimlerden birini duvarda asılı görecekmiş gibi bir duyguya kapılmıştı nedense. Burada eksik olan tek şey aslında babamın yaptığı resimler, diye geçirdi içinden. İşte eski balıkçı, çingene kadın ve ağlayan çocuk. Tek eksik bu.
“Kahve içer misiniz, efendim?” diye sordu Sara Björklund.
“Bana efendim demene gerek yok. Evet, lütfen.”
“Gustaf Wetterstedt’le resmi olmam gerekiyordu,” dedi birdenbire Sara. “Kendisine mutlaka Bay Wetterstedt denmesini isterdi. Orada çalışmaya başladığımda bana talimatlarını birer birer yazdırmıştı.”
Wallander genç kadının hemen konuya girmesine çok sevinmişti. Cebinden küçük not defteriyle bir kalem çıkardı.
“O zaman Gustaf Wetterstedt’in öldürüldüğünü biliyorsun, demek?” diye söze başladı.
“Korkunç bir şey bu,” dedi Sara. “Kim yapmış olabilir?”
“Biz de aynı şeyi çok merak ediyoruz.”
“Gerçekten de kumsalda mı buldunuz onu? O çirkin kayığın altında mı? Üst kattan görülen o korkunç kayığın altında mı?”
“Evet, orada bulduk. Ama şimdi en başından başlayalım. Gustaf Wetterstedt’in evini temizliyorsun, değil mi?”
“Evet.”
“Ne kadar zamandan beri onun yanında çalışıyorsun?”
“Yaklaşık üç yıldan beri. İşsizdim. Bu evi döndürmek için paraya ihtiyacımız var. Ben de zorunlu olarak temizlik işleri yapmaya başladım. O işi de gazetedeki ilanla bulmuştum.”
“Oraya ne kadar sıklıkla gidiyordun?”
“Ayda iki kez. On beş günde bir perşembeleri.”
Wallander not almaya başlamıştı.
“Her zaman perşembeleri mi giderdin?”
“Evet.”
“Kendi anahtarın var mıydı?”
“Hayır. Bana evin anahtarını hiç vermedi.”
“Neden?”
“Evine temizliğe gittiğimde peşimden hiç ayrılmazdı. Bu da beni inanılmaz derecede sinirlendirirdi. Ama parası çok iyiydi.”
“Farklı herhangi bir şey dikkatini çekmiş miydi?”
“Ne gibi?”
“Evde her zaman yalnız mıydı?”
“Evet, her zaman.”
“Yemeğe konukları falan gelmez miydi?”
“Bildiğim kadarıyla hayır. Oraya gittiğimde mutfakta yıkanmayı bekleyen bulaşık hiç görmedim.”
Wallander konuşmasını sürdürmeden kısa bir an duraksadı.
“Onu insan olarak nasıl tanımlayabilirsin?”
Sara’nın yanıtı kısa ve özdü.
“İnsanın, canın cehenneme diyebileceği türden biriydi.”
“Bununla ne demek istiyorsun?”
“Sürekli bana patronluk taslardı. Ben onun gözünde önemsiz, sıradan bir temizlikçi kadındım. İşin en komik yanı da bir zamanlar temsilcisi olduğu siyasi parti bizlerin davasını sahiplenmişti. Temizlikçi kadınların davasını.”
“Ajandasında senden gündelikçi kadın diye söz ettiğini biliyor muydun?”
“Hiç şaşırmadım.”
“Ama yanında çalışmayı da sürdürdün?”
“Söylediğim gibi parası çok iyiydi.”
“Oraya son gidişini hatırlamaya çalış. Geçen haftayı.”
“Her şey her zamanki gibi olağandı. Cinayet işlendiğinden beri kendimi zorluyorum ama olağan dışı bir şey yoktu. O gün de her zamanki gibiydi.”
“Üç yıldan bu yana orada alışılmışın dışında herhangi bir şey olmadı mı?” Wallander, Sara’nın yanıt vermeden önce bir an duraksadığını fark ederek hemen dikkat kesildi.
“Geçen yıl bir keresinde garip bir şey olmuştu,” diye söze başladı Sara. “Kasım ayında. Neden bilmiyorum ama ayın kaçı olduğunu hatırlamıyorum. Perşembe yerine o hafta cuma günü gitmiştim oraya. Eve doğru yaklaşırken garajdan büyük ve siyah bir araba çıktı. Siyah camlı, içi görünmeyen bir arabaydı bu. Sonra da ben her zamanki gibi yine evin zilini çalmıştım. Kapının açılması uzun sürdü. Karşısında beni görünce çok öfkelendi. Kapıyı yüzüme kapattı. Beni kovacağını sanmıştım ama gelecek sefer gittiğimde hiçbir şey olmamış gibi davranıp bir şey söylemedi. Olanları tümüyle göz ardı etti.”
Wallander genç kadının konuşmasını sürdürmesini bekledi.
“Hepsi bu kadar mı?”
“Evet.”
“Garajdan siyah ve büyük bir araba çıktı?”
“Evet.”
Wallander genç kadının daha fazla bir şey bilmediğini anlamıştı. Aceleyle kahvesini bitirerek ayağa kalktı.
“Başka bir şey hatırlarsan beni ara lütfen,” dedi evden çıkarken. Arabasına binerek kente döndü.
Büyük siyah bir araba Wetterstedt’in evine gitmiş, diye geçirdi içinden. Acaba arabada kim ya da kimler vardı?
Saat altı olmuştu. Sert bir rüzgâr olanca hızıyla esiyordu.